Herkes Kadar'daki öyküler gücünü yalınlığından alıyor. Yüksek sesle konuşmuyor kahramanlar; dışarıdaki dünyadan kaçmak için değil, kendi içdünyalarına bakarak yaşananı daha derinden anlamak, kavramak için yapıyorlar bunu. Behçet Çelik, öykülerinin dilini de, kahramanlarını da okurun düş gücünün akışına bırakıyor. Böylece her kuşakta yeniden okunacak, değerlendirilecek metinler çıkıyor ortaya.
"Behçet Çelik'in öykü başlangıçları tatminsizlik duygusu yaratmıyor, çünkü devamın da kendi atılımları, kendi ustalıkları var onda. Maupassant'da, Çehov'da ve özellikle onun Amerikalı uzantısı sayılan Raymond Carver'da olduğu gibi, eksiltiler de enerji veriyor Çelik'in öykülerine, sezdirilmiş ama söylenmeden bırakılmış şeyler." -Orhan Koçak-Virgül, Mayıs 2002
"Bütün öykülerde hâkim olan 'ben' merkezli anlatım nedeni ile kitapta bir bütünsellik havası ortaya çıksa da, her hikâyede farklı farklı kişilere odaklanıyor yazar, ama bütün bu farklı hikâye kahramanları, hayatta artık bir hikâyesi kalmayan insanlar olarak aynılaşıyorlar. Onların hikâyeleri geçmişte, hayatı coşku ve umut dolu yaşadıkları o gençlik günlerinde (...) başlamış ve bitmiş... Çelik, ağdalı bir geçmiş güzellemesine kaçmadan, iş hayatını, insan ilişkilerini ve bizzat varoluş biçimlerini sorguluyor, bundan böyle yaşanılacak şiirsel bir hikâyenin imkânsızlığını hissettiriyor okuyucuya." -A. Ömer Türkeş-Radikal Kitap, 29 Mart 2002
1968’de Adana’da doğdu. İki Deli Derviş (1992), Yazyalnızı (1996), Herkes Kadar (2002), Düğün Birahanesi (2004), Gün Ortasında Arzu (2007), Diken Ucu (2010) ve Kaldığımız Yer (2015) adlı öykü kitaplarının yanı sıra Dünyanın Uğultusu (2009) ve Soluk Bir An (2012) adlı romanları ile Sınıfın Yenisi adlı ilkgençlik romanı (2011) yayımlandı. Doğup büyüdüğü Adana hakkında kaleme alınmış yazılardan oluşan Adana’ya Kar Yağmış (2006) adlı kitabı derledi. Ateşe Atılmış Bir Çiçek / Yazarlar, Kitaplar, Okuma Notları (2012) adlı bir de deneme kitabı bulunmaktadır.
behçet çelik’in dilini, kurduğu atmosferi çok severim ben. bu kitabını okumamıştım, dünya öykü günü’nde okuyayım dedim. değişen arkadaşlıklar, zayıflayan bağlar ve konuşamayan ailelerle ilgili pek çok öykü. her biri bambaşka ama tanıdık bir dünyayı anlatıyor bize. kısacık anlarda her şeyin insana dair olduğunu anlıyoruz çoğu zaman, özellikle de aldatmanın, iki kişiyi birden sevmenin ya da nasıl adlandırıyorsak işte. ilk öykü “ağbim” ve “onu aramamak için” favori öykülerim oldu.
Kurbağalara İnanıyorum'la tanışıp Ayhan Geçgin'le beraber merak ettiğim bir yazardı Behçet Çelik. Ayhan Geçgin'in 3 ayrı kitabını okuyup hayran kalınca Behçet Çelik'e de benzer bir merakla başladım fakat aradığımı bulamadım. evirip çevirip aynı adama aynı hikayeyi yazmış gibi. hedefinin bu olduğunu düşünmüyorum ve de. not my cup of tea diyip kendisine teşekkür ediyoruz.
İlk kez bir Behçet Çelik kitabı okuyorum. Öyle sevdim ki. Bana kesin yolu Ankara’dan geçmiş bir yazar dedirtti ama yok, geçmemiş. Hayret! Öyle samimi, ortalama insan hikâyeleri. Öyküler bir yere bağlanmıyor eleştirileri gördüm. Yahu, hayatta da böyle değil mi? Hiç eklemesi çıkarması olmadığı için güzel zaten. Olduğu gibi, olduğu kadarıyla, herkes kadar... Tüm kitaplarını okurum muhtemelen Behçet Bey’in.
Behçet Çelik'i Kurbağalara İnanıyorum'a kadar tanımamış olmama çok sıkıldı canım..... Okuduğum ilk öykü kitabı. Birkaç alıntı: - Üç beş yıl sonra, nerede, ne durumda olacağım?” Hiçbir yanıtım yok. Hiçbir beklentim... Keşke, diyorum bazen, keşke beklediğim bir şeyler olsa. Gelmesini beklediğim biri, olmasını beklediğim olay... Gelmeyeceğini, olmayacağını bilsem de beklesem. - Şimdi kış. Uzun, karanlık gecelerde, geri dönerken bana armağan ettiği kaseti dinliyor, penceremden görünebildiği kadarıyla gökyüzüne bakıyorum. Böyle havalarda yıldız mıldız görünmüyor gökte. Yine de sık sık onu özlediğimi anlıyorum. Közlenmiş biber kokuyor gökyüzü ya da ballı incir. “Yaz gelsin,” diyorum. - Ah benim geceler, gündüzler boyu özlediğim! Belki bir gün seninle de herhangi iki kişi gibi rastlaşırız. Ne sevinç, ne öfke olur gözlerimizde, oturur konuşuruz. Bütün sözcükler gıcır gıcır olur o zaman. Yanlış anlamlarını çoktan unutmuşuzdur. Masaya “masa” deriz, gülümsemeye “gülümseme”...
Arafta kalmış insanlar, başı sonu olmayan hikayeler ile hayattan kısa kesitler... Behçet Çelik'in Herkes Kadar kitabının özeti. Herbiri birbirinden bizden, ta içimizden öyküler ile keyifli bir okuma oldu. Yazarın yalın ve duru dili, anlatının daha da öne çıkmasını sağlıyor.
Kısa, bazıları 3 sayfalık ve Behçet Çelik'ten beklendiği gibi yalın bir dille yazılmış hisli hikayeler. Çoğunlukla kalbur üstü, en sevdiklerim şu öyküler oldu:
Behçet Çelik'in kalemiyle ilk tanışmam bu kitapla oldu açıkcası öykülerinde öyle oo muhteşemmiş demedim bizden hikayelerdi.Yalnızlık,ayrılıklar,eski arkadaşlıklar ve aile ilişkilerine dairdi ama kötü de diyemem. Sadece o kadar övüldüğü gibi değildi.
Yazarın dili son derece akıcı ve yumuşak. Ancak yer yer çok sıktı beni. Biraz durum hikayesi tadında olduğu içindir belki. Bu türde ancak Sait Faik keyifli oluyor. Favori öyküm Arefe Günü oldu.
Sakin öykülerin bir araya geldiği bir kitap. Şehir insanının yalnızlıkları arayışları kendisiyle olan hesaplaşmalarına eğilmiş. Sade bir dil yer yer derinleşen tadında bir anlatımla tamamlanmış. Daha çok durum öyküsü tadında ilerleyen hikayeler şaşırtıcı ve vurucu sonları olmasa bile etkileyici bir niteliğe sahip. İçinde bulunduğumuz yaz aylarında güzel bir deniz kenarı kitabı olabilir.