Annesi Ermeni'ydi: Hatun Demirciyan.Yaşamı boyunca "Ermeni Dönmesi" aşağılanmalarına maruz kaldı.İlk cinayetini işlediğinde 15 yaşındaydı. İkincisinde 19...Uyuşturucu sevkıyatına 23 yaşında başladı.Eşini ve oğlunu Lice depreminde kaybettiğinde ise 25 yaşındaydı...Otobüs firması ve oteller satın aldı. Karadeniz mafyasıyla işbirliği onu silah kaçakçılığına götürdü. Müteahhitlik devlet ihalelerinin kapısını araladı.Sarı Avni O'nu İsviçre ve İtalya'daki uluslararası kaçakçılarla tanıştırdı.Asala ve PKK'ya yardım ettiği iddiasıyla işkenceli sorgulardan geçti...Hep beraat etti.Öldürülecek 67 Kürt işadamı listesinde ilk sırada onun ismi vardı...Düğmeye basıldı...Son sevkıyatı 5.5 ton baz morfindi. Son yolculuğu ise evineydi.Öyle olmadı. Zırhlı otomobil 14 Ocak 1994 Cuma günü polis yeleği giymiş kişilerce durduruldu.Bir gün sonra... Sapanca'da...Şakağına sıkılan tek kurşunla öldürülmüş olarak bulundu...İşte Behçet Cantürk'ün Yaşam Öyküsü...
Türk gazeteci ve yazar. Cemile Yalçın ve Mehmet Ali Yalçın'ın oğulları olarak 1 Ocak 1966'da Çorum'da doğdu. Anne tarafı Tercan'lı, baba tarafı ise Horasan'lıdır. Annesi ev hanımı, babası ise gıda ticareti ile uğraşan bir tüccardır. Üniversite eğitimini Hacettepe Sağlık İdaresi Yüksek Okulu'nda tamamladı. Daha sonra idari bilimler konusunda yüksek tahsile karar verdi.
1987'de 2000'e Doğru adlı dergide çalışmaya başladı. Uzun süre Ankara bürosunda muhabirlik yaptı. Burada Serhan Bolluk, Adnan Akfırat ve Hikmet Çiçek'le birlikte çalıştı. 6 Mayıs 1990'da Ankara İstihbarat Şefliği'ne getirildi.
1993-94 yılları arasında günlük gazete olarak çıkan Aydınlık'ta çalışmaya başladı. 1995'te haber araştırma müdürü iken ayrıldı. Bir ara Doğan Yurdakul'un Siyah – Beyaz gazetesinde çalıştı.
1996 yılında televizyonculuğa giriş yaptı. Show TV Ankara bürosunda çalışmaya başladı. Aynı yıl içerisinde Star TV'ye geçti ve haber müdürlüğüne getirildi. Daha sonra Türk kamuoyunda bir hayli ses getirecek olan kitaplarını basmaya başladı (Efendi 1, Efendi 2 vb.). CNN Türk'te Cüneyt Özdemir'le birlikte 5N1K adlı programı hazırladı. Kurtlar Vadisi adlı dizinin ilk iki yılında, konsept danışmanlığını üstlendi. CNN Türk'te yayınlanan Oradaydım adlı politik belgeselin hazırladı.
Ergenekon davası kapsamında 18 Şubat 2011 tarihinde tutuklandı.
Hüseyin Soner Yalçın, evli ve bir çocuk babasıdır.
Dün başlayıp bugün bitirdim bu kitabı. Evde Samizdat'dan sonra tek Soner Yalçın kitabı bu olduğundan.
Bırakamadım ki elimden bir türlü. İşlemeyen bir hukuk sistemi, birbirine düşmüş, istikrarsız devlet organları, soyguncu politikacılar, omurgasızlar, uluslararası çeteler, tonlarca morfin, eroin, etnik çatışmalar, adını hep duyduğumuz şarkıcılar, sinema oyuncuları...
Narkotik maddelerin ve silahların yasaklanmasının koyu savunucuları bu koşulların oluşturduğu dehşet verici ortamı da göz önünde bulunduruyor mu acaba? Bu uyuşturucu savaşlarına harcanan paralar ve hayatlar insanları eğitmek, insanlara neden yaşadıklarını anlatmak uğruna kullanılsa, yasaklamak yerine mantıksal yöntemlerle çözümlenemez mi bu problem? Bugünkünden daha da ölümcül olmaz herhalde? Bu daha global bir problem elbette.
Ne zaman Amerika'da Türk'lerle ilgili bir haber duysam merak ediyorum devamını. Bir yoğurt firmasının sahibi Türk diye o markayı alıyorum mesela (e çok da lezzetli buluyorum orası ayrı). Maalesef Pizza Connection'ın Türk 'connection'ını bilmek pek de hoş olmayan bir his uyandırdı içimde. Google'dan derinlerine daldıkça da görünenler gittikçe çirkinleşiyor.
Sonunda servetini milyonlarca insanın hayatına çabuk ve korkunç bir ölümü davet eden bir maddenin üretiminden ve dağıtımından kazanan bir mafya babası, ülkemizde hukuk karşısında insan haklarına uygun bir çerçevede yargılanamıyor. İtalya, İsviçre ve Amerika'daki ortakları yıllarca hapsi boyluyor. Türkiye'de saçma sapan bir şekilde yargı süreci çarpıtılıyor, adelet yerini yine bulamıyor. Bu sırada kaçakçılar devletin yapamadıklarını yapıp kahramanlaşıyor, en sonunda yargısız infazlarla hayatlarına son veriliyor. Soner Yalçın'da bunu ne güzel yazıyor...
Türkiye'de yaşanan adaletsizlikler, çapraşık polis-mafya-devlet üçgeni gibi olaylar okumakla bitmiyor zaten. Daha okunacak çok Soner Yalçın kitapları var...
Reşit Cantürk'ün gönlünü çalan güzel kızın adı Harun'du.
Bir gece sevdiği kızı zorla kaçırıp Kelvan mahallesindeki evine getirdi. Eşi Hayriye, üzerine kuma getirilmesine fazla ses çıkarmadı. Genç Türkiye Cumhuriyeti yasaları, o yıllarda henüz çok eşlilik töresini yıkamamıştı.
*****
ANTALYA KAÇAMAĞI
Sarı Avni birgün Behçet Cantürk'ü telefonla arayarak, Antalya'da Talya Oteli'nde olduğunu, kendisinin de gelmesini rica etti. Kısa bir tatilin iyi olacağını düşünen Behçet Cantürk, kahverengi Mercedesine atlayıp Antalya'ya gitti.
Antalya gezisine, Sarı Avni ve Behçet Cantürk'le birlikte, iki Ermeni arkadaşları daha katılmıştı; İstanbul'da gazino ve balık lokantası sahibi Uğurcan Elmas ile Bedri İstanbullu.
Sarı Avni, Behçet Cantürk'e bir sürpriz yapmıştı.
Kaldıkları Talya Oteli'nde, magazin dünyasının renkli isimleri, Ahu Tuğba, Oya Aydoğan, Beyhan Baysal vardı. Tanıştırıldı. Birlikte yat gezisine çıktılar. Deniz çok dalgalı olduğu için gezileri fazla uzun sürmedi. Döndüler.
Akşam, "Baba'nın Yeri" olarak bilinen ünlü balıkçı lokantasında buluşmaya karar verip, odalarına çekildiler...
Balıkçı lokantasında sabaha kadar içki içip eğlenen grup, İstanbul'da görüşmek üzere ayrıldılar.
Sanatçılardan sonra birkaç gün daha Antalya'da kalan Sarı Avni ve Behçet Cantürk, ikinci sevkıyatı yapmak için İstanbul'a döndüler.
*****
"Birşeyler" olacağını anladı. Bir diğer iddiaya göre ise, "birşeyler" olacağını, yani ordunun yönetime el koyacağını, ordunun üst kademesinde bulunan "orgeneral" arkadaşı, Sarı Avni'nin kulağına fısıldamıştı!
Sarı Avni İsviçre'ye yerleşti. Türkçe'den başka dil bilmeyen Sarı Avni'ye; İspanyolca, Rumca, Almanca, İtalyanca, İngilizce ve Türkçe bilen arkadaşı Paul yardımcı oluyordu.
*****
Öfkelenmişti. Yazıhanesine gitti. Şoförü Yaşar Demirel'e, "Sen Ermenisin, senin yüzünden herkes beni de Ermeni sanıyor. Ben Türk'üm Türk" diye bağırıp, kızgın bir halde müdürüne dönerek, "Sami Bey, bunun hesabını kesin" dedi. Bürodaki herkes şaşırmıştı. Ancak kimse ağızını açıp birşey demedi.
Birkaç gün sonra Yaşar'ı telefonla arayıp, "Nasıldı numaram, beğendin mi" deyip gönlünü aldı.
*****
Güldüler. "Yani çırılçıplak soyun!"
Mahcup bir ifadeyle gülümsedi...
Arkasından, şiddetli bir tokat hissetti yüzünde. Sendeledi. Acı duymadı. Hissettiği; yanına gelip tokat atan kişinin içki kokuşuydu.
Birkaç saniye önceki hava değişmişti. Tekme ve tokatlarla üzerine çullandılar. Döverken küfür ediyorlardı; "Ermeni dönmesi, piç..."
Hiç sesini çıkarmadı. "Yapmayın, vurmayın" bile demedi...
Kaba dayağa son verdiler. Soyunmasını istediler. Soyundu, tek külotu ile kaldı. Onu da çıkarmasını emrettiler. Çıkardı.
Üşüyordu. Aniden tüm vücuduna gelen tazyikli su ile irkildi Yere yatırdılar. Suyu cinsel organına sıkmaya başladılar. İlk kez bağırdı. "Yapmayın, ne isterseniz veririm!.."
Artık sesini duymuyorlardı...
Behçet Cantürk'e, Ankara Gölbaşı'ndaki polis eğitim merkezinde bir ay işkence yaptılar. İşkenceye karşı oldukça dayanıklıydı. Dayanaklı olmasına polisler bile şaşırmıştı. Gözaltındaki süresi uzatılıp duruyordu.
Birgün hiç beklemediği bir olay başına geldi:
"Karılarını buraya getirip çırılçıplak soyarız" tehdidini duyunca, önce umursamadı. Fakat Hidayet ve Dilek'i, karşısına getirip soymaya başladıklarında, şoke oldu. "Sizi öldürmeden karımın koynuna girmeyeceğim" diye bağırdı. "Tamam, herşeyi anlatacağım" diyerek konuşmaya başladı...
*****
Gözaltına alındığında Behçet Cantürk'ün ceketinin iç cebinde telefon fihristi çıkmıştı. Sorgucu, fihristteki 320 telefon numarasını tek tek sordu.
İlginç isimler vardı: Hikmet Çetin, Nurettin Yılmaz, Arap Nasri, Hacı Şakir, Kalkavanlar, Narkotik'ten Uğur Gür, Necdet Ulucan, Recai İskenderoğlu, Mahmut Uyanık, Şehmuz Tatlıcı, Abdullah Keskiner, İsmet Hilmi Balcı, Kemal Kumkumoğlu...
*****
Atilla Aytek, uyuşturucu konusunda ABD'de eğitim gören ilk Türk polisiydi.
*****
"Antalya'dan ayrıldıktan sonra Behçet Cantürk, solist olarak çıktığım gazinolara geliyor, bana kur yapıyordu. Hattâ Şakir Şener'e, onunla olmam için büyük vaadlerde bulundu. Hep red cevabı veriyordum. Çünkü tipim değildi.
"Avni Musullulu ile, konser vermek için gittiğimiz Zürih'te bir akşam yemeği yedik. Bana yine kur yaptı. Ancak teklifini kabul etmedim.
*****
"BU ZULMÜ UNUTMAZDIN"
"Kardeşim, aziz biraderim, bize yapılanları görmeyenler bile hissederdi. Farzet ki, sen de Kürtsün, bu yapılanları hiçbir zaman unutmazdın. 1922- 23- 24'lerde yapılan zulmü unutmadık, unutmayacağız. Garpda şarkta böyle bir zulüm olmamıştır. İnsanların hakkı hukuku vardır, bunu ben biliyorum. Vicdanın için söyle; böyle günlerce aç susuz, çoluk çocuk perişanlığımızı anlat. Allahsızlar, neslimiz çoğaldıkça, çocuklarımızı bile kesip et diye kasaplara sattılar. Biz çocuklarımızı, düşmanların elinde ezilsin diye yetiştirmedik. Biz öyle bir milletiz ki aslımız belli, tarihimiz belli.
117
"Ey akılsız sen kendi başına geleceği biliyor musun? Ben, Şeyh Sait babası Ali Rıza için mağaralarda ateşle, su ile yoğrul-dum. Kürdistan'ın Hamido Köyü'nde kendi makamımızda, kendi mahkememizde Allah'a ne cevap vereceğiz. Doğmuş doğacak çocukların haklarını nasıl anlatacağız..."
İşin aslı, kasetten Behçet Cantürk'ün haberi yoktu. Polisin gözüne çarpmasın diye, otomobilini de kullanmıyordu. Kasedi arabaya koyanlar büyük ihtimalle yeğenleriydi. İkinci bir olasılık, Behçet Cantürk içkili bir dost sofrasında dinlediği kaseti beğenip arabasına almıştı. Ancak, kaseti daha sonra arabada unutmuştu!..
*****
"Burada herkese 'komutanım' diye hitap edeceksin. Biz polise benzemeyiz. Her sorduğumuza doğru bir şekilde, net yanıt vereceksin. Senin hakkında bütün bilgiler, bu kara kaplı kitapta yazılı. Eğer yalan söylersen, ne olacağını az çok tahmin edersin. Anladın mı?"
Gözleri yine bağlıydı.
"Evet" dedi.
"Ulan sinirlendirme adamı, ne 'evet'i, 'emret komutanım' diyeceksin!"
Önce klasik sorulan yönelttiler: Adın, soyadın, adresin, fiziki tarifin, eşin, annen, baban, kardeşlerin, yakın akrabaların, arkadaşların...
"Bizi tek ilgilendiren, örgütlerle olan ilişkindir. Bu konuda yardım edersen, seni Mamak'tan' tereyağından kıl çeker gibi' kurtarırız. Eğer, kara kaplı defterin aksine şeyler söylersen, durumun Gölbaşı'ndan beter olur!"
1980'li yılların başından itibaren Amerika'da eroin talebi azaldı. Amerikalı eroini bırakıp kokain kullanmaya başlamıştı. Sarı Avni gibi bazmorfin ticareti yapanların eski havası kalmamıştı. Zaten Sarı Avni de, Behçet Cantürk gibi yakın arkadaşlarına "bazmorfin işini bırakacağını" söylemişti.
*****
ABD, Türkiye'de haşhaş ekiminin yasaklanması için, siyasi ve ekonomik tüm gücünü kullandığı 1972 yılında, ülkesinde uyuşturucu kullananların sayısı 500 bin kişiydi. Bugün bu rakam 20 katını aştı.. ABD'de, 11 milyon kişi sürekli uyuşturucu kullanıyor.
Bu ülkede "uyuşturucunun ticari hacmi" 50 milyar doları geçti. Mafyanın kazancı; ITT, General Motors, General Electric, Ford Motor, IBM, Chrysler, RCA gibi dev şirketlerden daha fazlaydı!
*****
Dünyadaki yasadışı uyuşturucu ticaretinin değeri ise yılda 500 milyar dolar! Bu rakam, uluslararası petrol sanayiinin tüm kârından fazlaydı. Kârlılıkta, silah ticaretinden sonra ikinci sırayı uyuşturucu alıyordu...
*****
Duruşma salonunda "hukuk trajedisi" sahneleniyordu: İşkence tezgâhlarında alınan ifadelerin dışında, hakkında hiçbir delil bulunamamış bir sanık, mahkeme salonunda elinde tek kanıt olmadan bir emniyet görevlisini suçluyordu... Kısasa kısas!
*****
Behçet Cantürk tahliyesini istediği duruşmada sözlerini şöyle bitirdi: "Annem Ermeniydi. Babam kaçırdı, Müslüman ve Türk yaptı. İftihar edilecek bir olay. Herkes benim babam gibi yapsaydı, Ermeni sorunu kalmazdı.
*****
"Annem Ermeni olduğu için ASALA köpekleriyle bur tutuluyorum. ASALA köpekleriyle hiçbir zaman işbirliği yapmadım. Bu polisin bir senaryosudur. Günlerce işkence yaptılar. Erkeklik uzvumda sigara söndürdüler. Çırılçıplak askıya astılar. Ailemi karşıma getirdiler; 'Konuşmazsan aynısını yapacağız' dediler. İki eşimin yanında bana işkence yaptılar.
*****
Duruşmalarda sadece "hukuk trajedisi" değil, aynı zamanda "hukuk skandalları" yaşanıyordu...
Askeri Savcı, hazırladığı iddianamede çok ağır ithamlarda bulunup, sanıkların idamlarını talep ediyordu. Ancak, sanıkların hangi örgütün üyesi olduğunu bilmiyordu. Çünkü örgütleri birbirine karıştırmıştı!
Savcı, birbirlerine karşı bazen şiddete varacak kadar sert muhalefet yapan iki Kürt örgütünü birleştirivermişti! Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi çizgisini savunan (Şıvancılar) ile, Başkanlığını Abdullah Öcalan'ın yaptığı Kürdistan İşçi Parti-si'ni (PKK) birbirine karıştırıyordu.
Sıradan bir kişinin, iki örgütü isim benzerliği nedeniyle birbirlerine karıştırması doğal karşılanabilir. Ama bir savcının, idam istediği bir davada, iki örgütü birbirine karıştırması, doğrusu affedilir gibi değildi...
Behçet Cantürk davası, hukuk fakültelerinde "örnek dava" olarak öğrencilere anlatılmalıdır...
Behçet Cantürk'ün polis sorgusu ise, "devleti koruyan kişilerin bilgisizliğini ortaya çıkaracağı" için acilen "yakılmalıdır'!..
Hadi, soruyu yönelten emniyet görevlisi, Hazar Denizi'nin dünyanın en büyük gölü olduğunu, Milano'nun ise kıyıdan 500 km içeride olduğunu bilmiyordu. Peki bu sorunun, ifade tutanağına geçirilmesine ne denmeliydi?
*****
Dündar Kılıç, l- 25 Mart 1984 tarihleri arasında MiT'te, 25 teyp kaseti tutan ifade verdi. MİT elemanları, bu sorgulamalarda genellikle Dündar Kılıç'a, tanınmış işadamı ve sanatçıların yatak odalarıyla ilgili sorular yönelttiler :
- Abdi İpekçi'nin, Emel Sayın'la, Semiramis Pekkan ile iliş
kisi vardı. Sonra Hümeyra ile aşk yaşamaya başladı. Bunlardan haberin var mı?
- Valla hiç duymadım.
- Hümeyra'nın kocası Fikret Hakan bu ilişkiyi öğrenmiş. Sa na gelerek, Abdi İpekçi'nin öldürülmesini istemiş. Sen de emir verip öldürtmüşsün!
- Aman efendim, öyle şey olur mu? Kim çıkarıyor bunları?
Aslında tüm bu "trajikomik" olayların bir açıklaması vardı: Polis; "delilden zanlıya gitme yerine, zanlıdan delile gitme yi" tercih ediyordu.
Çekiyor zanlıyı işkence tezgâhına, veriyor elektriği, alıyor bilgiyi! Genellikle elinde, işkence ile alınmış ifade dışında hiçbir delil olmuyordu! Savcı da, bu polis tutanaklarını okuyarak iddianame hazırlıyordu!
*****
Öyle ki, Türkiye'ye gelip Behçet Cantürk'ün ifadesini alan Palermo Yargıcı Dr. Giovanni Falcone, karısı ve üç korumasıyla birlikte mafya tarafından, yola döşenen bir ton dinamitin patlatılmasıyla, 23 Mayıs 1992 yılında öldürülecekti...
*****
"Zamanın Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün, birgün soruşturmayı yürüten kişilerin başındakileri makamına çağırdı. Biz makamına girerken, 'Gazinocular Kralı' Fahrettin Aslan, yanındaki güzel bir hanımla Faik Türün'ün yanından çıkıyordu. O tarihlerde Fahrettin Aslan'ın yeraltı dünyası ile üst düzey yöneticiler arasında irtibat görevi yaptığını; güzel kadınları peşkeş çektiğini; düğün, toplantı ve yemek gibi işleri parasız organize etmek suretiyle yöneticilerle yeraltı dünyasının ilişkisini sıcak tuttuğunu öğrendim. Polislerce ifade edildiğine göre adı geçenin hem kadın satışından, hem de homoseksüellikten fişi vardı.
*****
"Aradan yıllar geçti. 1984 y��lında Dündar Kılıç ilk sorguya alındığında kendinden çok emin ve âdeta birkaç gün sonra serbest kalacağına inanmış bir haldeydi. Sorguyu yapanlara karşı, küstah ve tehditkâr bir hava ile konuşuyordu. Bana, 'en üst kademelerden, Paşalardan size bir talimat verilmedi mi' diye soruyordu. (MİT) Müsteşar Yardımcısı Sedat Semerci'nin adını vererek, 'Beni iyi tanıması lazım. Allah, Allah demek talimat vermedi' diyerek, hayretini belirtti. Sedat Semerci Paşaya, Dündar Kılıç'ın söylediklerini ilettim. Tepki gösterdi ve Dündar Kılıç'a küfür etti.
"Dündar Kılıç, Şükrü Balcı'nın tüm faaliyetlerini, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı, İstanbul Valisi, İstanbul MİT Daire Başkanı ve Merkez Komutanı'nın bilgisi dahilinde yaptığını be-
234
lirtiyor, İstanbul'da bu güçlerin birbirinden habersiz adım atamayacaklarını iddia ediyordu.
*****
Bu koğuşta şimdi 40 tane"Baba" kalıyordu...
Koğuş kıdemlisi Behçet Cantürk'tü. Dündar Kılıç'la düşmanlığı unutmuşlardı. İkisi de günlerini okuyarak geçiriyorlar-dı. Birbirlerinden kitap değiştokuşu yapıyorlardı.
Dündar Kılıç'ı ziyaret etmek için Diyarbakır'a gelenler, Cantürkler'in Demir Oteli'nde kalıyorlardı. Behçet Cantürk otel yönetimine, "kesinlikle para almayacaksınız" direktifini vermişti
*****
Bunlar mı Baba? Atilla Aytek, Babaları bilmiyor muydu? Hileye dayalı ihbar mektupları ile, yok ona suikast yapılacaktı, yok buna suikast yapılacaktı, yok ASALA üyesi diye, halkın sevdiği insanları topladılar. Sizin gibi gazetecileri, bizi suçlamak için kullandılar. Benim yazıhaneme gittiniz mi? Atatürk'ün, Ev-ren'in ve Fatih Sultan Mehmet'in ikişer metre boyundaki resimleri vardır. Onları çektiniz mi? Dediniz mi, bu adam vatan haini, devlet düşmanı olamaz diye."
Behçet Cantürk ise İtalyanlara kızıyordu:
"Polisi suçlamıyorum. Bizim Lice'de kaçakçılık olayları olmuştur, yapanlar da cezalarını almışlardır. Bugün Türkiye genelinde Liceli çok zengin var, holding sahipleri var. Polis, Liceli zenginlerin hepsine kaçakçılık yoluyla servet edinmiş gözüyle bakıyor.
*****
Aynı iddialar ile mahkeme karşısına çıkan Paul Waridel'e işkence yapılmamıştı. İsviçre Hükümeti'nin, olayın üzerine çok fazla gidilmemesi için polis ve savcıları uyarmasına rağmen, İsviçre Mahkemesi Paul Waridel'i 13 yıl hapse mahkûm etmişti. Peki, Behçet Cantürk, nasıl tahliye oluyordu?
Bunun birinci nedeni, Türkiye'de polis ve savcılık sorgusunun çok ilkel olmasıdır. Tek delil, işkencelerde alınan sanık ifadeleridir. Sanık, mahkemede bu ifadeleri reddedince, ortada kanıt adına hiç bir şey kalmıyordu...
Behçet Cantürk'ün tahliye edilmesinin ikinci bir nedenini de, Jean- Jacques Rousseau'nun şu sözü açıklıyor: Zengin, yasayı para kesesinde taşır!..
*****
Siyah ceketinin içinde beyaz ipek gömleği, siyah ayakkabısı, omuzlarında asılı duran paltosu, altın yüzüğü ve elindeki teşbihi ile salına salına yürüyen ancak hiç yalnız dolaşmayan, çift silah taşıyan, gazinolarda eğlenen, assolistlerle flört eden, kahvesi veya kumarhanesi olan, sert bakışlı, cahil ama terbiyeli kabadayılar artık tarihe karışmıştı...
Meydan; Turan Çevik, Mehmet Saruhan, Nurettin Güven, Hasbi Menteşoğlu, Mustafa Süzer, Kemal Horzum, Ertan Sert gibi hayali ihracatçılarla; Alaattin Çakıcı, Nihat Akgün, Ali Yasak, Feridun Öncel, Kürşat Yılmaz gibi Ülkücü Mafyaya kalmıştı..
Özal dönemi, kendi yeraltı dünyasını yaratmıştı!..
*****
Behçet Cantürk, Dündar Kılıç, İdris Özbir kuşağı," Ülkücü Mafya"dan hiç hoşlanmıyorlardı. Kürt İdris (Özbir), "Ülkücü Mafya değneksiz köy bulmuş dolaşıp duruyor" diye tepkisini gösteriyordu.(21)
Aslında "Ülkücü Mafya" 80'li yılların ikinci yansından sonra, Dündar Kılıç, Behçet Cantürk, Abuzer Uğurlu gibi yeraltı dünyasının önde gelen isimlerinin cezaevine girmesiyle, "boşluğu doldurması" için devlet desteğiyle ortaya çıkartılmıştı.
*****
"Magazin dünyasına düşkün olduğu yazılıyor. Tersine, magazin dünyası ona düşkün. Nazan Şoray, Turan Çevik'ten ayrıldıktan sonra, Behçet Cantürk'ten koruma anlamında destek istiyor. Bülent Ersoy can yoldaşı."
*****
Yeraltı dünyasında güçlü gözükmek en önemli silahtı.
*****
Behçet Cantürk eski "havasını" bulmuştu. Maksim Gazino-su'nda "Ülkücü Baba" Alaattin Çakıcı'yı azarlıyordu. Yeğeni Abdullah Cantürk'ün ayağına silah sıktıran, Diyarbakır Kervan-saray'ın sahibi Mehmet İpek'ten intikamını bir akrabasını vurdurarak alıyordu.
*****
Behçet Cantürk tıpkı 70'li yıllarda olduğu gibi, 90'lı yıllarda da, "arkamda örgüt var" mesajını İstanbul'a yaymaya başladı. Yine mensubu bulunduğu dünyanın "bir numarası" olmayı hedefliyordu...
Behçet Cantürk açıklamalarını şöyle sürdürüyor: "Dikkat edin, basında suçlu gösterilenler hep Kürtler. Kürt işadamları hedef almıyor. Yakında metropollerde de büyük operasyonlar olacak. Biz hem kaba güç, hem de sermaye olarak onlarla boy ölçüşecek durumdayız. Bizi normal yoldan değil, karanlık dünyanın adamı olarak suçlayarak zayıflatmaya çalışıyorlar. Bu zayıflatma operasyonunu Cavit Çağlar yürütüyor. Operasyon aslında Turgut Özal'ı hedef alıyor. Eskiden malın içeride yakalanmasının cezası 12 yıl, dışarıya çıkarmanın cezası ise idamdı. Özal malı dışarıya çıkarmayı teşvik etti. İçeride yakalatmaya 24 yıl, dışarı çıkarmaya 12 yıl hapis cezası hükmünü getirdi."
*****
Gaziantepli Yafes Öztürk, sahibi bulunduğu İstanbul Mavi Marmara Et Lokantası'nda İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ile bazı "Babaları" yanyana getirmişti.
254
Sezgin, burada çoğunluğunu Gaziantepliler'in oluşturduğu "Babalara" hitaben yaptığı konuşmada, "PKK'ye değil devlete yardım edin" demişti.
*****
Emniyet Müdürlerinin, Valilerin ve İçişleri Bakanlarının "hangi etnik" yapıdan", hangi yöreden olduğu önemliydi. Behçet Cantürk, Kürt Abdulkadir Aksu ile rahatlıkla tokalaşabili-yordu.
*****
"Kürt Mafyası" Turgut Özal döneminde çok büyümüştü. Kürt işadamları çok zengin olmuşlardı. Türkiye'nin en zengin 100 işadamının yarısı Kürttü.(29) Devletin önemli köşebaşla-rında Kürtler bulunuyordu. Mecliste 100'ü aşkın Kürt milletvekili vardı. PKK de giderek büyüyordu. İstanbul'da her ay milyarlarca lira bağış topluyordu.
*****
Milli Güvenlik Kurulu toplantısından bir süre sonra devlet kadroları arasında "PKK'li memur operasyonu" başlatılıyordu. Hazırlanan 940 memuru kapsayan liste, "çiçeği burnunda" Başbakan Tansu Çiller'e veriliyordu.
Bu arada bir liste daha hazırlanmıştı: "PKK'ye yardım eden Kürt işadamları."
Listede 67 Kürt işadamının olduğu iddia ediliyordu.
*****
Başbakan Çiller, 4 Kasım 1993 tarihinde, İstanbul'daki Ho-liday Inn Oteli'nde şu açıklamayı yapıyordu: "Türkiye, milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK'nın haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz,
This entire review has been hidden because of spoilers.
Siyasete ilginiz varsa bence Soner Yalçın ın bütün kitaplarını okumalısınız. Bu tarz kitapları çok okuyan birisi olarak şunu net söyleyebilirim ki Soner Yalçın gerçekten usta bir araştırmacı ve çok kültürlü bir yazar. Aynı tarzda yazan diğer yazarların kitaplarıyla karşılaştırdığımda kitapları inanılmaz derecede etkileyici. Siyasetçilerin tüm karanlık yüzlerini ayrıntılarıyla ve belgeleriyle etkiliyici bir şekilde gözler önüne seriyor. Yazarın tarih bilgisi de üst düzeyde olduğundan yaşanan günümüz olaylarını tarihteki benzer olaylarla örneklemesi insana ciddi bir bilgi birikimi sunmaktadır. Tüm kitapları altı çizilerek okunmalı!
* cok akici, cok basarili bir anlatim * bir cirpida bitirilecek turden * eski donemin gazete basliklarina geri donulen, o donemdeki hatirlarda kalan parcalarin birlestigi, harika bir inceleme/arastirma kitabi * Yazari genelde cok basarili, bu kitapta gercekten cok iyi is cikarmis * bir karanlik donemin uzucu oykusu
Bugünden bakınca o yılların Türkiye'sinde inanılmaz şeyler olduğunu görebiliyorsunuz. Faili bulunamayan cinayetler, uyuşturucu kaçakçılığı, siyaset ve mafyanın kol kola gezmesi. Soner Yalçın dönemi kayda geçirmiş. İlgilisi için inanılmaz bir kaynak.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bir başka devlet mafya kaçakçılık üçgeninin özeti. Soner'in anlatımı bu konuda çok başarılı ve akıcı. Bu kitaptan sonra hemen okuması gereken bir başka kitap da Binbaşı Ersever'in İtirafları.
an excellent book to understand the correct. Turkey drug traffickers and describing the right silane in a language unknown legends and fascinating to listen to the great joy Soner Yalcin`.