"Kadınlar tarafından öldürülüyordum" Toros'a kaçıp gitmesini fısıldayan yazgı, ona büyük kenti, berbat bir otel odasını, yalnızlığı, yabancılığı ve birbirine eklenerek büyüyen günahların ezici ağırlığını bağışlıyor. Kaçınmanın imkânsızlığı arttıkça, sorularla yanıtlar iç içe geçip devleşerek korkuları besliyor. Birbirinden habersiz iki genç kadının Toros'un kırılgan dünyasını hem çoklaştırıp hem de hiçleştirerek giriştikleri amansız savaşta kazanan kim olacak?
Sibel K. Türker, önceki anlatılarında olduğu gibi insana olabilecek en yakın mesafeden bakmayı deniyor. Trajik olanın komik ve saçma olanla uzaklığını yeniden ölçüp biçerek bir romanın kahramanı olmanın zorluğunu o romanın yazarı olmanın zorluğuyla barıştıran dili kuruyor. "Kahraman"ından korkmayıp, onu hep odağına alarak, kimi kez güçlenmesini, kimi kez de düşüp kalmasını izleyerek, yazının olanaklarını hayatın olanaksızlığıyla buluşturuyor.
2005'te yayımlanan Öykü Sersemi adlı öykü kitabıyla Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü kazandı. 2006'da yayımlanan Ağula adlı öykü kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü elde etti. 2012'de yayımlanan Hayatı Sevme Hastalığı adlı romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü, Duygu Asena Roman Ödülü ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü'ne layık görüldü
Bu kitabı Can Yayınları 7 tl kampanyasından almıştım, kitaplığımda beklemesin uzun süre diye hemen okudum. Ben sanırım baş karakteri (Toros) o kadar da sevmedim. Daha doğrusu yazarın karakteri derinleştiremediğini düşünüyorum. Aslında güzel bir kitap olabilecekken olamamış, bir şeyler eksik kalmış gibi hissettim. Böyle olay örgüsünün karakter analizlerinin ve karakterin anlık durumlarının gerisinde kaldığı kurgularda üslup ve karakteri anlatış biçimi fazlasıyla önemlidir, ben bunların kitapta biraz zayıf kaldığını düşündüğümden Toros'la yeterince bağ kuramadım. Mutsuz bir ailede büyümüş, istemediği zoraki bir evlilik yapmış, mutsuzluktan da öte; hayalî arkadaşları (Sorum, Muamma) olan problemli bir karakter daha detaylı daha derin anlatılabilirdi bence. Yazarı okumaya devam edeceğimi zannetmiyorum, en azından uzun bir süre okumam sanırım.
arzuyu anlayamayıp kaçmanın, kendini iptal etmenin ya da yaşamı görmezden gelmenin hem ince, inceldiği yerden saydam işlenişi hem de bu lüksün erkeklikle örtüşmesi ve örtülmesi. kitlendim kaldım bu rezil karaktere. ayrıca tüm bu "ben aslında çok anlaşılmadım" erkek kaybedeni romanlarında genelde bedenselin üstü kapatılır, burada açık açık otuz birin kusmanın geçmesi bana edebiyatta allahım yüzlerce örneği olan bir erkekliğin tamamına erdirilmesi ya da romantize edilen yerinin aslına ulaşması gibi geldi. çok sağlam dayaklık romandı, sevdim
baya' kötüydü. bir mirasyedinin bitmeyen erkeklik hezeyanları... kazık atmadığı insan yok bu herifin, hayattan bezdirdiği sevgilisine acıyorum en çok, başkasından çocuk yapıp üstüne bi' de kocasının tüm mirasını ele geçiren karısına ise helâl olsun. kitap ne anlatıyor bilmiyorum; süslü cümleler, gereksiz aforizmalar, anlamsız bir hayat, neyi hedefe koyduğu bile belli olmayan yersiz bir eleştirellik görüyorum sadece.
This entire review has been hidden because of spoilers.