Twenty years after leaving the tiny village of Saint Aldor, Louis Bapaume has come home to make amends. During that one blustery winter solstice day, between the railway station and the church where a funeral mass is underway, he meets old villagers, forgotten neighbours, and characters who are either imagined or real. But there's only one person he seeks: the von Croft twin he taught to read music and to whom he wants to atone. Soucy creates a world where nothing is left to chance and the line between dream and reality is always shifting.
Gaétan Soucy est né à Montréal, le 21 octobre 1958. Après des études en physique et en mathématiques à l’Université de Montréal, il termine des études littéraires à l’Université du Québec, puis obtient une maîtrise en philosophie par un mémoire remarqué sur la théorie transcendantale des sciences dans la philosophie critique kantienne. Enfin, il consacrera quelques années à l’étude exclusive de la langue et de l’écriture japonaises.
Il publie son premier roman, L’Immaculée Conception, en 1994. Il donne ensuite L’Acquittement (Boréal, 1997), qui remporte le Grand Prix du livre de Montréal. Toutefois, c’est son troisième roman, La petite fille qui aimait trop les allumettes (Boréal, 1998), traduit en une vingtaine de langues, qui établit sa renommée internationale. Il est le lauréat du prix Ringuet de l’Académie des lettres du Québec.
En 2002, il publie Music-Hall! (coédition Boréal/Seuil) qui remporte le Prix des libraires du Québec, de même que le prix France-Québec/Jean-Hamelin. En 2003, il reçoit également le Grand Prix de littérature française hors de France (Fondation Nessim Habif) pour son œuvre et plus particulièrement pour Music-Hall!
Il était également professeur de philosophie au Collège Édouard-Montpetit à Longueuil.
Écrivain exigeant, Gaétan Soucy laisse derrière lui une œuvre qui se distingue par la somptuosité de l’écriture et par la profondeur de la pensée. Ses personnages, souvent des marginaux, atteignent une résonnance universelle dans leur questionnement désespéré devant le mystère de la vie, dans leur soif de pardon et d’apaisement.
--------
Gaétan Soucy was a Canadian novelist and professor.
He studied physics at Université de Montréal, completed a Master's degree in philosophy, and studied Japanese language and literature at McGill University.
His third novel, La petite fille qui aimait trop les allumettes (translated as The Little Girl Who Was Too Fond of Matches by Fischman) caused a sensation in Quebec and was immediately translated into more than ten languages.
Ayrıntıların epey önemli olduğu kısacık bir roman Kefaret. Son sayfayı az evvel okudum ve şu an tüm ayrıntıları yakalayabilmiş ve bendeki boşlukları doldurabilecek biriyle konuşmak için can atıyorum.
Başkahramanımız Bapaume’un karamsarlığı, karlarla kaplı bir coğrafya, yıllar önce işlenmiş bir günahın kefareti, Tanrı ve yaratıcılık-yokedicilik bağlamlarının müzik ve beste yapmakla bağdaştırılmasındaki güzellik, bir okur olarak inatla kitabın tüm gizini çözmeye çalışmakla kendimi salıvermek arasında kaldığım araf çok hoşuma gitti.
Yok mu Kefaret’i okuyup konuşabileceğimiz birileri? :)
"Evet perişanım Françoise. Senin kederin, umutsuzluğun da beni eziyor. Gözlerimi her gün, bir an yaşama sevincini yeniden kazanacaksın umuduyla ama her geçen gün azalan bir umutla açıyorum."
Baştan sona gizemli, dramatik, mükemmel bir hikaye.
Kitabın başından itibaren "nedir bu von croft ailesiyle yaşananlar" diye merak ettiriyor yazar bize. Louise'in kitapta anlatılmayan ama sadece değinilen çok ileri seviyede sefalet yaşadığı aşikar. Bunu birkaç yerden anlıyoruz. Birincisi anlattığı fakirlik anısından(eşiyle) anlaşılıyor. Bir diğer detaysa, yüzbaşının Louise'in belinde kemer yerine bir ip bağlı olduğunu gördüğü kısım.
Kitap pek çok açıdan sonlanmamış durumda. Resmen hikayeyi biz bitiriyoruz. İkiz kız kardeşler tam tersmiş, İkizlerin kardeşi Maurice ise, Louise'in oğluymuş gibi bir hava estiriliyor ama 20 yıl önce yaşanabilecek bir olay sonrasında 15 yaşında bir oğlan da olamaz orada bir tutarsızlık var. Kitapta ismi geçen iki Carmen iki Francoise iki Maurice var. Değişik kafalar açıyor bu durumlar. Ne çıkarım yaparsanız yanınıza kâr artık.
Louise'de kesinlikle psikolojik bazı problemler var. Eşinin yazdığı mektuplar aslında kendi el yazısıyla yazılmış örneğin. Bir de orgcu abla var tabi...
Bu nasıl kitap ya hiçbir yer sonuca bağlanmadı. Şunları yazarken bile kafam karmakarışık oldu. Bu kadar ince bir kitapta bu kadar kafa karıştırmak büyük ustalık ister. Bir de her olay "haaaa" dedirtecek şekilde bağlanmış olsaydı on numara olacaktı.
İki defa okunmayı hak eden bir kitap. Hatta okuyun da az beyin fırtınası yapalım. Ben işin içinden çıkamadım.
Ne okuduğum konusunda asla fikrim yok. Sayfalarca bir maceranın peşinde koştum ancak bir çıkarım dahi yapamadım. Kitabın sunduğu onlarca soru yanıtsız kalmakla birlikte geldiği nokta çıkarım yapabileceğim durumda dahi değil. Eşinin yazdığı -ki o kısım bile çelişkili, mektuplar dışında kitabı sevemedim. Zaten anlamadığım bir kitabı sevmem mümkün olmamalı.
İşlediği bir günahın kefaretini ödemek adına yirmi yıl önce terk ettiği kasabaya dönen bir adamın hikayesi Kefaret.
Arka kapakta dendiği gibi tersinden anlatılan bir polisiye inceliğiyle işlenmiş bir öykü okuma beklentisiyle başlamıştım kitaba. Bu ifade bana doğrudan Kırmızı Pazartesi'yi anımsatmıştı bu arada ama elbette Kefaret'ten Kırmızı Pazartesi gibi olmasını, ona benzer bir şey anlatmasını ve onun hissettirdiklerini hissettirmesini asla beklemiyordum. Kitabın bende hayal kırıklığı oluşturmasının sebebi sanırım fazla soyut olması ve adını aldığı, ödenmesi gereken Kefaret'in ne olduğuyla ilgili imaların fazlasıyla örtük olmasıydı. Belki bana öyle geldi, belki başka okurlar için bu imalar (eğer varlarsa) gayet açıktırlar. Oysa ben kitabın dikkat gerektirdiği konusunda önceden uyarıldığım için her sayfayı dikkatle, sonunda olayı anlamama yarayacağını düşündüğüm her ayrıntılı işaretleyerek okudum. Finalde birleştirmek için parçaları toplamaya çalıştım ama sonunda elimde parçalar bırakın birleşmeyi dört bir yana yeniden dağıldılar. Soucy bu kitabıyla sanki okurun eline birbiriyle alakasız yapboz parçaları veriyor, hiçbir ipucu vermeden kayboluyor. Resmin bütününü görmediğimiz için de sadece parçalara bakmakla yetiniyoruz. Birleştirmek mümkün olmayınca anca kendimizce anlamlar yüklemeye çalışıyoruz o kadar.
Kitap/film sonları açık bırakılmışsa teori üretmek gerçekten hoşuma giden bir şeydir. Ama Kefaret'teki anlatımın bu kadar kapalı olması, hiçbir şeyi birbiriyle ilişkilendirememek beni çok rahatsız etti. Tek bir ipucunun peşinden gidebilsem belki gerisi gelirdi, en azından sadece bana anlamlı gelebilecek bir sonuç üretebilirdim ama elimdeki yetersiz veri beni çok öfkelendirmiş olacak, çabalamak da istemedim.
Şu aslında buymuş, bu aslında buymuş tarzı teoriler, çözümlemeler (?) okudum ama beni pek tatmin etmediler. Yazarın bu kitabı yazarken aklında ne vardı çok merak ediyorum. Araştırdım ama röportajını vs. de bulamadım. Kalp kırıklığı...
Kısacası net öyküler, tamamen çözüme ulaşmış sonlar ve neyi neden yaptığı en azından öykünün sonunda açığa kavuşan kitaplar seviyorsanız Kefaret'ten uzak durun.
Ama soyut anlatımlardan, açık uçlu sonlardan, belirsiz olay örgülerinden hoşlanıyorsanız, Kefaret'i asla okumayın diyemem. Belki bir şans verebilirsiniz.
3,5/5. Ce roman n'est pas aussi percutant que La petite fille qui aimait trop les allumettes, mais un roman qui laisse, lui aussi, une étrange impression, une sorte de malaise à la fin, ce qui est bien. Fin qui manque malheuresement de réponse, une fin ouverte peu être intéressante, mais une fin trop libre peu donner l'impression d'un vide, d'une oeuvre inachevé, où il manque trop de réponses et l'auteur est trop libre dans son interprétation. Le ton est également un peu lent, trop, par moment ce qui m'a un peu déplu.
The translation is just as bad, but the mystery of the story continues from beginning to end. You think you have solved the mystery, but you are wrong.
The common point of the two ‘Atonement’ books I read (Ian McEwan and Gaétan Soucy) was that ‘atonements will not/cannot be paid.’ The one who wants to atone must assume the role of both judge and forgiver, which is a situation that exceeds us mortals.
I liked that the hero and his inner voice are presented as two separate characters in the book. On the other hand, stories without a beginning and an end make the reader uneasy. I think the author has achieved his goal. ‘No disaster can reach me, because nothing is real.’
Okuduğum iki Kefaret (Ian McEwan ve Gaetan Soucy) kitabının ortak noktası “kefaretlerin ödenmeyeceği/ödenemeyeceği” oldu. Kefareti ödemek isteyen hem yargılayan hem de bağışlayan rolünü üstlenmelidir ki bu biz ölümlüleri aşan bir durum. Kahramanın kendisi ve iç sesi iki ayrı karakter olarak kitapta yer alması hoşuma gitti. Öte yandan başlangıcı ve sonu olmayan hikayeler okuru tedirgin eder. Bence yazar amacına ulaşmış. “Hiçbir felaket erişemez bana, nasılsa hiçbir şey gerçek değil”.
Yazar bir şeyler yazmış evet ama bazen bazı yazarlar sadece "yazmış olmak" için yazıyor ve bu kitap bana o hissiyatı verdi. Bir şeyler anlatıyor, bir gizem var ama hiçbiri bir sonuca varmıyor. Açık uçlu da değil direkt bir sonuç yok. Yorumlara baktığımda genel olarak çoğu kişi anlayamamış. Sadece yazarın yazım dili güzeldi diye 2 puan veriyorum.
Twenty years after leaving a tiny village, Louis Bapaume returns with the intention of making amends with a girl he wronged. File this one under “Bizarre.” The story unfolds over the course of one day and is a hazy enigma. There are no clear lines delineating truth from memory, reality from dream. What could be frustrating or annoying, though, is actually quite brilliant and breathtaking. Soucy has a firm grip on this elusive little tale and masterfully drops clues like breadcrumbs to lead the reader to the truth about Bapaume’s mission. The prose is lovely, and I can only imagine how fantastic it is in the original French. Highly recommended for those who like surreal riddles and enjoy the work of Nabakov or Calvino.
Louis Bapaume 20 yıl sonra, müzik öğretmenliği yaptığı yetimhanenin bulunduğu köye gider. Zor bir yolculuktur bu; her yer kar altındadır, yollar kapanmıştır, istasyon şefinin barakasında bir gece kalmak zorunda kalır. Çalıştığı okuldan/yetimhaneden aşağılanarak atılmıştır ama nedenini roman boyunca öğrenemeyiz. İşte şimdi bu okulda ikiz kızlarının öğrencisi olduğu Von Croft’ların evine gidecektir. Kızlardan biri evdedir, ama yüzleşmek, konuşmak istediği kızkardeş yoktur evde. Ve biz hala neyin kefaretini ödemek istediğini anlayamayız. Bu arada köyde kilise kayyumunun ormanda kaybolan kızı aranmaktadır. Bulunur ama donarak ölmüştür, kiliseye getirilir, Louis de gelir…
Edebi lezzeti çok, anlaması zor bir roman. Okuyan biriyle konuşmayı çok isterdim. Oklukirpinin, kilisede org çalan kadının, Maurice’in, Françoise’lerin, kapana kısılıp ölen farenin, oyuncak pelüş ayıcığın ne anlama geldiğini merak ediyorum doğrusu. Derin bir yas var ama orası kesin. Zaten roman şu cümleyle başlıyor: “Dünyanın tüm gerçekliğini oluşturan asıl yıkım, sevdiklerimizin kaçınılmaz ölümüdür. olup bitenin gerçek dışılığını öne sürecek kişiye yas tutmanın gerçekliğini hatırlatmak yeter.” Epigraf ise Wittgenstein’dan: Belleğimiz bize geçmişi gösteriyorsa, bunun geçmiş olduğunu bize nasıl gösteriyor? İşte böyle, okuduğumuz hiç bir şeyden emin olamadığımız 87 sayfalık nefis bir roman.
Bu ay okuduğum en ilginç kitap. Bir okur olarak hiçbir soruma cevap bulamadığımı açıkça belirtmek isterim. Yani bazı cümleleriyle pedofili imajı çizen karakter bazı kısımlarda da dünyanın en vicdanlı insanı gibi bir öğrencisinin başına vurmasının büyük günahından bahsediyor. Ayrıca baş karakterin ateist bir tavır takınması ve esrarengiz bir günahın kefaretini ödemeye çalışması çelişkisi çok yerde mevcut.
“Hiçbir şey, uçsuz bucaksız kar gibi beyaz bir bebek tabutundan daha büyük yer kaplayamaz bir kilisede."
Kibritleri çok seven küçük kız romanını okuyup çok beğenmiştim ancak bu kitap için aynı yorumu yapamayacağım. Okurken anladığımı sanıp, bitirince çok sorunun cevapsız kaldığını anlayıp hayalkırıklığı yaşadım, kitap eksik diye bile düşündüm😁 Gerçek, rüya, hayal birbirine karışıyor, ipuçlarını bir araya tam olarak getiremedim, hep bir eksik parça var. Tekrar okumam gerekecek sanırım 😊
Mí primera y única reacción hasta el momento, me dejó demasiado confundida esta historia, igual muy raro todo porque al principio parece una historia más, hasta aburrida y derrepente hacia el final todo se vuelve un torbellino de cosas confusas.
"No disaster can touch me because nothing is real."
Veracity: how impossible.
Books which play with the confines of truth and fiction are always a joy -- for me, anyway. I love it especially when things aren't tied up neatly, when you sit having finished and wonder what exactly you read, whether it could possibly make sense -- whether you make sense, anymore.
From the two books of his I've read thus far, I presume Soucy is a master of several things. One is the crafting of completely arbitrary mysteries. The basic plot of Atonement -- after WWII, middle-aged man travels to middle-of-nowhere village in rural Quebec to beg forgiveness from a girl to whom he taught music -- is pretty boring, but somehow Soucy spins a tale of intrigue, of highly unsettling and surreal moments, and crowns it with a seriously messed up ending. The ending itself has been done before -- but not like this. Not this creatively, not with these implications for the rest of the story (and, more importantly, the themes therein -- it changes everything).
Another is the red herring. These pop up everywhere: strange animal references, freaky soldiers, random connections between characters. Maybe I just haven't thought long enough about what each of the events actually means (this book demands a reread, FYI -- luckily it's short, so it won't take long), but if they are all red herrings -- well done, buddy. It's no small task to keep your readers intimately engaged when they're being thrown information from multiple directions at once.
And oh, above all else: Soucy is a master of the bizarre. Nothing extraordinary happens. Not really, not till the end (though the ending to The Little Girl Who Was Too Fond of Matches -- THAT will blow your fucking mind). But there is this permeating atmosphere of dread, this horrifying sense that all is not right, all is not well, though you have no reason to think otherwise. Soucy is a master of mood.
I can't wait to read another of his books -- chances are, there's a new favourite author to be added to my list.
Twenty years after leaving the tiny village of Saint Aldor, Louis Bapaume has come home to make amends. The person he is looking for is one of a pair of twins, a girl he used to teach music to but what does he have to atone for? This is a short, intriguing little novel and Soucy keeps us wodering right up till then end. Because the girls are twins there is some confusion as to which of the twins he felt he injured and which he finds himself dealing with. Much is unexplained but enough it for it to work. I have little doubt that I will read it again some day but perhaps after I've gotten round to The Little Girl Who Was Too Fond of Matches which, I've read, is better.
An odd and oddly fascinating book about the perils of memory and the benefits of forgetfulness. It won't be to everyone's taste because, as I said, it's odd. I liked the book but I think it will take more than one reading to fully understand it. Read the full review.
This story is filled with beautifully writing of vivid winter imagery in an out of the way small town in Quebec. The protagonist travels there to atone for a past wrong. But things seem to twist strangely in this novella. How reliable is the main character? This story is a puzzlement. Many unanswered questions.
A short, compelling book that demands a reread. It’s about a man in his 40s who is battling demons and perhaps confusing dreams with reality, who returns to a small Quebec village he left 20 years earlier in shame, seeking redemption. It’s ambiguous, and mysterious and leaves you hanging on every word. I don’t think I have even scratched the surface of what this book is really about.
Un livre important. Très grande qualité d'écriture. Facsinée par les jeux de double : jumelles / Maurice et le narrateur / Françoise-Françoise / la mort de son fils, la mort de la fille du bedeau, etc. Un très grand plaisir de lecture.
Style invitant, parfait mélange d'étrangetés, de trucs qui louchent. Où une fois la ligne d'arrivée franchie, on se retrouve avec plus de réponses que de questions ...
too soon to know what to think or how to rank this strange book. I am inclined to view it as a parable, but of what? the futility of regret, the impossibility of atonement without faith.