Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Babam "inatsın inat... İnatçı adamın saçı yatmaz. Dedeme çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin"diyordu. Keşke... Annemin lepiska gibi yumuşacık, sarı saçları vardı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. "Benim oğlum okuyacak yüksek bir memur olacak" der, sonra da göz ucuyla babama bakardı....
1947'de Erzincan'da doğdu. Erzincan Lisesi'ni (1963), Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi (1968). Tunceli ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğretmenlikten ayrılarak (1974) Dergâh Yayınları'nda idareci olarak çalışmaya başladı. Hareket ve Dergâh dergileriyle, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi'nin yayın faaliyetlerini yürüttü. Senaryolar yazdı. Televizyonda sohbet programları yaptı.
Mustafa Kutlu Eserleri Hikaye Ortadaki Adam (1970), Gönül İşi (1974), Yokuşa Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Ya Sefer (1983), Bu Böyledir (1990), Sır (1990), Arkakapak Yazıları (1995), Hüzün ve Tesadüf (1998) Uzun Hikâye (2000), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Kuş (Hikaye 2002).
Deneme: Akasya ve Mandolin (1999)
İnceleme Sabahattin Ali (1972) Sait Faik'in Hikaye Dünyası (1968)
Bu kitabı film vesilesiyle tekrar okuyayım dedim. Kaç kitabı tekrar okur ki insan?
Trenleri belki de bu yüzden böyle çok seviyorum. Yıllar öncesinden bu geceye damlayan bir kaç an. Bir yaz günü olmalı, terasta okuyorum bu kitabı. Önümde yemyeşil çiftlik, uzayıp giden demiryolu. Trenler geçiyor, ben bu kitabı okuyorum. Vagondan bir ev hayali kuruluyor yanıbaşıma.
Mustafa Kutlu kitaplarından hikayeler kalmıyor aklımda. Seneler geçiyor,anlar kalıyor; patlıcan kızartması, ağaca takılan takkeler, bir imam minarede, çalıkuşundan aşklar.
Bu cuma, geç uyanıyorum. Sabah derslerini ekiyorum. Böğürtlenli çay ve uzun bir hikaye. Okumaya başlıyorum. Okudukça nelerin değiştiğini fark ediyorum. Makasçının kızından bahsediyor Kutlu, kıkırdıyorum. Lise KPSS'sine girip makasçı olmayı garantilediğini söyleyen bir IR öğrencisi arkadaşım var. Oysa kitabı ilk okuduğumda KPSS nedir bilmiyordum bile.
Okudukça hatırlıyorum; şimdi, o zaman dikkat etmediğim kelimeler, cümleler var kitapta. Kitapçıdaki karşılaşma bölümünde gülümsüyorum, nasıl da aklımda kalmış? Çalıkuşundan aşklar... Kalan 20 sayfayı gece okuyorum. Sonuna geldiğimde yine kendime gülüyorum. Sonrası buruk bir hüzün. Öykündüğüm öykülerin yazarı, ilk öykülerim... İlk hikayelerimde "baş kısmı en sonda tekrar yazma" tarzında kime öykünmüşüm meğer... Kendimi yakalıyorum. Yıllar öncesini... Şimdi hiç yazamıyor oluşumun mahcubiyeti.
Besmelelerim azaldığından beri bir çok şeye yeniden başlayamaz olmuşum.
Su gibi yazıyor Mustafa Kutlu. Su gibi öldürüyor bir anneyi, titriyorum. Harflerden su gibi bir sevda akıtıyor. Nasıl beceriyor? Su gibi bir ferahlık var üslubunda. Uzun bir hikaye...Akıp gidiyor. Akıp gidiyor içimden bir şeyler, gözlerim su gibi kuruyor.
Lately I have been trying to read more in Turkish. It has brought up some old frustrations. Long sentences, too many metaphors, unnecessary attempts at imagery, and the excessive use of ellipses... (Ha!) It is difficult to find (for me, at least) emotionally mature Turkish literature that is not melodramatic, yet enables me to feel something. The two extremes are easy to find, if I can manage the long sentences (I think my Turkish is regressing, so the 64-word-on-average sentences are killing me! But then again, I was always like this, and I find this problematic in all writing, not just Turkish. And no, I do not suffer from attention deficit.)
Mustafa Kutlu manages to be whimsical and profound, not trying too much to do either, and succeeding to do them just right. There are many little stories tucked away in the mere 100 something pages of Uzun Hikaye (Long Story, as in "Oh, it's a long story.") The narrator is the son of a jack-of-all-trades guy, and together they travel from small town to small town (a particular type of small town, a kasaba, strictly defined in Turkey as larger than a village and smaller than a city, with 2,000 to 20,000 residents today, but back then, much smaller) leaving whenever the father stands up to some injustice and is duly exiled or threatened by worse. Uzun Hikaye is a story of childhood, growing up, first love, and a touching relationship between a son and father, but it is, as a whole, the story of every small town or village, every boy growing up, falling in love, and learning to earn a living. It is also the story of the perpetual immigrant, forced to move from town to town in search of work and opportunity that is not stifled by politics and identity issues.
Some things are very nostalgic for those who know this kind of life, but even for me, the big city person that I am. Kids climbing trees to collect fruit (didn't I get a good thrashing from my mom when I climbed the fig tree, notorious for tricking children with its seemingly sturdy, thick branches, only to give in with a hollow crack when you least expect it? and the walnut tree that gave us delicious young walnuts, painting our hands like henna with the green husk of its fruit), kids making bow and arrows from wispy plants (we all wanted to be Indians, because they got the bows and arrows, while cowboys just pretended to have guns in their hands; I suppose in America boys would have plastic guns, but we didn't have that many of those to go around), boys getting in line to watch girls walk by... It is funny how my memories of Istanbul in the late 80s and early 90s is full of this stuff, just give different professions to the adults, make the fruit raggedy and full of worms because the trees grew in apartment building backyards with nobody paying attention to them, the children less innocent with the advent of MTV and Freddy Kruger (how do I even remember this stuff?), and cars... many, many cars.
I find it hilarious that father and son opened a bookstore with the hopes of turning it into a cultural center where the whole town would come to read great books and discuss them, and perhaps more (discuss politics, for example). I suppose not much has changed; Turks still don't read much. (A very small portion of the population reads a lot and the rest, nothing.)
Someone described Kutlu's writing saying that it was "like water," and I agree. There is an ease in his language, a confidence in the greater meaning of words that does not distract from their immediate utility.
My favorite quote: "Emret, emret findik kabuguna gireyim." ("Tell/order me, and I will fit myself into a hazelnut shell.") There is a lot of Turk in that one sentence, from the nut that defines a big part of Anatolia's identity (Turkey is the major exporter of hazelnuts in the world, though fresh hazelnuts is what I highly recommend) to the devotion to the lover, begging her to ask anything of him, anything, and he will do it, no matter how impossible (drama, melodrama, passion... things that we think of as Mediterranean, but actually are even stronger themes in the rest of Anatolia.)
I am not sure if the novella is translated (I attempted to look for English and German versions, but no luck.) There is a film, which is supposed to be different, but good.
Recommended for those who like the films of Nuri Bilge Ceylan, Vizontele (a Turkish film), Hukkle (a Hungarian film), and Waking Ned Devine.
Neden okunur ki böyle bir kitap. Ne anlatıldığını ve niye anlatıldığını anlayamadığım bir kitap benim için. Kitap duyguları yaşatmaya çalışmış ama yazarın üslubundan dolayı duyguları yaşamaktan çok geçiştirmeye çalışmış. Ana karakter doğup büyüdü; iyi de bu zaman zarfında ana karakterin hiçbir duyguyu tam olarak yaşayamaması ve bize de yaşatamaması yazarın ana karakteri bize tam olarak aktaramaması ile ilgili ve bu durum, kitabı etkileyicilikten uzak olarak değerlendirmeme sebep oldu. Yazarın daha önce de Huzursuz Bacak isimli kitabını okumuştum ve Uzun Hikâye ile kesin kararımı verdim. Benim için Mustafa Kutlu bir daha okunmayacak bir yazar.
Bir çırpıda okunup bitirilebilecek ve bittiğinde buruk bir tebessüm bırakabilecek bir kitap. Yazardan okuduğum ilk kitap. Kapağı görünce içim bir hoş oldu dedim ki alıp okumalıyım. Dili oldukça sade ve duruydu, anlattıklarını biraz üstünkörü geçtiğini düşünüyorum ama ben beğendim ve en kısa sürede diğer kitaplarını okuyacağım.
“Yoruldum bu genç yaşta bu kasabadan, bu hayattan.”
Hem filmine, hem de kitabına aşık oldum. Ben böyle samimi bir anlatış tarzı görmedim. Öyle hayatın içinde bir kitaptı ki, Ali Bey gibi insanların olduğunu dair inancım artıyor. Zaten bizim ülkemizin böyle insanları ihtiyacı var. Kenan İmirzalıoğlu da bu rol için biçilmiş kaftan cidden. Filmin her sahnesine, kitabın ise her paragrafına aşık oldum, bayıldım. Mustafa Kutlu'nun diğer kitaplarını da okumak istiyorum, adam hayatın içinden kitaplar yazıyor. Örnek alıyorum ve şapka çıkartıyorum.
O kadar hoştu ki.. Bir ailenin tek çocuklarının gözünden hayat hikayesini kesitler halinde anlayışını görüyoruz kitapta. Küçüklüğünden beri şehir şehir gezip birçok macera islemis belleğine. Babasına benzemek istemiş binmiş bir trene. Sonra içine doğan bir duyguyla bir istasyonda inip almış daktiloyu eline... Nereye gittiğini bilmemek en iyisidir
3.5 tr edebiyatı kitaplarını özlüyorum uzun süre okumayinca ve bu kitabı da böyle bı zamnada okudum o yüzden çok hoşuma gitti owo owo gülümseyerek okudum.
Merhaba, instagramda @bursaninokurlari ile Şubat ayı için seçtiğimiz kitaplardan biri Mustafa Kutlu'nun Uzun Hikaye kitabıydı. Yazar ile ilk tanışmamdı bu ama çok severek okudum. Diğer kitaplarını da okumayı istiyorum. Şimdiii size kitabın konusunu anlatmaya kalksam adı üstünde uzun hikaye... Kısaca bir gencin ağzından hayat hikayesi anlatılıyor diyebilirim. Okurken, bu şekilde yollarda geçen bir hayat nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim. Düşünsenize bir trene atlayıp adını sanını duymadığınız bir istasyonda inip orada yaşamaya başlamak.. Düşündüm diyorum ama aslında düşünemedim bile, yaşamadan bilinmez.. - Yazarın anlatımı o kadar bizden, o kadar içten ki anlatamam. Hikayenin başlarını okurken sanki bir Yeşilçam filmi izliyormuş hissine kapılıyorsunuz. Özellikle anne babanın hikayesi her cümlesi tebessüm ettiren cinstendi ama daha ilk bölümün sonunda gözlerim doldu :') Sevdiğim kitaplar arasında yerini aldı Uzun Hikaye.
Nostaljik bil dille yazılmış Anadolu kokan bir eser..akıcı diliyle hemencecik bitiveriyor..kasabalarda geçen bir hayat, bir ideali, bir davası olan bir baba..bu çerçevede gerçekleşen olaylar..
Çok uzun zamandır durum hikayesi okumak isteyen bünyeme çok iyi geldi.
sıcacık ve gerçek bir dille yazılmış kısa ama uzun hikaye. bir insan hayatının anlatılabilecek en kısa ama en duygu yüklü ve sıcak halini yazmış yazar. okuduğum her sayfada aşkı, acıyı, çaresizliği ve hayatın gerçekliğini hissettim, zaten bir kitabın da bunu vermesi gerekmez mi?
sanırım beni en çok etkileyen hayatın gerçekliğinin bir kitaba bu kadar güzel yansıtılmış olmasıydı, sanki Mustafa benim yakın komşummuş ve yaşadıklarını, hayat hikayesini bana bir bir anlatıyormuş gibi okudum. hikaye film şeridi gibi geçti gözümün önünden. her duyguyu hissetmekle kalmayıp çok duygusallaştığım sayfalarda oldu, kitapta o kadar çok yerin üstünü çizmiş oldum ki... her cümle bana çok yakın geldi.
"Dede- torun sırt sırta verip tutunmuşlar hayata. Ancak hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır. Kurduğumuz düzen hep böyle sürecek sanırız. Birden ip kopar, ışık söner, her şey darmadağın olur."
yine çokça akıcı bir dille anadolu anlatmış, fakat hikayeyi ve aktarmak istediği mesajı (?) göremedim. üzerine makale ve incelemeler okumama rağmen anadoluyu bize bu kadar iyi hissettirmesinden başka ne alabilirim kitaptan bilmiyorum. elbet ki eşitlik, çalışma azmi gibi konseptleri yakalamak mümkün ama beni bu anlamda çok tatmin etmedi ve diğer kitaplarına olan ilgiye nazaran bu kitaba olan ilgi beni rahatsız etti.
kitaplardan bir şey kazanmak zorunda değilsin elif, gibi yorumlara karşı cevabım: hayır, zorundayım, oluyor. manevi ya da maddi fark etmez. bir şeyler kazanmayalım bence. ve kazanamadım.
fakat gerçekten birbirinden ayrı ayrı hikayelerden büyük bir hikayeyi bu kadar az sayfaya sığdırmak, müthiş bir yetenek olsa gerek.
Tahsilini tamamlayamayıp, küçük yaşta kitapçıda çalışarak sıkı bir okur olan Ali; güleryüzü, dürüst, hakkı hakka teslim etmekten geri durmayan, etrafında sevilen bir adam. Sevdiği kız Münire'yi abileri evlenmelerine razı olmayınca kaçırıp trenle yolculuklarına başlarlar. Gittiği yerlerde Ali'nin haksızlıklara boyun eğmeyişi, yaşadıkları, hayalkırıklıkları, kısa molalar olarak kalırken tren istasyonlarında; yepyeni umutla devam ederler yeni yolculuklara...
Son yıllarda izlediğim en iyi filmlerdendi Uzun Hikaye. Film sayesinde Mustafa Kutlu'yu tanımak benim için şansızlıktı diyorum çünkü filmi izledikten sonra okuduğum hikaye, filmden daha iyi ve sıcak geldi.
Tadı damağımda kalan sıcacık, harika bir öyküydü. Oturup birkaç saatte okunabilecek en güzel kitaplardan bir tanesi belki de. Filmini de mutlaka izleyeceğim.👌🏻
averajlığın vücut bulmuş hali; tek bir kelimesi bile ortalamanın üzerinde hissettirip düşündürtmedi, şaşırtmadı. Duvar izlemek tadında bir okuma deneyimiydi on üzerinden beş
Bulgaristan muhaciri Ali dedesiyle birlikte İstanbul'a göçüp Eyüp'e yerleşiyor. Dedesi ölünce bir başına kalıyor. Sevdiği kızın abileri belalı tipler. Kızı paralı diye başkasıyla evlendirme kalkıyorlar. Kız itiraz edince de dövülüyor. Bunun üzerine Ali hem kızı kaçırıyor hem de evlendirmeye kalktıkları adamın sinemasını yakıyor. Sonra bunlardan kaçtıkları bir hayat başlıyor. Oradan oraya sürükleniyorlar. Oğulları Mustafa'da yollarda doğup büyüyor. Her yerleştikleri yerde bir sorun. Tutunamıyorlar. Mustafa'nın otobiyografik anlatımından bu hayat yolculuğunu okuyoruz.
11 yaşındaki yeğenimin okul kitaplarındandı. Bu sebeple okudum. Yeğenimin yaş grubuna uygun mu? Ne vermek için okuttular, ondan emin değilim. Bana göreyse kitap dilinin yalınlığı ve samimiyetiyle hoşuma gitti.
Uzun süredir rafımda bekleyen Mustafa Kutlu ile tanıştım. Tanıştım ki tanıştığıma çok ama çok memnun oldum. Bu kadar tatlı dil, sade, akıcı, samimi bir dil uzun süredir görmemiştim. Betimlemeler, tasvirler o kadar sağlam ki göz önünde canlanıyor. Ayrıca bu kadar uzun soluklu bir yaşamı, hikâyeyi 115 sayfaya sığdırmak da büyük başarı. Bu arada filmini önceden izlediğim için çok daha güzel canlandırdım karakterli, filmi. Neyse yazarın diğer kitaplarını da mutlaka edinmeye çalışacağım. Yazarla ilgili anlatacaklarım bu kadar.
Gelelim kitaba adı üstünde Uzun Hikaye öykü türünde yazılmış bir eser. Kısacık bir kitap 115 sayfa ben 1 günde bitirdim. Zaten dili o kadar güzel ki akıp gidiyor. Yazar oğlunun dilinden kitabı anlatıyor.
Konusu hakkında ise Sosyalist bir baba ile oğlun göçlerle hayatını sürdürmesi ve doğruluktan şaşmaması diyebilirim. Başta aşkla giren ortalarda o kadar güzel cümlelerle beni benden alıcı dersler veren bir roman. İçinde acı, aşk, siyaset, seyahat, dostluk vb. konulara değinmiş yazar. Bir tek sonunu kısa kesip belirsizlik içinde bırakmasını sevmedim.
Çok daha üzerinde konuşulabilecek bir eser. Yazarı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Kalemi kesinlikle farklı. Şimdiden iyi okumalar… Filmini de izlemeyi unutmayınız… Ha unutmadan film müziği ve içinde geçen şu parçayı da ekstradan dinlemeyi de unutmayın….