Al Gözüm Seyreyle Salih’te Karadeniz’in küçük bir kasabasında on bir yaşındaki Salih’in, kanadı kırık bir martıya duyduğu sevgi ve mavi oyuncak bir kamyonu elde etme isteği konu alınır. 1970’lerin Türkiyesi, dönemin insan, devlet, iktidar ilişkileri Salih’in dünyasını çevreler. Yaşar Kemal, Salih’in gözünden hayata bakar ve çocukluğun bahçesinden, Türkiye’nin genel yapısını tüm inceliğiyle çizer.
“Yaşar Kemal bir halkın kültürünü temsil etmektedir. Epiği geniş, katıksız bir halkçı temele yaslanmıştır. Romanları yaşamın zenginliği, sıcaklığı, güzelliğiyle doludur.” Joel Ohlsson, Arbetet, (İsveç)
“Yaşar Kemal’in yapıtları olgun, nefis bir meyve tadarcasına okunuyor.” Gérard-Humbert Goury, Le Matin, (Fransa)
“Kemal büyük bir sevecenlik ve merhametle yazıyor.” Daily Telegraph (İngiltere)
“Yaşar Kemal’in destansı anlatımında hiçbir şey küçük değil. Onun her sözü, denizin köpüren dalgaları gibi çağıldıyor.” Frankfurter Allgemeine Zeitung, (Almanya)
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
Şimdiye kadar okuduğum bütün kötü kitaplar için duyduğum pişmanlığı ikiye katladı. Nasıl gecikmişim aynı coğrafyada kullandığım dile kök olmuş bir yazarı okumaya? Ana dilime, her gün kendimi ifade ettiğimi düşündüğüm yapıya, şaşkınlıkla hayran kaldım. Denizler çiçek açtı, arılar ağsıdı, martılar maviye boyandı kitabı açtığımda bir fark olarak kapattığımda da devam etti bunlar. Diyeceğim odur ki bu renklerle Yaşar Kemâl Türkiye'nin Marquez'i imiş.
This is the fourth book I’ve read by Yashar Kemal; one of the greatest storytellers of all time. The Seagull is a captivating tale, told through the eyes of a young boy called Salih. The story seems to flow so effortlessly; Yashar obviously penned it with the ease of a consummate writer. His brand of simple narrative is deceptively eloquent, clever and unique in originality. The novel is set in a small fishing village in Turkey, where, by virtue of Kemal’s detailed description, I felt I was virtually transported to the region with its colourful inhabitants. Kemal’s characters, as usual, are so thoroughly fleshed-out, that they come alive.
I devoured the book in two sittings. The fishing village was so vividly described that I could smell the salt air, hear the gulls screeching, see the brightly coloured boats lined up in the harbour and visualise the glistening sea. It also evoked clear images of nature in its full glory, as it gave the impression of a fertile region.
The small village seemed to hold people like a magnet; even those who hated the boredom of the place, where nothing ever changed, never even considered venturing beyond its perimeters. It was during the days when traditional craftsmen like blacksmiths still existed. You sense that those people, who lived within such a small community, had strong ties that were not easily broken. Even the doctor remained, after his wife ran off to America with their child. She religiously wrote to him once a year; an arrangement he was quite content with. His loyalty was steadfast with his patients within his village.
Salih’s vivid imagination allowed him some temporary respite from his dreary existence. His fantasies were indeed spellbinding. I was sometimes confused between reality and Salih’s imaginary escapism. I suspect Salih also confused fact with fiction. But the boy’s fantasies were woven seamlessly into the story.
The main storyline, as the title suggests, centres on a seagull (It had been injured). Despite everyone’s grim prognosis that a bird with a broken wing would undoubtedly die, Salih was resolute that he would find a remedy. The bird became domesticated in the boy’s care, and a unique relationship formed between them. It was a joy to read.
During Salih’s undaunted quest for someone to cure his bird, we are introduced to various characters. We learn of the people’s everyday struggles, their feuds and their pain. Times were hard and the people were poverty stricken.
One of my favourite characters was the young boy’s cantankerous grandmother, who was prone to invective outbursts. Her husband had left her 40 years previously, but she was so convinced he would return that she waited for him every day.
The storyline seemed so innocuous in the way it followed the life and exploits of Salih, that I was totally unprepared for some extremely dark incidents. The innocent tale up to that point, made the impact of events towards the end of the book, all the more shocking.
I recommend this book. I would also like to pay tribute to Yashar Kemal who has sadly died. May he rest in peace. The literary world will undoubtedly feel his loss. I would also like to thank my dear Turkish friend for sending me this book.
Ismail Usta diyordu ki, bir zamanlar insanlar da, coook eskilerde kuslar, yilanlar, bocekler, hayvanlar gibi sevismeyi, salt sevisme kesilerek sevismeyi biliyorlardi, diyordu. Sonra Allah onlara en büyük cezayi verdi, sevismeyi unutturdu onlara... Onlari sevismesiz, sevgisiz birakti. Simdi onlar da sevisenleri görünce öldürüyorlar.
Deepest thanks to Kemal's translator wife Thilda for making it possible for me to read Seagull. Perhaps Kemal honored an ancestor of hers by making the village's Jewish doctor among the few characters Salih would save in one of his colorful imaginings (though at one point Salih loses patience with his fellow villagers, muttering "A bunch of crazy people, that's what I'm dealing with"). There are some amazing stories here: Salih the Gazer and his friends catching bees (and hornets) and tying them to strings (and untying them!), the blacksmith's shop - and the patronage of David the Prophet for blacksmiths, rural people bringing mountain plants to the doctor and herbalist, and the smugglers and salvagers worthy of a misty Cornwall romance tale. There's an impressive roster of characters belonging to the Black Sea Turkish coast's many minority communities (Kamal himself was a Kurd), not to mention all the folkloric and historical personnages. The folklore stories were terrific, as this is a very old culture with many influences. There's some scary, if sometimes reluctant criminals, and a bright baby bird. But it is also the story of Salih, a nearly-11-year-old boy who doesn't seem to have anything whatsoever to do all day but roam the streets and islands off the coast on his own. He's not in school and has no chores, though he occasionally works for the kindly Skipper Temel. Temel tells one of his men "Who knows what secret troubles he had that he should adore this bird so much". But loafer though he is, Salih has an amazing imagination and persistent drive, and cares to help the helpless. It's hard not to love him.
Turkkilaisen Yashar Kemalin oik. Kemal Sadık Gökçeli (1922-2015) Poika ja lokki teos kertoo pienestä vikkelästä ja karkaavaisesta pojasta nimeltään Salih. Kirjan tarinassa on kuuma kesä ja Salih yöpyy monina öinä kotinsa pihalla olevissa puissa. Puista pystyy myös tarkkailemaan naapurustoa ja aikamoisia seikkailuja mustapukuisine merirosvoineen Salih näkee tarkkailupaikaltaan, kunnes uni saa vallan.
Eräänä päivänä Salih löysi merenrannalta lokinpoikasen, jonka siipi oli rikki. Salih aloitti hoitamisen antamalla lokinpoikaselle juotavaa ja sen jälkeen houkuttelemalla lokinpoikasta syömään kalaa. Kummasti lokinpoikanen vaan virkistyi Salihin hoitaessa sitä, mutta siipi olisi myös pitänyt saada kuntoon jollakin konstein.
Poika ja lokki on mielikuvituksellinen lapsikuvaus merirosvojen, käärmeprinssin, merenneidon, Ali Baban ja muiden fantasiaolentojen parissa. Kirjassa yksinäinen köyhä poika etsii päiviinsä lohtua, turvaa ja sisältöä villin mielikuvituksensa avulla.
SEYREYLE GÖZÜM SALİH; bir çocuğun duygularına, insanlığına ve hayallerine sahip olmak. Belli bir donanıma sahip oluncaya kadar insan -buna olgunlaşmak diyorlar- yavaş yavaş hayallerinden, değerlerinden, saf çocuksu duygularından oluyor, onları teker teker kaybediyor. İnsan çocukken sahip olduğu o dünyayı, toplum tarafından bir birey olarak görülmeye başladığı anda neredeyse ondan eser kalmamışçasına yitiriyor. Bu kitap, işte, büyüyünce yitirilen çocukluğa ait o dünyaya ışınlamalar yapıyor, okuyucuyu o anlara geri götürüyor. Çocukluğumuza ait saf duygularımızı bizlere zihnimizde tasavvur ettiriyor…
Toivoin, ettei kirja olisi päättynyt niin ennalta-arvattavasti, kuin se lopulta päättyi, joten loppu oli pettymys. Muuten kirja oli alun hämmennyksen jälkeen ihan mukavaa luettavaa, hämmennystä aiheutti varsinaisten tapahtumien ja mielikuvitusmaailman vaihtelu. Salihin tapa käsitellä elämässään tapahtuvia ikäviä asioita mielikuvitusmaailmassa oli yllättävän samaistuttavaa, vaikka muuten tapahtumat tuntuivat etäisiltä, kun itselläni ei ole minkäänlaista tietoa siitä, millaista on ollut elämä Turkissa vuosikymmeniä sitten.
More interesting from a historical point of view, than a narrative one. Kemal created a story about the clash of tradition and modernity but also tradition and human weakness. The tribe is close to extinction but it seems that almost no one can really offer a sacrifice to ensure its survival. Individual dreams, aspirations and weaknesses are more important. This is a sad story about how times change and no human force can stop that change.
Bu kitabın en ağır kısmı bitişiydi sanıyorsam. Olacakların kitabın ortasından beri söylenip de yine de böyle büyük bir etki yaratması, Yaşar Kemal’in ne kadar özenli bir üslubu olduğunu gösteriyor. Çocuk olmak da da martı olmak da da zorluk yaşamadan okunabilen bir kitap, sonu beni baya üzdü ama kitaba öyle bir bağlandım ki!
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kirjassa sekoittuvat nuoren pojan vilkas mielikuvitus ja elämä dysfuktionaalisessa perheessä melkoiseksi sopaksi. Taustalla kulkee kertomus siipirikkoisesta lokinpoikasesta. Kirjailija on taitava kuvaamaan värikylläistä luontoa ja merenrantamaisemaa.
Kitabi hayatimin çok ama çok kotu bir doneminde okudum. Bu nedenle neredeyse sonuna kadar bunun okuduğum diger tüm Yaşar Kemal kitabından farklı oldugunu, anlatiminin bir sekilde ayni olmadigini ve ayni sekilde tatmin olmadigimi düşünüp durdum. Fakat bunun doğru olmadigini kitabin sonlarına doğru hayatımda yavaş yavaş bir seyler düzelmeye basladiginda ancak farkettim. Yaşar Kemal yine o mistik ve mükemmel anlatımıyla bu kez Karadenizden bir hikaye anlatıyor. Bir çocugun kendini bulma çabası ve ic catismalarina yoğunlaşsa da tüm bunların etrafında sekillenen karakterler ve olaylar tam bir Yaşar Kemal romani ornegi.
1970 li yıllarda Şile’de yaşayan,kanadı kırık bir martıyı iyileştirmek için sabırla çabalayan küçük bir çocuğun gözüyle görerek yazılmış bir roman.Kaçakçılar,balıkçılar,Şile bezi dokuyanlar,bunları renk renk işleyenler.O dönemin vatandaş-devlet-iktidar ilişkisi de anlatılmış.Tabi yine çok hoş öyküler var.
Yaşar Kemal’in hayran olduğum o renk anlatımları bu sefer küçük Salih’in çok istediği kamyonun rengi oluyor,babasının hediye ettiği gömleğin rengi oluyor,ablalarının buluzların üzerine işledikleri çiçekler oluyor,demircinin dükkanındaki alevlerin kıvılcımları oluyor.Ben çok beğenerek okudum tavsiye ederim.