Der amerikanische Marschall, so nennen ihn die Landarbeiter, hat nach dem Zweiten Weltkrieg gemäß seinem Plan die Türkei mit Tausenden von funkelnden, riesenhaften Traktoren überschwemmt. Seither ist in der Çukurova-Ebene nichts mehr so wie früher. Die Großgrundbesitzer sind vernarrt in ihre neuen Maschinen und glücklich, dass sie sich mit den Tagelöhnern aus den Bergdörfern nicht mehr herumschlagen müssen.So irrt ein Grüppchen von Dörflern durch Staub, Hitze und höllische Moskitoschwärme. Schließlich findet es sein Glück ganz auf dem Feld des menschenfreundlichen Melonengärtners.
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
Okuduğum en nahif kitaplardan biri. Neden bilmiyorum, Yaşar Kemal'in bu kısa kitabını çok sevdim. Sanki yazmamış da yüreğiyle işlemiş. Duygu yüklü, masalsı ve bir o kadar gerçekçi. Yoksulluk ne kadar gerçekse nar ağacı da o kadar efsane. Yazarın dili ise zıtlığı birleştiren büyülü bir melodi. Bir kez daha kelimeleri kullanma gücüne hayran kaldım. Keşke sinemaya uyarlansa, o kadar güzel şeyler çıkar ki.
Roman der bare paleyên gundekî ku li ber destê axeyekî dixebitîn ,lê bi hatina makînên çandiniyê yên pêşketî axe dev ji karên wan berdide
Roja ku axa ew makîne mezin aniye gayê zer û mor li ber tekerên wê serjêkirin û kirin qurban êdî nan ji me re nemaye
Bi vê bûyerê pale û cotkar bê kar dimînin û biryar didin ku li karekî bixebitin li bajarê Çûkûrovayê lê ti kar bi dest wan nakeve
Paşê jinek pêşinyar dide ku ew li dara hinarê bikerin ew dara mubarek û bi keramet peyda bikin lê ez dibêjin dar ji rewşa însanên zilmdar xeyidiye û belkî êvarekî lêxistiye û çûye û firiyaye
pale piryar didin eger ew dara hinarê nebînin ew dê li ber qurmê darê lava û tika bikin bo çareserkirna rewşa halê wan î xerab
di dawiya roman de dighêjin mebesta xwe û şevek li bin dara hinarê radikevin
Çaresizliğin en büyük ilacı mitlere sarılmak. Düzen sana hak ettiklerini vermedikçe ya bir ağaçtan, ya bir insandan, ya bir kuştan ermiş yaratıyor ve ondan çare dileniyorsun. Ve sonra da Yaşar Kemal gibi bir dil ve hikaye ustası çıkıyor, bunları nakış nakış işleyip anlatıyor. Çukurova dağlılarının trajedileri, belki çok sıradan, çok bildik ama yine döve söve, güle söyleye bir anlatım. Dünyanın yaşaması belki de en zorlu bölgelerinden biri olan Çukurova'dan hem nefret edip hem aşık oluyorsun. İşte bu da Yaşar Kemal'in marifeti. Uzun lafın kısası gece sarılıp uyumak isteyecek kadar çok sevdim.
Yaşar Kemal edebiyatını başarılı yapan tüm etmenler bu kitabın içersinde var o yüzden hiç okumadıysanız bence çok güzel bir başlangıç kitabı olur. Yine Çukurova’yı ve bölge insanını, makineleşme ile işsiz kalan sezonluk işçileri ve insanın doğa ile ilişkisini müthiş işlemiş.
Yaşar Kemal'in gerçekleri tüm acısıyla yüze vuran hikayelerinden biri yine Hüyükteki Nar Ağacı. Ağaçlar, öküzler kurban veriliyor makinelere, köyler ıssız kalıyor, traktörler dolaşıyor sadece köylerde. Makineleşme sürecini, Çukurova'nın kapitalizme kurban gitmesini, beş karakterin yolculuğu üzerinden çok etkili anlatıyor yine.
ne güzel bir romandı. ocak ayında çukurova'nın sıcağıyla kavruldum, kemiklisinden sivrisinekleriyle savaştım. yolcuların umuduyla yürüdüm hüyükteki nar ağacını bulmaya. ve bir de bostancı ahmet, sen ne insanlıklı bir adammışsın öyle :)
Kitap bittiğinde içimde derin bir keder hissettim. Karakterleri çok sevdim. Özellikle Otçu Hasan'ı merak ettim, onun doğayla kurduğu ilişkinin detayını biraz daha öğrenmek isterdim. Fisilti ve ipilti kelimeleri çok hoşuma gitti. Bir Çukurovalı olarak o susamışlığı, sıcağın dayanılmazlığını okurken biraz zorlandım. Ayrıca Endüstri 4.0 ile dünyada bazı insanların mesleklerinin yerini yine makinelerin alacağını düşünerek endişelendim.
Yazarın doğa-insan ilişkisini ve Çukurova’yı başarılı bir şekilde anlattığı, temelinde yoğun bir kapitalizm ve mistisizm eleştirisi bulunan bu kitapta; tarımda traktörlerin yaygınlaşması sonucu işsiz kalan ırgatların ve motora sevdalanan toprak beylerinin hikayesi anlatılıyor. Artık işe yaramayan sarı öküz, traktör için kurban edilirken akan kanı traktörün tekerlerine sürülüyor. Kitabın en önemli özelliği de Yaşar Kemal’in her eserinde bir köşeye sıkıştırdığı “etnik unsur” vurgusuna bu kitapta yer vermemesi. Genel bir kapitalizm eleştirisi haricinde romanda politik bir kaygı da göremedim. Hasıl-ı kelam; kısa ve doyurucu bir Çukurova romanı Hüyükteki Nar Ağacı.
Kitabı okuduktan sonra Çukurova’nın gizemlerini efsanelerini yaşamış kadar oluyorsunuz.Yöre ağzı,yemekleri ve yaşayışları da Yaşar Kemal’in müthiş kalemiyle zihninize nakşoluyor
Yaşar Kemal, bir zamanların çok büyük sıkıntılarından birini oldukça gerçekçi şekilde ele alıyor. İnsanlar çaresizce oradan oraya çalışmak ve yaşamak için savruluyor. Kitap her ne kadar o zamanın tek bir sorununu içeriyor gibi görünse de aslında evrensel gerçekliği olan birçok soruna da ışık tutuyor: işsizlik, bencillik, cahillik… Çaresizlik, insanı en olmadık şeylere bile inandırır, bir ağaçtan medet ummak gibi. Her ne kadar halk için normal bir inanış gibi görünse de böyle batıl inançların temelini çaresizlik ve bilinçsizlik oluşturuyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Çukurova’nın havasının yakıcı, suyunun toz toprak içinde olması insanların işini daha da zorlaştırıyor. Bütün bu zorluklara rağmen geçinmeye çalışmak her ne kadar bu beşli için zor olsa da aslında birçok insanında onlardan pek farkı yok. Kitap boyunca tek taraflı olmayan bu ve buna benzer ilişkileri fark etmek biraz olsun o zamanları anlayabilmemde etkili oldu. Tabii kitabın dilinin gerçekliğinin de hakkının yenmemesi lazım. Kitap, tek bir öykü altında yüzlerce sorunu ele alarak kısacık bir kitapta ne kadar derin duygular saklanabileceğini gösteriyor, okumanızı tavsiye ederim.
Çukurova’da traktörler, makineler insanların yerini alıyor, insanlarsa bu değişen sistem içerisinde yaşam mücadelesi veriyor. Yaşar Kemal bu gerçekliği anlatırken kimi zaman biraz düş, kimi zaman biraz mit katıyor ve sosyal gerçekliğin çıkmazı içerisinde masalımsı söylemlerle sığınan insanların samimi bir resmini çiziyor. Hastalıkla, açlıkla, susuzlukla boğuşan, haksızlığa uğramaktan bıkmış ve daha fazla haksızlığa uğramaktan korkan, horlanan, horlandıkça kalbi kırılan, “hadi iş bulamazsam, kışı nasıl geçiririz” diye bıkmadan köy köy dolaşıp iş arayan işçiler kendilerini çıkmazda hissederken yeri, varlığı belli olmayan hüyükteki nar ağacının umuduyla yollarına devam ediyorlar. Gerçek masalla birleşiyor, çocuğa dönen incinmiş insanlar, küsmüş nar ağacı insanın içine işliyor. ... “Nar ağacının küsmesi” ayrıca incelenmeye değer bir konu, kitabın arka kapağında da belirtidiği gibi Yaşar Kemal zaten “doğa-insan ilişkilerini en iyi anlamda verdiğim yapıtlardan biri” demiş bu kitap için. ... Kozan’lı biri olarak yine Yaşar Kemal’in yazım ve anlatım tarzından çok etkilendim. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki romanı okurken sürekli canım bulgur pilavı istedi…
Yaşar Kemal benim için ezelden beri en başarılı Türk romancıdır. Gerçek yaşama, sorunlara, düzene değinişini, bunları anlatma tarzını, dilini hep bayılarak okumuşumdur. Hüyükteki Nar Ağacı da beni yine doyurdu, okurken neredeyse diğer tüm Yaşar Kemal romanlarında olduğu gibi ruhumu Çukurovaya taşıdı. Yalnız bu sefer biraz can sıkıcı bulduğum bir durum vardı. Çoğu Yaşar Kemal romanının ortak özelliğidir; yazar genelde ana karakterler dışında köylülere yarım cümlelerle birbirlerinin anlatımını tamamlatır ve bu şekilde hem halk arasında bir derde veya sorunda birlik bütünlük oluştuğunu gösterir hem de ahenkli bir yapı oluşturur. Fakat bu kitapta bunun ana karakterler tarafından ve sıkça yapılması hikaye akışını etkilemiş, ayrıca çoğu karakterlerin birbirlerinin sözlerini tekrarladığı bu kısımlar anlatımın biraz basitleşmesine neden olmuş.
"Bize yerini göster o nar ağacının" dedi Hösük. "Belki derdimize bir çare bulur. Eskiler derler ki, çok keramet var ağaçta." "Var" dedi kadın. "Eğer o ağaç yerinde duruyorsa." "Öyle bir ağaca hiçbir şey olamaz" diye gürledi Memet. "Hiçbir vakit öyle bir ağaca bir şey olmaz. Kimsecikler öyle bir ağaca bir şey yapamazlar. Kuşlar bile saygılarından dallarına konamaz, sinekler yöresinde uçamaz, arılar yapraklarında ve hem de çiçeklerinde vızıldayamazlar. Ona dokunmaya kalkanın elleri kolları çont olur, yaprağını koparanın ocağı söner." Kadın : "O ağaç küsmüş diyorlar" dedi. "Küsmüş bu zulüm insanlara. Küsmüş de başını almış bir gece uçmuş gitmiş, diyorlar."
Çaresizliği-yenilgiyi kabul etmeme, sürekli bir şeye umut bağlama, en sonunda da bir mit bulup her şeyin düzeleceği ümidiyle peşinden gitme, etraftakilerin de bir bir inanması, kaba tabirle birbirini gazlama.. Bu arada otçu Hasan'ın ağacı bilmemesi güzel bir ayrıntıydı. Bir de Memet çocuk, sen gözümde tam bir trollsün😳😂
"Zengini kim olsa sever. İş fıkarayı sevmekte."
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yaşar Kemal okurken birden sesli gülüyorum bazen de kalbimde bir sızı hissediyorum . Hangi kitabını okusam canım Tereyağlı bulgur pilavı istiyor çünkü öyle bir anlatıyor ki pilavı.. kokusu burnumda,tadı damağımda kalıyor... 🌸
Ahh sineği bol,suyu zehir Çukurova...
Elinde bir şeyi kalmayınca bir Nar ağacına umut baglar ınsanoglu.. napsın yoksulluk...
Bo Benim Türkçede okudum ilk kitapım oldu, ve birinci Türkçe yorumum da bo yazdım oluyor.. okumama yaklaşık 6 saat sordu, zevkli okudum, normalde doz bir hikayesi vardı ve galiba eğer bu kitapı Arapçayı okuduysam hiç beğen meyecektim ama türkçeyle oldu için zevk aldım..
hisarüstünde başlayan 11 tramvayı reumanplatz civarı biten bi macera,,, ödünç verip bunu mümkün kılan ev arkadaşlarıma selam <3 aylar yıllar sonra kitap bitirme ödülü konuşmamın sonu
Ana Sayfa / hüyükteki nar ağacı / hüyükteki nar ağacı alıntılar / hüyükteki nar ağacı kitap incelemesi / hüyükteki nar ağacı kitap özeti / hüyükteki nar ağacı kitap yorumu / yaşar kemal / Hüyükteki Nar Ağacı - Yaşar Kemal Hüyükteki Nar Ağacı - Yaşar Kemal THE SITTING PANDA 21:29:00 HÜYÜKTEKI NAR AĞACI , HÜYÜKTEKI NAR AĞACI ALINTILAR , HÜYÜKTEKI NAR AĞACI KITAP INCELEMESI , HÜYÜKTEKI NAR AĞACI KITAP ÖZETI , HÜYÜKTEKI NAR AĞACI KITAP YORUMU , YAŞAR KEMAL
Kitabın Adı: Hüyükteki Nar Ağacı Yazar: Yaşar Kemal Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Basım Yılı: Eylül 2017 (19. baskı) Sayfa Sayısı: 93 Hani bazı kitaplar vardır, tek bir kelimeyle özetlenebilir. O tek kelime size tüm anlamanız gerekeni fazla fazla anlatır. Hüyükteki Nar ağacını tek bir kelime ile anlat deseler, "Çukurova" derdim.
İlk defa 1982'de yayımlanmış olsa da, Yaşar Kemal'in 1951'de yazdığı, kaybettiği ve yıllar sonra annesinin evindeki bir sandığın içinden naftalin kokuları ile hayatımıza giren bir öyküdür. Üstelik bu hikaye Yaşar Kemal'in yazdığı ilk hikaye imiş ki ben bunu kitap hakkında biraz araştırma yaparken öğrendim. Bu da kitaba karşı bir başka sempati yarttı benim gözümde. Öykü yazıldığı yıllarda, yani 50'lerde Çukurova'da geçiyor. Şu an bizlere ufak bir detay gibi görünen traktör hayatımıza ilk girdiğinde Anadolu'da ne büyük değişimlere yol açmış, kahramanlar üzerinden bunu anlatıyor.
Çukurova'nın sarı sıcak toprakları, yüreği yanık insanları kokuyor kitap. Anadolu insanının çaresizliği, hiçlik içinde küçük bir umuda tutunma isteği dolanıyor sayfalar arasında. Teknoloji yavaş yavaş hayatımıza girmiş ve beraberinde bir çok kolaylığı getirmiştir. Peki insanlar bu kolaylığa hazır mıdır? İşte orası meçhul. Ekmeğini topraktan kazanan Anadolu insanı için bu gelişmeler neler doğurmuştur? Toprak sahiplerinin işleri kolaylaşsa da, toprağı ekip biçen işçier için durum hiç de o kadar hoş olmamıştır. Ne de olsa bileklerinin güçleri, alın terleri, emekleri yerine geçecek bir makina onların hayatlarının orta yerine düşmüş, zaten zor olan yaşamlarını bir enkaz alanına döndürmüştür. Bu enkaz içinde bir kaç arkadaş ailelerini, eşlerii çocuklarını ardında bırakarak "Çukurova berekettir" diye diye düşerler yola. Bilmezler ki insan gücü eskidi gibi kıymetli değildir. Hem sadece traktör müdür onların düşmanı? Peki vicdanlarını yitirmişlere ne demeli? Bilseler başlarına gelecekleri her şeyi ardlarında bırakıp bu yola çıkarlar mıydı? Bilmezlerdi ki Çukurova'nın bereketinden onların payına düşen ekmek kalmadı artık.
Ümit ederek bir hayalin peşinde heba olmanın hikayesi... Hüyükteki Nar Ağacı...
Buram buram Çukurova kokan Yaşar Kemal romanı. Oturduğunuz yerden sizi Çukurova'nın dağlarında, ovalarında, köylerinde gezdirir. Sıtması bol, toprağı yangın, suyu zehir Çukurova...
Teknolojik ve bilimsel gelişmeler neticesinde üretimde ve hizmet sektöründe insana duyulan ihtiyacın azalmaya başladığı hepimizce bilinen bir gerçek. Maalesef hemen hemen bütün iş sektörlerinde yavaş yavaş insanın yerini makineler ve robotlar almaya başladı. Bu durumun olumlu ve olumsuz tarafları tartışmaya açık elbette. Yaşar Kemal de bu kitabında Çukurova'ya iş makinelerinin girmesiyle oluşan sorunlara ve açlığa değinmek istemiş. Kitabın konusu şu şekildedir:
Traktörlerin tarlalara girmesiyle ırgatlar arasında işsizlik baş gösterir. Çukurova'da iş vardır diye Memet, çocuk Memet, Hösük, Aşık Ali, hasta Yusuf yola çıkarlar. Ama umduklarını Çukurova'da da bulamazlar. Hiçbir yerde onlara ihtiyaç yoktur. Çünkü işçi gücünün yerini artık iş makineleri almaya başlamıştır.
Köyün birindeki yaşlı bir kadından dertlilere devalar veren nar ağacının methini duyarlar. Bu nar ağacı öyle yücedir ki, yanına ne zulmeden insanlar yanaşabilir, ne kemikli sivrisinekler. Gölgesinde 3 gün yatana hastalık bulaşmaz. İnsanın cebini para doldurur, muradını gerçekleştirir.
Bu nar ağacının hikmetine öylesine inanırlar ki onu aramaya başlarlar büyük bir umutla. Onu bulunca dertlerinin sıkıntılarının yok olacağına inanırlar. Tahmin edeceğiniz gibi, sonuç hiç de köylünün, işçinin, dağlının istediği gibi olmaz.
Diğer Yaşar Kemal romanlarına göre daha kısadır bu kitap. İşlediği konu, klasik Yaşar Kemal romanlarındaki konudur ve kalbinize dokunmadan edemez. İç Anadolu'ya özlem duyanların ve Çukurova'yı merak edenlerin mutlaka okuması gereken güzel bir eserdir.
Kurgusu, Dağın Öte Yüzü serisiyle önemli paralellikler gösterir. Hikaye, Çukurova’ya yapılan çileli yolculuk ile başlar; tüm kapıların kapandığı yerde çaresizlikle kıvranırken bir hurafenin yeşerttiği umudun peşinde sürüklenenlerle devam eder ve onca aşağılanmanın, hor görülmenin, insan onurunun hiçe sayılmasının intikamının zincirin en zayıf halkası tarafından umulmamadık bir anda alınması ile nihayetlenir. Mehmet çocuk Hösük’ün hançerini gördüğü anda kendi kaderini hançerin ağzında görmüş, çocuğun hançerin ağzında gördüğünü Aşık Ali de çocuğun gözünde görmüş ve bize bildirmiştir. “… Memet: “Ne olmuş o Memet çocuğa?”diye sordu. “Hiçbir şey,” dedi Aşık Ali acılı bir yüzle. “Hiçbir şey olmamış ama, bana öyle geliyor ki olacak. Onu hali hiç hal değil yoldaşlar.” “Ne olmuş ona?” “Onun halini hiç beğenmiyorum Hösük. O kavaklı köyden sonra…” “Hiçbir şey anlamadım,” dedi Hösük. “Anlarsın sonra,” diye çıkıştı Aşık Ali. …”
Aklıma bu kitabı neden bir seri haline getirmediği sorusu takıldı. Kendini tekrar etmek mi istememişti, yoksa insan ömrünün daha önce yazılmış bir seriyi yeniden yazmak için yeterince uzun olmadığını mı düşünmüştü Yaşar Kemal? Her ne ise! İyi ki yazılmıştır Dağın Öte Yüzü serisi ve bize o seriyi anımsatan her şey!
Yaşar Kemal’in o sık sık gördüğümüz güçlü esintilerini bu kısa romanında da yakalıyoruz: Çukurova’nın ovaları, dağların eteği, ırgatların alın teri, köylülerin ağır yükü, ağaların gölgesinde geçen bir hayat…
Roman, iş bulma ümidiyle köylerinden yola çıkan bir grup insanın yaşamını, değişimi, yoksulluğu anlatıyor. Teknolojinin – traktörün tarıma girmesiyle – gelen değişimle birlikte elinden emeği alınan bu insanların öyküsü, kapitalizmin kırıntılarındaki insanlık hâllerine gerçek bir bakış sunuyor. 
Bana en çok dokunan kısmı şu oldu: Binbir türlü geçim derdi, aralarında çok hasta bir insan ve feleğin çemberinden geçmiş bu insanların dağda “güzel, büyük bir kelebek” görüp ona takılı kalmaları… Ölmesin diye umut etmeleri ve ölmediğini görünce, her şeye rağmen sevinebilmeleri. Hayat bazen “küçük bir şeye” bağlı. Doğa size göz kırpıyor, bir kelebeğe bakmak ve onun yaşamını görmek bile mutluluk olabiliyor.
This entire review has been hidden because of spoilers.