Kimsiniz? Neyi temsil ediyorsunuz? Nedir tarihsel olarak varlık nedeniniz? Bunlar yargıçların, savcıların ve sanıkların her davanın eşiğinde kendi kendilerine sormaları gereken sorular.
Savunma politikasında her zaman iki yöntem olmuştur: Varolan adalet mekanizmasını kabul eden uyum savunmaları (Dreyfus, Challe) ve yeni bir gerçekliği gözler önüne sermeyi hedefleyen kopuş savunmaları (Sokrates, Dimitrov). Birinciler kafalarını kurtarırken, ikinciler davalarını kazanmışlardır.
Davaların, mahkeme salonunun dört duvarı arasında kalmadığı, dünyanın gözleri ve kulakları önünde yer aldığı günümüzde, hem davasını kazanıp hem de kafasını kurtaranların sayısı artmaktadır. "Uygarlık"larının ve ellerinde tuttukları öldürme gücünün verdiği güvenle davranan tuzukurular, "adaletlerinin" geçerliğinin kalmadığını, tek söz söyleme hakkının kendilerinde olmadığını anlamalıdırlar artık.
Jacques Vergès was a Siamese-born French lawyer, writer and political activist, known for his defense of FLN militants during the Algerian War of Independence. He was imprisoned for his activism in 1960 and temporarily lost his license to officially practice law. A supporter of the Palestinian fedayeen in the 1960s, he disappeared from 1970 to 1978 without ever explaining his whereabouts during that period. He had been involved then in legal cases for high-profile defendants charged with terrorism or war crimes, including Nazi Klaus Barbie in 1987,[1] terrorist Carlos the Jackal in 1994, and former Khmer Rouge head of state Khieu Samphan in 2008. He also infamously defended Holocaust denier Roger Garaudy in 1998.
Kopuş ve uyum savunmasının örnek dosyalar ile detaylandırılması ile vücuda gelmiş eser. Yazarın yaşantısıyla birlikte okununca akademik bir tezden ziyade damıtılmış tecrübe ile örnek olayların yorumlanması şeklinde kaleme alındığı anlaşılıyor.
Uyum davası özet olarak kurulu düzene saygı ile başlayarak suçsuzluğunu kanıtlama, delil eksikliğini öne sürme, olmazsa failin istisnailiği ve olayın koşullarının olağanüstülüğünü öne sürerek cezayı hafifletme stratejisini güder. Burada yargılama makamı ve kullanılan kanunlar kabul edilir, boyun eğilir ve bu şekilde yola devam edilir. Burada delil eksikliği durumunda veya vicdanları tatmin etmeyen koşullarda istisnai bir sanığın cezalandırılması halinde; bu hukuki hatanın, herhangi bir suçlunun beraat etmesinden daha ağır bir düzensizlik oluşturacağı prensibi esastır.
Fakat diğer yandan yargılayıcı kudretin üstünlüğünün kabul edilmediği davalar da vardır. Bunlar çoğunlukla siyasi davalar olsa da her adi suç davası içinde siyasi bir takım izler de barındırır. Sanığın dini, etnik kökeni, sınıfsal durumu kimi durumlarda cinsiyeti dahi iddianameye konu olayın önüne geçip onun cezalandırılmasına sebep olabilir. Bu dosyalarda dava her ne kadar adi suç ile ilgili de olsa bu bir kopuş davasıdır.
Örnek davaların en etkileyicisi, dünyanın en çarpıcı dönemi ve olayı olan Fransız İhtilali'nin neticesinde kurulan ihtilal mahkemelerinde XVI. Louis'nin yargılandığı dava benim kanaatimce. Muhteşem bir kopuş davası olan bu dosyada, ilginç olan bu dosyadaki kopuşun, savunma değil, bizzat yargılama makamı oluşu. Savunmada bulunan Kral, mevcut kanunlar ile ayrıcalıklı konumu ile elbetteki uyum savunmasını tercih edecektir. Status quo onun lehine idi. Lakin devrimciler müesses nizamdan kopuşu amaçlamışlardı. Burada yargılayanlar kopuş ithamını geliştirmeliydi.
Bu noktada üç farklı görüşün kazananı ihtilalcilerin davaya bakışını belirleyecekti. Birinci görüş kralın sırf kral olması sebebiyle mevcut kanunlara tabi olmadığını, İhtilal sonucu Kral'ın tahttan indirilmesinin ise halk tarafından krala verilebilecek yegane ceza olabileceğini söyler. İkinci görüş kralın ihtilal neticesinde krallık vasfını yitirdiğini ve bir vatandaş gibi geçmişte işlediği suçlardan yargılanabileceğini belirtir. Saint-Just'a ait olan üçüncü görüş ise tam bir kopuş görüşüdür. O der ki; "Kral bir düşman olarak yargılanmalıdır. Bizim işimiz onu yargılamaktan çok onunla savaşmaktır." Saint-Just burada tam bir devrimcidir. Sezar'ın katlinden telmihte bulunur. Sezar'ı yirmiiki bıçak darbesiyle cezalandıranlardan bile geri olduklarını söyler ve ekler: "Bir kralın adilce cezalandırılmasına bunca önem verenler, hiçbir zaman bir cumhuriyet kuramayacaklardır."
"Bir kralı vatandaş olarak yargılamak! Bu sözcük gelecekteki soğukkanlı kuşakları haretlere düşürecektir. Yargılamak, yasayı uygulamaktır. Yasa, bir adalet ilişkisidir. İnsanlık ve krallar arasında ne gibi bir adalet ilişkisi mevcut ki? Yarın öbür gün bir yüce gönül, kralın davası, yönetimin işlediği suçlardan ötürü değil, kral olma suçundan ötürü gömülmeli diyecektir... Saltanat masumca sürdürülemez!". 27 yaşında bir jakobenin sözlerindeki şu kesinlik muhteşem.
Saltanatın devlet ile özdeş olduğu, saltanatın yaşayan temsilcisinin devletin yaşayan sembolü olduğu görüşü, o rejimin yıkılmasında da bu sembolizasyonun devamını gerektirir elbette. "Louis kraldır ve Cumhuriyet kurulmuştur. Aklınızı kurcalayan büyük sorun, sadece bu sözcüklerle çözülüyor. tiranı cezalandırma hakkı ile onu tahttan indirme hakkı aynıdır; biri diğerinden farklı usuller gerektirmez."
Sokrates'in ilk örneğini verdiği kopuş savunması, davadan bireysel beraati amaçlamaz, kendi davasının yükselişini gaye edinir. Kendi davasının kazandığı nispette bireysel kurtuluş da söz konusu olabilir. Bu da hukuku değil, farklı güçleri kullanmayı gerektirir. Duruşmayı, savunma hakkını kullanarak medya yoluyla kamuoyunun gücü gibi. Daha romantik olarak tarihin gücü gibi. Kopuş savunması uzlaşmayı kökten reddeder, masayı yıkar ve yumruğunu havaya kaldırır.
Teker teker örnek davalar hakkında girişte hiç değilse birer paragraf açıklama yapılsa daha rahat okunur bir kitap olurdu. Özellikle üçüncü bölüm yer yer oldukça sıkıcı ve kopartıcı idi.
Kültürel bir bombardıman, altı çizilecek satırlar, algı seviyesi hayli açık bir hukuki yapıt... Ceza davalarının tarihçesini, sanat ve kültür mozaiğiyle bezenmiş; hemen hemen hiçbir ansiklopedide yazmayacak ölçüde "top secret" detaylarla sunuyor Jacques Vergés...
isminden öte sert 1 kitap bekledim fakat isminin hakkını verecek kadar sert değil. ayrıca kitabı okumadan yüzeysel olduğunu zaten biliyorsunuz fakat sandığınızdan daha yüzeysel.
"düzen kölelik v zulüm anlamına geldiğinde, düzensizlik adaletin v özgürlüğün başlangıcıdır." "sanık kendi kendini mahkûm edip 1 cinayetten ötürü pişmanlığın dibine vurduğu andan itibaren dava kazanılmıştır." " savaş çözmekle yükümlü olduğu anlaşmazlık derinleştikçe arılaşır, mutlak niteliğine bürünür; daha üst sınırı yoktur. adalet meydanlarında durum tam aksidir." "saat onu on geçe başı bedeninden ayrıldı, sonra halka gösterildi. o anda Yaşasın Cumhuriyet! çığlıklarıyla yer gök inledi." "suç diye nitelendirdiğimiz, düşünceleri değil, eylemleriydi." "bedenler kralın, ruhlar tanrınındır!" "hadi beni mahkemeye versinler. bekliyorum."
This entire review has been hidden because of spoilers.
Dil inkilabı (evet ı değil, i) sonrası doğan neslin çevirdiği neredeyse her kitap gibi bu kitabın çevirisi de pek iyi değil. Tercüman, kitabı çevirirken Allahualem iyi bir motamot çeviri yapmış da dil yapısı farklı olunca birçok cümle havada kalıyor, yazarın ne dediğini anlamak mümkün olmuyor. Yine de kitabın umumi meramını anlamak mümkün.
Verges, uyum ve kopuş davaları mefhumlarını gayet iyi tanımlamış ve çok iyi misaller getirmiş. Sadece o da değil, hukukun ne olduğu üzerine fevkalade bir kitap. Hukukun keyfiyetine dair okuduğum en gerçek tesbitleri yapmış. Asla var olmayacak idealist bir dünya üzerinden hukuk tanımı yapmıyor, zaten kopuş davalarında başarıyla avukatlık yapan bir adamdan başka türlüsü beklenmezdi.
Savunma politikasını oluşturan iki yöntemi şöyle açıklamaktadır Verges; varolan adalet mekanizmasını kabul eden uyum savunmaları; Drefyus'un yaşamak için dördüncü bir rütbe şeridiyle yetinmesine sebep olan ve buna karşılık yeni bir gerçekliği gözler önüne sermeyi hedefleyen kopuş savunmaları; Saint Just'u yirmi yedi yaşında sessizce ölüme yürüten..
Sokrates'in kopuş savunması ise, "insanları öldürerek size yaşamayı bilmediğinizi haykıracak birini engelleyebileceğinizi mi sanıyorsunuz?"şeklindedir.
Ya orijinal metinden ya da çeviriden kaynaklı bir akıcılık sorunu var. Buna ek olarak yazarın kullandığı örnekleri kısa da olsa özetlemesini isterdim. Anlatılanları bildiğimiz varsayımıyla araştırma kısmını bize bırakmış veya bu kısmı pek umursamamış. Bu eksiklere rağmen ana fikrin anlaşılır olduğunu düşünüyorum. Keşke bizden birileri de ülkemizdeki önemli davaları benzer şekilde anlatan bir çalışma yapsa.
Kitabın örneklemelerde bulunduğu dava türleri her ne kadar dikkatimi çekse de çeviri kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir nedenle okurken çok zorlandım. Özellikle ilk iki bölümü oluşturan uyum ve kopuş davalarını defaatle okuyarak anlayabildim. Son bölümdeki siyasi davalar ise daha verimliydi. Ceza Muhakemesi dersi için okumaya başlayıp aylar sonra baştan başlayarak ancak bitirebildim.
uyum ve kopuş davalarını ünlü isimlerin duruşmalarını örnekleyerek anlatmış ve az sayfa sayısına rağmen okuması çok da kolay olmayan bir eser. tamamını anladığımı düşünmüyorum, kendimi vererek okuduğumu söyleyemeyeceğim zira. ama anlamak adına bir kez daha elime alacağımı sanmıyorum.
Kitap oldukça güzel davaları incelemiş ancak eğer davaların içeriğini bilmiyorsanız okumak oldukça sıkıcı olabilir çünkü yazar konuyu bildiğinizi varsaymış. Altı çizilecek yerler bolcaydı. Ancak çeviriden mi yoksa yazarın anlatış biçiminden mi bazı cümleleri anlamak için defalarca okumam gerekti.
“(…) kimileri onda Tanrısal gücün yansımasını kimileri bir ahlak biliminin tohumlarını aradılar. Oysa ceza hukuku sadece bir sanattır, sanatların en az bilineni, kuşkusuz en trajiği, ama aynı zamanda en güncelidir. (…)”
Bir kez okumanın yeterli olmayacağını düşünüyorum bu kitap için. Onca önemli örnek ile birlikte savunmanın kutsallığı üzerine yazılmış çok öenmli bir eser
"Bununla birlikte ceza hukuku, insanların hayatını ciddi şekilde tartışma konusu ettiği için, uzun süre zihinlerde yanlış anlamalara yol açtı. Kimileri onda Tanrısal gücün yansımasını kimileri bir ahlak biliminin tohumlarını aradılar. Oysa ceza hukuku sadece bir sanattır, sanatların en az bilineni, kuşkusuz en trajiği, ama aynı zamanda en güncelidir." (s.107)