When her mother abandons her family, Nilsu loses faith in the world and everyone in it. Terrified of suffering the same fate, she breaks off relationships before they even begin. Then she meets Teo, a passionate environmentalist and one of the founders of the Turkish Green Party. Teo's close relationship with his mother has always held him back and when she commits suicide his life slips off the rails.
In this beautiful story of a young woman's struggle to find love and acceptance, Buket Uzuner explores the complexities of human relationships. With her distinctive touch, she weaves a poignant and magical love story of two souls in the modern world.
TWO GREEN OTTERS Fathers, Mothers, Lovers and all the Others reinterprets the role of environmentalism and love in our lives today. With over 1 million copies sold in Turkey, Two Green Otters is a contemporary classic.
Buket Uzuner (born 3 October 1955, Ankara, Turkey) is a Turkish writer, author of novels, short stories and travelogues. Travel Literature She studied biology and environmental science and has conducted research and presented lectures at universities in Turkey, Norway, the United States, and Finland. Her fiction has been translated into eight languages, including Spanish, English, Italian, Greek, Romanian, Hebrew, Korean, and Bulgarian.
Buket Uzuner travels as "solo woman backpacker" since 1980s including "inter-rail" tours in Europe and in three other continents while keep writing her travel memoirs. Her first travelogue The Travel Notes of A Brunette was published in 1988 and sold more than 300.000 copies. Uzuner wrote two more travel books as Travel Notes of An Urban Romantic which questions the meaning of exoticism and New York Logbook which are all collected lately in Travel Library of Buket Uzuner
In 2013 her novel İstanbullular is published in USA by Dalkey Archive Press with the title of I Am Istanbul translated into English by Kenneth J. Dakan She is also celebrating in 2013 the 22nd year's anniversary of her first novel İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri (Two Green Otters, Mothers, Fathers, Lovers and All the Others) translated by Alex Dawe with its 50th edition which sold over 1 million copies in Turkey and already a contemporary classic.
Uzuner's books have been on the Turkish best-seller lists since 1992. They are taught in a number of Turkish universities and high schools.[1][2]
In 1993, Buket Uzuner was awarded Turkey's Yunus Nadi prize for the novel The Sound of Fishsteps, and in 1998 Mediterranean Waltz was named novel of the year by the University of Istanbul. She was made an honorary member of the International Writing Program, IWP of University of Iowa in 1996. She was also honored with a certificate of appreciation from the Senate of Middle East Technical University; METU in 2004.
She has referred to Turkish poet and novelist Attilâ İlhan, and Cervantes, Dostoyevski, Doris Lessing, Turkish woman writer Sevgi Soysal as major influences on her work.
2/5 Kalemini uzun süredir merak ettiğim bir yazardı ve kitaplığımda okunmayı bekleyen kitabını daha fazla bekletmeden okuma fırsatım olduğu için mutluyum. Fakat yazarı tanımak için yanlış kitaptan başladığımı düşünüyorum. Çünkü kitapta oldukça sıradan bir olay, ilgi çekici hale gelsin diye çok zorlama bir şekilde anlatılmıştı. Nilsu karakteri parçalanmış bir ailenin ergen yaşta bir kızı. Elbette o yaşlarda olan ve üstüne bir de ailevi sorunları olan gençler benzer sorunlar, ikilemler yaşarlar. Bunda şaşılacak bir şey yok. Benzer şekildeki bir diğer karakterimiz de Teoman ve biz kitap boyunca bu iki karakterin bir araya gelmesini bekliyoruz sebepsizce. Yazar, hemen herkesin olağan karşılayacağı bu olayları ve hayatın bir şekilde bir araya getirdiği iki karakteri derin duygular ve samimi bir dil ile anlatsaydı yüreğimize dokunan bir hayat hikayesi okuyacağımıza inanıyorum. Fakat yazar sanki cinayet romanı yazıyormuşçasına gereksiz bir heyecan ile yazmış kitabı. Hep bir gizem yaratma çabası içinde olması beni çok soğuttu kitaptan. Nilsu’nun başından geçen her olaydan sonra “bu böyle devam etti, ta ki Teoman ile tanışana kadar” diye bize sürekli Teoman’ı hatırlatması ya da bu ikilinin buluşmasını gizemli hale getirmeye çalışması çok sıkıcıydı. Sonra dedim ki bu birleşme bayağı olaylı olacak herhalde biraz daha sabredeyim dedim. Sonra gayet olaysız, heyecansız, aşırı normal bir şekilde Nilsu ile Teoman’nın tanışmasına şahit oldum. 🙄 Artık o raddeden sonra sırf kitap bitsin diye okudum. En sona geldiğimde ise yazarın yine saçma bir gizem yaratma çabası ile karşılaşıp bir kez daha sinir oldum. Yok aslında A karakteri B’nin kardeşi değilmiş de başka birinin oğluymuş, yok kedinin adı nane değilmiş de başka bir şeymiş... Gereksiz bir ton akıl oyunu. Yazarın dilinin sürekli böyle gereksiz bir heyecan içinde olduğunu sanmıyorum ve yazarı bu şekilde tanımak istemiyorum. O sebeple yakın zamanda bir kez daha şans vermek istediğim bir yazar diyebilirim kendisine.
beş yıl önce okusaydım eğer kesinlikle çok etkilenirdim ama on beş yaşında değilim o yüzden :/ karakterlerle asla bağ kuramadım, kitabın dili de garip geldi ve büyük beklentiyle okuduğum için hayal kırıklığı da o kadar büyük oldu. bir de kitabı okurken nilsu terapiste gitseydi biz de bu kadar sayfayı okumak zorunda kalmasaydık hissini atamadım içimden.
Edebi anlamda tatmin etmedi. Kitap elimde süründü ve bitirdiğim için çok mutluyum. Son olarak, Buket Uzuner kitaplarındaki üst kesime ait toz pembe sorunları okumak artık baydı. Yazardan okuduğum üçüncü ve son kitaptı.
Kitaba 2 yıldız veriyorum, iki yıldızın üstüne geldiğinde yazdığı gibi "it was ok", yani iyiydi. Beğenmedim "1 yıldız" kadar da kötü değildi. Benim görebildiğim genel sorunlar;
Kitabın konusu insanı çok fazla heyecanlandırmamakta. Kitabı okudukça birçok karakterin birbiri ile çok yakın olduklarını farkedebiliyorsunuz, ve karakterlerin çok derin olmaması insanı onların gerçek düşüncelerine inmenizi ve anlamanızı engelliyor.
Geçişler konusunda çok zayıf, bir konudan bir diğerine geçerken bazı durumlarda nereden nereye gittiğinizi, daha önceki bir olayı mı daha sonraki bir olayı mı, yoksa farklı bir karakter mi anlatılıyor çözmekte zorlanabiliyorsunuz.
Zaman kavramı kitapta çok karışık ve anlaşılmaz bir şekilde ele alınmış.
384 sayfa okunan bu kitaptaki konu çok daha özet 80-90 sayfa ile özetlenebilirmiş. Boşlukları dolduran 300 sayfa ise kitabın yıldızlarını düşüren nokta.
Çok fazla "olay" yok belki, karakterler de yer yer itici gelebilir, zaman zaman "hangi tarihteyiz biz, en son ne olmuştu" karmaşası da yaşanabilir belki; ancak ben keyifle okudum, özellikle Nilsu karakterini... Teoman'dan çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Hatta sırf bu sebeple ikinci bölümde bir miktar sıkıldığımı itiraf etmem de lazım; ancak Uzuner'in kitabın sonunu bağlayışını oldukça sevdim. Akıcı, ilgi çekici bir roman arıyorum diyorsanız İki Yeşil Susamuru'na bir şans verebilirsiniz.
Kitaba başladığımda ilk 100 sayfada sıkıldım diyebilirim. Ama Nilsu ile Selen ve Nilsu ile Mike arasındaki mektuplar ilgimi çekti. Kitabın sonunda Neyyire Gömüç'ün yazdığı mektup bu kitabı çok ilginç kıldı. Aşk, aile hayatı ve ilişkiler konusunda günümüz insanını yansıtan bir eser...
This entire review has been hidden because of spoilers.
Buket Uzuner, özellikle kadın karakterin yaşamına, onun aileyle, aşkla ve toplumla kurduğu ilişkilere çok katmanlı bakıyor. Bir yanıyla aşk romanı gibi okunuyor ama aslında içinde kadın kimliği, bağımsızlık, toplumsal baskı gibi meseleler çok güçlü.
Bence kitabın gücü, karakterlerin “tek boyutlu kahramanlar” olmaması. Hepsinde çelişkiler, kırılmalar, kararsızlıklar var. Bu yüzden romanı okurken onlarla tam anlamıyla özdeşleşemeseniz de, gerçek insanlar olduklarını hissediyorsunuz. Ama bir yandan da uzun bölümler, ayrıntılı iç monologlar ve tekrarlara düşen anlatım, romanın ritmini zaman zaman düşürüyor. Edebi olarak yer yer dağınık bulsam da, tematik olarak etkileyici bir roman oldu.
Bünyenin ihtiyacı vardı. Sormayın. Şimdi kalemle yazdıklarımı biraz sansür uygulayarak buraya aktarıyorum: “İki Yeşil Susamurunu bitirmeme 10 sf kaldı. Kitabın başları içine çekmişti beni ama gittikçe boğdu sıktı kitap. Çünkü Nilsu’nun hiçbir şeyden memnun olmayan şımarık bir kız olduğunu düşünmeye başladım. Üstelik bazı “derin” konuşmaların da havada kaldığını düşünüyorum. Woody Allen karakterleri (ucube) gibi konuşuyorlar (ve evet baya yargılıyorum). //Buket Uzuner is for girls who grew up reading İpek Ongun// Or something. (Elimde bir tane daha Buket Uzuner kitabı var onu da okuduktan sonra bu sözümü mükemmelleştirebilirim belki) Aslında o kadar benzemiyorlar. İkisinin de hayatı betimleme biçimlerinden uzak kalıyorum ama bana yabancı geliyorlar. Bence hikayenin asıl sahibi Nilsu Baran (lütfen hatta kalın) çocukluk yıllarını, olayları güzel analiz etmiş çünkü zamanı olmuş. O yüzden kitabın başları mantıklı ve anlaşılabilir’. Ama kitabın sonları birinim günlüğünden koparılmış sayfalar gibi geldi bana. Birinin uyumadan önce bir görev gibi yazmayı sürdürdüğü bir günlük. Okur olarak üçüncü bir kişi değiliz. Dört beş altı, kulaktan kulağa… . . . Okuduğum son 15 sf her şeyi değiştirdi. Bu kimin kitabı? Hiçbir zaman bilemeyeceğim ama önemli değil. “ Yapping session is over. Geri gelirim belki
Bu kitap iki kez okuduğum nadir kitaplardandır.İlk kez okuyup bitirdiğimde çok hoşuma gittiğini hatırladığımdan aradan 2-3 sene geçtikten sonra tekrar okumayı istediğim bir kitaptır "İkik Yeşil Su Samuru". Buket Uzuner'in diğer kitaplarını beğendiyseniz bunu belki onlardan daha fazla beğeneceksiniz kanımca:)
ne karakterlerde ne de kurguda bir gerçeklik var. "fiction" olduğu çok belli olan bu hikaye için yazarın gerçek bir hayat hikayesi demesine inanmıyorum.
İlk defa Buket Uzuner'in bir kitabını okudum ve başka da okumayacağım. Kurgunun zayıflığını hikâyeye asla katkısı olmayan karakter detaylarıyla kapatmaya çalışmış. Dönemin politik ruhunu gayet yüzeysel ve karikatürize bir biçimde vermiş. Teoman'ın sosyalizmi kendi keşfetmiş gibi konuşması, partiyle ilgili hep bir şeyler anlatması ama somut bir girişimde bulunmaması hikâyeyi inanılır kılmıyor. Dil olarak ziyadesiyle İpek Ongun'u andırıyor. Aynı gerçekten kopuk, beyaz Türk, aristokrat çerçeveden yazılmış tek boyutlu karakterler var. Nilsu'nun ilişkilerini bu kadar çok okuyup Nilsu'nun içsel çatışmalarına dair çok yüzeysel şeyler okuyoruz. Kimi yerlerde diyaloglar epey kötü bir çeviri tadı veriyor. Kitabın sonu da asla beklenen şaşırtmacayı vermiyor. Keşke mektup kısmına girmeden kitap öylece bitseydi. Fazla karakter, fazla detay ve bilgi romanı zengin kılmıyor. İçlerinden çoğunu çıkarsak asla romanın içeriğinde eksilme olmaz, hikâye etkilenmez. Okuyanda entelektüel uyanma hissi yaratacak derecede yazar, müzisyen ismi ve politik genel geçer yorumlar var. Temelde yatan bu aydınlanmacı ton beni kitaptan epey itti.
Bu kitabın çevrecilikle daha alakalı olacağını zannettim ama ona rağmen, İki Yeşil Susamuru’nun büyüleyici bir atmosferi vardı. Psikolojik bir bakış açısından, bu roman gayet ilginçti. Uzuner’in çok etkileyici bir yazma tarzı vardır, özellikle aile/hayat/ölüm/aşk metaforlarını analize ettiğinde. Son 20 sayfadaki geçen ‘plot twist’ler benim beğenmemi için biraz fazla absürt geldi; bu romanı bitirirken, sanki tamamını boşa okudum gibi hissettim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Buket Uzuner, sevdiğim yazarlardan özellikle Uzun Beyaz Bulut – Gelibolu adlı kitabı en sevdiğim. O yüzden bu sefer de İki Yeşil Susamuru adlı kitabını okudum. Çağdaş koşullarda yaşayan bir genç kızın kendini ve çevresini tanımlama çabasını konu alan, ilk baskısı 1991 yılında yapılıp, halen okunan ve yeni baskıları yapılmaya devam eden bir roman. Okumaya başladığımda daha ilk sayfalarda aklıma Orhan Pamuk’un ‘İstanbul, Hatıralar ve Şehir’ adlı kitabı geldi. Teoman ablasını tarif ederken ‘Modigliani boylu’ diyerek tarif ediyor. Amedeo Clemente Modigliani (d. 12 Temmuz 1884, Livorno, Toskana, İtalya – ö. 24 Ocak 1920, Paris, Fransa), Yahudi kökenli İtalyan ressam ve heykeltıraş. 1906'da Paris'e gitti ve Montmartre'deki beş parasız sanatçıların toplandığı Le Bateau-Lavoir'a yerleşti. Orada Pablo Picasso, Constantin Brancusi, Leopold Zborovski, Chana Orloff, Manuel Ortiz de Zárate gibi sanatçılarla tanıştı. Ben onun adını ilk defa bir filmde duydum. Mick Davis'in yazıp yönettiği, Andy García, Elsa Zylberstein, Omid Djalili, Hippolyte Girardot, Eva Herzigova ve Udo Kier'in oynadığı 2004 yapımı biyografik dram filmiydi. Bu filmi de zaten Andy Garcia için seyretmiştim. Sonrasında ise böyle yetenekli ama adı bilinmeyen, kaçırdığımız kaç sanatçı olduğunu düşündüm ve hem onlar hem kendim için üzüldüm. ”Yaşamın yolu gibi, ölmenin yolunu da kendimiz seçmeliyiz.” O halde intihar edebilenler, yaşamın yolunu seçebilen, tercihini yapabilen insanlar mıdır? diyor bir bölümde. Birçok değişik açıdan değerlendirilebilecek iddialı bir cümle. Mesela ötanazi hakkı; ülkemizde yasak olmasına rağmen Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada, ABD’nin bazı eyaletlerinde serbest. Bu ülkeler gelişmiş, ekonomik refahı olan ve insan haklarına aslında sadece insan değil hayvan ve doğaya da saygılı ülkeler. İntihar ise farklı bir seçim, kişiyi bu tercihe sürükleyen sebepler göz önüne alınmalı. ”İstanbul’dan gelen çizgi romanları tekrar tekrar hatmediyordum. Kaptan Swing, Tom Braks, Teksas, Tom Miks.” Cümlesini okuyunca bir sürü anı gözümde canlandı. Burada sayılmayan Mister No, Red Kit, Mandrake gibi çizgi romanlar hepimizin kıymetlisiydi ve çoğumuzun özlediği keyif. Tom Braks ve Teksas’ı sevmezdim, favorilerim Red Kit, Mister No ve Kaptan Swing idi. Bugünde yayınlananlar var ama fiyatları el yakıyor, ulaşılabilir değiller, eski tatları da yok. ”Bir insandan bir başkasına geçmek, emek ister sevgi ister, yürek ister. Bunlar bile köprüleri kurmaya yetmez bazen…” Bunu sadece aşk ilişkisi olarak değerlendirmeyin, her ikili ilişki için geçerli. Arkadaş, komşu, iş arkadaşı, akraba vb. adı üzerinde ‘iki kişi’ arasında. İkinci kişinin yani karşı tarafında aynı çabayı sarf etmesi, istemesi lazım. Tek tarafla olmuyor. Keyifle okuduğum bir kitap daha bitti.
Aile kavramının merkeze alınarak ait olamama, değersizlik, kıskançlık ve intihar kavramlarının işlendiği kitapta iki ana karakter, Nilsu ve Teo.. Özellikle Nilsunun 14 lü yaşlarından genç kadın olduğu dönemlere kadar kırgınlık ve endişeleri ile örülmüş ilişkilerini ön plana çıkartan romanda, ayrılan aileleri çocukların gözünden de okuma şansınız oluyor. İşte bu şekilde akarken kitap, sonu insanın suratına tokat atarcasına kapanıyor.
This will be sort of a special novel .. my second read by the author with her simple writing style making the 300 + page novel a read I enjoyed with it's simplicity from one aspect and it's richness in interesting details from the other .. The main subject covered in the novel is relationships .. be it childhood/Parenthood or adult relationships with all the complications and circumstances that could be familiar to many especially the process of carrying childhood emotional baggage into future adult relationships ... And this is what would be observed in the main characters Nilsu and Teoman and how they struggled with their circumstances during their various trips and stops in their life journey .. There is a good deal of life philosophy and questions throughout the novel which were stimulating to me as a reader ... Literature/Books & environmentalist passions were present along with a glimpse of the social / political scene in Istanbul/Turkey during the late 1970s to late 1980s .. I enjoyed reading the author's description of her various characters on the physical and emotional level ... The character Selen was an interesting character along with the main two characters ... This novel is a good step towards compassion, empathy and understanding of our humanity with it's diversity in life experiences ... I thank the author for her nice writing and richness of knowledge displayed in the book ... I would like to add that I was introduced to a very interesting book mentioned in the novel .. which after looking up, I intend to read very soon ... Thanking the author again and grateful for this gift I discovered ..
Kendimce yazdığım hikayelerde mutlaka bir ana olay olmasına dikkat ederim. Hem beni yazarken sonunu görmeye itsin hem de okuyan için sürükleyici ve heyecan verici olsun diye o olayı geliştirmek için uğraşır dururum. Bazen o ana olayı bulmak, etrafında başka şeyler yaratmak zor gelir, kaçmak, bu olayı pas geçmek isterim. Bu kitap, bir kitapta o ana olayın olmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi bana. İki Yeşil Su Samuru olaysız bir kitaptı. Kitabın sonunu görmem için iteleyecek hiçbir unsur bulmadım, heyecanlanmadım. Aslında çok garip. Kitap gerçekten bir biyografi olsa böyle hissetmezdim çünkü Nilsu Baran'ın hayatı büyük kırılmaların olmadığı, hepimizin hayatı kadar sıradan, mutluluklar, sevinçler, çelişkiler ve pişmanlıklarla dolu olağan bir hayat. Bu bir biyografi romanı olsa bunun bilincinde daha başka değerlendirir, okurdum ama öyle olmayınca hep başka bir şey bekledim. Hep bir kırılma, olay, her şeyin yönünü değiştirecek bir güç... Sonuna kadar kendi hayatımın başka bir versiyonunu okuyormuş gibi ilerledim ve en sonunda olayların değişeceğine inandığım noktada heyecanlandım, kesinlikle olaylar yön değiştirecekti, ama olmadı.
Buket Uzuner’den okuduğum ilk kitap. Roman kısmının bilinçaltı tahlilleri, son kısmının da kafamı allak bullak edişini sevdim, o kadar. Hikayenin 70,80’lerde geçtiği hiç inandırıcı gelmedi, ayrıca 70’ler deyince daha fazla siyasi olaylar ve ülke gerçekleri( arka fonda) okuyacağımı düşünmüştüm, halbuki birkaç cümle dışında ülkenin o dönemdeki durumuyla alakalı hiç birşey yoktu, Yeşiller Partisi meselesi de oldukça zorlama bir detay olmuş, ‘kitabı yazmışken sosyal ve siyasi bir mesaj vermeden geçmeyeyim’ şeklinde adeta. Çok okumaktan hoşlandığım bir tarz olmadı maalesef.