Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir.
Kardeşimin Hikâyesi aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız.
Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadenizin lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.''
Tam adı Ömer Zülfü Livaneli’dir. 1946 yılında Konya-Ilgın’da doğan Livaneli, yazarlık kimliğinin yanında saygın bir müzisyendir. Müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül almış ve eserleri John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından yorumlanmıştır. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300’e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.
Bugüne kadar üç uzun metrajlı film yönetti; "Yer Demir Gök Bakır", "Sis" ve "Şahmeran". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "Altın Antigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre, ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi bir çok televizyon şirketine satıldı.
Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk - Kul Forumu'nda yer aldı.
Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.
1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, orjinali ilk kez 1978’de çıkan "Nazım Türküsü"adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.
Sabah Gazetesi'nde köşe yazarlığına yaptı. Bir dönem CHP'den Milletvekili olarak aktif siyaset hayatına da katıldı.
Μια βουτιά στα παγωμένα νερά της απονεκρωμένης συνείδησης, μια κατάδυση στα σκοτεινά βάθη της αρρωστημένης ψυχικής λειτουργίας. «Η ιστορία του αδελφού μου» στηρίζεται σε μια φράση που αναλύοντας την άδυτη έννοια της θα μπορούσε να εξηγηθεί η μεγαλοπρέπεια, καθώς, και η απόλυτη εξαχρείωση της ανθρώπινης ύπαρξης, τηρουμένων των αναλογιών και σχετικά με τις καταστάσεις που χαρακώνουν αγιάτρευτα την ψυχή, πάντα.
«Αν δεν υπήρχαν τα συναισθήματα των ανθρώπων, όλα θα ήταν πολύ πιο εύκολα»
Διαβάζοντας αυτή τη φράση ή ρίχνεις αυλαία στο παιχνίδι των συναισθημάτων και προσπαθείς να αποστασιοποιηθείς απο την επικινδυνότητα ή την απορρίπτεις ολοκληρωτικά και βιώνεις τα πάθη και τα λάθη. Ο ήρωας της ιστορίας μας είναι ένας ερημίτης, απόλυτη και στεγνή ερημιά βασιλεύει στη ζωή του, στην ψυχή του, στην πληγωμένη συνείδηση του. Ένας λάτρης της λογοτεχνίας, ένας σπουδαίος αναγνώστης και μύστης της παγκόσμιας πεζογραφίας που ζει μέσα σε ένα δάσος χιλιάδων βιβλίων. Το σπίτι του βρίσκεται απομονωμένο σε κάποιο δύσβατο χωριό στα παράλια της Μαύρης θαλασσας.
Ο Αχμέτ Αρσλάν είναι συνταξιούχος πολιτικός μηχανικός και η οικογένεια του αποτελείται απο τα βιβλία του και τον Κέρβερο, τον πιστό φύλακα σκύλο του.
Μια δολοφονία στο απόμακρο ψαροχώρι θα προσελκύσει το ενδιαφέρον των δημοσιογράφων και θα αλλάξει τη ζωή και το θάνατο του Αχμέτ και του χαμένου του εαυτού. Η καταστροφική ιστορία αγάπης που αποκαλύπτεται με αριστουργηματική, ανατολίτικη, αφηγηματική τεχνική προσπαθεί να εξηγήσει μέσω πολλών πρισμάτων τις συνέπειες των αποφάσεων μέσω λογικής ή μέσω καρδιάς. Η πένα του Λιβανελί μας χαρίζει μια δυνατή και έντονη αναγνωστική εμπειρία δίχως να φλυαρεί ή να περιγράφει κουραστικά. Αγγίζει την ουσία των πραγμάτων, ψιθυρίζει την έννοια των συναισθημάτων, ζωγραφίζει την λεπτομέρεια των απόκρυφων ενστίκτων. Τα ένστικτα και η φυσική κλίση των στοιχείων της ψυχοσύνθεσης, κυρίως όταν σε κατακυριεύει ο έρωτας, πάντα συγκρούονται, πάντα δημιουργούν αιματηρές μάχες καρδιάς με πολλές και σημαντικές απώλειες.
Είναι ένα δυνατό βιβλίο εμβάθυνσης, προβληματισμού και ενδοσκόπησης που προκαλεί τον αναγνώστη. Μέσα απο ένα ευκολοδιάβαστο και ισορροπημένο πλαίσιο γραφής προκύπτει ένα κείμενο άξιο να προβληματίσει, να συγκινήσει, να προσφέρει ουσιαστικά έννοιες που ολοκληρώνουν, σημαδεύουν, αρρωσταίνουν, εξυψώνουν, καταατρέφουν και αλλάζουν ζωές και θανάτους.
MAGRITTE AŞIKLAR TABLOSU, KURMACANIN RETORİĞİ: BİR LİVANELİ ELEŞTİRİSİ
"Öyle bir kitap yazayım ki, okurlarım bu kitabı okuduktan sonra sadece akıcılık, sürükleyicilik ve sonunun aşırı şaşırtıcılığından bahsetsin."Zülfü Livaneli
Az sonra bütün gerçekleri öğreneceksiniz, yolda bütün gerçekleri anlatırım, felaket bir sorun oluştu ama bunu ilerleyen sayfalarda anlatacağım, katil kim, dilinin altında bir cümle var söyle onu artık, çıkar o ağzındaki baklayı yeter...
Hikayeler nerede başlar, gerçek nerede biter?
Bu incelemede Kardeşimin Hikayesi kitabı hakkında hiçbir yerde olumlu/olumsuz eleştirisini göremediğim kitabın kapak seçiminden, Livaneli'nin kelime seçimleri ve edebi üslubundan, edebi kurmacanın retoriğinden, karakterlerin psikanalitik açıdan değerlendirilmesinden ve biraz da kendi eleştirilerimden bahsedeceğim.
Öncelikle, kitabın kapağında bulunan René Magritte'in Aşıklar tablosunun tam hali bu: https://c1.staticflickr.com/5/4248/34... Doğan Kitap baskısında tablonun sağında bulunan kırmızı duvar, beyaz tavan, kartonpiyer detayı ve anca bu mimari elemanlarla birlikte anlamlanıp yorumlanabilecek mavi arkaplan maalesef ki görünmüyor. Oysa ki bu detayların Kardeşimin Hikayesi kitabı için can alıcı detaylar olduğunu düşünüyorum.
René Magritte sanatta gerçeküstücülük akımının önemli temsilcilerindendir. Livaneli'nin ise kurgusunda belirttiği gibi, insan soyunun duygularını anlatan, psikolojik derinliklerine inebilen tek birikim edebiyat olarak tanımlanmıştır. Yani anlıyoruz ki, edebiyatta yazarın kurguya karıştığı her tercih nesnellikten de bir parça payın öznelliğe geçmesidir. Bu da bizi sanatta ya da edebiyatta dış dünya gerçekliğinin birebir alınması gerekip gerekmediği sorunsalına götürür.
Gerçeküstücülük akımındaki dış dünyanın salt nesnelliği eleştirisi, Kardeşimin Hikayesi kitabındaki karakterlerde edebi kurmacanın gerçek-kurgu uçları gidip gelen ve Magritte'in Aşıklar tablosunda olduğu gibi mimariyle çevrelenmiş ve somut mekanlarda kısıtlanmış olan gerçek karakterlerin ve yaşadıklarının ne kadar kurgu ve ne kadar yalıtılmış gerçek oldukları hakkında bize ipuçları sunar. Aşıklar tablosunda önemsiz görünen mimari detaylar tam tersine kadın ve erkek figürünün o derecede önemlileşmesini, giyim seçimlerindeki detaylar da insanların önemsiz görünen iç dünyalarının dış görünüşlerine ne kadar yansıdıklarını belirler. Tablodaki yüzlerin örtülmesi bir bakıma edebiyattaki gerçek-kurgu uçları arasında okura bırakılan bir tahmin payıdır.
Gündemi meşgul eden konularla ilgili yazmayı seven, Gölgeler tarzı bir kitapla ticari kaygıyı hatırlatan, Edebiyat Mutluluktur kitabıyla mesnetsiz ve yanlış genellemeleri barındıran yazar Livaneli'den 3. okuduğum kitap olan Kardeşimin Hikayesi'nde de para kazanma amaçlı bir ürün yerleştirme olabileceğini düşündüren nesnelerin genel adlarıyla değil de ürün isimleriyle (örnek: Russian Standart) bahsedilmesi var. Bu yönüyle hem ticari bir kaygı olarak olumsuz eleştiriyi fakat aynı zamanda da edebiyatta eleştiri bağlamındaki yerel bir renk katma işlevini olumlu bir eleştiri olarak akıllara getirir. Kurmacanın retoriği yani "etkileyici ve ikna edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksunluğu" Kardeşimin Hikayesi okurlarında sürükleyicilik, akıcılık ve polisiye bir kurguya yaklaşmasıyla kendisini gösterir. Oysa ki edebiyat bu kadar basit bir husus değildir.
Edebi estetik ve fonksiyonel bir fayda açısından bakacak olursak, bu, bir sanat eserinin anlattığı değerler bağlamından izole olamaması ve yazar-eser-okur arasındaki gelgitlerde okur tarafından bulunan değerlerde ve yaşanan içselleştirmelerde saklıdır. Kardeşimin Hikayesi ise tam da bu noktada polisiye, aşk, cinai bir roman olmaktan öte bir içsel yolculuktur. Çoğunluk tarafından dikkat çeken ve yorumlanan şey olan katil, cinayet, maktül vb. kriminal unsurlardansa esas elzem olan Ahmet-Mehmet karakterleri arasında yerini bulan gerçek-kurgu seçimleri, mimari ve somut mekanların insan psikolojisine etkileri ve günlük hayatta normal sandığımız insanlarda var olabilen psikolojik cereyanlardır.
Psikanalitik kuram açısından bakacak olursak, Lacancı psikanalize göre erkek, kadın üzerindeki iktidarını yani "fallus"unu penis mahrumiyeti ve yoksunluk reaksiyonuyla sağlatmak ister. Romandaki yoksunluk, maktülün şehvani cazibesi akıllara haz sağlayamama ve yoksunluğunu giderememekten bahseden Lacancı psikanalizi getirir. Ayrıca baba otoritesinin kıskanılması ve kendi cinsinden ebeveyni safdışı etme konusunda çocuğun beslediği saplantıların akıllara Oedipus kompleksini getirdiği, erken yaşta bir travma yaşanıp sonuçlarının nöro-gelişimsel bozukluklar olabileceği otizm rahatsızlığı gibi çağrışımlar kitabın psikolojik boyutlarıdır.
Olumsuz eleştirilerimden de bahsetmek istiyorum kısaca. Kitabın arka kapağında yazan "Muhteşem, mutlaka okuyun, sarsıcı bir yolculuk, sürekli şaşırtıyor." gibi yorumları görünce aklıma "Sanatını o kadar iyi gizlemiş ki atom mikroskobuyla bile görmek olanaksız." ya da "Kitap ayracınızı birinci sayfadan almanız tek kelimeyle imkansız." gibi antitezler geliyor. Arka kapağa böyle yazılar konması benim için bir anlam teşkil etmiyor.
Bir karaktere hem başının üzerinde hale bulunan bir Hristiyan azizesi yakıştırması yapması hem de üzerine Mevlana sözleri atması akıllara yine romanı ticarileştiren bir meta düşüncesini getiriyor. Livaneli maalesef ki bu hataya Edebiyat Mutluluktur kitabında da düşmüştü. Bu maddelerin toplamının bana yansıttığı etkisi ise 10 üzerinden 6 puan olarak gerçekleşti.
Genelde ölü yazarların kitaplarını yüzlerce yıl sonra okuduğumuz için 2013 yılında yayınlanan bu kitabı da 21. yy Türkiyesi ve eğer olursa 22. yy Türkiyesi'nin okuması arasında çok fark olacaktır. Basıldığından 6 yıl sonra okuduğum ve kitabın basıldığı dönemin içinde bizzat yaşayıp o gerçekliklere kendim tanık olduğum için detaysız ve derinliksiz kurgudan aşırı bir zevk alamamamın göstergesi bu da olabilir.
Kardeşimin Hikayesi'nin 325 sayfası sırf bir katili bulmak için değil (keza katilin açıklandığı kısmın yöntemi tam bir fiyaskoydu), karakterlerin yaşadığı içsel yolculuklar, psikolojik saplantılar, detaylandırılamamış mimari öğelerin karakterleri önemlileştirdiği çözümlemeler için okunmalı. Bu konuda da ana karakterin çocukluğunda yaşadığı travma daha derin bir psikolojik buhran şeklinde yansıtılmalıydı. Livaneli, incelememe başladığım magazinvari cümleler ile sürükleyiciliği sağlamaya çalışmış fakat bu da roman içerisindeki zamansal atlamaların ve kurgu içerisindeki geçişlerin içlerinin boş kalmasına neden olmuş.
* Önce gazete ve dergiler aracılığıyla tanıştık, sonrasında radyo ve televizyonla isteğimiz dışında girdiler hayatımıza. Ardından sokaklarda adım başı ışıltılı ve rengarenk panolarla çıktılar karşımıza. Cep telefonlarına gelen mesajlarla da artık hayatımızın kaçınılmaz birer parçası oldular. Şimdi de kitaplarda karşılaşıyoruz şimdi reklamlar cümlesine. Gazete ve dergilerin ucuz, televizyon izlemenin ve radyo dinlemenin ise bedava olması sebebiyle reklamlara yer vermesini anlıyorum; çünkü tek gelirleri bu kalemler. Ama çok satan ve pahalı denilecek bir fiyatla alınan bir kitapta reklamlara yer verilmesini ve kitapların, tüketim toplumu (pazar ekonomisi) oluşturma gayretine aracı edilmesini esefle kınıyorum, ve bunu okuyucuya bir hakaret olarak algılıyorum. Zaten hayatımızın her anında sürekli olarak karşımıza çıkan, soluk alışımıza paralel hızda ve süreklilikte gözümüze gözümüze sokulan reklamlardan gına geldi. Reklamlardan fırsat bulup da rahatça bir film izleyemediğimiz, şarkı dinleyemediğimiz yetmemiş olacak ki, şimdi de sıra kitaplara gelmiş. Satır aralarında verilen marka ve firma isimlerinin çokluğu, kitabı yer yer elimden düşürmeme sebep oldu.
** Ön planında bir cinayetin, arka planında ise geçmişte yaşadığı derin travmalar sebebiyle insanlara uzak, kitaplara yakın münzevi bir hayatı seçen Ahmet Bey'in gizem dolu yaşamının anlatıldığı hikayeyi pek tatmin edici bulamadım maalesef. Bunun en önemli sebebi sanırım hikaye anlatıcısının (Ahmet Bey) dışında diğer karakterlerin kişilik analizlerinin oldukça yüzeysel yapılması, ki Ahmet bey hakkında yapılan analizde de çelişkilerin bulunması. Kitapta da belirtildiği üzere, insanların davranışlarıyla ilgilenmeyi ve onları analiz etmeyi kendine vazife edinen hatta bunun için kendi deyimiyle günlük eğitiminin bir parçası olarak insanın iç dünyasını ve yaşadığı koşulları anlatan kitapları okuyan kahramanımız, karşılaştığı kişilerin karakter analizlerini ve özelliklerini derinlemesine yapmaz. Kahramanın en önemli özelliği insanın davranışlarına yönelik sahip olduğu derin bilgi ve ilgidir denilip bunun her 5-10 sayfada bir okuyucunun gözüne sokulması, bununla da yetinmeyip kahramanı bu yönde binlerce kitap okuyan hatta binlercesini de okumak üzere elinin altında tutan birisi olarak okuyucuya sunulması ama karakterin bu yönde hiçbir analiz yapmamasını bir eksiklik ya da hata olarak görüyorum. Elbette Stefan Zweig gibi derin kişilik tahlilleri beklemiyordum ama şayet kullanılmayacaksa en azından kahramana bu özellikler atfedilmemeliydi. Stefan Zweig, bu tipte bir karakteri kitabında yaratmadan çok önce, yaratacağı kahramanla ilgili sürüyle kitap okumuş, hatta Freud ve Adler gibi kendi döneminin önemli isimleriyle konuşmuş, onların insan davranışları ve psikolojisi üzerine kitaplarını okumuş, hatta ve hatta onlarla mektuplaşmış. Yazarın, kahramanına bu özellikleri giydirmeden önce bu yönde yeterince kitap karıştırdığına inanmıyorum açıkçası.
*** Kitapta beğendiğim güzel şeylerden biri anlatılan şeylere göre belli yazarlara ve eserlerine yapılan ve hedefini bulan isabetli atıflar olmuş. Örneğin, Ahmet Bey'in gazeteci kıza anlattığı kardeşinin hikayesini hep yarıda kesip ertesi güne bırakması, bu şekilde kızı evinde tutması Binbir Gece Masalları'na, bir yanlışlık eseri hapse giren ve niçin bir hücrede tutulduğunu bilmeyen Mehmet'in durumu Franz Kafka'nın Dava'sına, sorgulama sırası gelene kadar gözaltına alınan Ahmet Bey'in durumu Stefan Zweig'in Satranç'ına, gazeteci kızın hala çocukluğundan çıkamaması ve çocukça konuşmaları Tolstoy'un kitaplarında sıklıkla tasvir ettiği küçük kız karakterlerine ve sonu itibariyle de John Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar'ına güzel ve isabetli atıf/göndermeler olmuş.
**** Bir de kapağı var ki, bence kitabın en güzel tarafı kapak seçiminin çok başarılı olması. Kafaları beyaz birer bez parçalarıyla tamamıyla kapalı iki kişinin, bu şekilde birbirini öpmeye çalıştığı resim, kitaba ve içeriğine çok iyi oturmuş kanımca. Bu arada kapak resmi, Belçikalı ünlü ressam René Magritte'in bir tablosuna aitmiş ve hikayesi de yürek burkan bir türdenmiş. René Magritte henüz bir çocukken bir gece sokaktaki gürültüye uyanır ve aşağı iner. Evlerinin önünden geçen nehirde birinin su üzerindeki cesedini görür. Ceset intihar eden annesine aittir ne yazık ki ve giydiği beyaz gecelik bedeninin yukarısına doğru sıyrılmış, yüzünü tamamıyla örtmüştür. Bu trajedi nedeniyle René Magritte tüm tablolarında çizdiği insanların yüzlerini her daim beyaz örtülerle kapatır, tıpkı bu kitap kapağında olduğu gibi.
**** Öte yandan kitap oldukça sürükleyici. Bunu da yarattığı kahramana gizem katarak, gizemin çoğunu kitabın en sonuna saklamak kaydıyla bir kısmını, gazeteci kıza anlatılan hikaye üzerinden parça parça vererek başarmış. Katilin son ana kadar kim olduğunun belli olmadığı, cümle aralarında küçük ipuçları verilerek okuyucunun merak içinde tutulduğu Agatha Christie tarzı sürükleyici ve gizem dolu bir roman olmuş.
**** Dilinin ve anlatımının oldukça basit olması, ağır tasvirlere ve dil oyunlarına çok az yer verilmesi ve bir cinayetin ekseninde sağlanan merak unsuru, kitabın çok ve hızlı okunmasını sağlıyor. Haliyle bir dinlenme molasında, şehirlerarası bir otobüs yolculuğunda ya da bir ağacın gölgesinde verilen soluklanma molasında rahatlıkla bitirilebileceğini düşünüyorum. iyi okumalar...
"Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar" dedim. "Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz!" (kitaptan bir alıntı)
"Denizler ötesine giden kişi yalnızca iklimi değiştirmiş olur, aklını değil."(kitaptan bir alıntı)
B.R.A.CE. 2019 4 βιβλία που στην πρωτότυπη έκδοση τους είναι γραμμένα σε διαφορετική γλώσσα (2/4)
"Ο άνθρωπος που ταξιδεύει στα πέρατα της γης αλλάζει μόνο κλίμα, όχι μυαλό"
Ξεκινάς με έναν φόνο, ο οποίος περνάει στο παρασκήνιο γιατί έρχεται η ιστορία του αδερφού να μας παρασύρει. Κι αρχίζεις κι αναρωτιέσαι...
Ομολογώ πως η αρχή του δεν μου έδωσε καμία ένδειξη για το βιβλίο που επρόκειτο να καταλήξω να διαβάζω. Αναρωτιέσαι για τον δολοφόνο, αναρωτιέσαι για την ιστορία του Μεχμέτ ( ο αδερφός του Αχμέτ, του αφηγητή μας ), αναρωτιέσαι και για το που το πάει. Αλλά κάπου εκεί ανάμεσα γίνεσαι θύμα της αφήγησης και καταλαβαίνεις πως η Σεχραζάτ ξεγέλασε τον Βασιλιά για 1000 και μία νύχτες με τα παραμύθια της!
derinliği olmayan bir kitap. açıkçası her şeye rağmen sonunu getirebildiğim ve kitaplarla dolu o ev için 3 veriyorum. yoksa o kadar kitap okumuş, başından bunca büyük olay geçmiş adamın sığ sığ yorumları ve o pek beklendik son 2yi ancak hak ediyor.
Okuduğum ilk Zülfü Livaneli kitabı. Bunu söylemekten vazgeçmeyeceğim zira ekip okumalarını işte bu yüzden seviyorum. Normalde kişisel okuma planım çok sıkışık olduğu için kısa vadede okuyabileceğim bir kitap değildi. Zaten Zülfü Livaneli okuyacak olsam seçeceğim ilk kitap Serenad olurdu sanırım. Keza bu kitabı bitirdikten sonra onu da okunacaklar listeme ekledim.
Zülfü Livaneli daha çok politik ve sanat olarak da müzisyen kimliğiyle öne çıkmaktadır. Bu sanırım ülkemizde bu politika ve müziğin daha göz önünde olmasıyla ilişkili. Halbuki sanat hayatına yazıyla başlamış birisinin edebi yönünün ön plana çıkmaması çok ilginç. Yönettiği filmlere hiç girmiyorum bile. Benim kişisel bir görüşüm (belki de önyargı) var. Birden fazla işle uğraşan birisi hiçbirini yapmak istediği veya yaptığını düşündüğü kadar güzel yapamaz. Bu nedenle Livaneli'nin edebi kimliğine mesafeli yaklaşmışım bu zamana kadar. Bu kitap bu kalıplaşmış fikri yıktı bende.
Kitap hakkında genel bilgi vermeden önce kitabı tanıtıcı bilgiler de içerebileceğini göz önüne alarak hepsini spoiler içinde vermek istiyorum:
O Livaneli ανήκει στους συγγραφείς που πάντοτε περνούσε σαν όνομα από την αρχική μου σελίδα στο Goodreads και στο bookstagram και πάντα τον προσπερνούσα. Μέγα λάθος τελικά, γιατί “Ο αδερφός μου” ξεπέρασε κάθε προσδοκία μου.
Στο τουρκικό χωριό Ποντίμα, ο φόνος μιας νεαρής γυναίκας ταράζει τα ήσυχα νερά της τουρκικής επαρχίας. Μια νεαρή δημοσιογράφος καταφθάνει από την Κωνσταντινούπολη για να καλύψει το γεγονός και έρχεται σε επαφή με τον πρωταγωνιστή του βιβλίου και γείτονα του θύματος, Αχμέτ, με τον οποίο θα ξεκινήσει μια πολυήμερη (ναι, μάλιστα, πολυήμερη) συζήτηση.
Ακούγεται κουραστικό; Ναι, γιατί είναι. Μέχρι περίπου τη μέση είχα βαρεθεί και σκεφτόμουν να το παρατήσω. Δεν καταλάβαινα προς τι ο τόσος ντόρος για αυτόν τον Livaneli τέλος πάντων. Όμως, η απόφαση να το συνεχίσω τελικά αποδείχθηκε ολόσωστη, γιατί λίγο μετά τη μέση το ενδιαφέρον μετατοπίζεται από την υπόθεση της δολοφονίας σε κάτι άλλο και η ιστορία παίρνει πια μπρος.
Ο Αχμέτ Αρσλάν είναι από τους πιο παράξενους λογοτεχνικούς ήρωες που έχω συναντήσει ποτέ. Πρόκειται για έναν συνταξιούχο πολιτικό μηχανικό, ο οποίος αποζητά την απομόνωση, αποφεύγει με κάθε τρόπο το ανθρώπινο άγγιγμα, απαντάει κυριολεκτικά και με ωμή ειλικρίνεια σε κάθε ερώτηση που του κάνουν και φέρνει πολύ συχνά τους γύρω του σε δύσκολη θέση.
Αυτός ο ασυνήθιστος χαρακτήρας σε συνδυασμό με τον πυκνό λόγο και την αξιοθαύμαστη αφηγηματική μαεστρία του Livaneli, κατάφερε να ικανοποιήσει τις προσδοκίες που όλοι λίγο πολύ έχουμε ως αναγνώστες από τις ιστορίες που τους χαρίζουμε τον χρόνο μας: μαγεύει, πλανεύει και δεν ικανοποιεί την περιέργεια παρά μόνο στις τελευταίες σελίδες, στις οποίες και μας αφήνει να αναρωτιόμαστε “τι ήταν αυτό που μόλις διάβασα;”.
Ανήκει στα βιβλία που δε μπορείς να πεις πολλά γι’ αυτό χωρίς να καταστρέψεις τη μαγεία της ανακάλυψης στον επόμενο πιθανό αναγνώστη του, γι’ αυτό κι εγώ θα σταματήσω κάπου εδώ και το μόνο που θα σας πω είναι ότι αν τύχει και βρεθεί μπροστά σας, μην το αγνοήσετε.
Zülfü livaneli yine zaman zaman didaktik olabilen üslubuyla Sovyetler Birligi'nin çöküşü ve insanlarin drami, yalnizlik, yeni nesilin kitaplara ilgisizligi ve insani duygular uzerine güzel bir roman yazmis. okudugum diğer kitaplarindan (özellikle Serenad'a kiyasla) daha başarılı buldum diyebilirim. sonu ilginçti ancak kitabin baslangiciyla bitisi arasinda bir bag kuramadim. Yani,spoiler vermeden yazacak olursam, kitabin basinda islenen cinayet ile sonunda ogrendigimiz katilin kimligi hakkinda, bize kitabin akisi icerisinde dogru düzgun hiç ipucu verilmemesi, cinayetin işlenmesiyle alakali motivasyonlarin derinlemesine anlatilmamis olmasi, kitabın sonunun biraz havada kalmis izlenimini oluşturdu. okumasi keyifli akici bir kitapti. keşke duygular (ve duygu yoksunlugu durumu) biraz daha detayli anlatilmis olsaydi..
Kitabin sonunu tamamen olmasa da ana karakterle ilgili kısımları tahmin ettigimi ve bu işin tadını bozmasa da ne kadar anlamlı olduğunu sorgulamami sagladi.
Cinayet icin Podima'ya gelen bir muhabirle tanisan Ahmet Arslan'ı ve on planda anlattigi masallarla büyülü hale getirdigi hikayesiyle arka tarafta soruşturmayı izliyoruz.
Aradaki yas farki cok gereksizdi. Resimlerde hic gözükmemesi zaten bir hayali kardesi akla getiriyor. Hikayeti anlatirkenki söylemleri kendi yaşasa da insan boyle anlatamaz dedigi icin sonunda olusan durumu kitabin ortasından itibaren belirtiyor.
En ilginç kısım bence karar kısmında okuduklarimizdi. Herkesin ölümün ardından verdiği tepkilerde..
Personally, it is very good story. The story starts at one desolate village; with strange engineer- Mehmet, who lived alone and one murder story. But when the Mehmet’s reel story begins, the book is breathtakingly. Fantastic fiction quite escapist and Livaneli's common expression. One of the best stories I've ever read. It is so impressive. I highly recommended.
Livaneli okumayı çok severim, şimdiye kadar okumuş olduğum diğer 3 kitabını da keyifle bitirmiştim. Kardeşimin Hikayesi yazardan favorim oldu. İç içe geçmiş zekice kurgusuyla, İstanbul’dan Minsk’e uzanan bir hayat hikayesiyle yazarın kurgu yeteneğine hayran kalmış olabilirim.
Sonunu hem tahmin ettim hem edemedim açık söylemek gerekirse; bir şey vardı ki evet itiraf ediyorum onu hiç beklemiyordum. Fakat bir yerden sonra burada belirtemediğim konu hakkında ‘Acaba olabilir mi böyle bir şey?’ diye sormaya başladım kendime. Buna rağmen yazar yine ters köşe yaptı ve beni yarı yarıya şaşırttı. İç içe geçmiş kurguya sahip romanları çok sevdiğimden mi yoksa böyle güçlü aşk hikayelerine sık rastlamadığımdan mı bilmiyorum şu an için favori Livaneli kitabım oldu. O ünlü Serenad’ı da okuyup favorim değişecek mi göreceğim.
Aklınızda bulunsun kitap okuyamama durumuna girerseniz eğer bu kitabı alın elinize çünkü bitirmeden uykular haram olacak size bunun garantisini veriyorum, tavsiyemdir👌🏻
Çok iyiydi. Ekstra ne demeliyim bilmiyorum. Geçmişteki yaşanmışlıklarla, bugün başka birine anlatım arası hiç bozmuyor akıcılığı yazar. Sonu şaşırtıcı, hatta inanmakta güçlük çektim bir süre. Livaneli eserleri farklı gerçekten.
Livaneli'nin kaleminden okuduğum ikinci kitabını ilk okuduğum Serenad'a göre daha az beğendim.Henüz ikinci kitabıyla bu yargıya varmam tuhaf ama belki de ilk okuduğum için de en çok Serenad'ı seveceğim. Bu kitabı hakkında yorumlara baktığımda ya bir kısmın çok beğendiğini, yada bir kısmın hiç beğenmediğini gördüm.Ortası yok mudur diye düşünürken ben de ne mükemmel buldum ne de çok fazla eksik. Kitaba Ahmet karakterinin bir cinayetin ardından zerre heyecan barındırmayan hislerini okuyarak başlıyoruz. Onun bu vurdumduymaz halleri bana Albert Camus'un ünlü eseri Yabancı'nın ana karakterini hatırlattı. Daha sonrasında Ahmet'in hayatına kısa süreliğine gazeteci bir kız dahil olarak cinayetin arka planını öğrenmeye çalışıyor. İlk başta Arzu'nun cinayeti merak konusuyken daha sonrasında Ahmet'in insanlara dokunmayacak kadar neler yaşadığı, bahsettiği ikizi olan kardeşi Mehmet'in nasıl bir acıdan muzdarip olduğu daha büyük bir meraka yön vererek cinayet olayını arka planda bırakıyor. Yazarın kalemini yine çok beğendim. Konuşma cümlelerinde pek betimleme kullanmasa bile paragraflarca Ahmet'in iç sesini okusak da sıkılmıyoruz. Tabii ki en çok merak ettiğim kısım Mehmet'in sevgilisi Olga ile yaşadıklarıydı ama gerçekler ortaya çıkınca onu böylesine mahveden, kara sevdadan bir çukura gömen aslında Olga'ya olan aşkı değil; bu aşkın yan etkilerinin zararları oluyor. O yüzden bu karasevdanın bu kadar direkt Olga'yla eşleşmesini eksik buldum. Ayrıca Mehmet'in başına gelenlerin arka planında kimin parmağının olduğunu ufaktan tahmin etmiştim. Beni en çok şaşırtan da kitabın sonunun beklenmedik sonuydu. O sonu tahmin etmek için sanırım çok dikkatli okumak bile yetersiz kalırdı çünkü yazar tüm kitabı bunu hiç hissettirmeden yazmış.Gözümde mükemmel bir roman olmasa da elimden bırakmadan, kurgusunu ve yazarın kalemini çok beğenerek okuduğum bir kitaptı.Ayrıca yazarın kendi kişisel görüşlerini karakterler üzerinden yansıtma gibi bir eyleme bu kitapta girişmediğini görünce daha çok beğendim.Okumanızı öneririm.
Kitaba başlarken özellikle yaş farkı dolayısıyla bir antipati beslemiştim ( küçükken empoze edilen önyargılara selam olsun) ama hikaye ilerledikçe olayların bu iki kişi arasındaki aşktan daha farklı gelişeceğini tahmin ettim. Nitekim yanılmadım, özellikle sonunda çok şaşırdığımı itiraf ediyorum iki kere "Aaaa!" sesi yükselince annem "Ne oluyor?" dedi içeriden :D Mutlu son değildi aksine çok etkileyici bir trajedi. Dili çok akıcı ve sade hiç sıkılmadım okurken. Saygı duyduğum insanlardan birinin kitabı ve hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
Kitabı ikinci kez okuyorum. İlkinde bir günde başından hiç kalkmadan bitirmiştim. Şimdi 3 gündür elimde sürünüyor artık bitireyim dedim ve bitirdim. Olayı çözüme götürecek detaylardan sadece ikisini hatırlayabildiğim için yine fazlasıyla şaşırtıcı oldu benim için.
Πάει λίγος καιρός από τότε που ανακάλυψα λογοτεχνικά τον Ζουλφί Λιβανελί και κάθε φορά που θα διαβάσω κάποιο βιβλίο του πραγματικά εντυπωσιάζομαι με το γράψιμο του και τον λυρισμό στο λόγο αυτού του σπουδαίου φιλέλληνα συγγραφέα. Όλοι λένε ότι η ιστορία του αδελφού μου είναι το πιο ολοκληρωμένο και ώριμο έργο του και παρόλο που δε σας κρύβω ότι υποδέχτηκα την αρχή του βιβλίου με κάπως χλιαρά συναισθήματα τελικά έχοντας το ολοκληρώσει νομίζω θα συμφωνήσω με την πλειοψηφία των αναγνωστών. Και σε αυτό το κείμενο του συγγραφέα νομίζω φαίνεται η μαεστρία με την οποία παντρεύει τις μουσικές καταβολές του με την λογοτεχνία. Το προφίλ του κεντρικού ήρωα έχει δουλευτεί δίνοντας προσοχή και στην παραμικρή λεπτομέρεια συνθέτοντας ένα βασικό χαρακτήρα ο οποίος κινείται μοναδικά στο χώρο και χρόνο του βιβλίου δημιουργώντας μια καταπληκτική και ανατρεπτική πλοκή που αφήνει τον αναγνώστη με κομμένη την ανάσα. Μέσα από ένα κείμενο αρμονικά δεμένο και καλοδουλεμένο ο συγγραφέας κάνει μια αξιόλογη προσπάθεια να βαδίσει στα δύσβατα μονοπάτια της ανθρώπινης ψυχής τα οποία έχουν ως αφετηρία τους τον έρωτα. Από αυτή την άποψη είναι πολύ επικίνδυνος ο έρωτας. Είναι καθώς ο άνθρωπος χάνει τη θέληση του Αρχίζει να σε κατευθύνει εκείνος. Ξεστρατίζει ο νους αδυνατείς να σκεφτείς λογικά. Το να ερωτευτείς σημαίνει να βαδίζεις στο χείλος του γκρεμού με κλειστά μάτια. Δεν ξέρεις ποτέ τι θα σου συμβεί. Μπορεί το τέλος να είναι θάνατος, έγκλημα, αυτοκτονία.
Της είπα ότι στην πραγματικότητα δε μου αρέσει ή λέξη έρωτας μιας και εχει καταντήσει εργαλείο προώθησης εμπορευμάτων. Με ρωτησε ποια λέξη θα χρησιμοποιούσα εγώ. Σεβντάς!! Αυτό είναι το όνομα του συναισθήματος που βάζει τον άνθρωπο να κάνει τα πιο τρελά πράγματα. Ο σεβντάς είναι διαφορετικός από τον έρωτα. Ο κίνδυνος βρίσκεται στο σεβντά. Μέσα από τι αφηγήσεις του ήρωα και δανειζόμενος τεχνικές από τις χίλιες και μια νύχτες τοποθετώντας στη θέση της Σεχραζαντ τον ήρωα του Αχμέτ Ο Λιβανελί εμβαθύνει στα πιο απόκρυφα σημεία της ανθρώπινης ύπαρξης, μας μιλάει για τη δύναμη της αγάπης που μπορεί να καταλήξει καταστροφική έτοιμη να κυριεύσει το σώμα και το νου αλλά και την ίδια στιγμή να μας εξυψώσει και να μας ολοκληρώσει ανεξάρτητα από την μορφή της. Συγκινητικό, καθηλωτικό και ανατρεπτικό. Σπεύσατε
YΓ αγαπημένοquote από το βιβλίο
Ξέχνα το παρελθόν Βάλτο σε μια άκρη Άνοιξε μια νέα σελίδα Σώσε την ύπαρξη σου από το χτες Γίνε παιδί του σήμερα Γίνε νέος, σοφός, χαμογελαστός Μην εγκαταλείπεις το παρόν, προσπάθησε Μην εγκαταλείπεις αυτή τη μέρα Που εκτείνεται μέχρι το άπειρο
livanelinin duygulara, insana, unutmaya ve hatirlamaya dair yazdiklarina bayildim. klasik livaneli edebiyatina ek bir de psikolojik gerilim de katilmis bu sefer corbaya ve sonuc harika olmus. bircok yerde derinlemesine dusundurten anektodlar vardi. ask, unutmak ve vejeteryanlikla ilgili kisimlariysa ozellikle aklima kazindi.
livaneli kitaplarinin ne kdr akici oldugunu bilsem de bunu neden bu denli geciktirdim okumayi bilmiyorum. kucuk bi detay var aklima takilan. uzun zmndir kitaplikta baka baka sanirim kapak fotografinin bana cagristirdiklari ve kendimce kitaba yukledigim anlam ve konu ile okuduklarim birbiriyle hic alakali degildi. tabii muhim degil kitap muazzamdi ama nacizane kapak fotografi ve kitabin konusu arasindaki -bence- uyumsuzluktan da bi kisaca bahsetmek istedim sadece.
Üzərində biraz daha işlənsəydi, çox gözəl kitab ola bilərdi təəssüratı yaratdı. Amma indi olduğu formasında, roman bəzən bir qədər bayağı, sujet xətti isə asan təxmin edilə bilən idi. Bütün bunlara rəğmən, kitab sürətli və axıcı oxunan idi və ümumilikdə marağımı çəkməyi bacardı. Əlavə olaraq, böyük bir hissəsini təyyarədə və yolda oxuduğum üçün kitab məndə həmişəlik səyahət ab-havası yaradacaq.
Okuduğum ilk Zülfü Livaneli kitabı sanırım; Beklediğimden farklıydı. Ben daha düz bir hikaye beklerken kurgunun oldukça hareketli başlayıp sayfalar boyunca temponun düşmemesi beni şaşırttı diyebilirim.
Evet Zülfü Livaneli'ye edebi bağlamda ön yargılarım vardı. Vardı diyorum zira bu kitapla o ön yargılarımdan büyük ölçüde kurtuduğumu söyleyebilirim. Anladım ki kişinin bireysel yaşamındaki duruşu ile yazdıkları arasında bağlantı olmadan da bir şeyler kaleme alınabiliyormuş.
Buradan sonrası kitaba dair ip uçları içeriyor:
Zaman bulursam bir başka Zülfü Livaneli kitabı daha okuyup kalemine, yazım tekniğine daha aşina olup daha detaylı tanışmayı istiyorum. İlk tanışma için 3 yıldız, gerisi ya nasip.
Okuduğum ilk zülfü livaneli kitabı için iyi bir seçim oldu.Dil oldukça sade ve akıcıydı.Kitap ilgi çekici ve çok sürükleyici merakla sayfaları ardı ardına çevirttirdi.Çok sağlam bir kurgusu var içinde aşk,felsefe,gizem,cinayet her şeyi barındırıyor daha ne olsun.İlk başlarda sıradan bir polisiye sandım ama ilerledikçe hem kardeşinin hem de cinayetin hikayesinin ilginç ve özgün olduğunu anladım o son sayfalar ters köşe üstüne ters köşe yaptı.Tek kötü yanı bu kadar kısa olması "biraz daha olsa keşke"dedirtiyor.Kesinlikle ve kesinlikle herkese tavsiye ederim.Kitaba başlamadan önce yapmanız gereken işler olmadığından emin olun. "Hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: Unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan hayatını sürdüremez. "
Bu arada Kapak resmi Belçikalı ünlü ressam René Magritte'in bir tablosuna aitmiş.Resmin de güzel bir hikayesi var Belçika'nın Chatelet kentinden geçen Sanbre nehrinin kıyısındaki evlerden birinde küçük bir çocuk yaşamaktadır. Bu küçük çocuk bir gece uyurken gelen sesler üzerine dışarıda bir kalabalığın, ellerinde meşaleler ile nehir boyunca yürümekte olduğunu görür. Herkes telaş içinde nehire doğru bağırmakta, bir şey aramaktadır. Küçük çocuk ne olduğunu merak ederek kalabalığa doğru yöneldiğinde bir kadının nehre atlayarak intihar etmiş olduğunu öğrenir. Ve o kadın ne yazık ki kendi annesidir. Çocuk, annesinin cesedini geceliği yukarı doğru sıyrılmış olarak yüzünü örtmüş şekilde görür. İşte o küçük çocuk Rene Magritte'dir. Ve çizdiği tablolarda yüzleri bezlerle örtülü insanlar çizmesinin nedeni de annesinin o son halinin gözlerinin önünden gitmemesidir.
Kardeşimin Hikayesi, Zülfü Livaneli'nin (tipik) akıcı ve yalın diliyle yazdığı, ilginç karakterlerle bezenmiş, fazlasıyla merak uyandıran bir hikayeye sahip, dolayısıyla çok hızlı ve kolay okunabilen bir romanı olmuş. İçinde pek çok güzel cümleler ve çarpıcı, düşündürücü tespitler ve hikaye içinde hikayeler var. Mitoloji, felsefe ve edebiyata dair ayrıntılar okuyucuya sevimlilikle göz kırpıyor. Okunmalı.
Yine de anlatımın fazla sade olması bana biraz 'yavan' tat vermedi değil. Bir süre sonra hikayenin sonunun tahmin edilebilir olması, bazı karakterlerin abartılı davranışları ve kitabın sona eriş tarzı biraz canımı sıkmadı değil.
Zülfü Livaneli’nin sürprizlere doyamadığı bir diğer kitabı. Emekli inşaat mühendisi meslektaşım hikayenin ana karakteri ve oldukça takıntılı, titiz birisi. Hikaye üstünde gelişiyor gelişiyor.... en sonunda insanı çok şaşırtan, biraz hüzünlendiren, çokça okuduğu geçmiş sayfaları düşünmeye teşvik eden olaylar oluyor. Çok beğendim. Livaneli’nin yazılarında bir sınıf daha atladığı, okunması gereken bir roman.
Ο Zülfü Livaneli, διάσημος Τούρκος μουσικοσυνθέτης, έγινε γνωστός στη χώρα μας -κυρίως- μέσα από το συγγραφικό του έργο. Η "Σερενάτα" του, ίσως είναι το πιο δημοφιλές και αγαπημένο, από το κοινό, βιβλίο του, και όχι άδικα, αφού προσωπικά θεωρώ πως είναι η καλύτερη και πιο ολοκληρωμένη, συγγραφικά, δουλειά του. Όμως και "Η ιστορία του αδερφού μου" είναι ένα έργο του το οποίο αξίζει την προσοχή μας, όντας πολύ διαφορετικό από τα υπόλοιπα βιβλία του, αφού δεν ασχολείται με ιστορικά γεγονότα, αλλά με ιδιαίτερα πετυχημένο τρόπο στοχεύει στο να εμβαθύνει και να καταδυθεί στα άδυτα της ανθρώπινης ψυχολογίας και ψυχοσύνθεσης, προσφέροντας τελικά στους αναγνώστες μια εμπειρία δυνατή και έντονη.
Βρισκόμαστε στο χωριό Ποντίμα, μια δύσβατη και απομονωμένη περιοχή κοντά στην Κωνσταντινούπολη, η ηρεμία της οποίας διαταράσσεται εξαιτίας μιας δολοφονίας. Θύμα, μια νεαρή γυναίκα. Ο θάνατός της θα προκαλέσει την περιέργεια μιας νέας και δυναμικής δημοσιογράφου, η οποία θα καταφύγει στο χωριό που συντελέστηκε το δράμα προκειμένου να ανακαλύψει τα πραγματικά αίτια που οδήγησαν στο να κοπεί το νήμα της ζωής του θύματος. Εκεί θα γνωρίσει τον γείτονά της δολοφονημένης γυναίκας, τον συνταξιούχο πολιτικό µηχανικό Αχμέτ Αρσλάν, ο οποίος ζει μια μοναχική ζωή συντροφιά μονάχα με τα βιβλία του και τον σκύλο του, Κέρβερο. Και μέχρι να αποκαλυφθεί η αλήθεια πίσω από την μοιραία δολοφονία της νεαρής γυναίκας, ο Αχμέτ αφηγείται στη δημοσιογράφο διάφορες ιστορίες, και ανάμεσα σε αυτές, την καταστροφική ιστορία αγάπης του αδερφού του.
Η φαντασία και η πραγματικότητα φλερτάρουν στο μυθιστόρημα αυτό του Livaneli, οδηγώντας σε ένα επικίνδυνο παιχνίδι ανάμεσα στο μυαλό και στην καρδιά, την λογική και το συναίσθημα, στοιχεία διαφορετικά και παράταιρα, που από καταβολές κόσμου, είναι καταδικασμένα σε μία σύγκρουση όπου όποιο κι αν κερδίσει, δεν γίνεται να μην υπάρξουν απώλειες. Χωρίς περιττές φλυαρίες ή άσκοπες περιγραφές, ο συγγραφέας στοχεύει στην ουσία των πραγμάτων και κυρίως, στην ουσία των συναισθημάτων και στα βαθύτερα ένστικτα που κατευθύνουν αυτά, οδηγώντας τον άνθρωπο είτε στην ολοκληρωτική ανύψωση, είτε στην πλήρη καταστροφή. Το ψυχολογικό προφίλ του ήρωα χτίζεται με περισσή λεπτομέρεια, και η ψυχοσυναισθηματική ανάλυσή του είναι δουλεμένη με τρόπο μοναδικό που προβληματίζει τον αναγνώστη και τον οδηγεί σε μια βαθύτερη ενδοσκόπηση, ακόμα και του ίδιου του εαυτού του.
Δανειζόμενος μια αφηγηματική τεχνική που θυμίζει πολύ τις "Χίλιες και μια νύχτες", ο Livaneli αντικαθιστά την Σεχραζάτ με τον Αχμέτ, παντρεύοντας την παράδοση της Ανατολικής αφήγησης με την σύγχρονη Δυτική, δημιουργώντας ένα κράμα ιδιαίτερο και αξιοπρόσεχτο, που αξίζει να μελετηθεί και να αναλυθεί μέσω ποικίλων οπτικών πρισμάτων. Προσπαθεί να εξηγήσει τα ανθρώπινα συναισθήματα, αλλά και να κατανοήσει την πραγματικότητα τς ίδιας της ανθρώπινης ύπαρξης, είτε αυτό οδηγείται σε αποφάσεις λογικής, είτε σε αποφάσεις καρδιάς. Και μέσα από ένα μεστό και σφιχτό κείμενο, καταφέρνει να προβληματίσει, να συγκινήσει, αλλά και να προκαλέσει συναισθηματικές και ψυχολογικές εντάσεις στον αναγνώστη οι οποίες, ωστόσο, δίνονται μέσα από ένα άκρως ισορροπημένο πλαίσιο που αποφεύγει τις υπερβολές.
Εν κατακλείδι, μπορούμε να πούμε χωρίς αμφιβολία πως ο Zülfü Livaneli αποτελεί μία από τις πιο ιδιαίτερες και ενδιαφέρουσες, σύγχρονες λογοτεχνικές πένες. Κάθε του βιβλίο είναι και ένα νέο ταξίδι και στην προκειμένη, το ταξίδι αυτό είναι αρκετά διαφορετικό απ' ότι μας έχει συνηθίσει και, τελικά, γι' αυτό αποδεικνύεται και τόσο ενδιαφέρον. "Η ιστορία του αδερφού μου" καταφέρνει να μας κάνει να γελάσουμε, να συγκινηθούμε, αλλά την ίδια ώρα, καταφέρνει να μας προβληματίζει και να σκεφτούμε πιο βαθιά και πιο ουσιαστικά έννοιες όπως είναι η λογική, η αφοσίωση, η αγάπη, που μπορεί να μας ολοκληρώσει και την ίδια στιγμή, μπορεί να μας καταστρέψει ολοκληρωτικά και ανεπανόρθωτα, σημαδεύοντας την ψυχή και την συνείδησή μας, και αλλάζοντάς μας για πάντα.
One of those books that leaves me a little confused, with no clear idea of whether I like it or not. The story told by the author is quite... quiet, without much intensity, in a simple way of writing without a lot of literary ornaments. What I can say is that reading this book is definitely enjoyable, with the interaction between the main characters creating interesting moments and in many cases excerpts that have something special, especially when the author is trying to talk about things that are not directly related with the story. Reading more and reaching the main theme of the book I found that the story makes a nice turn, with interesting references to the past, which make these particular features of the book even more intense and when the big upheaval comes I think the reading is completed very satisfactorily. It will definitely not be the only book of the author I will read.
Ένα από αυτά τα βιβλία που με αφήνουν λίγο μπερδεμένο, χωρίς σαφή άποψη για το αν μου αρέσουν ή όχι. Η ιστορία που αφηγείται ο συγγραφέας είναι αρκετά ήσυχη, χωρίς πολύ ένταση, με έναν τρόπο γραφής απλό χωρίς πολλά λογοτεχνικά στολίδια. Αυτό που μπορώ να πω είναι ότι η ανάγνωση αυτού του βιβλίου είναι σίγουρα ευχάριστη, με την αλληλεπίδραση ανάμεσα στους βασικούς χαρακτήρες να δημιουργεί ενδιαφέρουσες στιγμές και σε πολλές περιπτώσεις αποσπάσματα που έχουν κάτι ιδιαίτερο, Ειδικά όταν ο συγγραφέας Προσπαθεί να μιλήσει για πράγματα που δεν σχετίζονται άμεσα με την ιστορία. Διαβάζοντας περισσότερο και φτάνοντας στο κύριο θέμα του βιβλίου διαπίστωσα ότι η ιστορία κάνει μία ωραία στροφή, με ενδιαφέρουσες αναφορές στο παρελθόν, που κάνουν αυτά τα ιδιαίτερα χαρακτηριστικά του βιβλίου ακόμα πιο έντονα και όταν στο τέλος έρχεται η μεγάλη ανατροπή νομίζω ότι ολοκληρώνεται η ανάγνωση πολύ ικανοποιητικά. Σίγουρα δεν θα είναι το μοναδικό βιβλίο του συγγραφέα που θα διαβάσω.
Uzun zamandır hiç bir kitaptan bu derece etkilenmemiştim. Zülfü Livaneli'nin bütün kitaplarını çok seviyorum ama bu kitap bambaşka. Uzun yıllar unutmayacağım bu hikayeyi. Zülfü Livaneli'nin anlatımı ve kurguyu işlemedeki ustalığı hakkında ne desem eksik kalır. Türk Edebiyatı ve okuyucuları böyle ustalara minnettar.🙏
Bu kitapla ilgili olumsuz yorum yapan arkadaşlarımın nedenlerini hiçbir zaman anlayamayacağım. Olaya bir klişe deyip geçmek ya da ben sonunu daha önceden tahmin etmiştim demek bu kitabı sıradanlastırmaz ve kötü yapmaz. Usta bir yazar, çok bilindik bir hikayeyi özgün bir şekilde anlatarak çok farklı bir yere taşıyabilir örneğin. Ben bu romanda Livaneli'nin farkını çok derinden hissedenlerdenim. Ayrıca bu hikayenin sonunu doğru tahmin edebilen okuyucu oranının %10'u geçtiğini sanmıyorum 😊