Eve dönünce, internetin başına oturup gazeteleri taramaya başladım. Bulduklarım fazla bir şey ifade etmiyordu. Gül'ün gerçek adı Yusuf Seçkin'di. Karadenizliydi. Demke ki, Şükrü pembe beyaz derken sarışınlığını kastediyordu. Çocuk yaşta travesti olması dikkat çekiciydi. Ahlak, milli değerler falan elden gidiyordu. Kötü örneklere özenen çocuklar işte böyle oluyordu. -Bunu yazan gazetenin sitesini en kısa zamanda çökertmeye kara verdim. Bu ölüm haberinden bu çıkarsamayı yapan gazeteciyi de, editörü de yatırıp dövmek gerekirdi.- Zekâsı ve azmiyle, vahşice işlenen seri cinayetlerin üstesinden gelen kahramanımız, eğitimli, kültürlü, sanattan anlayan, yaşamdan zevk almayı bilen, tutkulu bakımlı, gerektiğinde 'aslan gibi delikanlı' bir travesti..
Mehmet Murat Somer was born in Ankara in 1959. After graduating from university, he worked for a short time as an engineer, and for an extended period as a banker. Since 1994, he has been a management consultant, conducting corporate seminars on management skills and personal development. When not working out in the hammam, he writes books in the Hop-Ciki-Yaya series, of which there are now 6.
Hop-Çiki-Yaya serisinin ilk kitabı olan Peygamber Cinayetleri, hem yazılımcı hem de gece kulübü sahibi travesti Burçak’ın detektifliğe soyunduğu ve odağına da transseksüel cinayetlerini aldığı polisiye bir roman. Öncelikle şunu söyleyebilirim ki romanın genel atmosferi çok başarılı. Belki de çoğu okuyucunun bilmediği bir dünyada geçen hikaye transseksüellere ait bazıları şaşırtan, bazıları tebessüm ettiren onlarca şahane detayla dolu. LGBTİ+ bireylerin başta edebiyat olmak üzere tüm sanat dallarında görünürlüğünün artması adına roman da serinin kendisi de bence çok kıymetli. Bunun dışında hikayenin polisiye kısmının belki de ilk roman olmasından ötürü biraz basit olduğunu ve finalin de aceleye geldiğini düşünüyorum.
Sesli kitap olarak dinledim. Somer çok ilginç bir karakter yaratmış, daha önce baş karakteri gay olan polisiyeler okumuş/ izlemiştim ama bir travesti dedektif herhalde dünya literatüründe Burçak'tan başka yoktur. Baş karakterimiz oldukça sofistike, camp culture dediğimiz şeye cuk oturan gündüz bilgisayar programcısı, gece travesti bar işleten bir travesti. Ajda Pekkan ve Audrey Hepburn'ü pek seviyor. Bir de kitaptaki favori karakterim drag queen Ponpon var, herkese lazım bir dost. Bence tam olarak Seyfi Dursunoğlu/ Huysuz Virjin baz alınarak yaratılmış, keşke bana da gelip şöyle halıları yorganları kaldırsa bir de yemek yapsa, pek makbule geçer. Neyse konumuza dönersek, gerçek adı peygamber ismi olan travestiler tıpkı peygamberlerin öldüğü biçimde cinayetlere kurban gitmektedirler. Birisinden şüphelenen Burçak onun peşine düşer ve olaylar gelişir. Neyi sevdim? Hikaye tahmin edilebilir olsa da sürükleyiciydi, polisiyelerde bunu severim. Yazar belli ki travesti dünyasını epey araştırmış, çok emek vermiş bu konuda, o evreni (evren diyeceğim çünkü hiç bilmediğim bir dünya) bize de çok ince tariflemiş. Travestilerin sadece bir seks objesi olarak görülmesi, toplum içinde gündüz vakti, "işe çıkmamışken" dahi taciz edilmeleri toplumsal görünürlükleri açısından nokta atışı olmuş. Yer yer esprilere başa aldım çok da güldüm. Karakterler derin, hikaye kurulumu var. Yazar öyküsü üzerine düşünmüş, çok sinematografik bir anlatımı var. Neyi sevmedim? İşte tam bu sinematografik anlatım bazen öyle detaylanıyor ki bunu niye yazmış diye sormadan edemiyoruz. Sonlara doğru ise bazı önemli detaylar atlanıyor; mesela başlarda Cengiz'in evindeki bardağın rengine kadar tarif edilirken, sonlarda Cengiz'den yazlığın anahtarı nasıl alınmış falan hep es geçiliyor. Sonu çok aceleye getirilmiş bir deus ex machina örneğiydi, sonunu farklı hayal etmiştim. Bir de bu benim özel sebebim, cinselliğin bu kadar çiğ bir şekilde anlatılması ne sinemada ne edebiyatta hoşuma gidiyor, ama bu da yazarın özel seçimidir. Bu seriden birkaç kitap daha var, kesinlikle okur ya da dinlerim, tüm bu saydıklarıma rağmen Somer'in tarzını sevdim.
Ένα πτώμα τραβεστί που αναγγέλεται στην τρίτη σελίδα μιας εφημερίδας τραβάει την προσοχή του πρωταγωνιστή των ιστοριών του Μεχμέτ Μουράτ Σομέρ, μόνο και μόνο για να αρχίσει να ανακαλύπτει κι άλλες τέτοιες ειδήσεις, που καταλήγουν σε μια αλυσίδα φόνων από τον ίδιο serial killer! Τραβεστί που τα αντρικά τους ονόματα είναι τα ονόματα των προφητών που αναφέρονται στο Κοράνι τραβούν την προσοχή του δολοφόνου και σκοτώνονται ακριβώς με τον τρόπο που αναγράφεται στο βιβλίο αυτό! Η δεύτερη ιστορία του τραβεστί-ντετέκτιβ είναι εδώ!
Ο ανώνυμος αφηγητής της ιστορίας είναι ένας γοητευτικός προγραμματιστής υπολογιστών το πρωί και μια πανέμορφη, προκλητική τραβεστί το βράδυ, με δικό της gay club και αυστηρούς κανόνες και για τους πελάτες και για τα «κορίτσια» της. Έχει ολοκληρωμένη και συγκροτημένη προσωπικότητα κι όσο αθώο τον βλέπεις τόσο καλά μπορεί να σε εξοντώσει στο δευτερόλεπτο χάρη στις πολεμικές τέχνες που γνωρίζει! Κι όλα αυτά στην Κωνσταντινούπολη, την ουσιαστική πρωτεύουσα της Τουρκίας, με τον μουσουλμανικό νόμο πάνω από τα κεφάλια όλων των πολιτών της. Το κείμενο, χωρίς να γίνεται πουθενά χυδαίο, περιγράφει με ωμότητα τις συνήθειες και τα σεξουαλικά ενδιαφέροντα ευυπόληπτων κατά τα άλλα, παντρεμένων και διάσημων αντρών της Πόλης. Ο πρωταγωνιστής μάλιστα έχει καταπληκτικές και διορατικές παρατηρήσεις πάνω στο αντρικό φύλο και τα βίτσια που ικανοποιούν την ερωτική λίμπιντο.
Σε αυτό το μυθιστόρημα, η Πονπόν, με το βαπτιστικό όνομα Ζαχαρίας, από φόβο ότι θα είναι η επόμενη στη λίστα του δολοφόνου, συγκατοικεί με τον πρωταγωνιστή μας, δημιουργώντας του έναν πονοκέφαλο άνευ προηγουμένου. Η δεύτερη παράξενη συναναστροφή είναι η εκλεπτυσμένη, με περίεργη φωνή και αρκετά «κραγμένη» τραβεστί Γκιονούλ και η κορυφαία είναι ο παράλυτος, απομονωμένος, κομπιουτεράς Κεμάλ, με τον οποίο ο ντετέκτιβ έχει τις πιο σοκαριστικές και δυνατές σκηνές του μυθιστορήματος. Φανταστείτε έναν άνθρωπο, πανέξυπνο, ιδιοφυία στους υπολογιστές, καθηλωμένο σε αναπηρικό καρότσι και άσχημο εμφανισιακά, επομένως όλα του τα βίτσια και οι κρυφές επιθυμίες να ξεχειλίζουν από το σώμα του. Και αυτός ο άνθρωπος να έρχεται σε ιδιότυπες συνεργασίες με τον αφηγητή μας, ο οποίος τον χρειάζεται για να λύσει την υπόθεση. Η ανθρωπιά και η ερωτική βία κορυφώνονται ταυτόχρονα στις συναντήσεις τους!
Ως προς το αστυνομικό κομμάτι, η εξέλιξη της πλοκής είναι κλιμακούμενη. Ποιος είναι ο κατά συρροήν δολοφόνος που σκοτώνει ανυποψίαστες και αθώες τραβεστί; Τι πρεσβεύει; Τι κάνει στην καθημερινή του ζωή; Γιατί ο αφηγητής πάει γυρεύοντας; Είναι όντως ένοχος αυτός που υποψιάζεται ο ντετέκτιβ-τραβεστί; (μα ακόμη παραμένει ανώνυμος;). Η ιστορία κλιμακώνεται στην τουριστική Αλικαρνασσό, με μια αξέχαστη σκηνή και μια μεγάλη αποκάλυψη. Ο πρωταγωνιστής είναι πολύ διαφορετικός από όσους «ντετέκτιβ» και ντετέκτιβ έχω συναντήσει ως τώρα. Άνθρωπος της νύχτας, με ολοκληρωμένη προσωπικότητα, χωρίς υπερβολικές γνώσεις ή τρελές διασυνδέσεις, καταφέρνει με απόλυτη αληθοφάνεια να λύσει τις υποθέσεις που τραβάνε την προσοχή του και στοχοποιούν τον χώρο στον οποίο κυκλοφορεί και εργάζεται τα βράδια. Ένα ωραίο, διαφορετικό αστυνομικό μυθιστόρημα που αγάπησα όσο κανένα. Κρίμα που δεν έχουν μεταφραστεί στα ελληνικά και τα τρία επόμενα βιβλία της σειράς.
Beş puan vereceğimi tahmin etmiyordum ama, puanlama ekranı önüme gelince bir saniye bile düşünmedim. Bunun birkaç sebebi var, kısaca anlatmaya çalışacağım.
Önemli bir not düşüp öyle devam edeyim: Hop-Çiki-Yaya'nın yayıncılar tarafından serinin ilk yayınlanan kitabı, ama yazarın kendi yazım sırasında ikinci sırada. Buse Cinayetleri'nin üstüne okuyunca gerçekten daha sonra yazıldığı anlaşılıyor.
2000li yıllarda gündüz yazılımcı, gece ise drag bar işletmecisi, meraklı, kültürlü, mizahı kuvveli ana karakterin peşine düştüğü dedektiflik hikayelerinden oluşan serinin bu kitabı adından da anlaşılacağı üzere "gerçek adı" peygamber adı olan trans kadınların ya da drag performerların öldürüldüğü bir cinayetler serisinin peşine düşüyor. İstanbul translarının günlük yaşantılarının detaylarını son derece eğlenceli, ve tahminimce gerçekçi yansıtıyor yazar. Bu eğlence, goygoy arasında bir süreliğine etrafta sürekli öldürülen birilerinin olduğunu unutuyorsunuz. Ama bir noktada öyle bir çarpıyor ki, sırf trans oldukları için, dini gerekçeler göstererek, üstelik kendileri de eşcinsel ama "hükümet yanlısı ve dindar gözüken" erkekler tarafından nasıl algılandıkları, nasıl dışlandıkları kısmı, defalarca ağlayasım geldi bu eğlenceli bir polisiye olması gereken kitap boyunca. Ana karakterin "bizim kızlar"ının her birinin ayrı hikayesi, ayrı personası, ayrı bir yaşama tutunma şekli olduğunu görürken bir yandan da çeşit çeşit cinsel kimliklerle karşılaşıyoruz kitap boyunca. Bence polisiye unsuru da kesinlikle "aa katil bekçiymiş" gibi bir sığlıkla değil, tam tersi ince ince işlenerek kurgulanmış. Son olarak da jargonu, argosu ve konuşma biçimleriyle de birçok temsil sunuluyor kitap boyunca.
Toparlayacak olursam hem temsiliyet açısından, hem görünürlüğü ve çeşitliği gösterme açısından, hem de nasıl bir anda sırf o veya bu olmadıkları için maktule dönüşmeleri an meselesi olan insanları görmemizi sağlaması açısından çok önemli ve değerli buldum bu kitabı da, seriyi de. Diğerlerini okumaya devam edeceğim en kısa zamanda.
ben okurken üzüleyim mi güleyim mi bilemeyerek okudum,transların durumlarını o kadar keyifli bir dille anlatmış ki onların dünyalarını belki ilk defa bu kadar içeriden okudum diyebilirim.Somer'in dili kesinlikle akıcı,merak uyandırıcı... Konu ise aslında dramatik.. Serinin devamını da bulup en kısa zamanda okumalıyım.
İsmindeki iddianın aksine serinin zayıf kitaplarından. Sanki travestilerin dünyasını hiç tanımayanlar da anlayabilsin diye iyice basitleştirilerek anlatılmış. Final de sürprizsiz ve biraz aceleye gelmiş gibi.
Bir onceki okudugum Turk polisiye yazari Esra Turkekul, Bogazici Endustri Muh. mezunuydu. M.M. Somer de ODTU Endustri Muh. mezunuymus. Tesaduf.
Yeni bir kitap degil, 2000'lerin basinda geciyor, teknoloji dili hemen ele veriyor zaten kendini. Somer yazilimci olarak calismis, o yuzden o konudaki bilgisini kitaba yansitmasi normal. Ama coklarinin sandigi gibi gay ya da travesti degilmis. Bu durumda bu dunyayi boyle gercek aktarabilmesi buyuk basari. Aklima ara ara Yigit Karaahmet'in kitabi geldi. Bir gay yazarin kitabi olarak onu begenmemistim. Fakat bu kitap cok guzel. O dunyayi kurmasi, yansitmasi, gercek kilmasindan ote polisiye olarak da basarili. Hep isaret ettigi adamin katil cikmayacagini dusundum ve taksi soforu mu, sevgilisi mi, ortagi mi diye kafa yordum. Hatta bunlar Bodrum'a gittiklerinde arkada kalan Ponpon'a uzuldum. Cunku siradaki kurbanin o olacagini saniyordum.
Remzi Unal'dan da daha gercek bir hafiyeydi buradaki gay karakter.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Keyifli, muhabbeti bol bir polisiye kitaptı. Baş kahramanımız, şimdilik adı belli değil, entellektüel bir travesti. Bazen kadın bazen erkek kılıkta, bilgisayar uzmanı, gece klubü işletmecisi, aikido ve tai box dövüşcüsü, şahsına munhasır bir kişilik. Soruşturma ve polisiye adımları doğal olarak az tabi ki. Çoğu şey dedikodu ve deneme yanılma üzerinden işliyor. Devam kitaplarını okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.Tavsiye ederim.
Serinin 2. kitabini, ilkinden daha cok sevdim! Kurgu, konunun islenisi, yazim dili ile birlikte cok keyifli bir okumaydi. Bende, hic ara vermeden, serinin 3. kitabina baslama istegi uyandirdi.
Hop-Çiki-Yaya serisine ve Storytel’e kayıtsız kalmak zor :) Eğlenceli bir roman ama polisiye tarafı epey zayıf. Etnografide ise kozasında sıfır kilometre düz siyah ekran hetero hedeflenmiş; arada minik yorabiliyor. İngilizcesini Penguin basmış, sitede de bir araba İspanyolca yorum gözüme çarptı. Umarım ülkemizde okuyucusu artar.
keske murdereri ilk basta kesin budur diye soylemeseydi. ama baya iyiydi. travestiler, gay olma, din gibi konulari hakkinda social commentary gibiydi ve yani obv slay.
Lo que principalmente quiero destacar de esta novela, es el trasfondo social. Podemos calificarla de regular, mala, obvia, con un final sin pena ni gloria, etc.. Pero no podemos, ni debemos, pasar por alto la vida de la protagonista y del resto de los personajes. La cruda realidad que se ven obligados, sí sí obligados les guste o no, a vivir los travestis. Vayamos entendiendo que no "eligen" prostituirse, que no todos desean "operarse" y que todos desean y sueñan con vivir libres para amar y ser amados. Estamos necesitando más literatura LGBTIQ cruda y real, como esta.
A sadistic serial killer is picking off drag queens in Istanbul. One of his potential victims is a detective. While the mystery is intriguing, what makes the story memorable is the chance to enter into an exotic subculture full of histrionics, bitchiness and glamour.
¿Qué decir?... Inicia con buen pie y desarrolla un estilazo según se va encaminando todos los sucesos. Los personajes que se introducen, los rumores, las constantes deducciones y una traducción amena, hacen de la novela un relato agradable de leer en cierto modo. Hay buenos diálogos, un morbo natural a lo extravagante, buenas dudas y mucha referencia sexual (insinuaciones).
El problema con Murat Somer y nuestra protagonista es el sesgo de ego que lleva encima. Muy Stephen King, muy Rupaul, muy Beyoncé, y lamentablemente no le queda. Incluso ponerla un poco a la par de Lisbeth Salander, personaje de la Saga Millenium de Stierg Larsson, tampoco le luce. Es una chica/chico intrépida, con contacto e ingenio, pero las cosas le van viento en pompa. Parece que todo lo soluciona con telepatía y de manera muy fácil. Nunca nada se le dio mal, incluso estando en Turquía, con el Islam como religión oficial, eso parecía una fiesta cualquiera en los antros gays de San Francisco, Miami, Mikonos, o Puerto Vallarta. Policías, taxistas, camareros, guardias de seguridad, todos babeando por nuestra protagonista, no importaba el lugar o la hora. Era increíblemente insostenible sentir empatía por ella. No por celos, sino porque ella pensaba que acaparaba toda la atención m, que todos le deseaba, sentía apatía por muchos gays, no sentía interés por algunas de sus hermanas, rechazaba a quienes se portaban bien con ella, y jugaba con los sentimientos de personas vulnerables. De diosa no tenía ni un pelo.
Me quedo con todo el meollo del asunto. Levado con buen pie hasta el encuentro desafortunado de los malos contra los supuestos héroes. Sí, buenas intenciones, no, un final que merecía más preámbulo y algo más de ingenuidad y valentía. Turquía tampoco se explora con este texto, es una novela con agallas que introduce otro personaje para la posterioridad. No sé si con verbo de que sea alguna referencia luego.
Kitap, Storytel’de öneri olarak karşıma çıktı ilk olarak. Yorumlar da olumlu olunca konusuna bile bakmadan başladım dinlemeye, sadece polisiye olduğunu biliyordum. Ben saf kan polisiye dinlemeyi pek sevmiyorum, onun yerine polisiye soslu sosyolojik kitaplar daha çok hoşuma gidiyor. Bu kitap da böyle başladı ama sonra iş biraz garip yerlere doğru gitti.
Konusundan başlayayım. Kitap travesti dünyasını anlatıyor, anlatıcısı bir travesti. Birkaç travesti öldürülünce, kahramanımız olayı çözmek için araştırmaya başlıyor ve öldürülen kişilerin ortak bir noktası olduğunu keşfediyor. Sonra da olaylar gelişiyor.
Öncelikle söylemeliyim ki polisiye olarak çok zayıf bir kitap. Yukarıda bahsettiğim ortak noktayı yazar zaten hemen söylüyor, katil de kabak gibi belli. O yüzden polisiye niyetiyle okumak isteyen olursa hayal kırıklığı yaşayacaktır muhtemelen.
Onun haricinde +18 bir kitap. Kitapta sado-mazo sahneler, eş cinsel ilişkiye dair detaylar ve birçok müstehcen sahne yer alıyor. Sağlam bir midem olmasına rağmen birkaç yerde rahatsız oldum açıkçası.
Bunlar haricinde yazarın trans bireylerin hayatına ışık tutma amaçlı bu kitabı yazdığını düşünüyorum. Bu açıdan kıymetli buluyorum ama ülkemiz için biraz fazla cesur ve açık olabilir diye de eklemeliyim (bu forumda bile ne tartışmalar döndü). Yine de trans bireyler hangi zorlukları yaşıyorlar, nelerden zevk alıyorlar, neler onları kızdırıyor gibi bilmediğim konuları okumak bence faydalı idi.
Kitabı tavsiye konusunda kararsızım. Kendim sevdim mi sıkıldım mı ona bile karar vermek güç. Öyle herkesin rahat rahat okuyabileceği bir kitap olmadığı kesin. O yüzden konusuna göre karar vermenizi tavsiye ederim.
Something evil is afoot in the world of Istanbul's transvestite bar scene. One by one, transvestites are being killed in strange circumstances. Our protagonist - an unnamed IT genius by day, owner or manager of a transvestite club by night, and herself a transvestite - soon spots a pattern. All of the girls have names - original male names - of various Muslim prophets.
Hunting down a likely candidate, an online poster by the name of Jihad2000, she finds a worthy adversary who might also be a handy chap to help her track down the killer. With a few good hunches, based on things I found quite hard to follow, she sets out to catch her man, putting herself and her girls at considerable risk but roping in the help of Jihad2000 (and his mum), a friendly police chief, and a new boyfriend. The biggest problem is that there didn't really seem to be a lot of actual sleuthing going on.
I bought this from the charity book stand at the hospital where my parents go for check-ups. I really do wonder if the nice 'Women's Institute'-style volunteer behind the counter had any idea that this slim volume was packed with more info than the average reader will ever seek on the transvestite lifestyle and a lot more explicit gay sexual details than some will be able to handle. I'm a bit baffled at who the target audience for this is actually supposed to be. Some of it was seriously disturbing but wrapped up in what came over as a bit of a light-hearted quirky whodunnit.
I love Istanbul but I had no idea this was all going on behind the scenes.
Peygamber Cinayetleri bu zamana kadar okuduğum polisiyeler içerisinde konusu en ilginç olanı. Gündüzleri siber güvenlik yazılımcısı, geceleri travesti kulübü işleten bir travesti olan ana kahramanımız çevresinde yaşanan cinayetler serisini araştırmaya karar vererek dedektifliğe de soyunur. Öldürülen travestilerin ortak yanı, erkek iken kullandıkları isimlerin peygamber ismi olması ve öldürülüş biçimlerinin bu peygamberlerin yaşamlarıyla ilgili olmasıdır.
Açıkçası cinayet ve gizem yaratma açısından zayıf kalmış ve sonu çok oldu bittiye getirilmiş. Katili de ne yaptığını da kitabın başında anlıyorsunuz, geriye yakalanması kalıyor gibi bir durum söz konusu. Özellikle Buna rağmen kitap kendisini okutuyor çünkü LGBTQ, özellikle travestilerin dünyası merak uyandırıcı ve ilgi çekici. Yazarın tam bu dünyaya yakışır hafif komik de bir dili var. Bu camiada yaşanan sorunlara ses getirmesi açısından da değeri bilinmesi gereken bir eser.
Umarım serinin diğer kitaplarında Mehmet Murat Somer gizem yaratma işini daha çok ciddiye almıştır temennisiyle Buse Cinayetleri'ne geçeceğim.
En esta historia el asesino se enfoca solo en chicas (trans) cuyos nombres son de profetas, aborda temas de religión, ideas conservadoras y sobre todo como es el mundo de la comunidad transexual, los peligros a los que se enfrentan en una sociedad que la juzga. El desarrollo de la historia me pareció coherente, te presenta primero a los personajes como es su vida y como están relacionadas las víctimas, sus nombres y la forma cruel en que fallecen. La protagonista busca descubrir al culpable usando los métodos que están a su alcance porque todas las víctimas son como ella. En un principio se presenta al posible asesino y nos dan pistas y señales, sinceramente yo esperaba que el asesino fuera otro ya saben esperando lo típico que el asesino es quien menos te lo esperas, pero me sorprendió como la protagonista ejecuta un plan sin tener en cuenta que trataría con un asesino según ella va preparada (supongo que al ser físicamente hombre y que sabía pelear se confío) dando como resultado que la situación no fuera como ella esperaba. De ser por ese personaje que en toda la historia se mostraba como imprudente, la protagonista no la libraba.
Min bok är ett utgallrat biblioteksex som stått i bokhyllan i många år och samlat damm. Tror jag köpte den enbart för att den utspelade sig i Istanbul, en stad jag är djupt förälskad i. Men min bokhylla är som ett stort svart hål, det som ställs in kommer sällan ut igen. Så i år har jag som mål att varje månad läsa en hyllv��rmare, och detta blev februari månads bok.
Och så positivt överraskad jag blev! Det är en underhållande berättelse med svart humor och (en del) värme, och inte alls en typisk (anglosaxisk) deckare. Vad serietiteln "Hop-Çiki-Yaya" betyder har jag inte lyckats lista ut, men jag tycker den passar bra. Tyvärr verkar serien inte blivit populär i Sverige för det är bara de tre första böckerna som blivit översatta. Kan man läsa på engelska eller originalspråket turkiska har man några till att välja på.
Esta obra del escritor turco Mehmet Murat Somer, nos presenta una serie de asesinatos que golpea a la comunidad transexual de Estambul. El unico vinculo que existe entre las víctimas son sus nombres masculinos que son parecidos a los de los Profetas de la biblia. Esta novela rompe con los convencionalismos de la novela negra y nos presenta a un investigador aficionado, regente de un club de alterne y travesti. La obra se lee fácilmente, los capítulos son cortos y el lenguaje sencillo. Los personajes estan muy bien trabajados, se empatiza bien con ellos y te sacan risas. El ambiente y los lugares estan bien descritos muy bien. El trama es simple y transgresor. Lo recomiendo si quieren leer algo diferente y pasarlo bien.
Una lectura divertida, pero la verdad que sin ningun misterio. Su originalidad reside básicamente en lo curioso de sus personajes y el submundo que representan. La trama y como se van uniendo los hilos es muy muy superficial, con un desenlace cogido con pinzas y metido con calzador. Esto, unido a que carece también de acción, provoca que solo retengas en la memoria los pasajes que te han hecho sonreír. El apartado de novela negro, el suspenso y el misterio brillan por su ausencia. Joder, y todavía hay editoriales españolas que compran los derechos de estas novelas y las traducen, sin pararse a leer los manuscritos de los autores nacionales.
Kahramanın travesti olmasından kaynaklanarak, kahramanın dünyasında gelişen olaylar, haliyle cinsel temalar içeriyor. Ancak yazar bu temaları, okuyucuyu rahatsız etmeden vermeyi çok iyi başarmış. Şaşırtıcı derecede ilginç ve eğlenceli bir polisiye.
(Yıllar sonra edit: Bir söyleşide karşılaştığım Fransız bir polisiye-sever okur, Mehmet Murat Somer'in Fransa'da okunduğunu söyledi. Yerli polisiye adına mutluluk verici.)
Me ha gustado bastante, me mantuvo súper entretenida. Creo que es un tema del que poco se escribe y solo es una muestra de que en el país que sea hay homofobia y transfobia. Aún así, tuvo sus toques de comedia, los personajes, son muy reales. Esta súper bien llevada la trama, los nombres se me complicaron pero bueno, son turcos. Al final se me hizo predecible, pero eso no le quita estrellas. Lo recomiendo.
Hop Çiki-Yaya serisinden bir polisiye “Peygamber Cinayetleri” Hayır hayır adına bakıp dinler tarihi üzerinden bir anlatım beklemeyin. Queer yazın ile polisiye yazınının harikulade bir biçimde sentezi bence bu eser.
Kurgu bence çok güçlü. Anlatım akıcı ve yormuyor. Okurken durdurmayan, sesli okurken de o pürüzsüz akışı hissettiren yapıtları seviyorum.
Bu sıralar Queer yazını bağlamında okumalar yapıyorum. Sokağın yansıması. Okuma listelerimize almamız gerekenlerden.
Love reading novels that expand my horizons, in this case an immersion in the world of Turkish Transvestites.
The author mentions a number of Turkish stars performances and it was great fun to look them up on You Tube. My first exposure to this type of music and fascinating.
Also great fun to look up the landmarks mentioned.
The story is also good, and Murat Somer has a wicked sense of humor.
No me ha gustado, es un thriller bastante simple en el cual a mitad del libro ya se sabe quién es el asesino. La protagonista es una mujer trans que es una pickme, ella es la mejor, la más deseada y el resto de personajes trans y homosexuales son menospreciados. Se banaliza las historias de las mujeres trans que tienen que ejercer la prostitución como si fuese una fiesta y no como una necesidad y un peligro, tratándose de Estambul. Muchas pegas y pocas cosas buenas vaya.
Maalesef kalite açısından kötü bir kitap ama konu aldığı kişiler ve eğlenceli tonuyla eğlendirdi. Travesti/trans camiasını (çoğunlukla) aşağılamadan ele alması hoş olmuş. Ana karakterin snobluğu bazen rahatsız etti. Katilin kitabın sonundan çok önce belli olmasıyla diğer polisiye romanlarından biraz farklı bir kitap. Konu trans kadınlar olduğu için bu mantıklı bir seçim olmuş. Zaten gerçek trans ölümlerinin trajedisi de romanda olduğu gibi kimsenin umursamaması ve katillerın toksik erkekliği.