... Bu öykülerin ortak bir özelliği daha var: Bir yeniyetmenin gözüyle anlatılmaya çalışılan yaşanmış hüzünlü zamanlar; anlar, günler, aylar. Ama bu öyküler, bir anılar toplamı değil. Elbette yazdıklarımda kendi çocukluk, yeniyetmelik dönemimden yola çıkışlar oldu; ama anılarımı yazmadığım bilinmelidir. Hangi öykü, yaşanmış bir zaman kesitinden, bir küçük görüntüden yola çıkmaz ki. Ama iyi bir öykü, yalnızca yaşanmışların anlatısı olamaz, bununla yetinemez. Yaşanmışlık duygusunu verebilmek, okurun yüreğinde yer edebilmek, o anlatının, o öykünün başarısı sayılmalıdır.
Erdal Öz (26 Mart 1935 - 6 Mayıs 2006), Türk yazar ve yayıncısı.
1935'te Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde doğdu. 1953'te Tokat Lisesi'ni bitirdi. 1969'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Türk Dil Kurumu Yayın Kolu’nda görev aldı. Türk Sinematek Derneği Ankara Şubesi'nde çalıştı.
12 Mart 1971 sonrasında üç kez tutuklandı. Yargılama sonucu aklandı. Tutuklu olduğu sürede Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan gibi devrimci gençlerle tanıştı ve onların öykülerini yazdı.
Cem Yayınevi’nin çocuk kitapları dizisini yönetti. 1980 yılında Can Yayınları'nı kurdu.
Edebiyat yaşamına şiirle girdi. Rasgele isimli ilk şiiri İstanbul’daki Kaynak dergisinde 1952'de yayınlandı. Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, Varlık, Yenilik, Yeditepe, Pazar Postası, a, Değişim, Emek, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde şiirlerinin yanı sıra öykü ve eleştirileri de yayınlandı. "a" dergisinin kurucuları arasında yer aldı.
Eserlerinde toplum yaşamının bireylerin iç dünyasına etkilerini duygusal bir üslupla yansıttı. 1970 sonrasında toplumsal gerçekçi çizgiye yöneldi. 12 Mart döneminde hukuk dışı uygulamalarla karşılaşan tutukluların yaşamlarından yalın kesitler verdi. Baskı karşısında bireylerin yalnızlığını, direncini, umudunu etkin bir duyarlılıkla işledi.
Öz, uzun süredir tedavi gördüğü hastanede, yakalandığı akciğer kanseri hastalığından kurtulamayarak 6 Mayıs 2006 günü saat 17:22'de hayata gözlerini yumdu.
Öykülerin yarısı Erdal Öz'ün kendisinin de dediği gibi, bir başkasına konusu özetlenip anlatılınca öykülüğünü yitiren öykülerden oluşuyor. Misal "Bitirim", "Kardır Yağan Üstümüze", "Kediler", "Kırmızı Şemsiye". Gerçekten de bu öykülerde sürükleyicilik konuda değil. Bunu yapmak istemesi ayrı, başarması ayrı güzel. "Kardır Yağan Üstümüze" şimdiye kadar okuduğum en iyi öykülerden biri oldu, eğer yalnızca yukarıda ismini yazdığım hikayelerden oluşsaydı kitap, beş puan verirdim. Fakat, öbür yandan sürükleyiciliğin konuya dayandığı, başkasına özetlense birkaç cümlede öykülüğünü yitirmeyecek öyküler de var. Misal "Yaş Günü", "Sular Ne Güzelse", "Sevişmenin Resmi", "Bir Uçurtma Gibi". Bunlar kötü öyküler değil aslında, fakat her biri Erdal Öz'ün de özellikle kaçmaya çalıştığı kalıpların içine sıkışmış kalmış. Bir nevi Erdal Öz çok da gerekli olmayan bir tanımlama çabası içine girmiş kitabını. Arka kapağa hiç bakmadan okunursa bence daha iyi olacaktır. "Kardır Yağan Üstümüze", "Bitirim", "Kırmızı Şemsiye" öykülerini öneririm en azından, çünkü Erdal Öz yapmak istediğini tam anlamıyla ve yalnızca bu üçünde yapmış gibi.
SULAR NE GÜZELSE / ERDAL ÖZ Tesadüfen bulduğum kitabı sonunda okudum. Başka bir kitap aramak için gittiğim sahafta, kenarda öylece duruyordu, almadan edemedim. Gülünün Solduğu Akşam’dan (1996) beri Erdal Öz okuma fırsatım olmamıştı, o yüzden kitabı sahafta bırakmak istemedim, aldım. Kitabın kenarlarına ders notları alınmış, hatta iki öykü arasında Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiirinin ilk dört kıtası, arka kapak içine de son iki kıtası yazılmış. Kimler nerede, neden, nasıl yazmışlar bu satırları, notları kitaba? Arka kapakta Öz, kitabı ile ilgili olarak; klasik öykü kalıplarını kırmak istediğini belirtmiş. Ağırlığı konuya verilen hikayelerden farklı olarak sürükleyiciliği, ilginçliği konuya dayandırmamış. O yüzdende kurguyla, anlatımıyla, seçtiği kelimelerle görüntüler öne çıkmış. Kendi deyimiyle ‘bir yeniyetmenin’ gözünden anlatılan anlar, anılar, yaşanmış hüzünlü zamanlar. Erdal Öz, bu öyküleri ile 1998 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanmış. Bir Kuşu Tanımak adlı öyküde: “İlhan Bey çok güzel şiir okurdu. Bana şiiri o sevdirmişti.” Cümlesini okuyunca ister istemez bana şiiri kimin sevdirdiğini düşündüm. Bana şiiri şairlerin sevdirdiğine karar verdim. Ortaokuldan beri şiir defterim var ve beğendiğim, etkilendiğim şiirleri yazıyorum. Bizim dönemimizde internet olmadığı için her şey defterlerimizdeydi. Şiir defterime göz atınca en çok Orhan Veli, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Bedri Rahmi şiirleri olduğunu gördüm. Aynı öyküde: “Güzel bir şiir yüksek sesle okunmaz. Şiir güzelse, onun kendi sesi vardır zaten.” Diyor. Aynı fikirdeyim. Çocukken amcam, Anabel Lee’yi çok güzel okurdu, şiir hiç bitmesin isterdim. Ama sıra Nazım’ın Demir Yumruk şiirine gelince bağırarak okur ve masaya bir yumruk indirirdi. Her defasında yüreğime inerdi, bir türlü alışamamışım. Korkudan o şiirinde tadına varamazdım. Kardır Yağan Üstümüze öyküsünde: “Üniversitede öğrenciyken, yazılı sınavlar için her zaman, minicik kağıtlara, benden başka kimsenin okuyamayacağı minicik harflerle kopyalıklar hazırlar, her birini değişik ceplerime yerleştirirdim. Yanıtların ceplerimde oluşu, müthiş bir güven verirdi bana. Ama hiçbir sınavda kopya çekemediğimde bir gerçektir.” Kopyadan bahsediyor. Bunula ilgili ilk söyleyeceğim, kopya çekememesinin sebebi bence kopya hazırlarken derse çalışmış oluyor aslında. İkincisi ise; ‘Kopya öğrenciliğin şanı…” dense de bana uymadı. Geçen dönem sınav öncesi gruptaki öğrenciler, geçmişteki kopya anılarını anlatırlarken içim sızladı. 15 senelik ( 5 yıl ilkokul, 3 yıl ortaokul, 3 yıl lise, 4 yıl üniversite) öğrencilik hayatımda hiçbir derste kopya çekmedim, başkasının kağıdına bakmadım. Gerek de hissetmedim. İnek değildim, zorlandığım dersi bütünlemeye bırakır, sadece o derse yoğunlaşarak sınavda geçerdim. Sene kaybım olmadı ama şimdi anlatacak kopya anılarımda yok. Şan olsun diye dahi bir kere bile denemedim. (Bu sene de güz ve bahar döneminde kopya çekmeden - bütünlemeye kalmadan ikinci sınıfa geçtim. ) Bir Uçurtma Gibi (1997) adlı hikaye bana Uçurtma Avcısı’nı ( Khaled Hosseini - 2003) hatırlattı. Uçurtma yapmak, uçurtma yarışları / savaşları ve ardında yaşananlar. Bizde babamla uçurtma yapardık ama kimse ile savaşmazdık, yarışmazdık. Sonra torununa da yaptı, uçurdular. Babamdan sonra değil uçurtma yapmak görmek bile zor geliyor. Birbirinden güzel on öyküden biri mutlaka sizi yüreğinizden vuracak ( aslında hepsi vurucu). Beni en etkileyen ise ‘Bir Kuşu Tanımak’ adlı ilk öykü oldu. Birebir aynısı olmasa bile anlatılan hikayeyi 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşadık, yakınlarımızda gördük. Bu yüzden belki beni bu kadar hüzünlendirdi. Erdal Öz kaleminden dökülmüş, ödül almış bu öyküleri okumak gerekir diye düşünüyorum. Sular Ne Güzelse’den damlalar: 💦 Öğretmenlerin gözüne girmek için teneffüslerde bile onların yanından ayrılmayan o yağcı öğrenciler gibi görünmekten nefret ederek yürüyordum yanında. ( Bir Kuşu Tanımak) 💦 Çınarın koyu gölgesinin dışındaki alanda yakıcı bir güneşin havayı eritişi vardı; buharlaşır gibi titriyordu hava. (Bitirim) 💦 Demek gazete okuma özgürlüğüm, tutuklanma özgürlüğümle birlikte başlayacak. O arkadaşlar gazete okuyabildiklerine göre, demek tutuklanmışlar. (Kardır Yağan Üstümüze) 💦 Arka hücrelerde idamlıklar kalıyormuş. Hangi idamlıklar? Açtığı musluktan suyun gelmesini beklerken, ölümün gelmesini de mi bekliyor oradakiler? (Kardır Yağan Üstümüze) 💦 Dıranas beni çok uğraştırmıştı. O renk cümbüşü içindeki şiirlerinden hatırladığım dizeler, sanki hücremin havasında renk renk çiçekler uçuruyordu. Dıranas’ın şiirlerindeki bu aşırı renkliliğin ayrımına cezaevinde vardım. (Kardır Yağan Üstümüze)
Erdal Öz’ün içerisinde kitaba ismimi de veren Sular Ne Güzelse dışında Bir Kuşu Tanımak, Bir Uçurtma Gibi, Yaş Günü, Kardır Yağan Üstümüze gibi yoğunluğu ve duygusu çok yüksek on öyküsünün bulunduğu ödüllü kitabında, geçmişin acılarını ajite etmeden hassas bir dil ile okuyucusuna aktarıyor.
duru, anlatması gerekeni anlatan ancak gereksiz hiçbir öge barındırmayan öyküler. özellikle "unutulmaz bir atlı" ve hemen peşinden "kırmızı şemsiye" okunmalı. "sevişmenin resmi" de üslup açısından hayli az bulunan bir öykü.