“Hastasının ciğerindeki lekenin sorumlusunun evinin duvarındaki leke olduğunu bilen hekim, iyi hekimdir. Hekimlik hikâye biriktirme sanatıdır... Hastanın hikâyesini dinlemektir aslında hekimlik. ‘Al bu ilaçları yut,’ demek bir şey değil, ondan bir şey çıkmıyor zaten. Ben hekimliğin böylesini görür görmez vazgeçtim.”
Ercan Kesal, çocukluğunda hekimlere özenmesiyle başlayıp tıp öğrenciliğine uzanan kendi hikâyesi üzerinden, hekimliğin değişik çehrelerine bakıyor: mecburi hizmet, taşra hekimliği, muayenehanecilik, uzmanlık, “hastanecilik”... Hekimliğin emek süreci, zorlukları, hazları, muammaları üzerine düşünüyor. Tabii, hekimlerin toplumsal ve siyasal sorumlulukları üzerine de...
Hekimlik Sanatları, hekimliğin gerektirdiği beceriler yanında, onun sinemayla, sanatla ve edebiyatla kesişimlerine de eğiliyor... Ercan Kesal’ın kendi deneyiminden hareketle... Ve “Daha çok bilgi yerine biraz daha bilgelik,” “Hastalık yoktur, hasta vardır,” gibi öğütlerle.
1959'da doğan Ercan Kesal, hekim ve sinema oyuncusudur.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1984 yılında mezun oldu. Keskin Devlet Hastanesi, Bala ve köylerinde Sağlık Ocağı hekimliği yaptı. Daha sonra özel hastane sektörüne girdi. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmiyle oyunculuğa adım attı. Bir Zamanlar Anadolu'da filminde Ebru ve Nuri Bilge Ceylan'la birlikte yazdığı senaryo; 2011 yılında Asia Pacific Screen Ödülleri'nde "En İyi Senaryo" dalında ödüle aday gösterildi. Peri Gazozu (2013) ve Nasipse Adayız (2015) kitapları İletişim Yayınları tarafından basılmıştır.
Ercan Kesal için söylediğimi sürekli söylüyorum, hatırlatıyorum, tavsiye ediyorum; kağıda öylesine bir şeyler karalasa yazdığı sürece okuyacağım.
Sürekli yeni kitaplar üretmesini bekliyoruz ama tabi bir elinde beş meziyet olunca kitap İçin beklemek zorunda kalıyoruz.
Hekimlik zor iş. Hele kendisinin yaptığı dönemlerde daha da zor. Hekimlik insan okumak biraz da. Kimseye söylemediğiniz, anlatmadığınız mahreminizi gidip anlatıyorsunuz ve biraz da rahatlıyorsunuz, psikolojik bir tarafı da var.
Ercan Kesal, çocukluğundan, tıp fakültesinden, hekimliğe kadar uzanan güncesini bizlerle paylaşmış. Ne de iyi etmiş.
Başladığı gibi biten, insan olmanın özüne dair derin düşünceleri de barındıran ama otuz altı yıllık hekimlik için incecik bir otobiyografiydi.
Usta-çırak ilişkisinin tavizsiz hüküm sürdüğü hekimlikte eminim ki sayısız hikaye vardır. Ya da, kendi deyimiyle, hastayla karşılaştığında sahada yerliyle ilk kez göz göze gelen misyoner durumuna düşmek istemediği için hastaneden arta kalan zamanlarını düğün, cenaze, cami, cemevi ziyaretleriyle geçiren birinden daha çok şey dinlemek isterdim. Yine de, burada olmasa bile, tüm insancıllığı ve ağırbaşlı mahcubiyeti ile çok iyi bir hikaye anlatıcısı.
Kitapta geçen Eugene Smith'in "Country Doctor" isimli fotoğrafını fark edebilmek için senaristliğini de yaptığı çok sevdiğim Bir Zamanlar Anadolu'da filmini yeniden seyrettim, bunun için bile okuduğuma değdi.
Bu meslekteki ilhamlarımdan birinden, bir çırpıda okuyup bitirdiğim bir kitap okudum. Yanıbaşında anılarını anlatır gibi yalın ve yakın bir anlatımı var.
Bu kitabı, önceki söyleşi kitabına göre çok daha samimi buldum. Keşke hazır anılarını, fikir ve düşüncelerini yazarken sadece hekimlikle ilgili konulara değil, tüm hayatını da anlatsaymış. Yine de anlatım, doktorluk, sanat, sinema ve kişisel deneyimlerle dolu bir hayatın özünden süzülen bir şekilde ilerliyor. İlkelerinden ve hayallerinden vazgeçmeyen bir kişinin sonunda inandığı ve istediklerini elde etmesinin çok güzel bir hikayesi var. Hepimizin çocukluk ve gençlik yıllarında mesleğimizin yanında başka hayalleri vardı, ancak hangimiz gerçekleştirebildi? İşte bu kitap, o azim ve inancın anlatısını sunuyor.
Ercan Kesal'in samimi tarzını başarıyla devam ettirdiği kitap. Bazı konuları/hikayeleri tekrar etse de "muhabbeti o kadar sağlam ki" o tekrarlar da sıkmıyor. Uzun, upuzun oturulan o güzel sofralarda hikayenin sonunu bildiğin halde "Ercan abi bir daha anlatsana şu Keskin günlerini, Avanos çocukluğunu" ısrar etmek gibi. Israr hikayelerin unutulmasından dolayı değil, sihirbazın her defasında başka bir tarafı ön plana çıkartması, paralellikleri göstermesi ve en önemlisi yüzümüzde bir gülümseme doğurmasından, her defasında.
Ercan Kesal kuşkusuz çok sevdiğim bir yazar. Her kitabını okudum. Bu sayede hayatına bir çok parantez (Film, Politika) ile bakmış oldum. Bu kitapla da Hekim Ercan’a dair yeni detaylar öğrenmiş oldum. Pişman değilim. Ama kitapları içerisinde en zayıf bulduğum da bu oldu. Olsun, canı sağolsun. İyi ki var Ercan ağabey.
Hekimlik Sanatları kitabı yeni çıktı, çıkar çıkmaz merakla okumaya başladım ve yine çok beğendim. Çok yönlü, pek çok alanda yetkinliği olan bir insan olan yazar bu kitabında da mezun olduğu tıp hekimliği alanında anılarını Peri Gazozu kitabındaki gibi gayet samimi ve sıcak bir şekilde kaleme almış. Okunmasını tavsiye ederim.
"Bunca yıllık hekimlik serencamında fark ettim ki, dünyanın en ağır hastalığı yoksullukmuş; kanser ya da önümüze ikide bir getirilen moda hastalıklar değilmiş. Bütün mevzunun arkasında yokluk, eşitsizlik ve yoksulluk yatıyormuş."(s. 123)
Ercan Kesal (her geçen gün azaldığını, kısırlaştığını düşünsem de) bizim tıbbiyeli camianın sanat ilgilileri arasında popülerdir. Öyle ya hem hekim hem Cannes’da kırmızı halıda yürümüş adam, senarist, oyuncu… Etrafımdaki bu ilgi benim keşfetmeme müsaade etmediği için bir türlü yolumuz kesişmemişti. “Peri Gazozu” defalarca sepetime girdi çıktı. Fakat “Hekimlik Sanatları” başlıklı bir kitaba kayıtsız kalamazdım.
Biyografi denemese de hekimliğe odaklı bir anı kitabı yönü var diyebiliriz. Çocukluktan itibaren mesleğin kendisine ve alanına dair gidiş, öğrencilik ve sonraki serüven. 59 doğumlu Kesal’ın kesiştiği hareketli dönemden sebep bir Türkiye resmi de sunuyor bize. 80 ihtilalinin göbekten kestiği, ihtilal öncesi ve sonrasının doğrudan ve dolaylı etkilerinden kaçınılmaz şekilde bahsediyor. Ercan Kesal hekim ve sanatçı yönü dışında fikri yönüyle de ağır basan bir isim olduğundan bu evreleri (ve aslında hayatın her zerresini) sol entelijansiya mensubu bir bireyin gözünden, o jargonla aktarıyor. Buralarda pek objektif olmadığı, inandığı fikir dünyasını idealize ettiği bir gerçek. Bir fon oluşturan şahsi ideolojik macerasının kitabın önüne geçecek dozda olmadığını da söyleyebilirim.
İdeolojik duruşu kitabın kapağındaki bıyıklarından bile sinyal yakan 🙂 Dr. Ercan’dan farklı bir fikir dünyasında hissetsem de kendimi, mesleki ve bazı evrensel değerler konusunda aynılığımızı memnuniyetle müşahede ettim. Farklı kuşaklardan, farklı sosyal gruplardan, aynı mesleğe mensuplar olarak ortak bir paydada, iyide, doğruda, idealde buluşabilmek güzel. Bir de bunları söylerken bu toprakların pek çok şifresine, rengine vakıf olarak söylediği için bu iletişim mümkün. Bir defa kendi “ayrıcalıklı sınıfından/sınırından/gettosundan” çıkmamış bir izole bakışla değil, bir Avanoslu, bir anadolulu, bir taşra hekimi deneyimiyle söylediğinden. Tüm bu yolak yine yapay bir balona çıkabilirdi. Ama kendisinin kitapta ifade ettiği şekliyle “Hastayla karşılaştığımda, sahada yerliyle ilk kez göz göze gelen misyoner durumuna düşmek istemedim hiçbir zaman. Hastaneden artakalan zamanlarım cenaze, cemevi, cami, spor kulübü, düğün, mevlit ve sünnet ziyaretleriyle geçti.” diyor Kesal. Karantina aydını değil. Dışarıda bizden çok büyük, çok kalabalık bir kitle var. Doğrularıyla, (belki çoğu zaman) yanlışlarıyla, adetleriyle, içgüdüsel hareketleriyle, vahşi yönleriyle, insanlıklarıyla, kalpleriyle… Kendimizden gayrı bu “oluş”un farkında olmak, (tasvip etsen de etmesen de) kabul etmek, iletişimin ve/veya bir gün (yarın veya uzakta) gerçekleşecekse değişimin kaçınılmaz ilk adımı olacaktır.
Farklı nesillerin hekimleri dedik ama “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”. Var aslında ama pek müspet değil. Bazı mesleki güzel gelenekler, değerler sürdüğü gibi bazı kronik sorunlar da kar topu misali büyüyerek üstümüze geliyor. Bu anlamda elbette meslekten olanlar daha başka bir içselleştirme ile okuyacaklardır. Fakat (yine kitapta bahsedildiği gibi) hekim-hasta-hasta yakını bir sacayağı teşkil ettiğinden ve hasta-hasta yakını rollerinde hepimizin bir gün repliği olduğundan, kitap hekim olmayanlar için de, kendilerini de sacayağının ayrılmaz elemanlarından biri yerine koyabildikleri için istifade etmeye gayet müsait. Üstelik düşünce düzleminde sağlık, hastalık, iletişim, yaşam, ölüm, (sinemadan şiire) sanat ve sosyoloji üzerine de söyleyecekleri var hem.
Hekimler için (kalınan dersler, malign hocalar, zorunlu hizmet anıları, bencil doktorlar, güzel doktorlar, sağlık politikaları gibi) tanıdık hikayeleri bir kez de Dr. Ercan’dan dinlemeye, hekim olmayanlar için ise hepimizin temas ettiği bir meslek grubunu daha yakından tanımaya vesile okunaklı bir kitap. Nostaljik fotoğraflarla ve hatıralar arasında düşünceler, idealler, sorgulamalar… Bolca altını çizdiğim keyifli bir okuma oldu. Öneriyorum.
Bir alıntı ile bitirelim:
“18. Yüzyılın sloganı mutluluktu, 19. Yüzyılınki ise özgürlük. 20. Yüzyılın sloganının sağlık olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha uzun, daha genç ve daha sağlıklı yaşamak. Her şeye rağmen ve her ne pahasına olursa olsun.
21.Yüzyıldayız. Bu çağa hangi ismi koyalım derseniz, “hadsizlik çağı yakışır sanırım. Herkesin her şeyi, her şeyi, her yerde, her biçimde söyleyebildiği, hızlı inkar edebildiği, ölümüne istediği ya da çabucak vazgeçebildiği bir çağ. Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen insanların doldurduğu bir gezegendeyiz artık.”