Bankacı Mehmet Taşçı, emekli olunca evini terk edip yetmişini aşkın Dürnev Hanım’ın çatı katı odasını kiralamış, on yıldır orada yaşamaktadır. Bir gün, Dürnev Hanım’a haber vermeden Kadıköy’de bir otele yerleşir. Bir süre orada kalır, karlı bir günde yollara düşer; İzmit yolundan geri dönüp gene Dürnev Hanım’a gelir. Bir süre hasta yatar, gazetede kendi ölüm ilanını okur... Zahire tüccarı Sadık Bey’le dostluk kurar, yanında iki ay kadar kalır...
Selçuk Baran (Ankara, 7 Mart 1933 – 4 Kasım 1999) Ankara Kız Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni üstün derecelerle bitirdi. Aynı fakültenin Banka ve Ticaret Hukuku Enstitüsü’nde kurs müdürlüğü yaptı (1958-68). 1995’ten sonra bu enstitünün yayın müdürüydü. 1987-93 yıllarında TRT İstanbul Radyosu’nda radyo oyunları yazdı. “Türkân Hanım” adlı oyunu Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi. İlk öyküsü (Çocuğun Biri) 1968’de Yeditepe dergisinde çıktı. Yalnızlık ve umutsuzlukla örülü öykülerinde düşsel, şiirli bir hava yarattı. Behçet Necatigil “Keskin, belirgin çizgilerden kaçınarak, dikkat isteyen, belirsiz yaşantı parçalarını birleştiriyor; çağrışım ve yorumlara açılma gücü için okuyucudan katkılar bekleyen bir ‘iç hayat’ görünümleri çiziyor” saptamasında bulundu. Selçuk Baran’dan kalan günlük, mektup ve yayımlanmamış yazıları yakın dostu Ülkü Uluırmak derledi: Haziran’dan Kasım’a (2007).Haziran ile 1973 TDK Öykü Ödülü’nü kazandı; Bir Solgun Adam ile 1974 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldı; Anaların Hakkı ile 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Adnan Özyalçıner’le paylaştı; Bozkır Çiçekleri ile 1979 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldı.
Öncelikle bir karakteri bu kadar incelikli yazmak herkesin harcı değil. Burada kastettiğim onun ruhunun her kuytusuna uzanabilmek, insani zaaflarını görebilmek ve bunları belli bir mesafeden yargılamadan yazabilmek. Selçuk Baran bunu çok iyi başarıyor. Hem var olma derdinin hem de yalnızlığın başrolde olduğu bir romanı yazabilmek, üstelik bunu okuyucuyu hiç sıkmadan yapabilmek anca Selçuk Baran gibi çok iyi yazarların yapabileceği bir şey zaten. Bazı pasajlarda darmadağın oldum, bazılarında kitabı elimden bırakıp ara verdim. Duygusal olarak çok sert bir yumruk yemişim gibi hissediyorum. Çok etkilendim. Herkes Selçuk Baran okumalı.
“… ya evime ya da bir kitaplığa sığınmışımdır. Kolayca unutabilmek için…” Kalbime tek kitabıyla taht kuran Selçuk Baran’ın ününü hep duyuyordum. Öyküsever biri olsam da elim romanına gitmişti ilk, şimdi iyi ki bu kitabı okumuşum diyorum. Banka emeklisi Mehmet Taşçı’nın evini barkını terk edip küçük bir çatı katı odası kiralamasıyla başlıyor hikaye. Yaşamaktan bezmiş karakterimizin günlüğünü okuyoruz. Bu bezginliği kendini oradan oraya atarak dindirmeye çalışan baş karakterin yalnızlık destanını yazmış Selçuk Baran. Satırlar çok içten, hikaye çok güzel örülmüş. Yaşarken kıymetini bilemediğimiz bir güzellikmiş edebiyatımız için meğer, ben de geç keşfettim. Sırada kendimi öykülerinde kaybetmek var şimdi. Selçuk Baran’ın bu romanını bu yıl herkese ısrarla önereceğim gibi hissediyorum. Öykülerini daha çok sevecekmişim gibi geliyor, bakalım heyecanlıyım.
Kimsem yok... Hiçbir şeyim yok, kitap raflarında duran üç beş tozlu kitaptan başka.. Çağının çok ötesinde bir romancı olmasının yanı sıra kullandığı günlük dil ve insanların portresini sanki onlardan bir parçaymışcasına yaşayarak anlatan ender yazarlardan Selçuk Baran.
Bir Solgun Adam kitabını kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum ama kitap elimde epridi ve yer yer altını çizdiğim satırlar yüzünden baya bir görmüş geçirmiş vaziyeti aldı..
Bankacı Mehmet Taşçı'nın emekli olduktan sonra ailesini,evini terk edip her şeyi bir kenara bırakıp bir çatı katına yerleşmesi ile başlar roman devamında da zaten belki de insanoğlunun o sürekli arayışına ve hiç durmadan kendini aramasına şahitlik ederiz okurken.
Yaşama bezginliği, belki de kendini oradan orada atarak ne istediği veya neyi istemediğini bulamayan bir insanın öyküsüdür Bir Solgun Adam ve şahane bir romandır ama anlayana elbet.
Baran'dan; bir mirasa konmuş, ailesini terk edip okuyarak yalnız bir hayat sürmeyi tercih etmiş, emekli banka memuru Mehmet Taşçı'nın hikâyesi. Roman, Taşçı'nın artık yazmalıyım deyip günlük tutmasıyla başlıyor. Geriye yalnızca Selçuk Baran'ın dokumasındaki motifleri takip edip romanın keyfini çıkarmak kalıyor. Selçuk Baran'ın okuduğum ikinci romanı. Bazı yazarları okuduğumda nasıl "çok okunur"lardan biri olamamış diye şaşırıyorum. Baran da o yazarlardan.
bayıldım, bayıldım ve bayıldım. ilk kez selçuk baran okuyorum. selçuk baran'ın diline bayıldım. romanın kasvetine bayıldım. cümlelere, anlatımlara bayıldım. romanın durağanlığına bayıldım.. bana verdiği kalp burulması hissine bayıldım. kitabı ilk elime aldığımda iki-üç sayfa okuyup durup 'ben çok seveceğim sanırım bunu' diye içimden geçirmiştim, gerçekten de öyle oldu. öyküleri nasıldır bilmiyorum hemen başka bir kitabını daha alıp okuyacağım. emekli olmuş, karısını ve kızını pek de umursamayan ve onları bırakıp başka bir eve yerleşen bir adam. dürnev hanım'ı da çok sevdim ayrıca. başından beri durağan, bir o kadar da akıcı bir anlatım. günlük okumayı zaten severim. yer yer buruk bir gülümseme koyuyor yüze bazı cümleler. bazıları durup düşündürüyor. hayatın anlamı ne, ne olacak, ne bitecek, ne için yaşıyorum, ne için üzülüyorum, ne olmasını bekliyorum, ileride ne olacak, geçmişim için ne düşüneceğim, bu günlerim için ne düşüneceğim, beni öyle bi daldırdı gitti ki.
"olmuyor yapamıyorum. hiç zamanı olmayan bir adam gibiyim. yaşamaya zaman bulamayan adam mıyım yoksa? bir masal vardı, adam gölgesini yitirmişti... ben neyimi yitirdim, bilemiyorum."
"sabahın erken saatleri... gün ağarmamıştır daha. sokaklarda hala lambalar yanar. insanın sahip olduğu her şeyi yitirdiği saatlerdir bunlar. korkmak bile gelmez elinizden. öylesine çaresizsinizdir. tutsaklığı kanıksanmış bir tutuklu gibi sürüklenir durursunuz."
"nasıl da unutuveriyoruz her şeyi. çektiğimiz acıları, bize yapılan haksızlıkları... acıya dayanmanın bir erdem olduğunu neden öğrettiler bize? acıları unutmanın akıllılık olduğunu kim söyledi? bilgelik bu mu? bir ömür buna harcanabilir. genç olsaydım, en baştan başlardım; sırasınca, yolunca, teker teker düşünerek... acı çekenleri, çektirenleri, unutanları, alışanları..."
"ya on yıl erken geldim dünyaya ya da on yıl geç. ara yerde bir geçitteyim. bir el boğazımı sıkıp duruyor. biri de çıkmış göğsüme oturmuş. çok kalmadı şurada ama... erken ya da geç başlanan on yılın bitmesine. bir şey beklemezse eğer insan, on yıl çabuk geçer."
Selçuk Baran ile tanışma kitabım ve iyi ki geç de olsa okuma şansım oldu. Romanda yazarın yalnızlık kavramını işleyişi ve bunu yansıtışı o kadar içten ki siz de karakterle birlikte o duyguyu yaşıyor, hissediyorsunuz. Yazar üzerine araştırdığımda beklediği okur kitlesine ulaşamadığı için belli bir süre sonra yazmamaya karar verdiğini,kendini başarısız gördüğünü okudum. Kendini böyle tanımlaması haksızlık olmuş, ne yazık ki yaşarken kıymeti bilinememiş. Gerçekten iyi bir yazar ve umarım eserleri kendisi gibi kıyıda köşede kalmaz ve daha çok okunur.. En kısa zamanda diğer kitaplarını da okuyacağım..
Öncelikle bu kitabı çok yanlış bir zamanda okuduğumu düşünüyorum. Ayağım bir haftadır alçıda, hareket kabiliyetim bu yaz sıcağında kısıtlandı. Kendi içimin buhranları yetmiyormuş gibi romanın kahramanı Mehmet Bey'in buhranlarını da dinlerken kaba tabirle şiştim. Bunda kendini hayatta hiçbir yere koyamayan, huzursuz bu karakterin çok iyi yaratılmasının da etkisi var tabii. Selçuk Baran'ın külliyatını tamamlamaya doğru gidiyorum. Ben kronolojik bir sıra izlemedim. Dolayısıyla ilk romanı olan Bir Solgun Adam'dan başlamadım okumaya. Kendi adıma söyleyecek olursam bence iyi ki de bu romandan başlamamışım.
Romandan yer yer Muhsin Bey hissi aldım ben. Hem izleyip hem okuyanlar belki o yalnız yaşayan, mutlu olma arzusu duyan fakat kendini hiçbir ilişkinin içine sağlıklı bir şekilde yerleştiremeyen Mehmet ile Muhsin Bey'i neden benzettiğimi anlayacaktır. Bu karakteri yer yer fazla ağlak ve sıkıcı buldum. Dediğim gibi içinde bulunduğum huzursuz ruh hali de üstüne tuz biber olunca tahammülüm çok azaldı 🙃 Neyse girdiğim reading slump'tan galiba bu romanın da iteklemesiyle zar zor da olsa çıkabildim diye umuyorum.
Yaşam bezginliğini kendini farklı yerlere savurarak dindirmeye çalışan Mehmet Taşçı'nın yalnızlık destanını oya gibi işlemiş kuytuda kalan şahane yazarımız Seçuk Baran. Bu ara okuduğum en iyi kitaptı diyebilirim...
Yorgunum... Yalnızım.. Ya da bilemediğim bir hastalığa yakalandım. Geceleri uyku tutmuyor. Karanlıkta, yatağımın içinde oradan oraya dönüp duruyorum. kalkıp kitap okusam ya... Onu da yapamıyorum. Artık gazete bile okuduğum yok. Ölesiye mutsuzum. Ne var ki, ölmek istemiyorum. Çünkü ölmek bir şeyin (yani ömrün) kullanılması, tüketilmesi, bitirilmesi değil, tamamlanmasıdır. Zaten ben günlerimi kullanmadım,biriktirdim. (Ne için?). Şimdiye dek ne yaptım? Yalnızca bir seyirciydim. Üstelik kötü bir seyirci. Bakmasını bilemedim. Çünkü bilseydim, bana gerekli olan şeyleri görürdüm. Ellerim böyle boş kalmazdı.
Selçuk Baran'dan okuduğum ilk kitap oldu Bir Solgun Adam. Kalemindeki dinginliğe, ağırbaşlılığa, sakinliğe hayran olmamak elde değil. Öyle ya, yalnızlığın solgunluğu başka türlü de anlatılamazdı ki...
"kitap okuyamıyorum, dışarı çıkamıyorum; ne yapıyorum peki? şaşılacak şey, gün gene geçiveriyor; bakıyorum akşam olmuş. sonra uyuyorum. ne kadar uzun ve derin uyuyorum... kalktığımda nerede bulunduğumu, kim olduğumu bile unutmuş oluyorum. kimliğimden habersiz bulunduğum o çok kısa an... ilk uyanışım güzel oluyor. sonra kendimi ve odamı tanıyınca, bir yerime bıçak batırılmış gibi irkiliyorum."
Bundan yaklaşık yirmi yıl önce okuduğumda hiç aklımdan çıkmayan cümlesiydi bu kitabın. Hep aklımdaydı tekrar okumak ve yine çok sevdim. Sadece Mehmet Taşçı'yı değil Nevin hanımı, Dürnev hanımı, Sadık beyi, Nail'i... Her bir karakter için öyle güzel bir derinlik yaratmış ki Selçuk Baran. Öylesine gerçek, öylesine sıradan ve öylesine yalnızlar ki. Sıradan hayatların, yalnızlığın romanı bu kitap.
Yıllar sonra tekrar okuyacağım hüzünlü bir roman Bir Solgun Adam.
Selçuk Baran’ı neden bu kadar geç keşfettiğim için hayıflanıyorum. Okurken dinleniyorum ve tüm yazdıklarını okumak istiyorum. Sürekli sürekli okuyacağım yazar oldu kendisi. Keşke yaşarken de değeri bilinen bir yazar olsaymış.. iyi ki yazmışsın Selçuk Barancığım 🤍
Bilmiyorum, bu tür adamları anlatan bu tür kitapları okumaktan çok bunaldığımdan mıdır nedir, bir türlü kitabın akışına teslim olamadım. Mehmet Bey yine de benzerlerinden biraz farklı, en azından yaşlı başlı bir adam. Hem sonra, dıştan bakıldığında işinde gücünde görünen sakin biri. İçerisi ise bezginliklerle sönmeyen duygular arasında gidip geliyor. Ama Mehmet Bey'in ne düşündüğünü hiç önemsemediğimi fark ettim.
Mehmet Bey'i günlüğünü okusak bile pek tanıyamıyoruz. Zaten kendisinin de itiraf ettiği gibi, oraya yazarken de yalan söyleyebiliyor. Bir cevap arıyor bir yerlerde ama bulabileceği konusunda umutlu da değil. Adeta hareket halindeyken ölmek istiyor, bir çatının altında otururken değil. Kızını terkedebilecek, sevdiği kadına o kadar istese de bir daha uğramayacak kadar inatçı bir yandan, geçmişteki hiçbir şeye tutunmak istemiyor. Bir yandan da kızından çok daha küçük yaştaki kızlara aşık olacak kadar da canlılık taşıyor. Yeni gerçekleşebilecek şeylere karşı en azından bedeni duyarsız değil, ama insanlarla ilişkide olmanın getireceği yükü de sırtlayamayacak kadar çocuk daha sanki.
Neyse, afakanlar basacak bir havadaysanız okumayın, ya sonuna kadar iyice daralırsınız ya da yarım bırakırsınız, ikisi de bana göre her cümlesi dolu olan bu kitap için yeterince kötü.
‘Bir Solgun Adam’, Selçuk Baran’ın ilk romanı. Son derece akıcı bir dille yazılmış bir roman. Bir ilk roman olmanın eksiklikleri var üzerinde, ancak bu durum daha fazla Selçuk Baran okuma isteği uyandırdı bende; gelişimini görmeyi arzu ettim. Selçuk Baran’ın diline, anlatımına, Türkçesine söylenecek hiçbir şey yok bence. Roman biraz ağır tempoda başlıyor ve bir solgun kişinin yani silik bir adamın, alışkanlıklarıyla çevrelenmiş bir emeklilik dönemini okuyoruz. O kadar alışkanlıklarla çevrili ki, küçücük değişiklikler son derece rahatsız ediyor bu insanı. Ve zaten kitabın akışı, çok ciddi denebilecek bir değişiklikten, müdavimi olduğu bir birahanenin artık birahane olmaktan çıkacağını öğrendiği zaman başlıyor. O noktadan itibaren kitaba yeni karakterler ekleniyor, bu karakterlerle romanın kahramanının etkileşimini izliyoruz ve bu solgun adamla ilgili daha fazla bilgiye sahip olmaya çalışıyoruz. Çok melankolik bir roman bu, yavaş akan ve yavaş gelişimlere sahne olan. Ben kitabın birisini beğenmedim, hatta son bölümün hiç yapılmaması gerektiğini dahi düşündüm. Ama ben yalnızca bir okurum ve bu benim öznel değerlendirmem. Her koşulda Selçuk Baran mutlaka okunması gereken bir yazar bence
Öncelikle Beyoğlu Yapı Kredi Yayınlarındaki genç arkadaşa çok teşekkür etmek istiyorum bana bu kitabı önerdiği için. Selçuk Baran'ı bu kadar geç tanımış olmama inanamıyorum; ki bu konuda yalnız olmadığımı bilmek de üzücü. Bence çok çok büyük bir yazarmış, böylesi bir kitabı, bu kadar yalnız, bezgin ve sıkılan bir karakteri bu kadar derinden anlatabilmek herkese nasip olmuyor. Kitaba başlarken biraz zorlandım- muhtemelen okuduğum dönem ve benimle ilgiliydi -ancak sonrasında gerçek bir edebiyat keyfi alarak aktı gitti. Bir de yazarın aslında bir çok kitapta gördüğümüz romanda üstü örtülü olan eski olaylara açıklık getirme veya kendini izah etme çabasına girmeye tenezzül etmemesine ayrıca bayıldım. Düşünsenize kitap zaten Mehmet'in emekli olunca küt diye karısını ve kızını bırakıp tamamen kendi arzuladığı gibi yaşayacağı bir pansiyona taşındığı bilgisi ile başlıyor. Buradan geçmişe dair çok şey yazılabilirdi ama Selçuk Baran bize sadece onun iç dünyasını ve o günden itibaren yaşadıklarını vermeyi tercih ediyor. Mehmet Taşçı'nın önceki hayatı ve kitabın bitimi sonrasındaki yolculuğunu bizim hayal gücümüze ve imgelemimize bırakıyor. Bundan sonra öykü kitaplarını da okumayı çok isterim.
çok mu sevdim, hiç mi sevmedim asla karar veremediğim bir kitap oldu. bazı yerlerinde inanılmaz etkilendim, bazı yerlerini fazla ajite ve dayanaksız bir drama olarak gördüm, mehmet adına endişelendim, mehmet'ten içim sıkıldı ve kurtulmak istedim... bilemiyorum nasıl puanlanır böyle karmaşık duygular yaşatan bir kitap. kesin olan bir şey, selçuk baran'ın çok etkileyici yazıyor olması. kronolojik okumaya karar verdim ben, belki de ilk romanı olduğu için böyle kararsız bırakıyordur. bir de şunu kesin söyleyebilirim ki selçuk baran did it before dag solstad...
şöyle ki hayat hep içine doğru katlanıyor, ona hep katlanılıyor, burası cepte. ama daha önemlisi insan bazen umarsızca çiçek topluyor
"bıkıp usanmadan çiçek topluyorum. çiçek toplamanın ayrı bir zevk, tutku, hatta iş olduğunu bilmezdim. Kendimi kaptırıveriyorum. Topluyorum, topluyorum 'aman şu pembe de pek yakışacak morların yanına,' diyorum... Bu yüzden olmayacak yerlere tırmanıyorum; tökezleyip yarlara düşmeme ramak kalıyor. Sonra bakıyorum, tam yolumun üstünde onca güçlüklere katlanarak kopardığım çiçekten bir küme durmakta"
Sıradan sayılabilecek bir insanın (zira karakter de kendini öyle görüyor ve ona göre davranıyor) günlüğü nasıl bu kadar sürükleyici olabilir? Oluyor işte… Başka düşünen bir kadın yazarın elinden, memur emeklisi sıradan bir adamın hayatı… Kişisel not: kimi paragraflar günlük hayatımdaki farkındalıklarımı hatırlattı ve o yolu genişletti
Canı sıkılan, ne aradığını bilmeyen, hayata karışamayan emekli bankacı Mehmet Taşçı'nın hikayesi. Karakterler aynı sesle konuşup benzer şekilde davranıyor. Hepsinde yazarın izi var. Anlatım dili güzel ve yazar ruh hallerini betimlemekte usta fakat bir romanda aradığım nitelikler yok. Anlatıcının değişip durmasını da beğenmedim. Selçuk Baran'ın kitaplarını okumaya devam edeceğim.
Ağırbaşlı bir dil ve ondan daha ağırbaşlı bir felsefeyle donanmış ve sağlamlaştırılmış roman. Sartre ruhu her sayfayı dolanmış. Aynı sebeplerle üzerinize bir ağırlık çullanıyor ve kitabı zar zor bitiriyorsunuz. Zor bir iyi kitap.
Önemli ve keyifli bir keşif oldu benim için. Cümleleri, duyguları, mekanları, karakterleri çok yakın, tanıdık. 11 yıl boyunca bir çatı katında okuyarak yaşayan, insanlarla bir aradalığı beceremeyen, yabancılaşan, yabancılaştıkça sorgulayan, doğayla canlanan Mehmet Taşçı'nın yolculuğu.
Kitabı okurken baş karakterimizin duygu dünyasını İvan İlyiç' e benzettim. Yakınlarında olan insanlara aynı derecede çok uzaklar. Ve etrafındaki insanların durumu kavrayamayışı 6. Koğuş' u hatırlattı.
edilgen, solgun, bitkin, zamanına, mekanına erken ya da geç hisseden, hiç bir yere ait olmayan, ait olduğu yerde mutlu, huzurlu yaşayamayan, eksik kalan mehmet taşçı’nın yol hikayesi… keşke lise dönemimde keşfetmiş olsaydım. 30 yıl kadar geç kalmışım. :)