Nâzım'ın yaşamı XX. yüzyıl siyasetinin aynasıdır. O, uluslararası dayanışmayı savunan bir Türk yurt-severi ve kendisini işçi sınıfına adamış aristokrat yaradılışlı bir şairdi. Ne tehditler ne de vaatler, onu politik ideallerinden vazgeçirerek düzene katılmaya ikna edebildi ve inançlarının bedelini yıllarca hapishanede yatarak ödedi. Sürgündeyken Sovyet destekli barış hareketinin başşairi haline geldiyse, bu, yaşamını enternasyonalizme adamış olmasının bir sonucuydu. Stalinciliği hicvettiği, Sovyet yetkilileri tarafından yasaklanan İvan İvanoviç adlı eseri, Stalin'in kızı Svetlana Alliluyeva tarafından "romantik komünizm"le özdeşleştirilmesine yol açtı.
Göksu ve Timms'in biyografik çalışmaları iyi bir arşiv çalışmasına dayanmakla birlikte, reel sosyalizm ve Nâzım'ın komünizmle ilişkilenmesi bağlamında sığ bir perspektife sahip. Nâzım'ın edebî, siyasal ve kişisel yaşamını (üçünü birbirinden ayırmak ne mümkün) yer yer parçalara ayırarak kavrayan yazarlar, 20. yy. dünya ve Türkiye toplumsal tarihi bağlamında şairi tam anlamıyla ele alamadıkları için emperyalizm çağında mücadele eden, örgütlü bir aydını anlamlandırmakta zorlanıyorlar. Kapsamlı kaynakçası kitabın en olumlu yanını oluşturuyor, diyebilirim...