Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Peruk Gibi Hüzünlü kitaplarıyla son dönem öykücülüğümüzün parlayan imzalarından Yalçın Tosunun kendi doruklarından devşirdiği yepyeni öyküler...
Bir Kocanın Gizli Defterinden, Sıcak Sandalye, Soğuk Yılan, Dilanın Ormanı, Ruhsar Hanımla Levon Beyin Beş Çayı... Belki de, yazarın unutulmazları arasına girecek böyle birçok öykü Dokunma Derslerinde bir araya geliyor.
Tutku, keder, utanç, pişmanlık, nefret, dostluk ve dile gelmeyen sevgiden mürekkep öykülerde Yalçın Tosun kalemini bir sihirbaz değneği gibi kullanıyor. Kaşla göz arasında rengârenk duyguları ortaya döküverdiğinde adeta neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Derhal dönüp tekrar tekrar okuma isteği uyanınca bir sonraki öyküye hemen geçilemiyor.
Yalçın Tosun, üçüncü öykü kitabıyla sayıları giderek artan okurlarını ve öyküseverleri heyecanlandırıyor.
Yalçın Tosun (Ankara, 1977) Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede Özel Hukuk Doktorasını tamamladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Öyküleri Adam Öykü, Notos Öykü ve Kitap-lık dergilerinde yayımlandı.
Lütfen ÖOÖ (öykü okuma özürlüsü) olduğumu unutmayalım. Nys.
İlk Yalçın Tosun kitabım (son olmayacak) ve kitap isimlerinden dolayı da şiddetle okumak istediğim biriydi. Geçen gece Mabel dinlerken Peruk Gibi Hüzünlü çıkageldi, oradan da aklıma düştü. Aslında onu okumak istiyordum ancak, bulamadım taramasını :(
Bence 3 farklı gruba ayrılabilir öyküleri: 1. Bilindik Öyküleri Bilindik Şekilde Anlattığı Bunlar, daha önce alttan büzülmüş, üstten kırpılmış, yanlardan eğilmiş ama aslında kendinden öncekiyle aynı olan öyküler. Damdaki, Soğuk Yılan, Drama Queen, Dilan’ın Ormanı, Kibritçi Kız, Şarkı Bitti, gibi. Bilindik öyküleri anlatabilirsiniz, anlatmalısınız, ama işleyişiniz, diliniz, içindeki felsefe, bakış-yönlendiriş açınız, belki finaliniz farklı olmalı. Mesela Damdaki öyküsünü ben muhtemelen her aşk kitabında okuyorum mesela :D Dilan’nı Ormanı öyküsünü, en kötü edebiyat dergisinde bile, aynı ağdalık ve aynı duyarlı yazıyla, gazetede ayşe arman ve tiplemelerinin birinden mutlaka tıpkısı-aynısıyla okuyabilirsiniz.
2. Bilindik Öyküleri Farklı Şekilde Anlattığı Yaralı Bir Kaplan (ki bana ‘zenci kadınların kukusu da pembe mi essahtan’ cümlesini çağrıştırdı), Trendeki, Çilek Ne Ki, Firafi Parmağın Ucu, Saklı (en sevdiğim 2. öykü oldu). Zaten bildiğimiz, hatta bence her an her yerde olan şeyler ama işte bi’ çoraptan fırlamış başparmak, bir albino, tiyatrallaştırılmışvari bir anlatım vesaire bunları değiştirebilir, bunun aynısı bana ‘büyülü gerçeklik’ okurken de oluyor.
3. Farklı Öyküleri Anlattığı En sevdiğim Bir Kocanın Gizli Defterinden oldu, ama Homoeroticus (öyküception gibi), Sıcak Sandalye, Tosbağa Öldürmek (bu da 3.), Ruhsar Hanım’la Levon Bey’in Beş Çayı, Pansiyondaki, Ferhat Olmak (bu da 4. olabilir) öyküleri hakikaten farklıydı. Tabi bu farklılık bana göre farklı olabilir belki siz böyle şeyleri çok okumuşsunuzdur. Ama bence, asıl bu öykülerde ‘öykü olmak’ı yakalamıştı yazar, dipleri kazınabilir, oturup üzerine konuşulabilirler. Belki öyküden beklentim bu olduğu içindir.
Bazıları var ki öykü demek bile istemiyorum; Kucak Delisi, Herkes Kendi Gemisinde öyküleri (2 taneymiş :D) böyleydi. Şey gibiler, hani deneysel takıldığını sanan kısa filmler var, öyleler tıpkı. Uzun metrajlı demiyorum çünkü öyküler kısa- kısadan kastım kelime sayısı değil, ki emin olun uzun metrajlıları daha da çekilmez oluyor bunların. ‘Neden yazdın bunu?’ sorusunu sorup duruyorum, ‘neyi kaçırdım’ veya ‘neyi görmüyorum’ gibi. Hadi Herkes Kendi Gemisinde’yi 1’e ekleyelim desem, Kucak Delisi gerçekten hiçbir şey veremedi bana. Olanı anlatmış; günlük bir rutin ya da diş nasıl fırçalanır. Şöyle minnacık da olsa bir şey versin tutunacak (Firari Parmağın Ucu gibi) ki ben onu ayırayım, ayrımsayayım.
Şunu fark ettim; öyküyle arama ‘sinema’ giriyor (demek ki sinema benim için bir roman değil öykü, hmm). Bir hikayeyi okumışsam da ‘izledim ben bunu’ oluyorum, konusu (hani şu İngilizce altyazıyla izlediğimiz festival filmleri sandığınız, ama festivallere çıkmayan ve muhtemel düşük bütçeli filmler, daha kötüsü İspanyol yapımlara bile ‘fransız filmi’ dedikleriniz, veya evet festival filmleri) çağrıştırıyor bi şekilde. Mesela Soğuk Yılan’da kızın parmak uçlarını koklamasını, Kibritçi Kızı belki ben onlarca kez okudum-izledim. Belki böyle yaklaşmamak gerekiyor, yenilik aramamak ama öykü yalnızca ‘anlatmak’sa askerlik anıları da öyküdür, Kucak Delisi’ndeki gibi genç kızlık hatıraları, benim 2012 kışında evden beş durak önce inmemi ‘2012 yılı kışında hep 5 durak önce indim evden’ diyerek anlatmam da öyküdür, ama hakiki öykü mü işte; eğer öyleyse ben de yollayayım yazılarımı. Öykü dediğin -illa şaşırtıcı sonlu olsun, kapalı anlatımı olsunu kastetmiyorum- üzerinde konuşturmalı, hım deyip çevirmemelisiniz sayfayı.
Bu arada ayırdığım başlıklar herhangi bir ‘puanlama’ ifade etmiyor, içlerinde ah dediğim de var, eh dediğim de, meh dediğim de.
Kimlere dokunuyoruz peki; anaya, babaya, çocuğa, kocaya, komşuya, müdüre, öğretmene, kaynanaya, arkadaşa, orospuya, ergene, yaşlıya, yabancıya… cinsiyetini bildiğiniz de var, kestiremediğiniz de, hetero da var, lezbiyen de, gay de, ‘ibne’ de, sapık da, sapkın da, ‘yasak’ da, ensestimsi de. Bunlar beni irite etmedi, asıl rahatsızlık veren, orada olup olmadığını bilmediğiniz şeyler ki bu rahatsızlık hoşuma gitti; ensestimsi (Soğuk Yılan; buna rağmen iyi bir öykü değil) dememin nedeni budur. Aynı şey farklı ilişkilerde diğer hikayelerde de var, işin içinde cinsellik mi, şehvet mi, aşk mı, yoksa adı konmamış başka bir his mi, durum mu, bunu bilmemek güzeldi. ‘Minnacık da olsa tutunacak bir şey’ verdiği durumlar bunlar.
Yazarın en sevdiğim yanıysa şu oldu, karakterleri kimlikleri gibi konuşuyor. Bence öykü yazarlarının en büyük sorunu bu, herkes karakterini kendisi gibi konuşturuyor -eğer kaygısı kendi değilse-. Yalçın Tosun; intihar meyilli ergen, bıkkın bir dul, bir deli, bir orospu, ‘erkek’ olan gay, sarhoş sevgili vesaire nasıl konuşursa, davranırsa o da ona göre dizmiş kelimelerini. Fakat kendisini de duyuyorsunuz geri yerinden.
20 öykü var, 5’er guruplar halinde Arzuyu Örtüsünden, Tanıdık Yabancılar Makamı, Bilindik Sırlar Makamı, Küçük Kesikler olarak 4’e ayrılmış. Her öyküye ayrı puan verip aritmetik ortalama aldım, 3,425 çıktı :D
2023 yılının ilk kitabı olarak Dokunma Dersleri'ni seçtim. Yazardan okuduğum ilk kitap ve son olmayacak. Bilinç akışı gibi teknikler kullanarak kuvvetli öyküler çıkarıyor karşımıza yazar. Kolay kolay aklımdan çıkmayacak öyküler bunlar. Böylece 2023'e güzel bir başlangıç yapmış oldum.
Harika oykuler... Cok keyifle okudum, LGBT konularina tahammul edemeyenler disinda herkese cok tavsiye ederim...Ruhsar Hanim'la Levon Bey ozellikle iz birakti...ayrica kapak resmini kardesim yaptigi, ve modeli benim oglum oldugu icin de benim icin bu kitabin ayri bir yeri olustu...
Sabırsızlıkla okudum, çok sevdiğimden değil, yanlış zamanda başladım, araya aldım. Bitsin istedim ve bitti. İlk kitaptaki ilgiyi yitirmişim sanki, o benim için en güzeli olarak kalacak sanırım. Bu kitabı da güzeldi, hala Türkçe yazılmış okuduğum öyküler içerisindeki o ayrı yerini koruyor. Ama kurgunun ağzımıza kürekle vurduğu bir anda şlak! diye indirdiği tokatları olan öyküler daha azdı. Durum anlatımı daha fazlaydı diğerlerine nazaran.
eyorlamam böyle şimdilik. ikinciye döneceğim, dönmem şart.
Yalçın Tosun'dan müthiş bir kitap. Peruk Gibi Hüzünlü'yü de okumuş, beğenmiştim, ama bu daha da etkileyici, sanki daha da rafine. Duygu yüklü, hüzünlü, iç acıtıcı kısa hikayeler. Kahramanlar da genellikle cinsel yönelimi farklı kişiler. Bu yönüyle bazılarına itici gelebilir ama, iyi edebiyattan tat almak dışında, onları daha iyi anlamak bakımından da böyle kitaplara ihtiyacımız var bence... İki buçuk sayfalık son hikaye Herkes Kendi Gemisinde ise kolay unutulmayacak derecede sarsıcı.
Aşağıdaki yorumu unutun kitap dostları: BEN BU KİTABI YENİDEN OKUYACAĞIM. Öyle çok sevdim ki hala hatrımda...
Ben daha çok bir roman okuyucusuyumdur. Anlatı ve öykü çok az okurum. Belki de çok da teşebbüs etmemiş olduğumdan olabilir. İşte Dokunma Dersleri... Her bir öykü gerçekten bir yerlere dokunuyor. Öylesine sizi içine çeken, sade ve bir o kadar vurucu ki. Ve en çok da sevdiğim bol bol öteki ama biz olanı okuyoruz. Sanırım birkaç favori hikayem var: Dilan'in Ormanı Kibritçi Kız Damdaki Ruhsar Hanım'la Levon Bey'in Beş Çayı Yaralı Bir Kaplan Sıcak Sandalye Pansiyondaki
Kitabın neredeyse tamamını yazacaktım ki tuttum kendimi, bu yukaridakiler-özellikle ilk dördü ciddi anlamda çok etkiledi beni. Sırada yazarın diğer öykü kitapları var. Böyle kalemleri keşfetmek -bu platforma borçluyum- harika benim açımdan. Kesinlikle takip edeceğim bir yazar olacak gibi görünüyor.
Dersimdin çalıştım, parmak uçlarına kadar ezberledim seni. . Bizim Büyük Challange’ımız bir öykü kitabı kategorisi için Dokunma Derslerini seçmiştim. Yalçın Tosun fazlasıyla sevilen yazarlardan ve kendisiyle tanışma kitabım oldu. Dokunma Dersleri içerisinde; Arzuyu Örtüsünden, Tanıdık Yabancılar Makamı, Bilindik Sırlar Makamı ve Küçük Kesikler başlıkları altında 20 hikaye bulunuyor. 5 hikaye içlerinde en sevdiklerim oldu. Damdaki: yaz günleri, arzu hakkındaydı ve cümleleri üzerine yerleşmiş içtenlikten, heyecandan hoşlandım. Dilan’ın Ormanı; beni sonlarında etkileyen hayat ışığının söndürülmesi üzerineydi. Kibritçi Kız; hayatta kalma mücadelesini, özgür yaşama hayalini anlatırken Kibritçi Kız masalına selam çakan bir hikayeydi. Ferhat Olmak; başkalarını mutlu etmek için kimliğini kenara atmayı düşünmeden yapan bir karakterin öyküsüydü. Herkes Kendi Gemisinde; burukluğa, pişmanlığa ait geçmişten çıkamamış bir kızgınlığın biraz da merakın öyküsüydü. Kitaptaki öyküleri okumaktan genel olarak keyif aldım. Sadece bazı hikayeler çok ortada kalmış gibi hissettirdi. Kendimi bir öykü okuru olarak görmediğim için bunu bir eleştiri olarak yazamıyorum. Yazarın kalemi özgün ve bu yüzden anlatmak istediklerini okumak ayrı bir his uyandırıyor. Hikayeden hikayeye geçerken sanki hepsini aynı ama bir o kadar farklı bir yazar yazıyormuş gibi hissettim. Diğer kitaplarına da bir göz atmak istiyorum.
Garantici biri olduğumdan genelde güncel yazarlardan kaçınarak hakkında daha kolay bilgi edinip kanaatimi daha okumadan edinebileceğim yazarların kitaplarına yönelirim. İyi ki bu kez öyle yapmamışım. Akşam dokuzda "birkaç öykü okuyup bırakırım" diyerek elime aldığım kitabı bitirene kadar bırakamadım. Yazarın anlatımı sade ve gündelik; ancak içi boş, sıradan değil. Karakterler her an karşınıza çıkabilecek herhangi insanlar. Haliyle özdeşim kurmak zor olmuyor. Birkaç noktada metinden koptuğum, karakterlerin ve öykülerin genel seyri yukarıda söylediğim gibi olduğundan eğreti bulduğum yerler olsa da bahsetmeye çok değecek şeyler değil. Belki de okuyucu olarak benimle uyuşmayan öykülerdi/karakterlerdi. Bir """"""""dIşLaNAnlAr""""""""" antolojisi olarak pazarlanabilecek iken böyle bir yol izlenmemiş herhalde ki, normalde arayışta olmama rağmen şans eseri fark ettim. Gereksiz bir dramaya, duygu sömürmeye, karikatürleştirmeye yer vermeden örneğin eşcinsel karakterlerin başı çektiği öyküler var ve bu benim için tatlı bir sürpriz oldu. Ara sıra bu konular ve karakterlerde gezinen piyasa işlerinin klişelerine dokunacak gibi olsa da şükürler olsun ki hayal kırıklığına uğratmıyor. En memnun olduğum da bu oldu; acınası, dalga geçilesi, abartılı şekilde anlatılası kişiler olarak değil, karakterler olduğu gibi anlatılmış. Türkçe yazında böyle bir iş görmekten mutluyum. Yazarın diğer öykülerini de okuyacağım.
’Anların kıymetini en çok edebiyat -belki bir de sinema- bilir. ‘’ diyor bir röportajında. Bence öykülerine an’ları taşıyarak kendisi de ayrı bir önem kazandırıyor bu kısacık hayat hücrelerine. Onun öykülerinde hafızalarındaki huzursuz anılarla yüzleşen kahramanlar, bunlardan olağan deneyimlermiş gibi bahsediyorlar. Travmaların, tedirginliklerin, umutların ve pişmanlıkların izleri duygusal kurgularla örülüyor. Karakterler iç sesleriyle bozuyorlar sessizliği. Çatışmalarının yankısı okuyucuyu sarsıyor. Farklı öyküleri ve farklı karakterleriyle hayatın ve zamanın o birbirine paralel akan ama bir türlü barışmayan rahatsız edici ortamında asılı kalıyoruz okurken. Devamı: http://konserveruhlar.wordpress.com/2...
Öykü okumayı Yalçın Tosun ile sevmişimdir. Bu kitabındaki öyküler, cinsiyetsiz kimlikler beni derinden etkiledi. Dili ve aktarımları yalın ve kuvvetli. Zaten yazar da bu kitabı için bir röportajında demiş ki 'Dokunmaktan korkanlarla, yüzleşebilecek cesareti olanları bir araya getirdiğimi gördüm zaman zaman'. Bu kitaba bir şans verin derim.
Yazarı ilk kez ilk eseri Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler ile tanımıştım. Kendisine hayran olmuş, diline tutuşmuştum. Işte bu nedenle yayınlanan bütün kitaplarını bir sonraki alışverişimde sipariş ettim.
Dokunma Dersleri bence Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler'in altında kalıyordu. Kitabın ilk çeyreği beklediğim Yalçın Tosun etkisini yaratsa da devamı ilk eserindeki güçlü etkiye sahip değildi bence. Büyü bozulmuştu. Sıradanlaşmıştı.
Kendisinin diğer eserlerini aynı merak ve tutku ile okumaya devam edeceğim. Bu kitabı kendisinin eserleri arasında nazar boncuğu olarak kabul ediyorum :)
anılardan kes yapıştır öyküleri sevemiyorum. zaten az konuşucan al alıyosan aklımı yoksa gider arkadaşlarımın aksiyonlu kes yapıştırlarını dinlerim di mi. tek sorun, arkadaşlarım sona iki özlü söz eklemesini bilmiyor.
Yazmanın cesaret istediği öyküler vardır bu ülkede. Bence bu kitap onlarla dolu. Merakta bırakan, kışkırtan, hüzünlendiren,cesaretlendiren ve korkutan öyküler. Kesinlikle ilk ama son Yalçın tosun kitabım olmayacak.
Hikayeler bir kitapta derlemek üzere değil de zamanın akışı içinde yazılmışlardan en derlenebilecek olanların bir araya gelişi gibi dizilmişler. Tekil tekil arada hoşluklar yakalasam da bir 'öykü kitabı' kurgusu, olmamış.
anne, baba ve diğer ölümcül şeylerden sonra bana biraz zayıf geldi öyküler. yazarın okuduğum ilk kitabı olduğu için belki; onu daha çok sevmiştim. ama altını çizdiğim satırlar yine var ve yine öyküler düşündürücü... "Sözcükleri tozlanmasın diye özenle paketleyerek rafa kaldırma sanatıdır bir anlamda evlilik." "Hafızamızın korkulan dallarının arasına, kendi puslu ve karanlık ormanlarımızın en derinine gömerek unuttuk." kitapta en çok Drama Queen öyküsünü sevdim. hayatta tanıdığımız ilk kadın olan annelerimizi, belki kendimiz dahil bütün kadınları anlamak adına şu alıntıyı sevdim. belki kendimi de buldum bu satırlarda:) "Neden böyledir annesi? Neden her şey onunla ve o bir tür tarifi zor karanlığından kurtulamayan duygularıyla ilgilidir? Nasıl da, az sonra özenle yırtıp atacağı bir sevinç bulur getirir bir yerlerden, en olmadık anlarda?"
Yalçın Tosun’un Dokunma Dersleri kitabını okurken bir hikâyenin bitip diğerine geçtiğini her seferinde biraz buruklukla hissettim; çünkü her öykü sanki kendi içinde bir romanın çekirdeğini taşıyordu. İnsanların korkuları, yalnızlıkları, arzuları ve en çok da birbirine değmekten korkarken temas etme ihtiyacı kitabın sayfalarına ince ince sinmişti. “Sanırım bir insanı ağlarken görmek onu sevmeyi ummadığınız kadar hızlandırıyor,” gibi cümleler insanın içini yakalayıp bırakmıyor. Her hikâyede bir kırılma, bir küçük kesik var, bazen de insanın kendinden sakladığı bir parça. Tosun’un dili hem sade hem keskin; duyguların karmaşasını bitmeyen bir iç monolog gibi anlatıyor. “Biteviye” kelimesini sık sık kullanması da sanki karakterlerin döngüsünü, kendinden kaçamayan insanın aynı duygularda debelenmesini vurguluyor.
Dokunma Dersleri birbirinden farklı küçük küçük öykülerden oluşuyor. Her öykünün farklı bir kahramanı var. Kimi sevdiğini uyurken anlatıyor kimi annesinin her buluşmalarında düzgünce boynunda asılı duran incilerine takık, kimi bedeninde tanıdık bir el ararken kimi tercihlerinden ötürü bedenin, satmamanın peşinde, kimi varlığından utanılmamasını isterken kimi zaman yenik… Ama her biri bizden, içimizden ve yüreğinize dokunur cinsten…
Kitabı çok beğendim ve okumamış olanlarınıza gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
Yalçın Tosun diğer kitaplarında olduğu gibi yine 4 Mevsim tarzında kitabını dörde bölüyor ve her birinde kendi içinde tutarlı hikayeler yaratıyor. Arzuların üstü kapalı biçimde aktarımı, içe atışlar, nefretin tutulması gibi duyguları yine yoğun olarak görüyoruz. Cinsiyet üstü bir yaklaşım ile karakterlerin hangi cinsiyetten olduğunu bilmeden ilerlediğimiz satırlar, yaşadığımız dünyanın, hassas kalplere ne kadar acımasız olduğunu bize hatırlatıyor.
Kitap bitince öyküler keşke daha uzun olsaydı diye hayıflandım. Yalçın Tosun okuyucuyla kahramanlar arasında o kadar kısa sürede o kadar kuvvetli bir bağ kuruyor ki insan bu hikayelerin içinde biraz daha uzun kalmak istiyor.. Bunun yanında kitabın en sarsıcı öyküsünün "Herkes Kendi Gemisinde" adlı öykünün kitapta yer alan en kısa öykü olduğunu da itiraf etmeliyim..
Kitabın adının da çağrıştırdığı üzere erotizm temasını bekliyordum, lakin bu kitaptaki öyküler kesinlikle Milan Kundera'nın Gülünesi Aşklar'ındakilerden daha özel ve daha derinlikli.
Eser ideal erkek ve ideal kadın cinsiyetlerinden başka çeşitliliğe tahammülü olmayanların hararetine iyi gelecek cinsten geniş renkli bir yelpaze de açıyor. Cinsel yönden ötelenen ergenlerin, orospuların, LGBT'lerin, hatta kız gibi erkek-erkek gibi kız heteroseksüellerin hikayesini bize anlatıyor.
Kitapta toplam yirmi öykü var ve hepsi, bir şekilde insanın yüreğine işliyor. Çoğunlukla eşcinsel bireylerin hikayeleri konu edilmiş. Toplumların ya da toplulukların belli bir kimlikleri oluyor genelde ve o kimlikten biraz farklılık gösterenlerin hemen ötekileştirildiği, dışlandığı hepimizin malumu. Dünyanın en medeni yerlerinde bile durum böyle. Bu dışlanmayı en çok yaşayan gruplardan biri de LGBT bireyler maalesef. Yalçın Tosun da öykülerinde bu duruma yer vermiş. Ailesinin bile sırt çevirdiği -ki genelde en önce aile sırt çeviriyor zaten- insanların yaşama tutunma savaşını anlatmış. Özellikle "Kibritçi Kız" hikayesinde yüreğim burkuldu. Kitapta en belirgin hissettiğim duygu yalnızlıktı zaten. Peki o "Dilan'ın Ormanı" ve "Herkes Kendi Gemisinde" öyküleri nedir?! Kedere gark oldum arkadaş. Hayatta en çok korkulan durumlar pişmanlık, vicdan azabı ve çaresizliktir diyebilirim. Tosun, bu üç duyguyu da özellikle son hikayede bir güzel harmanlayıp okuyucuyu perişan etmiş.
Birkaç ay öncesine kadar sadece adını bildiğim Yalçın Tosun, okuduğum en iyi Türkiyeli öykücülerden biri oluverdi. İlk üç kitabını, tam da basıldığı sırayla okudum. Üçüncüsü olan Dokunma Dersleri az önce bitti. Etkilenmemek mümkün değil...
Üç kitabında da kapağı kapatırken ruhumda bıraktığı iz birbirinin kopyası gibiydi. Gerçek, insan, hayat, zaman... Hepsi ben gibi, hepsi hayatımın içinde, bazen de hayatımın ta kendisi gibi.
Duru dili, akıcı anlatımı, günlük yaşamı özgün bir pencereden aktarışı, dümdüz çizdiği yolun cesareti, sadeliği... Hepsi çok etkileyici.
Sırayı bozmadan devam etmek istiyorum. Ve her bir kitabını bitirip kenara koyarken bir sonrakini okumak için heyecan duyuyorum. İyi ki yazıyor Yalçın Tosun. Okuyabilmek ve aynı çağı paylaşabilmek harika bir deneyim.