John Griffith Chaney, better known as Jack London, was an American novelist, journalist and activist. A pioneer of commercial fiction and American magazines, he was one of the first American authors to become an international celebrity and earn a large fortune from writing. He was also an innovator in the genre that would later become known as science fiction.
London was part of the radical literary group "The Crowd" in San Francisco and a passionate advocate of animal rights, workers’ rights and socialism. London wrote several works dealing with these topics, such as his dystopian novel The Iron Heel, his non-fiction exposé The People of the Abyss, War of the Classes, and Before Adam.
His most famous works include The Call of the Wild and White Fang, both set in Alaska and the Yukon during the Klondike Gold Rush, as well as the short stories "To Build a Fire", "An Odyssey of the North", and "Love of Life". He also wrote about the South Pacific in stories such as "The Pearls of Parlay" and "The Heathen".
Ah Kim’in Göz Yaşları ve kitaba adını veren Kahekili’nin kemikleri adlı iki kısa hikayeden oluşan bir solukta biten keyifli bir eser. Hangi hikayeyi daha çok sevdin derseniz Ah Kim’in Gözyaşları derim.
Lacivert Klasikler için sondan bir önceki adımı atmış bulundum bu ay, niyetim bu seriye artık noktayı koymak. Elimde üç kitap daha kalacak ama birisini daha önce başka yayınevinden okuduğum, diğer ikisini de tüm hikayeler adlı tek ciltte barındırdığım için okumayacağım. Böyle olunca da son iki kalmış oldu. Bu kitap da yine daha önce bu seride öykülerini okuduğum ve bu öykü derlemesi ile de bitiriyor olacağım Jack London. Daha önce de başka öykülerini okumuştum, İngilizce olarak bile. Fakat bu adamın hep kıyıda köşede kalmış şeylerini okuyunca asıl eserleri bende hep geri planda kaldı. Lacivert Klasikler'de de zaten hep böyle hikayeler basıldığı için bu da öyle oldu biraz.
Kahekili'nin Kemikleri adlı öykü derlemesinde iki tane öykü var. İlk öykümüz Ah Kim'in Gözyaşları. İki hikayenin de Hawaii taraflarında geçtiğini söylemeliyim unutmadan. İlk öyküde, Ah Kim adında bir genç var ve Hawaii'nin Çin mahallelerinin birinde annesi ile yaşıyor. Çok fazla göç almış bir yer olduğu için burada kendi sosyal çevrelerini kurmuşlar ve Çin kültürünü de yaşatmaya çalışıyorlar. Yalnız şöyle bir durum var, bu adam aslında işinde iyi bir adam ama annesiyle çok anlaşmazlık yaşıyor ve annesi bu adamı sürekli dövüyor. Bildiğiniz sopayla falan ve tüm mahalle görüyor. Ama adam o kadar dayak yemesine rağmen yıllardır bir kere bile ne acıdan ne utançtan ağlamamış. Bir gün annesine bir kızla evlenmek istediğini söylüyor ve annesi kızın geleneklerine uymadığı için gelini olmasını istemiyor ve tekrar dayak... Yirmi otuz yıl geçiyor ve artık yaşa giriyorlar, tabii annesi de... Bu küçük çevrede örf adet çatışması, gelenekçilik gibi konular ele alınmış. Trajikomik bir hikayeydi ve sonu hüzünlü bitti bence, biraz beğendiğimi söyleyebilirim. İkinci hikaye olan ve kitaba adını veren Kahekili'nin Kemikleri ise yine Hawaii'de Hardman adında bir adamın başrolünde olduğu bir hikaye. Bu adam bir gün öğle uykusundayken uyanana kadar adamlar gelip bekliyor. Adam böyle mafyamsı bir tip gibi ve saygı duyuluyor, ailesi çok geniş. Uyanınca herkes gelip adamdan para pul istiyor, onlara veriyor o da. Sonra kendisinden daha yaşlı bir adam geliyor ve ondan isteyeceği şeyi söyleyene kadar başından geçen eski bir hikayeyi anlatıyor. Buraya da şuradan geliyorlar, Kahekilli adında bir kral varmış orada(gerçekte de) ve bu adamın kemiklerinin müzeden çalındığı söyleniyor. Hardman'e gelen bu daha yaşlı adam da işin gerçeğini anlatıyor. Biraz Hawaii kültürü, eski inançlar gibi şeyler var ve hoş bir teması var ama çok bir yere bağlanmadı konusu; potansiyeli olan ama harcanan bir öykü gibi geldi bana o yüzden. Yoksa farklı bir tema ve çok farklı noktalara gidecek şeyler çıkabilirdi. Ortalama buldum o öyküyü de.
Yazarın dili akıcı ve güzeldi yine. Açıkçası öykülerin teması ve geçtiği yerin kültürünün uzaklığı sebebiyle biraz algılamakta güçlük çekerim diye düşünmüştüm öyküleri okumadan ama öyle olmadı. Özellikle ilk öykü çok anlaşılır ve akıcıydı, ikinci öykünün anlattığı şeyler biraz daha eski olsa da onu da anlamakta zorlanmadım. Jack London'ın diline de bu kısa öyküleri sebebiyle alışkınım diyebilirim; bu yüzden okurken beni yormadı. Bunun yanı sıra öykülerin ikisinin de aynı yerde geçiyor olması yazarın da tecrübelerini yansıtıyor doğal olarak, bu tarz şeyleri öykülerinde kullanan yazarlar da hoşuma gitmiyor değil. Kitaba adını veren öykünün potansiyeli gerçekten çok güçlüydü ama kullanamamış olması üzücü, çok güzel yerlere işaret etti ve farklı noktalara değindi ama sona bağlama konusunda zayıftı bence. İlk öykü bile, ki bence konu olarak ikincinin gölgesinde kalırdı, verdiği hissiyat olarak daha iyiydi. Yine de yazarın serideki okuduğum son kitabı olması ve seriyi yavaştan bitiriyor olmak güzel oldu. Kitap yine diğerleri gibi kısa olunca çok da yorum yapacak bir şey de bulamıyor insan.
Lacivert Klasikler'de sona yaklaşmışken bir kitap daha bitirmiş olmanın haklı gururu var. İlk öykü fena değil, ikincisi ise ortalamaydı ve bu yüzden kitap genel anlamda ortalama bulduğum bir eser oldu. Jack London'ın asıl modern klasiklerini ise artık daha çok merak ediyorum.
Белый вождь Гавайцев убеждает старого аборигена припомнить старые времена, когда на похоронах вождей ещё случались человеческие жертвы. Тут несколько особенностей. Для начала: такой белый патриарх среди красивых и сильных, но легкомысленных гавайцев. Несколько библейские мотивы. ДЛ сочетал веру в превосходство белой расы, которая несмотря на века цивилизации, наполнена жизненной силой и в подходящих условиях обгонит любых дикарей по части дикости. И веру в социализм. Кажется это должно делать его национал-социалистом, может успел раньше умереть. А может не стоит принимать художественные выражения за жизненную позицию. В любом случае, старые времена на Гавайях прошли и из белого отребья поднялись белые вожди островитян. Но старики ещё помнят божественных "алиев", которых беспрекословно слушались гавайцы и на похоронах которых в жертву приносились люди. Гавайцы стояли где-то посредине между дикостью и цивилизацией и им были свойственны некоторые куртуазные обычаи. Они точно не "кровавые дикари", но и не люди цивилизации. Так что для многих европейских мореплавателей их острова казались привлекательным местом, чтобы там осесть. Про старые времена в Полинезии лучше почить ещё журналы Джеймса Кука, который был далек от очарованности местными обычаями. Насколько я помню, на похоронах действительно совершались человеческие жертвы, на которые были намечены заранее подготовленные люди - клиенты вождя из соседнего племени. И когда вождь умирал - из не уведомляя били дубинками по голове и уже тешкой отправляли на церемонию. В истории Хардмен Пул и гаваец пьют джин с молоком - интересный рецепт, не слышал раньше.
Genel olarak hoşuma gitti. İçerisinde iki öykü var ve ikisi de London'ın 1916 yılında Hawaii'de kaldığı zaman yazılmış. İkinci hikaye kadar olmasa da ikisi öykü de aslında Hawaii kültürü ve tarihinden bahsediyor diyebilirim. İlk öykü "Ah Kim'in Gözyaşları" Çin mahallesinde yaşayan Ah Kim üzerinden gidiyor ve sonu başta olmak üzere çok beğendiğim bir öykü oldu. Kitaba ismini veren ikinci öykü "Kahekili'nin Kemikleri" de hoşuma gitse de ilk öykü kadar etki bırakmadı. Öyküde hiç gözükmese de aslında Büyük Şef Kahekili'nin etrafında dönen bir öykü. Burada bahsedilen Kahekili büyük ihtimal 18. yüzyılda yaşamış Maui Kahekili II (tam ismiyle Kahekilinuiʻahumanu) diye düşünüyorum. İsmi tanıdık geldi diyordum ve ufak bir araştırma sonrası öğrendim ki ismi Hawaii mitolojisindeki yıldırım tanrısı Kane-Hekili'den geliyormuş. Kısaca, iki öykünün de kendine göre çekici yanları var ve kitabı da genel olarak beğendiğim için öneriyorum.
What awful people, but I repeat myself... The long mysterious etymology of "flapper" has finally been solved!!! "Kumuhana looked about him first, then slowly he let his eyes come to rest on the fly-flapping maid. "Go," Pool commanded her. And come not back without you hear a clapping of my hands." Hardman Pool spoke no further, even after the flapper had disappeared into the house;" There it is! The flapper etumos!
İki vurucu ve etkileyici öykü. Jack London'ın dehasını görmek, bunu tatmak keyif verici. Ancak çevirinin daha iyi olabileceği de bir gerçek. Kimi noktalarda edeni yetkinliği törpülemesi "keşke" dedirtiyor: Keşke çeviri hususunda daha özenli olunsaydı. Yine de güzel bir okumaydı.
Ah Kim'in Gözyaşları hikayesi bana göre ızdırap verici derecede sıkıcı olsa da; Kahekili'nin Kemikleri hikayesi ilgi çekici bir hikayeyi konu alıyor. Yine de her iki hikayeden de farklı kültürlerle alakalı bilmdiğim çok şey öğrendim. 2/5
Jack London’ı gerçekten seven biri olarak sanırım bu kitabı içinde en çok Jack London’ın kendisini bulamadığım kitabı olabilir. Genelde heyecan duyarım kitaplarında, bunda o yoktu.