Sahnenin Dışındakiler, 1950''de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildikten sonra ancak 1973 yılında kitap olarak yayınlanabilmiştir. Yazarın diğer romanlarından Mahur Beste ile Huzur bu kitapla birlikte bir nehir romanın parçaları olarak değerlendirilmiştir. Sahnenin Dışındakiler''de zaman 1920 yılıdır ve mekan İstanbul''dur. Türk milletinin yaşadığı o ateşten günlerde İstanbul hem bir sahnedir hem de sahnenin dışı. Asıl sahne Anadolu, sahne dışı İstanbul''da pek az ve değişik aynalardan görülür.
Ahmet Hamdi Tanpınar (23 June 1901 - 24 January 1962) was one of the most important modern novelists and essayists of Turkish literature. He was also a member of the Turkish parliament (the Grand National Assembly of Turkey) between 1942 and 1946.
Tanpınar was born in Istanbul on 23 June 1901. His father was a judge, Hüseyin Fikri Efendi. Hüseyin Fikri Efendi was Georgian from Maçahel. Tanpınar's mother died at Mosul, when Tanpınar was thirteen. Because his father's vocation required frequent relocation, Tanpınar continued his education in several different cities, including Istanbul, Sinop, Siirt, Kirkuk, and Antalya. After quitting veterinary college, he resumed his educational career at the Faculty of Literature at Istanbul University, which he completed in 1923. As a literature teacher, he taught at high schools in Erzurum (1923–1924), Konya, Ankara, the Educational Institute of Gazi and the Fine Arts Academy. At the Fine Arts Academy, besides teaching literature, Tanpınar taught in branches of aesthetics in arts, history of art and mythology (1932–1939). From 1942 to 1946, he entered the Turkish National Assembly as parliamentar of Kahramanmaraş. In 1953, he made an extensive journey to Europe, traveling many countries within six months such as France, Belgium, Holland, England, Spain and Italy. Tanpınar died of a heart attack on the 24 January 1962 in Istanbul. His grave is in the Aşiyan Graveyard, Istanbul.
He is one of the most important authors of Turkish literature, successfully combining Eastern and Western cultures within his writings. Yahya Kemal Beyatlı played an important role in his upbringing. In his poetry, he uses Turkish classical music and dreaming as the textile of his works. Both in his poetry and novels psychological analyses, history, the characteristics of his time, the binding between the society and the individual, dreams and the problems of civilization are given a great place. One of his most significant works is The Time Regulation Institute (Saatleri Ayarlama Enstitüsü). The novel has been widely acclaimed as an ironic criticism of the bureaucratization process with the implication that its title suggests, though that is not what the book is all about. In fact, the book can be read from quite different perspectives, and cannot be exhausted in only one reading. First of all, it is a great psychological analysis of a man who suffers from being unable to adapt himself to his time, in other words to modern times. So the fact of bureaucratization is indeed incorporated into a broader problem: modernization and its impact on the individual. Most of the characters of the novel seem to be struggling in strange ways in order to survive in modern times. In this way, the concept of "time" occupies a central place, giving a deeper sense, even a philosophical taste to the novel.
"biz evvela kelimeleri öğreniriz. sonra yaşadıkça teker teker manalarını."
tanpınar’ı nasıl seviyorum belli değil. bence günümüzde popüler olan saatleri ayarlama enstitüsü’ndense, mahur beste-sahnenin dışındakiler-huzur üçlemesinin onu daha iyi yansıttığını düşünüyorum, üstelik sahnenin dışındakiler tanpınar hayattayken kitap olarak basılmamış ve tefrikası ile kitap arasında ciddi farklar varken. keşke ömrü tamamlamaya yetseydi. ama bu haliyle bile muhteşem.
aslında bu üçlemenin bir “nehir roman” olduğunu da belirtmem gerek. mahur beste abdülhamid istanbul’unda, sahnenin dışındakiler işgal istanbul’unda, huzur ise 2. dünya savaşı yılları istanbul’unda geçiyor. yazılma sıralaması ise huzur-sahnenin dışındakiler-mahur beste şeklinde. ben tamamen karıştırıp huzur-mahur beste-sahnenin dışındakiler sıralamasıyla okudum, mahur beste’yi okuyunca uyandım çünkü duruma. ama bence her iki şekilde de okunabilir. her birinde bir diğerinden karakterler olduğu için içerik kronolojisine uymak da mantıklı, yazarın gelişimi açısından ise sonra yazılanları sonra okumak da mantıklı. zaten huzur’da yetişkinliğini okuduğunuz nuran’ı burada sevimli bir çocuk olarak görmek da sizi hayli mutlu ediyor.
tanpınar okumak, hem bu ülkeyi, bu ülkenin insanını bu kadar derininden anlamış birinin zihnine tanıklık etmek açısından müthiş bir keyif. insanı aynı topraklarda yaşadığına şükrettiren yazarlardan. ama öte yandan, bir coğrafyada yüz yılda hiçbir şey mi değişmez be kardeşim… canımı sıkıyorsun tanpınar (oha).
bu üçlemeyi lütfen okuyun, okumamak çok büyük kayıp. çünkü her 5-10 yılda bir tekrar ziyaret edilmesi gereken “büyük” eserlerden.
huzur’u tekrar bir beş sene önce okumuştum. türkoloji’ye dair hiçbir şeyi sevmediğimi anlamışsınızdır. tanpınar hariç. bizim hocaların taparcasına tanpınar aşkları pek çok okura abartılı gelebilir. öyledir de. memleketin en büyük yazarı mıdır, tartışılır. onlara göre en büyük yazarı tanpınar, en büyük şairi de yahya kemal’dir. oraya sıkışıp kalmış başka bir şey okumayı bilmeyen bu insanlar için bu çok normal. ama… tanpınar büyüktür hakkaten. iyi yazardır. aşkla bağlı değilim ama her okuduğumda dünyasından etkilenirim. sahnenin dışındakiler’de tanpınar kendi sesini ve humour’unu daha iyi bulmuş. saatleri ayarlama enstitüsü’nü okuyanlar bu humour’u bilir. roman çok güzel başlıyor, çok güzel ilerliyor ama aynı ustalıkta bitmiyor. tanpınar sıkılıyor mu, o kadar olayı kattığı için yoruluyor mu bilmiyorum, hop hop diye hızla finale gidiyoruz. cinayet, politik olaylar, gizemler, dalavereler çok geliyor bence finale. oysa öncesinde cemal’in 6 sene sonra suriçi’ndeki mahallesine dönmesi, akrabası behçet bey, meşhur mahur beste faslı ne güzel anlatılıyor. tabii mahur beste söz konusu olunca bu nehir romanın üçüncüsünü de tekrar okumak farz oldu çünkü hiçbir şey hatırlamıyorum. burada rastladığımız ihsan, çocukluğunu gördüğümüz nuran bize, yani huzur’u okunuşlara eski bir tanıdıkla karşılaşmışız mutluluğu veriyor. romanın tontiş safı kudret bey’i anlatırken coşuyor tanpınar. kudret bey’in burnuna yazılmış bir bölüm var ki nefis. yine bir kötü var elbet, huzur’daki suat misali: muhtar. tanpınar bizi inandırmak için çocukken öylesine öldürdüğü hayvanları anlatıyor. ve sabiha… unutulmaz bir kadın karakter. 15’inde dünyayı çözmüş, etrafındaki herkesi kendine aşık edebilen sabiha. o kadar gerçek ve anne babasının kavgalarıyla büyümesi o kadar derinlikli ele alınmış ki. üç istanbul sonrası yine mütareke zamanındayız. şimdi mültecilerden şikayet eden osmanlı hayranları, o zaman memleketin sahibi gibi dolaşan yabancı askerlere, lejyonerlere, osmanlı halkını canı istediği gibi dövüp tutuklama yetkisi olanlara ne derler acaba? çok nefis bir kavga sahnesi var halkla yabancı askerler arasında. kahraman tabii ki cesur bir teyze. teyzeler hep cesur, kadınlar en cesur… bunu kaç kez gördük. evet sıra mahur beste’ye geldi o halde.
"... Yazarın diğer romanlarından Huzur ve Mahur Beste bu kitapla birlikte bir nehir romanının parçaları olarak dğerlendirilmiştir."
Okumaya başladığımda tanıdık karakterlerle karşılaşmak benim için büyük süpriz oldu. Çok da keyiflendim. Kurgu yine İstanbul üzerine kurulu, bu defa 1920'lerin milli mücadele zamanlarındayız. Tanpınar, sahneyi Anadolu olarak kabul ederek İstanbul'da Sahnenin Dışındakiler'i anlatmış, anlatırken sahnenin dışında farz ettiklerinin "oyuna" ne derece katkı yaptığını görüp, içeride oluşlarına kendi de şaşırmış gibi.
Eser her zamanki gibi dönemin gazetelerinde neşredilmiş. Okumayı bitirdiğinizde kitaplaştırma sürecine dair detaylı, tatmin edici açıklamalar da bulacaksınız.
#33 "Sokakta herkes kendisidir, orada hayat sıcak bir ekmek gibi karşınıza çıkar. Orada iyice ayıklanmış, sentetik bir ilaç gibi süzgeçlerden geçmiş, aslının dışına çıkmış şeylerle karşılaşmazsınız."
#42 " Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz." (İhsan)
#82 "Bu işler daima böyledir. En çok hataya düşenler, kendilerinden kudretlerinin üstünde şeyler isteyenler, kendilerini olduğu gibi kabul etmeyenlerdir."
#118 "Bazen kendimizi kafi derecede sevdiğimizi sanmıyorum." (İhsan)
#123 "Bizde herkes ne kadar birbirine benziyor ve yaşadığı dakikayı kurtarmak istiyor." (Sabiha)
#135 "Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız. Fakat bir türlü bunu anlamıyorlar, ikide bir müdahaleye kalkıyorlar." (İhsan)
#136 " Bir devlet batarken hısım ve akraba düşünülmez!" (İhsan)
#297 " Niçin sevdiklerimiz, bizim içimizde geçenleri merak etmez? Niçin insanoğlu, insanoğluna her şekilde kapalıdır?" (Cemal)
# 301 " Biz evvela kelimeleri öğreniriz, sonra yaşadıkça teker teker manalarını." (Cemal)
Tanpınar klasiği olarak yine eserin sonuna ne zaman geldiğimi anlayamadım. :) Hatta bittiğini farkedince dudaklarımdan bir "vay arkadaş" nidası döküldü. Her zamanki gibi finalin okura bırakılmışlığı, yarıda kalmışlık duygusu, bir başka kitapta devam edecekmiş hissi hakimdi. Bu durumu sevgiliyle konuştuğumuzda "Tanpınar işte" dedi ve ikimizde gülümsedik.
Bakmayın türün roman olduğuna Milli Mücadele ve işgal yıllarında İstanbul'un ruh halini okumak isterseniz bu romanı aklınızda bulundurun.
İncelemenin bundan sonrası kendim için tuttuğum notlardan ibaret. Okuyup okumamak size kalmış.
Yine bitmemiş, tefrika edildiği hali ile neşredildiği hali ile arasında farklar bulunan, düzeltisi yarım kaldığı her halinden belli bir Ahmet Hamdi Tanpınar romanı. Bu hususla ilgili açıklamalar kitabın son sözlerinde mevcut ve yapılan düzeltmeler de ayrıntısıyla eklenmiş son sayfalara. Ne yazık ki yazar, eserinin kitap olarak yayımlandığını göremeden vefat etmiş. Tüm bunlara rağmen Beş Şehir'den sonra en sevdiğim Tanpınar kitabı bu diyebilirim.
Mahur Beste ve Huzur kitaplarıyla birlikte bir nehir romanın parçası kabul edilen bu eserde, Huzur ve Mahur Beste'nin karakterleri de arz-ı endam ediyor; İhsan, Behçet Bey, Tevfik Bey, Nuran...İşgal yılları İstanbul'unda geçen hikayede dönemin tahlili, tarih kitaplarında bulamayacağımız ayrıntılar, İttihat ve Terakki başta olmak üzere pek çok tarihi aktör üzerine şahane yorumlar mevcut. İşgal dönemi İstanbul'u ile ilgili kitaplar beni çok cezbediyor açıkçası. Edebiyat dedikodusu da yapılmış bir yandan.(Hüseyin Rahmi Gürpınar'a atılan taş, Ahmet Rasim betimlemesi vs.)
Mahur Beste kitabının o yarım kalmışlığı, dağınıklığı burada bir nebze olsun toparlanıyor. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Beş Şehir kitapları dışında bu düzeltme gereği hep var zaten. Ahmet Hamdi Bey'in hocası Yahya Kemal'e özenerek eserlerini mükemmele ulaştırma arzusuna ömrü vefa etmiyor.
Sanırım yazar, deha diye nitelendirdiği Balzac'ın "İnsanlık Komedyası" na benzer bir eserler bütünü ortaya koymak istemiş ama roman türünün gerektirdiği o bütünsel yapı sadece Huzur'da hissediliyor.
Kendime not; Sabiha ve Tevfik Bey karakterleri hep aklımın ve kalbimin bir köşesinde olacak.
Bu kitabın Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü kadar adını duyuramamasına şaşırdım doğrusu. Sanırım eski eserlerin bir popüler olma zamanı var. Zamanı gelecektir. Kitapta Cemal bize anılarını çocukluk-yetişkinlik zaman dilimlerinde ileri geri giderek anlatırken, hayata dair hiçbirimize yabancı olmayan tespitler yapıyor. Kitabın asıl lezzetini bu tespitlerde bulacaksınız. Üstadın kendisiyle özdeşleşmiş kelimelerini ödünç alarak yazarsam; eserin behemehal iştiha ile okunması ve esere müspet aksülamel gösterilmesi icap eder.
Tanpınar'ın, "sahne" metaforuyla şekillendirdiği (iç ve dış karşıtlığı) bu dönem (Milli Mücadele) romanında yine kendine has üslubu ve hepsi birbirinden özgün karakterler ön planda. Anlatıcı kahraman Cemal'in, romanın en çarpıcı karakteri Sabiha'ya duyduğu aşk ve hayranlık kurgunun merkezinde. Gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
sahnenin dışındakiler, tanpınar'ın ve tüm edebiyatımızın başyapıtlarından huzur'un yayımlanmasından bir yıl sonra-1950'de tefrika edilmiş, kitap olarak ise, ilginçtir, bundan tam 23 yıl-tanpınar'ın ölümünden 11 yıl sonra basılmış. tanpınar'ın tefrikadan sonra bu roman üzerinde çalıştığı, düzeltmeler, eklemeler-çıkarmalar yaptığı ama bu çalışmasının muhtemelen tamamlanamadığı biliniyor. bu noktada, bu romanı çok çok geç okumuş bir okur olarak yorumum: keşke. keşke bu çalışmasını tamamlasaymış tanpınar.
sahnenin dışındakiler eksik bir roman mı derseniz, değil. sorunlu mu, hayır. ama geliştirilmeye-genişlemeye çok açık, çok müsait. kişileri, olayları, arka planı ve elbette zamanı ne kadar detaylandırılsa, derinleştirilse o kadar büyürmüş bu roman. tanpınar meselelerini daha çok işlese, daha tartışmacı, daha sorgulayıcı olsa huzur'u bile aşabilirmiş sahnenin dışındakiler. huzur derken de, tanpınar'ın ölümüne kadar-tam 13 yıl bekleyip ikinci baskısını yaptığını göremediği huzur. düşündükçe keşkeler büyüyor ve şaşırıyor insan, neye şaşıracağını şaşırıyor.
#26 Tanpınar'ın bir 'milli mücadele' romanı yazmak istediği sanılabilir. Oysa Tanpınar için sahnenin içinde veya dışında olmak değil; tanıdığı birtakım insanları anlatmak... Tanpınar gelişmeyi gösterirken değil çöküşü gösterirken, umudu ve beraberliği anlatırken değil umutsuzluğu ve yalnızlığı anlatırken, sevinci yazarken değil hüznü yazarken usta ve büyük. Hatta erişilmez... Sahnenin Dışındakiler, yer yer dağınıklığına ve savrukluğuna rağmen, Türkçede yazılmış romanların en güzellerinden. Tanpınar'ın bu gücü, anlattığı 'insan'ı, hiçbir zaman yalınkatlığa düşmeden, bütün karmaşıklığıyla, bütün derinliğiyle vermesinden geliyor.
Tarihi roman yazmadığını sandığım Tanpınardan milli mücadele arkaplanında geçen bir aşk romanı diyebileceğimiz Sahnenin Disindakiler, bana Huzur'da, Saatleri Ayarlama Enstitüsünde aldığım tadı vermemiş olsa da, üstadı sevenlerden nefis tespitlerini esirgememesiyle kendini okutturuyor.
PS: Orhan Pamukun, bazı romanlarında (örn. masumiyet müzesi) 3. şahıs olarak kendinden bahsetmesinde ilhamı nereden aldığı belli oldu benim için: Kitapta Yahya Kemalden bahsedilirken betimlenen, Y. Kemalin yanındaki dağınık saçlı, hiç şiir kitabı basılmamış şair bilin bakalım kim!
Tanpınar okurken, her bir satırda daha çok hayran oluyorum ona. Anadolu’da kurtuluş için Mustafa Kemal’in çabaları sürerken, insanlar işgal altındaki İstanbul’da nasıl bir hayat yaşarlar? İstanbul’da mücadele vermeye çalışanlar gerçekten “sahnenin dışında” mıdır? Peki Sabiha, en kötü zamanlarında bile bir sahne yıldızı gibi parlarken Cemal “ sahnenin dışında” kalmayı mı tercih etmişti içten içe? Tanpınar’ın, her bir cümlesi bir edebiyat şaheseri olan bu romanını okurken hüzünlü ama umut dolu duygular içinde olacaksınız.
(gerci bu notu bir arkadasimin kitabi begendin mi sorusuna cevaben yazmistim)
Tanpınarın romanları benim karışmaya meğilli kafam için çok fazla sayıda karakter içeren (ki bir de bu karakterlerin bir kısmı diğer romanlarında da misafir veya yan kahraman olarak tekrar karşımıza çıkıyor), olaylar çok fazla dallanıp budaklanıp bölünüp dağılıp sonu nasıl toparlanacak diye beklerken birden pat diye bitiveren, hatta okuyucuyu biraz da ortada bırakıp ta biten, sanki hepsinin bitmemiş nüsvettesi basılmış hikayeler gibi geliyor.
Sanırım bu dağıtıp ta toparlamama durumu biraz da Tanpınar'ın nehir roman takılmasıyla alakalı. Tüm yazdıkları bir şekilde ilintili. Ben Saatleri Ayarlama'dan sonra Mahur Beste, bu ve Huzur'u okumaya niyet ettimdi. Gerçi Huzuru önceden okumuştum. Fena içim kararmıştı. Bunda da konu Anadolu yanarken İstanbul halkı saçını tarıyor gibi. Sanırım anafikir de zaten o.
Ama böyle üstüste hepsini okuyunca biraz balatalarım yandı. Arada Tanpınarın zaman kavramını daha iyi anlamak için Bergson'a bakayım dedim, ağır geldi, belki sonra gene bakarım çünkü konu bana enteresan geliyor. Şimdi Proust In Search of Lost Time'ına biraz niyetli gibiyim ama toplamda 7bin sayfa olması biraz gözümü korkutuyor. (700 değil 7,000)
Ama bu nehir roman olayı "behemehal" epey ilginç. Aslında görsel sanatçıların da yaptığı bir temanın varyasyonları, farklı açılardan didiklenişi olan "body of work" olayı ile aynı konsept. Anladığıma göre Tanpınar'ın tüm işlerini birbirne bağlayan ana tema Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş sancıları, bunun bireysel, toplumsal, kurumsal, siyasal izdüşümleri. Değişen düzen, güç ilişkileri, işleyiş, tamamen altüst olanlar veya her devirde bir şekilde sabit kalanlar hakkındaki çok katmanlı, epey düşündürücü ve de öğretici betimlemeleri, tespitleri var. Bir sürü de sembol var, arada yakaladıklarım oluyor ama ben kesin yarısından fazlasını da kaçırıyorumdur.
Tanpınar'ın şimdiye dek okuduğum kitaplarında valla psikoloji, sosyoloji, antropoloji, felsefe, tarih, kamu idaresi, işletme, pazarlama bölümlerinde okutulacak, nerdeyse her biri kendi içinde ders kitabı olacak müthiş tespitler var. Bence enteresan bir yazar. Üzerinde kafa patlatması da keyifli.
Sabiha'nın büyüklüğü... Muazzam. Derin bir karakter. Tabiatında isyan hissi olan bir karakter. "Etrafındakilerin bütün sıkıntısını ister istemez yüklenen" karakterler bir nevi. (sf. 72)
-Hürriyet ilan edildi!.. -Edildi, daha birkaç defa da ilân edilir, ama yine hür değiliz. Hele bu işlerde asla! Fikirler arkalarında kendi kalabalığını isterler. Onu bulamazsa konuşan hür olmaz. (sf.55)
Sizler öyle seversiniz. Uzaktan ağlamak için.(sf.110)
İnsanın kendi hayatına istikamet verecek bir fikri bulması ne kadar güç... Ayakkabı değil ki, hazırını alayım. Şimdiye kadar hep kelimelerle ve bir de hadiselerle yaşadık. Kelimeler bizi sarhoş etti; hadiseler kafamıza vurarak uyandırdı. İnsanı, tarihi ve hayatın ihtiyaçlarını göremedik. Bize bir manivela lâzım. Bu nedir? İşte düşüncem. Bazen kendimizi kâfi derecede sevmediğimizi sanıyorum. Hele insanı, düşüncemin etrafında toplanacağı insanı bir türlü bulamıyorum. Kimin için yaşayacağım, kimin için çalışacağım? Bu nasıl bir mahlûktur? Dünyası nedir? Ne düşünür? Nasıl yaşar? Ne yapar? Bunu bilmiyorum. Kaldı ki, hadiseler bu süratle giderse bu insanı hiçbir zaman bulamayacağım gibi geliyor bana?..(sf.125)
-Bizde ne kadar herkes birbirine benziyor ve yaşad1g1 dakikayı kurtarmak istiyor.(sf.131)
Niçin sevdiklerimiz, bizim içimizde geçenleri merak etmezler? Niçin insanoğlu, insanoğluna her şeklinde kapalıdır?(sf.316)
Biz evvelâ kelimeleri öğreniriz; sonra yaşadıkça teker teker mânalannı. O gilne kadar ben de herkes gibi ıstırap, yeis, biçarelik kelimelerini kullanmıştım. Fakat galiba, bu geceden sonra kırk sekiz saat içinde onların hakiki mânasını ölçebildim.(sf.320)
#heraybirahmethamditanpinar okuma etkinliğimizin şubat ayı eseri Sahnenin Dışındakiler’di. Aynı zamanda Tanpınar’ın nehir roman üçlemesinin de 2.cildi. Biz etkinliğimizde bahsedilen yıllara göre sıraladık ve bu eserde de mekânımız İstanbul ve zaman ise işgal edildiği yıl olan 1920. Milli mücadele yıllarında tüm ümidin Anadolu’da olduğu, yani isminden tahmin edildiği üzere ‘sahne’ olduğu yıllar İstanbul ise ‘sahnenin dışı’. İnsanlar yıpranmış, değişmiş, kurtuluş ümidi içinde. Tüm bu olaylar kahramanımız Cemal’in gözüyle ve yaşantısıyla aktarılıyor. Tarihi, sosyolojik ve mimari açıdan yansımalar okuduğumuz Tanpınar’ın çok katmanlı eserlerinden. Kimileri için bilmediğimiz kelime çokluğu sebebiyle yorucu olsa da, edebiyatımızın değerli üslup sahibi yazarlarından. Elbette ki okumak da emek istiyor. Bunu bilerek edebi kalemiyle tanışmak isteyenlerin keyifle okuyacağına eminim. Çok zengin bir eser olduğu için de üzerine konuşacak çok detay var. Onu da ay sonunda Tanpınar okuma kulübümüzle yapacağız😊 Herkesin yorumlarını merakla bekliyorum. Keyifli okumalar📚
*Sahnenin Dışındakiler bana göre, üslup, akış, kahramanlar, mekan, dil ve diğer tüm öğeleri ile birlikte tam bir Ahmet Hamdi Tanpınar romanıdır. *Mart-Mayıs 1950'de gazetede yayınlanan (kitap olarak basım 1973) Sahnenin Dışındakiler, 1944 yılında yayınlanan Abdülhamit döneminde geçen Mahur Beste ile 1948 Yayınlanan ve ikinci dünya savaşı dönemine denk gelen Huzur'un arasındaki zaman diliminde, işgal altındaki İstanbul'da 1920'li yıllarda geçiyor. Bu özelliği ile hem Mahur Beste'nin hem de Huzur'un karakterlerini romanda görüyoruz. Üslup olarak da benzerler. *Eğer romanları -siz de benim gibi- yazılma tarihine göre (Mahur Beste-Huzur-Sahnenin Dışındakiler) okursanız/okumuşsanız karakterleri ve olayları çok daha iyi değerlendirme şansınız olur diye düşünüyorum. Sanırım Tanpınar da benzer bir etki yaratmak için bu yolu seçmiş. *Diğer taraftan romanlar, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur sırası ile okunur ise nehir roman/üçleme olarak kopuşsuz bir akış yaratacak; Behçet Bey, Atiye hanım, Talat bey ve Mahur bestesi, İhsan bey, Nuran ve diğer ortak karakterler ve olaylar sırası ile kronolojik olarak devam edecektir. (Ben Tanpınar'ın yazdığı sıra ile okunmasını öneririm.) *Sahnenin Dışındakiler'in ana karakteri Cemal beyin anlatımlarında ve ruh halinde Abdullah Efendi ve rüyalarını bulabilirsiniz; Mümtaz'ın aşk acısını da, Hayri İrdal'ın muzipliğini de. İhsan bey de kendisini Huzur'da gösterir, hatırlatır. Her bir karakter kendisini en ince detaya kadar var eder... (Not:Tanpınar Merkezi tarafından yayınlanan, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur romanlarındaki ilişkiler şeması ve karakterlere ilişkin bilgiler şu linkte görülebilir: http://www.tanpinarmerkezi.com/iliski...) *Sahnenin Dışındakiler ile birlikte Tanpınar'ın tamamlanmış (yarım kalan Aydaki Kadın romanını hariç tutarak söylüyorum) öykü/roman külliyatını bitirmiş oluyorum ve şunu düşünüyorum, bana göre Tanpınar Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en iyi yazarıdır.
“İçim parça parça olmuştu. İhsan’ın henüz bir başkasına ait tasavvur halindeki bu evlenme ihtimali Sabiha’yı çileden çıkartıyordu. Utanmasam ağlayacaktım. Sabiha içimden geçenlerden habersiz, Sakine hanımın konuşmasını anlatmaya devam ediyordu.”
“En büyük eksiğimiz kadındır, anladın mı azizim, kadın, hayat yolunu erkek için aydınlatan meşale, ilâhi yardımcımız! Tek yardımcımız, idealin çetin yollarında ellerimizden tutacak, bizi zahmetsizce yolumuzda yürütecek mahlûk!..”
“- Benim seveceğim insanı sen de seveceksin değil mi? diye sordu. Ama çok sev. Ömrün oldukça sev. Ne yaparsa yapsın sev, olmaz mı? İhsanı çok sev. Sen şimdi İhsanı kıskanıyorsun. Ne kadar fena!”
“ - Artık kıskançlık yok değil mi? diye yavaşça sordu. - Hayır, yok! dedim. Sonra ilave ettim: Hiç olmazsa sana göstermem!
“ Dünyada başka mesut milletler de vardı. Onların bizim yaşlardaki gençleri, hiç de bizim bu anda olduğumuz gibi bir “olmak ve olmamak” meselesiyle meşgul değildiler. Onlar aşkı sporu düşünüyorlar, yaşlarının tabiî iştiyakları ve meseleleriyle meşgul oluyorlar, kurulmuş bir hayatın imkanlarından istifade ederek çalışıyorlardı. Biz ise el parçası kadar bırakılmış, çok harap bir vatanda yaşamak imkanlarını düşünüyorduk.”
“ Vatan meselesi çıkınca insanoğlu değişiyor. Galata’yı tutanlar kimlerdir, bilir misin? Polis, sabıkalılar, külhanbeyleri, falan. Evet polisle sabıkalı elele verdi. Garip değil mi? Ama adı üstünde, Millî Mücadele bu! Bu ateşte sabıka falan kalmaz, hepsi temizlenir!
“ Bilir misiniz ki, bizim vükelâ, hele Ferit Paşa, alelâde çarıklı bir köylüyü aldatamazlar. Fakat Zat-ı şâhane’yi kolaylıkla iğfal edebiliyorlar. “
Ahmet Hamdi Tanpınar'ı çabucak tüketmemek için kitaplarını öyle uzun aralar vererek okuyorum ki... Sanırım bu kez arayı pek fazla açmışım. Huzur ve Mahur Beste'den sonra nihayet Sahnenin Dışındakileri de okudum. Birbirleriyle içerik bakımından görünür bir bağları olmasa da, roman kişilerinin her üç kitapta da yer yer karşımıza çıkması hasebiyle bir üçleme diyebiliriz bu yaptılar için.
Millî Mücadele döneminde, işgâl altındaki İstanbul'da geçiyor Sahnenin Dışındakiler. Dönemin sancılı ruh hâlini bütün roman kişileri içlerinde taşıyor ve en ince ayrıntısına dek okuyucuya geçiriyorlar. Tanpınar'ın romanda başarısı, bana kalırsa işte burada yatıyor.
İşgâl İstanbul'unu anlatan çok roman okumuş olmanız olası. Ama ben içlerinde, bu durumun roman kişileri üstündeki etkisini bu denli başarılı yansıtan, o dönem toplumunun ve İstanbul'unun bu denli başarılı fotoğrafını çeken bir başka yapıt daha okumadım henüz.
İlk bölümde, başkişi Cemâl'in çocukluğunun, savaş öncesi İstanbul'un ev ve mahalle yaşamına bir ayna tutuluyor. Her yanından dağılıp dökülmeye başlayan bir imparatorluğun sonun başlangıcındaki hâlini görüyoruz. Ardından ikinci bölümde, 1920 yılında yine şehrine geri dönen başkişi Cemâl'in gözünden, işgâl edilmiş kentin, haysiyeti incinmiş halkına yöneliyoruz.
Her iki bölüm de, geçmişten günümüze yansıttıkları bakımından adeta ansiklopedik bilgi değeri taşıyor. İlk bölüm folklorik ve içtimaî; ikinci bölüm yakın tarih vesikası. Bu gözle okunursa çok daha derin bir etki bırakacağını düşünüyorum.
“Hür değiliz de ondan. - Hürriyet ilan edildi !.. - Edildi, daha birçok defa da ilan edilir, ama yine hür değiliz. Hele bu işlerde asla! Fikirler arkalarında kendi kalabalığını isterler. Onu bulamazsa konuşan hür olmaz. (…) Çünkü hür olduğuna, her şeyi söyleyebileceğine inanmıyor. Belki kendisi de kararını vermiş değil! Yani içinde hür değil; başka bir şey daha var.”
Kitabın Adı : Sahnenin Dışındakiler Kitabın Yazarı: Ahmet Hamdi Tanpınar Tür : Siyasi Roman Sayfa Sayısı : 376 Yayınevi : Dergah yayınları
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) yılları arasında yaşamış, Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerindendir. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının en önemli yazarlarındandır.
Sahnenin Dışındakiler, 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilmiş (gazetede bölüm bölüm yayımlanmış), ancak 1973 yılında kitap olarak yayımlanabilmiştir.
Yazarın diğer romanlarından MAHUR BESTE ile HUZUR bu kitapla birlikte bir Nehir romanın parçaları olarak değerlendirilmiştir.
Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın buram buram tarih kokan, okuyucuya doyasıya İstanbul’u yaşatan muhteşem romanlarından biridir.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Sahnenin Dışındakiler kitabı Milli Eğitim Bakanlığı'nın 100 Temel Eser listesinde de yer almıştır.
Romanda, Anadolu'da süren Kurtuluş Savaşı zamanı İstanbul'unu ana kahraman aracılığıyla yansıtmış, İstanbul'daki aydınlarla birlikte halkın değişik kesimlerinden insanların farklılaşan hayatları ve bu mücadeleye dahil oluşları işlenmiştir. Siyasi konuların fazlaca yer aldığı bir romandır.
Tanpınar, bu romanında iki uygarlık (Doğu-Batı), iki değerler sistemi arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosunu ortaya koyar.
Romanda anlatılan “güncel” olaylar, 1920–1921 yılları arasında İstanbul’da geçer
Sahne dışının İstanbul, sahne içinin ise Kurtuluş Savaşı'nın yaşandığı Anadolu olarak yansıtıldığı siyasi nitelikte bir romandır. Bu yıllarda, Türkiye’deki en önemli şehri “Sahne” ANKARA’dır, çünkü İstanbul işgal altındayken, Ankara’da Kurtuluş Savaşı başlamıştır. çeşitli sebeplerle orada olamayan insanlar ise artık “sahnenin dışında” kalmıştır. Tanpınar, bu durumdan yola çıkarak romanın ismini “Sahnenin Dışındakiler” olarak belirler. “Sahne” Ankara’dır, çeşitli sebeplerle orada olamayan insanlar ise artık “sahnenin dışında” kalmıştır.
KONUSU: Eserin başkahramanı, Üniversite öğrencisi olan Doktor CEMAL'in gözünden İstanbul'un işgal yılları anlatılmaktadır. Eserin diğer önemli kahramanı Sabiha'dır
Sabiha, Modernleşen Türk kadınının sembol ismi olarak gösterilmiş bir şahıstır. Eserde kadın hakları konusundaki mücadelesiyle dikkat çeker. Tiyatro ile ilgilenmektedir. Sabiha, sahneye çıkan ilk Türk kadını olarak yansıtılmıştır.
İhsan: Milli Mücadele’yi planlayanlardan olan İhsan, kültürlü bir Tarih Öğretmenidir.
“…yalnızlık içinde kaybolacağımı sanıyordum. Küçük şehir hastalığı dedikleri şey, beni ağır ağır sarıyor ve mumyalıyor gibiydi. Küçük şehir, küçük ev, rahat ve sakin hayat… Her gün görülen dostlar, dönüp dolaşıp üstüne gelinen mevzular, neredeyse bana, ötesini, daha genişini unutturacaktı.
…hiç kitap hediye etmezdi. Belki de, fikrin mesuliyetini üzerine almaktan çekinecek kadar derin düşünceliydi.
Sizler, arkasından ağlamak için seversiniz.
Halkımız yarınsız bir hayatın bütün ağırlığını sırtında taşıyor gibiydi.
Hayat, insanındı. Fakat insan, Yarabbim insan ne kadar da zayıftı. Kime dokunmak istesem, kuru bir dal gibi elimde kalıyordu.
Biz evvelâ kelimeleri öğreniriz; sonra yaşadıkça teker teker mânalarını.”
Nehir romanların ikincisi. Milli Mücadele döneminde, işgal altındaki İstanbul. Canım İstanbul… Cemal, Sabiha, İhsan, Muhtar Kudret bey ve burnu… Sabiha’yı hayatının herhangi bir parçası gibi aklında tutan, onu düşünmeden düşünen Cemal’in sevgisi… Karşılık-sız?
Türk edebiyatını tanıyan birinin yapacağını sanmam ama, bu kitabı herhangi bir roman gibi raftan alır ve hele ki yazarın ilk kitabı olarak okursanız manasız, kopuk ve sıkıcı bulabilirsiniz. Tefrika olarak yayınlanan ve son hali verilemeden, yazarının ölümünden sonra roman olarak basılan bir üçlemenin parçası olduğunu hesaba katarak okumak şart. (Mahur Beste ve Huzur) Zengin dili, karakter zenginliği, detaylı tasfirleri, hayata dair kıssalarıyla tipik bir Tanpınar eseri olsa da, Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi tamı tamına bir keyif verdiğini söylemem zor. Özellikle kitabın başlarında konuyu anlayana kadar kendini zorlamak gerekiyor. Kurtuluş Savaşı yılları İstanbul’unu ve orada yaşayan zümreleri daha iyi tanımak için okunabilir fakat yazarın en iyi eseri olmadığı gibi dünyada okunacak çok fazla iyi roman var. PS: Sahnenin Dışında olmayan tek karakter olarak Sabiha’yı çok sevdim.
Sahnede oyuncular var bir de perde arkasında mutfakta emekçiler. Göze görünmese de başarının arkasındaki kahramanlar arasında yer alması gereken bir grup. Milli Mücadele önemliydi. Bu yılları yaşamayan bir neslin sadece tarih kitaplarında anlatıldığı kadar bilgiyle mevcut konumuna sahip çıkmasını beklemek sadece ezbercilikten öde bir şey olmaz. Sanat eserleri, Tiyatro, Roman, Hikaye, Sinema Televizyon, Edebiyat olmadan bir devrin kahramanlarını yeni kuşaklara aktarmak zordur ve sıkıcıdır. Tanpınar sahne dışındakilerin kurgusunu yaparak gizi kahramanları eserinde göstermiş. BU açıdan bir dönemi gözler önüne getirerek hayal dünyasını genişleme açısından bu kitabı önemsedim.
Keşke Sabiha, İhsan ve Cemal arasında geçen daha fazla diyalog okuyabilseydik. Her zamanki gibi Tanpınar her kelimede ayrı bir zevk veriyor. Ben Huzur, Mahur Beste ve Suat'ın Mektubu'nu okuduktan yaklaşık 4 sene sonra okudum Sahnenin Dışındakiler'i. Arka arkaya okumuş olmayı isterdim. Şimdi yeniden Huzur ile başa dönebilirim:)
Tanpınar İstanbul'un işgal günleri ve Milli Mücadele'ye gidişin atmosferinde serpilen bir aşk öyküsünü işlerken o günlerin toplumuna, okuyucuları hem sarsan, hem üzen, hem güldüren bir ayna tutmuş. İşgal günleri İstanbul'u, her çeşitten kurguya etkileyici bir zemin sunuyor aslında. Günümüzde de, o zamanları işleyen eserler çıkmalı yazılı ve görsel alanda.
Son yıllarda kendi aramızda sıklıkla tekrarladığımız bir serzeniş var. Meğer bu serzeniş esasında Tanpınar’a aitmiş! Şu veciz söz, bu eserinde değil fakat günlüklerinde geçermiş: "Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor". *** Sahnenin Dışındakiler’de Tanpınar, karakteri eliyle aynı meseleyi şöyle ifade ediyor: “Kendi kendime düşünüyordum. Dünyada başka mesut milletler de vardı. Onların bizim yaşlardaki gençleri, hiç de bizim bu anda olduğumuz gibi bir "olmak ve olmamak" meselesiyle meşgul değildirler. Onlar aşkı, sporu düşünüyorlar, yaşlarının tabii iştiyakları ve meseleleriyle meşgul oluyorlar, kurulmuş bir hayatın imkanlarından istifade ederek çalışıyorlardı. Biz ise el parçası kadar bırakılmış, çok harap bir vatanda yaşamak imkanlarını düşünüyorduk.” *** İstanbul’un sahnenin dışı, İstanbul’dakilerin ise sahnenin dışındakiler olduğu yıllar. Asıl sahne Anadolu. Anadolu silahlanmıştır, milli bilinç güçlenmiştir, hürriyet fikri bir amaca dönüşmüştür. Zira hürriyet, “insanlığın bir merhalesidir. Hürriyet için icabında her şey feda edilir, o bir terbiyedir, idealdir.” Şimdi, asıl Anadolu’da olup biten mühimdir. Sahne, şimdi orasıdır. *** Tam aşk hikayelerinden şikâyet ederken, merkezinde bir aşkın olduğu Sahnenin Dışındakiler, doğru neviden aşk hikayesini pekâlâ sevebileceğimi açıkça göstermiştir. Tanpınar, bu sefer karakterinin, Cemal’in ağzından anlattığı bu hikâyenin tam ortasına Cemal ile Sabiha arasındaki münasebeti koysa da arka planda işgal İstanbul’unun tarihini görülmemiş bir cazibeyle önümüze serer. *** Bu tarih, türlü ilişkilerin, karakterlerin, cemiyetlerin, şarkın ve garbın ve hatta birtakım burunların vasıtasıyla ilerler (zira, “Kudret Bey’in burnu bir muhalefet partisi gibi ebedi bir memnuniyetsizlik havası içinde yaşar”; “egzistansiyalist bir burundur”, “hodbin ve ısrarcıdır”). *** Öte yandan, sahnenin dışında, işgal İstanbul’unda, her şeyin nasıl bambaşka, aynı zamanda da nasıl tıpatıp aynı olduğunu şaşkınlıkla aktarır. Zira hem her şey “izin verildiği kadar” yaşanabilmekte, hem de herkes aynı şekilde yemekte, sevmekte, çalışmakta ve işte yaşayıp gitmektedir. Bu gözlem, tarihler ve uluslar ��stü bir gözlemdir. İnsanın korkutucu seviyedeki adaptasyon yeteneği vesileyle yüzümüze vurulur. *** Kitapta Mustafa Kemal’in ismi yalnızca bir kez geçmektedir. Ve bu vesileyle artık Anadolu’daki direnişin isimlerinin gazetelerde açıkça geçtiğinden, başka bir deyişle artık mücadelenin tanınıyor olduğundan haberdar oluruz. Kitapta sıklıkla geçen ve Cemal’in 5-6 yılını geçirdiği gizemli kasabanın M. Kasabası olarak anılmasının, yani bu “M” harfinin, ancak belirli bir tarihten itibaren gönül rahatlığıyla zikredilebilen Mustafa Kemal ismiyle bir bağlantısı var mıdır bilmiyorum. Ama ben olduğuna inanmayı yeğliyorum. *** Heyecanla ve hayranlıkla okudum. Tanpınar bir cevherdir. Sahnenin Dışındakiler ise şu ana kadar okuduklarım arasında en sevdiğim Tanpınar eseri olmuştur. Bütün kalbimle öneririm. *** Sevgiler efendim.
Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste ile başlayan ve Huzur ile devam eden nehir roman üçlemesinin son kitabı. Kitapları bağımsız okuyabileceğiniz gibi sırayla da okuyabilirsiniz. Sahnenin Dışındakiler, milli mücadele yıllarında İstanbul’daki durumları puslu bir atmosferle Cemal’in bakış açısından anlatır. Cemal’in içşel çatışmaları, diğer karakterlerle olan münasebetleri ve tabiki Sabiha’ya olan ilgi ve alakası çerçevesinde ilerleyen roman, zamanın sosyolojik durumuna adeta ışık tutar. Karakterlerin çokluğu, aralarındaki ilişki haritası, her bir karakterin detaylandırılarak yazılması, tarihi yanı, melankolik havası, fazlaca Arapça, Farsça kelimelere yer verilmesi ve sürekli sözlüğe bakma ihtiyacı kitabı okurken zorlanacağız noktaları oluşturuyor. Bunun yanında üzerinde çaba harcadığınızda ve kitap hakkında yazılmış makalelerden, yorumlardan destek aldığınızda Tanpınar’ın eşsiz üslubuna kapılacağınız ve edebi anlamda doyduğunuzu hissedeceğiniz bir eser olacak Sahnenin Dışındakiler. Peki Sahne nedir? Sahnenin dışı neresidir? Sahnenin Dışındakiler kimdir? Merak ediyorsanız okuma listelerinize bir kitap daha ekleyin derim.
Bu kitabı okurken beni en çok etkileyen şey kitabın diliydi. Anlatım hem sade hem yalın ve akıcıydı. Kitaptaki olaylar olanak gibi gözükse de bir düğüm etrafında gelişiyordu, bu düğümde yaşananlar pek çok kere duyduğumuz şeyler ama yazıldığı döneme özel bir şekilde tarif ediyor. Oradaki düşler tarihin kurgunun ve gerçekliğin bütünleşmesi beni çok tatmin etti. Beklediğim gibi bir kitaptı Ahmet hamdi tampınar‘ın dilinin ağır olduğunu duymuştum. Bu galiba anlatımı en akıcı olduğu kitaptı. Kitap su gibi aktı ve bahsedilen şeyleri sadece tarihle sınırlı kalmayıp günümüze aştığını gördüm. Özellikle ana karakter betimlemeleri benim için çok iyiydi. Kitaptan aklımda kalan şey insanların gerçekten sahnenin dışında olduğu...