Işıkları yanan dükkânların, akşam simitçilerinin, ilkyaz meyvelerinin sıralandığı tezgâhların, koşturan kalabalıkların yanından yürüyor. Bir orman patikasında, uçsuz bucaksız kırlarda yürür gibi... Ayaklarının altında yeni tanıştığı bir dünya...
Leylak kokuları geliyor burnuna. Titremesi geçmiyor, gözünden bir damla yaş süzülüyor.
İlk öykü kitabı, Dünya Sakin Bir Yermiş Gibi ile selamlıyor okurunu Alkım Doğan. Kulak arkası edilen hikâyelerle sevgisizlik, yabancılaşma ve istismarın yanı sıra yaşama sevincine, kıyıda kalmış güzelliklere dair ne varsa hayatın içinden cımbızla seçtiği olayları, kırılma anlarını incelikle aktarıyor. Yalın anlatımıyla ördüğü öykülerinde kuşlara, ağaçlara, sokaklara, yalnız çocuklara, çıkış arayan insanlara ve daha iyi bir dünyanın umuduna hayat veriyor.
Dünyada ne çok insan ve insanların sayısını katlayacak kadar da küçük-büyük dert var. Sıradan insanların dertle dolu hayatlarını sıra dışı öykülerle kaleme almış Alkım Doğan ve bir dilek dilercesine koymuş kitabının adını: "Dünya Sakin Bir Yermiş Gibi". Keşke öyle olaydı ve yazarın öykülerine hayal ürününden ibaret deseydik. Oysa öylesine gerçek ki. Kimi zaman hüzün, kimi zaman keyifle okudum "çocuk olamayan bütün çocuklara" ithaf edilmiş öyküleri.
“Önümdeki ahşap çitlerin gerisinde, suda usul usul ilerleyen iki kuğuya takılıyor gözüm. Aralarındaki mesafeyi koruyarak suyu incitmekten korkarcasına sessiz bir uyumla süzülüyorlar. Bizim bilmediğimiz bir sessizliğin içindeymiş gibi.. Dünya sakin bir yermiş gibi…”
“Güneş sırtımı ısıtıyordu. Kaldırım ortasındaki o ahşap sandalyede dizlerimi büküp oturdum, itirazsız. Güneşli kırların, uzun bir rüyanın ortasında oturur gibi.. Dünya sakin bir yermiş gibi…”
Tesellisi kendi içinde saklı hüzünlü öyküler. “Uzun bir ağlama sonrasının yorgun sükunetine yerleşir gibi.” Karakterler yanı başınızda bitiveriyor, elinizi tutup dünyada nasıl bir hisle bulunduklarını anlatıp gidiyorlar. Öykülerin farklı ama ortaklaşan melodileri var sanki. Piyano ve keman için yazılmış uzun bir eserin farklı bölümlerini dinliyor gibisiniz.
Okuduğum en melankolik öykü kitaplarından biriyidi. Hüzün bir çiçek gibi tomurcuklanıyor, açıyor ve kahramanların sisli hayatlarında soluveriyor. En çok kadınlar var öykülerde. En çok onların hüzünlü öyküleri var. Yalnızlığın, terk edilmişliğin, ölümlerin bahar yağmurlarıyla yıkandığı öyküler bunlar.
Saçlarla düğümleniyor karakterlerin kaderleri, topuzlar kesiliyor, at kuyrukları sallanıyor, ''yeryüzünün gözyaşlarını taşıyan yamalı bir örtüye dönüşüyor uzun saçlar. '' Yaralı ruhların teğellendiği öyküler. Onca acının ilmik ilmik örüldüğü hayatlardan bir çiçek bahçesi yaratıyor yazar. Bahar yağmurlarıyla yeniden yaşam buluyor umutlar.
Sardunya yapraklarını serçe parmağıyla seven kadınlar, bilge çiçekçiler, üşüyen adamlar, ellerini unutan, topuzlarını kesen kadınlar, madende küçük küçük ölen adamlar var öykülerde. Birkaç öyküyü özellikle çok beğendim. İlki, ''Kestim Kara Saçlarımı Gülten Abla''. Yaşlı kadının yanındaki yolcu üşümesin diye pencereyi kapamak istemesinin diğer yolcudaki karşılığı... Nasıl güzel bir anlatım. Bu beklenmedik ilginin kadını altüst etmesini anlatışı muhteşemdi.
Öykü karakterlerinin ilerleyen sayfalarda tekrar karşıma çıkmasını çok seviyorum. Bu kitapta da bolca görüyoruz bunu. Titizlikle örülüp teğellenmiş tüm sahneler. Bu teğelleme işini çok sevdirdi bana Alkım Hanım. Şu ne güzel bir cümle mesela. '' Çocukluğuma teğelli neşeli bir adamı hatırladım. '' Bazı öykülerde çocukluğuma teğellenmiş yüzleri, nesneleri, kokuları hatırladım ben de, iyi geldi bana bu ''madlen etkisi''.
Bütün Saçlar Uç Uça, Topuz, Bir Uzun Üşümek diğer en sevdiklerim arasında. Alkım Hanım'ın incelikle ördüğü bu öyküler ruhuma iyi geliyor, oturup düşünüyorum ben de bir anlığına dünya sakin bir yermiş gibi.
Mutlaka okumanızı istediğim, bir çırpıda okuyacağınız şahane bir ilk öykü kitabı. İlklerin tecrübesizliği yok belli bir birikimle yazıldığı anlaşılıyor. Şiir gibi bir anlatım su gibi akıyor. Hayatın içinden kıyıda köşede kalmış öyküler çoğu da kadın gözünden başarıyla yazılmış. Çok beğendim ve çok çok tavsiye ediyorum. Bir günde bitirebilirsiniz ama ben hemen bitsin istemedim iki güne böldüm. Tekrar okuyasım var bir arkadaşım okumam için vermişti sanırım kütüphaneme de ekleyeceğim ve yeni kitaplarını merakla bekleyeceğim.
Bu son yıllarda okuduğum en incelikli, en etkileyici öykü kitabı. Her öyküde insanlığı anlamaya, sevmeye dair bir adım attığımı hissettim. Dili çok yalın, Türkçe çok ustalıkla kullanılmış. Bazı öyküler çok hüzünlü, ince ince ağlatıyor, bazılarıysa çok muzip, hınzır, neşeli. Ama hepsi ayrı güzel. Özellikle "Yaşasın Bugün Cuma" ve "Kestim Kara Saçlarımı Gülten Abla" adlı öyküleri çok etkileyici. Birinde bir çocuğun, diğerinde bir kadının ruhunu, kalp sızılarını hissediyoruz. Bazı öykülerde de şehir hayatını, Ankara'yı, bu kalabalık koşturmalı yarışmalı hayatta ayakta kalmaya çalışan, bir yandan olan bitene dışardan bakabilen, bazen dalga geçen, gülen, bazen öfkelenen, ve dünya sakin bir yermiş gibi nefes almayı isteyen kahramanları takip ediyoruz. Suzan, Filiz, Nahide, İdris, Yılmaz… Her kahraman ayrı bir dünya, hepsi insan. Kitabın son öyküsünde bir anneanne var, onun örgülerinin açılması, saçlarının taranması… tüm insanlığın da buna ihtiyacı var işte...Çok çok sevdim bu kitabı, öykü seven herkesin okumasını dilerim.
Belki de dünya sakin bir yer değildir kimbilir… Öykülerin içtenliği ve sakinliği okurken insanı başka bir dünyaya taşıyor. Zaten kitabın “çocuk olamayan bütün çocuklara” ithaf edilmesi baştan bir uyarı yapıyor. İnce ince işlenmiş öyküler, sade ve güçlü bir anlatımla bizi zaman zaman yerden yere vuran zaman zaman bulutların üzerine çıkarıyor.
dunyanin sakin bi yer oldugunu sürekli öğrenip sürekli unuttuğum bi zaman diliminde kitaptaki öyküler bana eslik etti. kitabi bana hediye eden nilüfer'e sevgilerimle...
Altını çizdiğim yerleri var, tasvirleri güzel ama havada kalan duygudaşlık yaratmayan hikayelerden müteşekkil ekseriyetle. Sanki tüm hikayeler yarım, havada.