Çünkü senin her şeyin bulaşıcıdır Güzin. Sen gülersen bakkal güler, taksici güler, elinde tavşan balonuyla yanından geçen çocuk güler, dilenci kadın güler, otobüsün camından yarı ölü yorgun yüzüyle dışarıyı izleyen dede güler, su güler, hava güler, kar güler, şehir güler, sokak güler. Sen üzüldün mü güneş bile çıkmaz. Yağmur yağar üç gün üst üste. Bulutlar bırakmaz güneşi kendini göstersin. Sen acıktın mı aşevlerinin önü, lokantaların kapısı, köftecilerin arabaları kuyruk olur. Sen şaşırırsan Güneş tutulur, Ay tutulur, gökte milyarlarca yıldır dönenen onca cismin aklı karışır. Sen seversen senin sevgin tüm dünyaya yeter. Tüm dünyadan aynaya tutulmuş ışık gibi sana geri döner.
Uzun yıllardır okumaya hasret kaldığımız türde sıcak bir aşk hikâyesi, dünyanın farklı coğrafyalarından gelmiş, birbirinden garip insanların esrarengiz hikâyeleriyle buluşuyor. Karanlık denizler, ürkütücü maceralar, mitolojik figürler, korkunç mahluklar… Hepsi birbirinden “acaip” bu hikâyeler, Ankara’nın en karanlık tarafında kalan karanlık olaylara karışıyor, içinde ne işler çevrildiğini anlayamadığımız bir çeviri bürosunda Samim ile Güzin’in sonsuz aşkına çevre oluyor.
Mahir Ünsal Eriş, serinin ilk kitabı Gaip’te araladığı sır perdesinin ardından Acaip’le ilerliyor.
Ankara havasını solumak mı istiyorsunuz, imkansız bir aşkın pençesinde kıvranmak veyahut baba sevgisini derinden hissetmek mi bu kitap size göre o halde.
Daha önce okuduğum Mahir Ünsal Eriş kitaplarından hem farklı hem de sanki aynı bunu bir cümleye dökemedim zira okurken Şükran Yiğit'in Ankara betimlemelerini,Sevgi Soysal'ın naifliğini,Selçuk Baran'ın cümle delişmenliğini yakaladım. Mevsim sonbahar, aylardan kasım ve Ankara'da yaşıyor veya seviyorsanız bu şehri mutlaka okuyun derim. Çok üşürken üzerime battaniye olup sarıp sarmaladı bu kitap beni kötü bir dönemimde iyi geldi umarım size de iyi gelir diyerek tebessüm bırakıyorum şuraya
Mahir Ünsal Eriş’i severim. Diline, gündelik olanı yakalama becerisine, bazı cümlelerinin insana “evet ya” dedirtmesi onun ustalığının göstergesidir. Acaip’te de buna özgü, yer yer gerçekten hoş cümleler var. Ancak kitap bütün olarak bende “iyi” hissini yaratmadı. Özellikle Samim’in Güzine’ye duyduğu aşk bana fazla melodramik, yer yer vıcık geldi. Duygusal yoğunluk derinlikten çok tekrar üretince, metin bir noktadan sonra beni içine çekmek yerine yordu. Aşk burada insanı dönüştüren bir deneyimden ziyade, acının etrafında dolaşıp duran bir hâl gibi duruyor. Belki de mesele kitapla değil, benim şu anki yerimle ilgili. Acıyı, melankoliyi ve kırılganlığı merkeze alan anlatılarla eskisi kadar kolay bağ kuramıyorum. Acıyı yüceltmeyen, onu bir kimlik gibi taşımayan bir yerdeyim artık. Bu yüzden Samim’in o duygusal takıntısı bana derin değil, fazla dramatik geldi. Yine de Mahir Ünsal Eriş’e özgü o tanıdık ses, bazı satırlarda kendini hissettiriyor. Sadece bu kitap, benim için o sesi taşıyıp büyüten değil; daha çok kendi etrafında dönen bir metin olarak kaldı.
‘Bunları sonra oku olur mu Güzin? Al bunları, sakla. Bir gün öldüğümü duyarsan, olur da duyarsan, işte o za- man çıkar, baştan sona oku. Çünkü bizim hikâyemiz burada saklıdır. Ama şimdi okuma. Bunları yazmaya başlarken, bir gün nasıl olup da eline geçeceğini hiç düşünmeden kalkışıyorum bu işe. Şimdilik sağım. Hayattayım, elimde kalana hayat denirse. Ama bir gün, belki de çok uzakta olmayan bir gün, ölüp gideceğim. Suyun dibine inen bir taşın yüzeyde bıraktığı dalgalar gibi yavaş yavaş silinip gidecek izlerim bu dünyadan. Geriye hiçbir şey bırakmadan, ne olup bittiğini dahi anlamadan çekip gideceğim. Hiç yaşamamışım gibi, hiç var olmamış, bu kocaman göğün altında bir nefes dahi almamışım gibi, kaybolacak varlığım. İşte sen o gün, yani öldüğümü duyduğun gün işte, beni hatırla. Ve bütün bir hikâyenin belki hiç de senin bildiğin, sandığın, anladığın gibi olmadığı ihtimaline bir şans ver ve oku bunları. Olur mu Güzin?’(s.13)
Bir kez daha Mahir Unsal Eris tarafindan buyulendim. Oyle guzel, oyle usul usul anlatmis ki hem Guzin’e ben de asik oldum hem de zaman zaman Guzin olmak ve boyle betimlenmek istedim. Karakterlerin agzindan duydugumuz minik hikayeleri, efsaneleri okurken bazen bir Yasar Kemal romanindayim zannettim. Okudukca okuyasim geldi. Bazi yerlerde icim ezile ezile, bazen ofkeyle okumaya devam ettim ve bir cirpida bitti. Yerli edebiyatta iyi ki tanidim dedigim isimlerin en ustunde duruyor Mahir Unsal Eris. Okuru bol olsun.
Heyecanla başlayıp hemen şevkimin kırıldığı, ancak neredeyse kitabın yarısından sonra tekrar heyecanlanıp çok severek dinlediğim, hiç bitmesin dediğim bir kitap oldu. Çok sevdim. Samim'i bu kadar seveceğimi hiç düşünmemiştim.
Gaip romanında sevdiğim ne varsa fazlası var azı yok, Gaip romanında zorlandığım şeylerden eser yok. Dil desen su gibi akıyor. Gizem desen soluk soluğa. Aşk desen şiir gibi. Masal gibi okudum bir nefeste...
“Ben yoksunluğu da yoksulluk kadar iyi tanırım Güzin. Bütün ömrümü, cevabı verilememiş soruların, giderilememiş heveslerin, doyurulamamış bir merak ve iştahın gölgesinde sürdüm bitirdim.”
Çok sevdim… Denizci babasının yolunu gözleyerek büyüyen Samim, okulunu bitirip zor şartlarda yaşarken birden beklentilerinin ötesinde bir iş bulur. Bu sırada Güzin ile karşılaşır ve hayatının akışı tümden değişir… Acayip birbirinden tuhaf kişilerin ve olayların bir araya geldiği başarılı bir kurguyla hem büyülü bir aşkı hem de Ankara'nın sisli yüzünü anlatıyor. Mahir Ünsal Eriş meraklı bir hikayeyi su gibi anlatmış, okurken bir sürü not aldım, cümlelerin güzelliği beni ziyadesiyle etkiledi… Derin duygular derin devlet ile karşı karşıya geldiğinde ne olur diye merak ediyorsanız bu kitabı kaçırmayın. Serinin ilk kitabı Gaip'i atlamışım, en kısa zamanda okuyacağım:)
Mahir Ünsal Eriş’le tanışmam çok eski. Tanımam ise ‘’Geri Dönüyoruz’’ podcastiyle oldu. Podcast sayesinde kelimelere ve dile düşkünlüğünden etkilendim. Hemen gidip Babil Kulesi’ni okudum. Sonra bunu okudum. Bazen bazı yazarlar, dil bilgisine çok düşüp hikaye anlatıcılığını veya hikayenin kendisini unutuyor. Çok bilmenin ve çok okumanın zararları. Temelde basit bir zengin kız-fakir oğlan hikayesi, Acaip. Ötesine gitmiyor. Ama araya yedirilen olağanüstü hikayelerle süslenmiş. Toplamda bi şahaser çıkmamış o yüzden. Ama Mahir Ünsal Eriş’e giriş kitabı olabilir. Zaten belli ki bu hikayenin devamı gelecek. Hatta zengin kızın ağzından olanlar ve olacakları okuyacağız muhtemelen. Ben yine de 5 yıldız veriyorum. Mahir Ünsal Eriş, bu ülke için şanstır.
Kitabın girişi ve ara ara aşka dair serpiştirdiği anlatımlar çok etkileyiciydi… tuhaf hissettirdi; tarifi çok zor. Hem tanıdık hem basit gibi ama hissi var..
Uzun zamandır, çok uzun zamandır bir aşk, ilk aşk, işte o ilk aşk içimi bu kadar titretmemişti.
Okurken buna benzer bir duyguyu yakınından uzağından bir kez yaşamış iseniz kayıtsız kalamayacağınız bir hikaye. İçinde bir çok başka şey var; masallar, sahipsizlik, çocukluk, babaya özlem, derin devlet, denizciler, çok klişe gelebilecek bazı Yeşilçam anları da var. Muhtemelen devamı da yazılacak bir roman çünkü böyle bitmesine insanın gönlü razı gelmiyor, canımız Mahir Ünsal Eriş duy sesimizi...
Ama benim için en çok da Ankara'da geçen o benzersiz aşk hikayesi, birini bu derece ve böyle güzel sevme ve sevilebilme hikayesi. Bir kez yaşayıp kaybetsen de hatırasının bile içini ısıtabilmesinin hikayesi.
Mahir Ünsal Eriş’in tasvirleri, edebi mahareti benim için çoğu kitabında romanın konu akışının ötesinde etkileyicidir. Acaip’te de deneyimim bu oldu. Ankara’ya böyle incelikle yer veren bir kitabı beğenmemem zor; sırf şu cümle bile kalbimi fethetmeye yetti: ‘Ankarada insan yoksa hiç bir şey yoktur’. Ne güzel anlatmış Ankara’yı, Ankara’nın ruhunu, Ankara’da aşk yaşamayı…Keyifle okudum.
Biraz daha uzun olsaydı diye beklediğim bir kitap oldu benim için. Umarım seriye devam eder Mahir Üsal Eriş. Hayatın pamuk iplikleriyle tutturulan bir hikaye olduğunu bir kez daha hatırlattı bana yazar. Seçmediğimiz ya da seçemediğimiz tüm seçeneklerin içimizde bir ukde olarak kaldığının da bir kısa notu aslında bu kitap. Muhtemelen Güzin ve Samim evliliklerine devam edebilseydi farklı kültürlerde farklı ortamlarda yetişmiş iki genç olarak bu evlilikleri uzun sürmeyecekti. Ama öylesi olsaydı sanırım her ikisi de daha iyi yenildik böyle diye bakarlardı hayatlarına. Böyle eksik ve hiç yaşanmamış gibi koparılmış olmak çok kötü...
Zengin kız, fakir oğlan hikayesi gibi başlayan roman, Gaip'in devamı çıktı, iyi mi? Sürpriz oldu, ama kurgunun düğümünü oluşturan tesadüfün bu kadarı fazla geldi bana. Açıkçası en sevdiğim MÜE eseri değil, belki kitaplarını art arda bitirdiğimden biraz ezbere ve hızlı kaleme alınmış geldi bana. Fakat MAÜ dile hakimiyeti, uslubu, her zamanki gibi dört dörtlük. Yine de favorim hâlâ Dünya Bu Kadar ve Diğerleri.
‘Gaip’in hikayesinin eksik kalan kısmı çok iyi bir kurgu ile ‘Acaip’te çözülüyor. Geriye ‘Güzin’in hikayesi ile Salih Beyin diğer ailesinin başına gelenleri okurların hayal gücüne bırakıyor yazar. Belki ileride yazar fikir değiştirip devam eder bir üçüncü kitap ile. 🦋
Bu ilk okudugum Mahir Unsal Eris kitabiydi. Keyifli bir anlatim tarzi var. Diger eserlerini de okumayi cok istiyorum. Acaip degisik bi roman, genclik kokuyor anlatim dili, olay orgusu, romantizmi. Bizim oralarin gencligi..
Gaip'in spinoff'u diyebiliriz. Gaip de nefisti bu da nefis. Bunu üçleme gibi ele alıp Tezkip diye bir roman gelecekmiş bir de yazarın bir röportajında gördüğüm kadarıyla. Heyecanla bekliyorum.
"Bizi hayatın içine çeken şeyin, onun başımıza neler getireceğini bilememek olduğunu öğrendim" diyor yazar kitabı neredeyse yarılamışken. Hayat sürprizlere hep gebe, peki Samim buna hazır mı?
Samim; ismi bile (ç)alıntı olan, kendine ait hiçbir şeyi olmayan, hayatı hep sıkıntılar içinde geçen derbeder biçare. Hayatta talihin döndüğü anlar vardır ya hani, bir masal kapısı ardına kadar açılır. Samim'e de açılıyor ne hikmetse ve bizim biçare, masal kahramanı olup çıkıyor fakat çıkıyor mu orası meçhul!
"Katıksız mutluluğun dertsiz tasasız hayatın insanı hasta eden bir yanı olmalı" derken yazar aslında ardına kadar açılıveren masal kapısının da elbet kapanacağını bize işaret ediyor.
Yine de Samim'deki "umut duygusu karanlık kuyusunda" ilerlemeye devam ediyor. Sonu meçhul sonu karanlık.Ölüm nasıl bir fırsat hesabıdır, bunu serinin ikinci romanında gösteriyor yazar okurlarına.
Aşk masalında sevdalı sözlerle yol alan Samim ile Güzin'in önüne engeller bir bir konuluyor. En büyük engel insanın kendisi değil midir Güzin, söylesene!
Samim'in ağzından yazılan roman mitolojik ögelerle bezeli bu sefer, anlatanlar da bir o kadar hayali. Mitolojinin kuytularında kaybolmadan Ankara sizi yakalıyor en karanlık haliyle.
Serinin ilk kitabı "Gaip" ile başlayan macera öyle bir köşeye saklanmış defterde kalacağa benzemiyor. Devamı gelecek elbet.
Gaip'in devamı olan bu kitapta Salih Bey'in gizli oğlu Samim'in hayatına giriyoruz. Ben Gaip kitabını daha çok sevdim. Gariban Samim, ne yokluklar görmüş, neler yaşamış. Devletin en tepe adamı Salih Bey neden onlara en azından maddi olarak sahip çıkmadı? Neden ve nasıl aniden onları öyle yalnız bıraktı? Bir de bu ikinci Samim'le annesi, bu adamı televizyonda gazetede bir yerde görmedi mi hiç? En azından üst düzey başka birinin basında yer alan cenazesinde. Samim'in annesi neden tutuldu bu adama o kadar? Para için desen, ne geçti eline? Salih Bey'in bu kadını çok sevdiği, onunla kendini bulduğu için böyle bir işe giriştiğini düşünmüştüm ama bu terk edişin altı çok boş kaldı. Bir de sayfa 92'de 'aptes alırken yıkadıkları ayaklarını kurutmaya çalışıyorlardı' diye bir cümle geçiyor. Onun doğrusu TDK'da da belirtildiği gibi 'abdest' değil midir? Bir de sayfa 93'te Güzin'in kahvedeki adamlarla yaptığı sohbet sonrası adamların 'Nerede sıkılalım?' demesiyle, Zülkarneyn'in bütün dünyayı ele geçirip döner sarayımda otururum demesi üzerine, konuştuğu kişinin 'E şimdi de sarayında oturuyorsun' demesi sanki birbirini tamamlayan iki ifade, tatlı bir tesadüf gibi geldi. Son olarak Samim kendi Truman Şov'unda yaşamış. İlk kitap da dahil, her birinin hikayelerini çok merak ediyorum. Umarım 3. kitap hemen çıkar.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Gaip’in devam kitabı, ilk kitabın merak uyandıran yan hikayesi. “Hayat birbirinden habersizmiş gibi görünen bir sürü tesadüfün kurduğu bir bilmece.”
Yoksunluk ve yoksulluk içinde geçen hayatında en çok eksikliğini çektiği sevgiyi bulduğunda; bu kişinin, hayata ve sevmeye açlığını temsilen, hayatı yaşamaya sevmeye ve yemeklere iştahlı olması kaçınılmazdı sanırım. “Aldım ben işareti, büyüttüm büyüttüm kocaman yaptım.” diyerek bu sevgiyi hayatının anlamı, yaşadığı şehri onunla çevrelendiği anların mekanı olarak gören, kendisini sonunda tamamlanmış gören aşık.
Buradan sonrası spoiler.. “ Hakikat değişince hayat da değişir.” Geçmişinin de, yaşadığı aşk dışındaki hayatının da yalanlarla dolu olduğunu öğrenince, büyük aşkı da Yeşilçam draması gibi asıl hikayeye bağlanınca parçalanma başlıyor. Güce, zalimliğe boyun eğiyor, aşkından vaz geçiyor. “Aşka yenildim ben.. seni kuşatan hayata yenildim.. “ dese de paylaşılmayan sırlar yolun sonunu çizmişti zaten.
Asıl hikayeye bağlanan yan hikaye, efsane ve masal anlatılarının bir kısmını dikkat dağıtıcı, hikaye ile bağını zayıf buldum.
Tarzını en başlarda Aylin Balboa'nin "Bu Hikaye Senden Uzun Osman"ina benzettim biraz. Kitabın genelinde ise çokça Murat Menteş'in "Korkma Ben Varım" kitabındaki Şebnem'e hitaben yazılmış bölümleri hatırladım.
Içerik olarak bakıldığında, fena değildi diyebilirim. Çok daha iyi MÜE kitapları okuduğum, özellikle de kitapta yer yer gönderme yapılıp selam çakılan "Dünya Bu Kadar"i okuduktan sonra, bu kitabın konusu, kurgusu bir tık basit geldi. Tahmin edilmesi kolay ya da öğrenildiğinde tatmin etmeyen türden bir basitlik var gibi. Bazi yerlerdeki guzellemeler de çok zorlama gibi geldi. Örneğin 3. Bölümün başlarındaki iltifatlar, guzellemeler biraz fazla olmuş bu da anlatımı biraz basitleştirmiş gibi hissettiriyor.
Ayrıca, bu kitabın, ikilemenin ikincisi olduğunu, kitaba başladıktan sonra fark etmiş olmam biraz üzdü. Ama uzun zaman sonra Yeniden MÜE okumuş olduğum için mutluyum.
“ hayat, birbirinden habersizmiş gibi görünen bir sürü tesadüfün kurduğu bir bilmece. Hangisi nerede başlıyor, ne zaman, nasıl, ne biçimde bitiyor, anlamıyoruz bile. Gelip geçtiğini görüyoruz sadece. Bütün bunlar olmasaydı sonrakilerin hiçbiri olmayacaktı.”
“Senin her şeyin bulaşıcıdır Güzin.”
“Benim bir an önce kağıttan gül yapmayı öğrenmem lazımdı.”
“Sarılmak denilen şey dünyaya seninle gelmiş, benimle tamamlanmış gibiydi. Biz sarılıyorduk, etrafımızdaki her şey dışımızda kalıyordu. Belki de biz dışında kalmayı başarıyorduk sarılınca.”
“Seni sevmek gündelik hayatın bir parçası değil, hayatımın kendisi oldu.”
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kitabın birinci bölümünü bitirdiğimde tüm kitaplarını sipariş ettim. Çok yoğun bir dönemde olmasam birkaç saat içinde biterdi, o kadar akıcı bir dili var ki... Diğer kitaplarını, özellikle öykülerini merak ediyorum. Çağdaş Türk Edebiyatı'nın yeni ve güçlü bir kalemi olduğu kesin. Ben geç keşfettim sanırım, Sait Faik ödülü alan yazarları genelde kaçırmam oysa ki... Özetlemek gerekirse çok sevdim. Yıllar sonra bana bu mecraya da bir şeyler yazdıran ilk yazar oldu. 2012'de yayınlanan ilk kitabıyla devam edeceğim bakalım 😊
Yazar klişe bir hikayeyi pek alışık olunmayan bir yolla anlatmış. Aşkı anlatırken de hep basitliğin, adiliğin sınırlarında dolaşmış. Çoğu zaman berisinde, güvenli alanda kalmayı başarmış ama birkaç kez adımını yanlış tarafta basmış.
Kitabın başlangıcı daha yoğunken sonlara doğru o yoğunluğun azaldığını hissettim. Belki de kötü bir sonun peşinen bilinmesi bu duyguyu oluşturdu. Kitabın akıcılığının getirdiği sürat hissi duygu yoğunluğunu azaltmış da olabilir.
İnsanı içine çeken, çok etkileyici bir kurgu var. Okurken bildiklerini hatırlatıp gülümsetmek ya da "Evet ya, ben de böyle düşünmüştüm bir zamanlar" hissi var. Yepyeni kelimelere denk gelip, google araştırması yaptırmak var... Sevgili Mahir Bey yine kütüphanemizde bize göz kırpacak bir eser sunmuş. Ona tek ricam bu okumaya kıyamayıp, hemen bitmesin diye zaman içinde sündüre sündüre okumak zorunda kaldığımız eserlerini mümkün olan en hızlı şekilde çoğaltmasıdır. 😊