Eşi Sylvie’nin ölümünün ardından mutsuzluğun doruklarında yalnız ve dul kalan Fournier, hayal kırıklığı yaşamamak için ölümsüz bir eş arayışına başlar ve gazeteye bir ilan verir:
Dul, ölümsüz eş arıyor.
Kimler başvurmaz ki bu ilana: Jeanne d’Arc, Maria Callas, Emma Bovary, Carmen, Kleopatra, Ella Fitzgerald, Nefertiti, Yourcenar, Pamuk Prenses ve daha nice ölümsüz isim.
Gelen yanıtlara Sylvie’nin “öteki taraf”tan yaptığı yer yer iğneleyici yorumlarla işler çığırından çıkar.
“ Dul Ölümsüz Eş Arıyor”da Fournier cebindeki çuvaldızla kendi kuyusunu kazmaya devam ediyor…
Auteur prolifique, Jean-Louis Fournier a toujours su mêler humour, culture et sincérité. Entre un frère polytechnicien et une soeur éducatrice spécialisée, il choisit la voie de l'humour et devient le fidèle complice de Pierre Desproges. Il réalise ainsi les épisodes de 'La Minute nécessaire de Monsieur Cyclopède', ainsi que les captations de ses spectacles au théâtre Grévin en 1984 et au théâtre Fontaine en 1986. Mais c'est en tant qu'auteur facétieux et touchant que le public le découvre véritablement. Avec ses essais humoristiques, Jean-Louis Fournier rencontre un succès immédiat. Dans 'Arithmétique appliquée et impertinente' (1993), il apprend au lecteur à calculer le poids du cerveau d'un imbécile ou la quantité de caviar que peut acheter un smicard ! Dans un même registre, sa 'Grammaire française et impertinente' conjugue culture et absurde. Jean-Louis Fournier consacre également deux ouvrages à son enfance. En 1999, il aborde l'alcoolisme de son père dans 'Il a jamais tué personne, mon papa' et obtient le prix Femina 2008 pour 'Où on va papa ?', une évocation émouvante du handicap de ses fils.
Son eserinden sonra buraya tüm külliyatını okudum diye yazdığım Fournier'in sürpriz son eserini de bir koşu aldım. Aramızda hâlâ bir aşk-nefret ilişkisi var. Bu eseriyle ilgili de tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi karışık hisler içindeyim. Ölen eşinden sonra kendine yeni bir eş aramak için gazeteye ilan vereceğine dair yaptığı bir espri kitabın ana fikrini oluşturuyor. (Dul, Ölümsüz Eş Arıyor olsaymış keşke ismi.) Kitapta kurgu şekilde kendisine ölümsüz kadınlardan gelen mektuplar ve eşinin yorumları yer alıyor. Edith Piaf'tan Kleopatra'ya, Othello'dan Yourcenar'a kadar alanında ölümsüz olmayı başarmış kadınların Fournier'in eş arzusuna başvuru mektubunu okuyoruz :) Çok komik ve ilginç bir fikir olduğu yadsınamaz bir gerçek. Kitaptan keyif aldım ama diğer Fournier kitaplarında olduğu gibi bayılmadım da. Yine de dilerim daha çok yaşar ve yazar bu huysuz ve gizli romantik adam.
Fournier, malum, bayıldığım bir yazar. İsterse dünyanın en kısa metnini yazsın yine de heyecanla gider, alır, okurum. Bir tarafı aşırı melankolik ki o eserleri bolca seviliyor. Bir de muzip tarafı var. Israrla YKY’den çıkmayan ‘Muzip Tanrı’sı mesela en sevdiğim Fournier kitabıdır. Bu son yayımlanan ‘Dul Ölümsüz Eş Arıyor’ da hayli muzip ve yüz güldüren cinsten. Tam da tahmin edebileceğiniz gibi vitamini sonda, o yolda yüz güldürme gayretli. O kadar “Ah” dedirten kısa ama vurucu bir finali var ki ben yine bayıldım. Beklendik ama yine de “Ah” sesi çıkartıyor. Pişmanlığın en zarif ve muzip halini yaratmış Fournier. Yazara benim gibi hasta olanların seveceği, ona hiç başlamayanların daha sonra okuması gereken bir metin tabii.
Uzun bir okuyamama sendromunun ardından bir solukta okuduğum ilk kitap oldu Dul Ölümsüz Eş Aranıyor. Jean-Louis’in nüktedan sesini çok seviyorum. Okurken elimden bırakamadığım kitaplar yazıyor yazar. Bu kitabındaki fikri çok özgün ve keyifli buldum. Tek sıkıntı bazı kadın mektup sahipleri Fransız tarihinin ünlüleri. Ben bu kişileri ve hikayelerini bilmiyordum. O yüzden kitabı okurken sık sık mektup yazarlarının hikayelerine baktım. Okurken aklıma; “Acaba Türk bir yazar yazsaydı, bizim tarihimizden hangi kadınlar neler yazardı?” sorusu geldi. Kendi kendime bazı isimlere mektuplar da yazdırmadım değil kafamda. Keyifli ve muzip bir kitap arayanlara öneririm efendim :)
Benim en sevdiğim iki kitabı Kuzeyli Annem ve Nereye gidiyoruz baba? Bu kitapta ise karısının kıymetini bilmeyen adam olarak günah çıkarmış Fournier. Kocalar okusun. Nerdeyse Sylvie mezardan kalk diyecek. Gecikmiş özürlerle dolu Her coğrafyada erkeğin eziyeti aynı. Boyunuz devrilsin. 😂 ~~~~~~~~~~~~~~~ "Ne kadar şanslı olduğumu düşünüyordum, sensiz silinip gideceğimi biliyordum, sen benim taşıyıcı iskelem, dik durmak için dayandığım direk, emniyet kemerimdin. Bana inandın, beni yüreklendirdin, eski evlerimizi dekore etmek için bitpazarlarında bulduğumuz antika eşyalar misali parlattın beni. Hayatta hep ilk olmaya çalıştım. Bencilce ilk ölen ben olurum diye düşündüm. Etrafımda “seni seviyorum “ diyebileceğim kimsenin kalmamasına üzülmemek için. Ben hep başkalarının ölümünden korkarak yaşadım; annemin, eşimi, kedimin…. Sen benimleyken özgür değildin, geç kalma hakkın yoktu, her zaman nerede olduğunu bilmem lazımdı , sen benimdin, benim en güzel şeyim. Sevdiğim ve ihtiyaç duyduğum kişilerin ölmeye hakkı yoktu, ölümleri hayattan istifa etmek demekti, bunu affedemiyordum. Benden izin almadan öldün. Sana izin vermeyeceğimi muhakkak biliyordun."
"Sylvie'nin görüşü 🌸 En pişman olduğum şey ise bütün bu güzel sözleri söylemek için gitmemi beklemiş olman. Bilseydim biraz daha kalırdım."
adı geçen karakterlerin şiirlerini okumak resimlerini görmek heykellerini ziyaret etmek bestelerini dinlemek, birilerine ilham olmanın nasıl olduğunu düşünmek istedim kitabı okurken. hüzünlü gülümseten satırları sevdim.
çok sevdiği eşinin yasını tutan Fournier, yine kara mizaha başvurarak "ölümsüz" bir eş arayan bir dul olarak gazeteye ilan veriyor ve gelen başvuruları incelemesi için rahmetli eşi Sylvie'ye yolluyor, Sylvie de yukarıdan kendi kısa yorumlarını paylaşıyor.
Samimi, buruk ama yine bir şekilde bizi gülümsetmeyi başaran mektuplar bir noktadan sonra biraz tekrara binse de Cleopatra'dan Audrey Hepburn'e zaman ve mekanı aşarak tarihten farklı farklı kadınları karşımıza çıkarıyor ya da hatırlatıyor diyelim.
Aynı zamanda bir günah çıkarma olarak da değerlendirdim, zira araya Fournier'in rahmetli eşine bazı itirafları da bulunuyor. Mektupların belki daha az çeşitli ama uzun tutulmasını, Fournier'in eşine dair anılarına biraz daha yer verilmesini görmek isterdim ama bu haliyle bile bir hayli orijinal ve sempatik buldum bu kitabını. Şimdi mecburen kalan diğer kitapları da hop sepete atılacak...
Jean-Louis Fournier’nin “Dul Ölümsüz Eş Arıyor” adlı kitabı, yazarın eşi Sylvie’nin vefatının ardından yaşadığı derin yalnızlık ve özlemi mizahi bir dille ele alıyor. Kitabı yer yer tebessümle yer yer de gözlerim dolarak okudum. Zor duygularla böyle mizahi bir yöntem ile başa çıkmasına da ayrıca kalp bıraktım.
“Sevdiğim ve ihtiyaç duyduğum kişilerin ölmeye hakkı yoktu, ölümleri hayattan istifa etmek demekti, bunu affedemiyordum. Benden izin almadan öldün. Sana izin vermeyeceğimi muhakkak biliyordun.”
Jean-Louis Fournier’in dilimize çevrilen son romanı, Dul Ölümsüz Eş Arıyor. Okumaktan çok keyif aldığım yazarlardan biridir ve dilimize çevrilen tüm metinlerini keyifle okudum. Yazar dramı mizahla birleştirip sizi bilmediğiniz bir yerden yakalıyor.
Fournier eşi Sylvie’nin ölümünün ardından gazeteye bir ilan verir ve kendine ölümsüz bir eş arayışına girer. İlana cevap verenler ise azizler, sanatçılar, oyuncular, Pamuk Prenses ve Mona Lisa gibi “ölümsüz” kişilerdir. Gelen yanıtları ise Sylvie yorumlar ve Fournier’e fikirler verir.
Kitabın matematiği çok iyi kurgulansa da gerçeğe dönüşme şekli başarılı değil maalesef. Mizah yönü ağır basan metni edebi yönden son derece zayıf buldum. Tüm Fournier kitapları arasında, benim için, en geride kalan metin oldu.
Yazarı seviyorsanız metne şans verebilirsiniz. Fakat hiç tanışmadıysanız yazarın çok daha iyi metinleri var. Keyifli okumalar dilerim.
Kitaba başladığımda, bittiğinde en çok ağladığım Fournier anlatısını okuduğumu nereden bilebilirdim? Son iki sayfayı en az beş kez tekrar tekrar okudum ağladım. Son olarak bir kez de sesli okuyarak ağladım. Yazdıklarını kabullenmem çok zor oldu. Dul Ölümsüz Eş Arıyor, 2023 yılında çıkan son ve okuduğum 7. Fournier kitabı. Çok farklı bir eser adı ama tam olarak yazarı yansıtıyor. Kusursuz bir mizah anlayışına sahip biri bence kendileri. Ayrıca istese sizi hüngür hüngür ağlatır, dakikalarca boş boş duvara baktırır. Bu kitabında bence bunu gerçekten istemiş -buraya bir Sylvie notu: Zavallı Jean-Louis'ciğim , böbürlenmeden duramazsın sen. Diğer eserlerine göre daha çok sayfa sayısı olmasına rağmen daha az yazıya sahip. Kitabın yüzde doksanında bir çok ölümsüz kadının ağzından kendi gazete ilanına yazdığı mektuplar ve vefat etmiş karısı Sylvie'nin ağzından bu mektuplara yorumlar yer alıyor. Her biri Fournier'in olağanüstü beyninin içinde dönüyor ve ustaca kaleme alıyor. Aralarda birkaç anısını da yazmış. Beni en çok etkileyen yazılar işte bu ara ara serpiştirdiği yazılardı. Mektuplara ve Sylvie'nin yorumlarında çok eğlendim, çok güldüm. Anılara gelince ise buruk bir gülümseme kalıyordu yüzümde. Sonunda o gülümse de yerini gözyaşlarına bıraktı. Sonunda yer alan o iki sayfadaki cümleleri henüz kitabı okumamış kişilerin okuma zevklerini azaltmamak için yazmayacağım. Fakat eserde yer alan beğendim bir kaç cümleyi ekleyeceğim:
"Hayatta hep ilk olmaya çalıştım. Bencilce ilk ölen ben olurum diye düşündüm. Etrafımda "seni seviyorum" diyebileceğim kimsenin kalmamasına üzülmemek için. Ben hep başkalarının ölümünden korkarak yaşadım; annemin, eşimin, kedimin... Ölmeden önce hayatta tutunmama yardımcı olan hep kadınlardı... En büyük kusurları doğada çözünebilir olmalarıydı."
"...şu sonu gelmeyen kibarlığın bazen beni çıldırtıyordu, özellikle de hak etmeyen insanlara iltifat ettiğini duyduğum zaman. Seni hep suç üstü yakalıyordum. Sana bir buket lale getiren kişiye, "Ne kadar güzel, çok severim" dediğini duyardım. Halbuki sen lalelerden nefret ederdin. Ya da yavan bir yemek için "Nefis" dediğini duyardım. Ama benim için en dayanılmaz olanı bir arkadaşımızın yaptığı kötü bir şakaya güldüğün zamanlardı. Benimleyken de böyle yapmandan korkardım..."
"Arras'ta Paix Sokağı'nda son bulan bir pazar gününü unutmuyorum. Saint-Joseph'te benden hoşlanmayan papazlarla birlikteyim, yakında teslim etmem gereken ödevi bitirememişim, derslerimi öğrenmemişim ve pazartesi sabahı da sözlü var."
Son bir şey daha: Fournier okumalarına lütfen yayım yılını takip ederek devam edin, sondan başlamayın ya da ortadan bir yerden. Kendisinin yazdığı şekilde takip etmeniz bence en iyisi.
Hayatına anlam katan kadına komik ve yer-yer Fournier tarzı kıskıvrak yakalayan melankoliyle karışık bir veda mektubudur aslında bu kitab. Tüm övgüleri hakk ediyor, yine ve yeniden. Beni mahv eden o final pasajı da aslında ne demek istediğimi en güzel şekilde ifade ediyor. “Sevgili Sylvie,
Halâ gelmeye devam eden yanitlari artik okumuyorum. Onlara ihtiyacim kalmadi. Tek pismanligim Monica Vitti'den bir mektup alamamis olmak. Dul artık kimseyi aramiyor...Son kullanma tarihi geldi. Yolun sonuna vardi. Her seyi elden çikardi, Charente'taki evi satti, arabasi yok artik... Hafifledi. Basi dönen kus Antivol'le birlikte uçabilir artik. Ebediyete intikal edecek. Ölüm beni eskisi kadar korkutmuyor. Seninle yeniden bulusacagimizi biliyorum. Ikimiz birlikte ebedi olacagiz. Giocondo, Nefertiti, Sissi, Alma, Clara, Emma Bovary, Car-men, Jeanne d'Arc, la Goulue, Bakire Meryem, Denis Ana, Ella, Chimène...Hepsi sadece gülmek içindi. Benim ebedi esim sensin.Ebediyeti birlikte geçirecegiz. Biz birbirimize mahkûmuz, sonsuza dek. Sansina küs, ebedi istirahatin sona erdi. Yeniden benimle ilgilenmek zorunda kalacaksin. Kaygilarimi yatistiracak ve bazen de gömlegimi ütüleyeceksin. Yeniden evlenecegiz, Pierre'den dügünümüzde yeniden konusmasini isteyecegiz. Endiselenme, çok önemli kararlar aldim, artik beni taniyamayacaksin. Bir melek olacagim.”
"Her zaman ilk ölen kişi olma şansı olmuyor insanın, geride kalan için daha zor zaten." “Artık düşünmeyi bıraktığımızda ölüler gerçekten ölmüş gibi davranıyoruz.Seni temin ederim ki sen ölmedin.” Jean-Louis Fournier'in eşi Sylvie'yi kaybettikten sonra yazdığı anlatıda kara mizahı derinlemesine hissediyoruz. Gazeteye bir ilan veriyor, 'Dul, ölümsüz eş arıyor.' -Belki de ismi Dul Ölümsüz Eş Aranıyor olmalıydı-. İlan çok büyük bir talep görüyor tabi, Mona Lisa'dan Audrey Hepburn'e kadar kimler kimler başvuruyor. Eşi Sylvie'de gelen ilanları değerlendiriyor ve yorumlarını eksik etmiyor. Ara ara Fournier'in yaşadığı pişmanlıklarını okurken bir göz dolmuyor da değil. Ama sanki günah çıkarmak için bu kitabı yazmış gibi. Beni korkutan en büyük şeylerden birinin bu kadar mizaha vurulması iyi geldi.
Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere eşini kaybetmiş yazarımız Jean-Louis Fournier, eşinin ölümünden sonra kendisine hayatının sonuna hatta sonsuzluğuna kadar eşlik edecek ölümsüz bir eş aramakta. Yazarımızın açtığı ilana kimler baş vurmuyor kimler: Audrey Hepburn, Mona Lisa… bilinen en ünlü kadın simaları yazarımızı etkilemek için bu ilana başvuruyor.
Kitabın en çok hoşuma giden kısmı ise yazarın eşi Sylvie’nin bu ilana gelen cevaplara mizahi bir dille yorumda bulunması oldu.
Son olarak bu kitabı okumadan önce yazarımızın eşinin ölümünden sonra onun hakkında kısa notlar şeklinde yazdığı “Dul” isimli kitabı okuyabilirsiniz.
Mektup okumayı sevenler için kısa mizah dolu bir okuma ancak yazarın karısına yaşamı boyunca nasıl musallat olduğuna dair de satırları görüp kızmamak mümkün değil.
Eşinin ölümünün ardından büyük bir yas yaşayan Fournier’in “Dul” kitabını okuduktan sonra hemen diğer kitaba geçtim. Kalbim yandı. Hayattayken anlasak keşke her şeyi ve vakit kaybetmesek. Ya da belki her şeyin bir vakti var, ama bazen vakit güzel kısmı yaşamaya yetmiyor. 152. Sayfada küsmüştüm yazara ama son sayfada barışma kararı aldım. 😊 Çok geç ama olsun; belki de gerçek hayat öbür taraftadır, burada misafirizdir.
• Endişelenme çok önemli kararlar aldım, artık beni tanıyamayacaksın. Bir melek olacağım.
• Bir ölüye ağlıyorum, bir ölümsüzü selamlıyorum. (Victor Hugo)
Okuduğum son kitapları gerçekten çok kötüydü. Hanhi daha kötü karar veremiyorum. "Kimseyi öldürmedi benim babam" ı okuyup çevrilmiş tüm kitaplarını almıştım. Kronolojik sıraya göre ilk kitapları gayet iyiydi ama son 3 kitabı gerçekten felaket. Yeni bir kitap yazsa ve çevrilse asla almam diye düşünüyorum.
‘Otuz beş yıl önce Gizancourt’taki çiftlikte evlendik. Kızım Maria de düğündeydi. “ Babanın düğününe katılmak eğlenceli mi?” diye soran bir arkadaşımıza “cenazesine katılmak çok daha eğlenceli olacak” diye yanıt vermişti. O sıra kara mizaha ilk adımlarını atıyordu. Daha sonra mizahı bırakıp kendini karanlığa bırakacaktı.’
Yazarın eşinin kaybı üzerine yazdığı ikinci kitap. İlki Dul, çok daha hisli ve içtendi. Bu kitap yazarın aklına gelen bir fikir, bir şaka gibi. Şaka fazlaca uzamış, ne güldürüyor ne de eğlendiriyor bir yerden sonra.
"Sylvie, senden önce ölseydim eğer, benim için güzel bir cenaze töreni düzenleyeceğine emindim.
Arkadaşlarımızın hepsini davet ederdin. Noireaude ve Antivol'ü de tabii...
Arkadaşlarımızdan daha üzgün olmana rağmen yine de onları teselli ederdin.
Sevdiğim çiçekleri seçerdin, kitaplarımdan parçalar okuturdun, sevdiğim müzikleri çaldırtırdın.
Üzüntüne rağmen güler yüzlü davranırdın, seni pek çok kez ağlatmış olsam da o gün seni ağlatamazdım.
O gün sen başkalarının kederiyle meşgul olurdun.
Kendinden önce hep başkaları geldi zaten.
İlk sen ölünce, ağlamaktan da kurtulmuş oldun."
Fournier bu son kitabında bir dul olarak gazeteye ilan veriyor ve kendine uygun bir talip arıyor. Tarihin en önemli kadınlarının yazdığı cevapları eşinin ağzından değerlendiriyor.
Her zamanki esprili üslubu ile kaybını tekrar hatırlarken geride kalan olmanın zorluklarını gösteriyor.
Kitaptaki tarihi kişiliklerle ilgili espirileri anlamak için biraz Fransız kültür hayatının derinliklerine hakim olmayı gerektiriyor. Az sayıdaki not hiç yardımcı olmuyor.
Fournier serisini tamamlamak için hüzünlü bir son isteyenlere...
Başkalarına yol vermek için hep geride kalan kadın, öne geçti. Aramızdan ilk o ayrıldı. Çok yetenekliydi ama bir eksiği vardı: Ölümsüz değildi.
Küçükken beni en çok korkutan sözcük üç harf’li ‘son’’ sözcüğüydü. Bu sözcük beni sonsuz bir hüzne boğardı, pastanın sonu, reçel kavanozunun sonu, patates kızartmasının sonu, Perşembe gününün sonu, kaybedilen bir futbol maçının sonu, pazar gününün sonu, pazartesi günüyle son bulan, kötü biten bir pazar günü..
Bir ölüye ağlıyorum, bir ölümsüzü selamlıyorum..
Ben hep kültürün merakın mükafatı olduğunu düşünmüşümdür.
Ölümsüzlüğe bel bağlamıyorum, hatta hayattımdaki umutsuzluk arttıkça ölümsüz olmaktan korkuyorum..
İlk sen ölünce ağlamaktan da kurtulmuş oldum, gerçi ben nereden bileceğim belki yukarıda ağlanıyordur, belki de yağmur artık hayatta olmadığı için pişmanlık duyanların gözyaşlarıdır. Yağmur da gözyaşları gibi aynı şekilde başlar, ben senden önce ölseydim ne yapardın?
Sevdiğim ve ihtiyaç duyduğum kişilerin ölmeye hakkı yoktu, ölümleri hayattan istifa etmek demekti, bunu affedemiyordum..
“İlanıma epey yanıt aldım. Bazılarını senin de okumanı istiyorum: Onları nereye göndereyim? Père Lachaise Mezarlığı, Denon Yolu, ada 11, parsel no 40’a mı? Hayır, ben de Noel Baba’ya yazan çocuklar gibi yapacağım. Zarfın üzerine Cennet yazacağım.”
Fourner’den okuduğum ilk kitap. Yazarın adını sık sık duyuyordum. Üzerinde anlatı yazdığını fark etmeden roman olduğunu düşünerek almıştım.
Kitapta Fourner kaybettiği eşi Sylvie’nin yokluğunun ona verdiği üzüntü ve yalnızlık hissinden ötürü gazeteye verdiği bir ilanla kendine ölümsüz bir eş arıyor.
İlanına yüzlerce yanıt geliyor ve bu yanıtlardan çoğu yıllar önce ölmüş ve tarihte isimlerini -bazıları silik olsada - bırakabilmiş insanlar. Ve bu insanların mektubuna, Slyvie’nin görüşünü okuyoruz.
Ben bu kitabı daha çok Fourner için bir günah çıkarma yöntemi olarak görüyorum. Kitapta sık sık bana bunu düşündüren satırlar oldu.
Genel olarak baktığımız da kötü bir kitap değildi.
Yazar bu kitabında da, eşi Slyvie'nin kaybının ardından yaşadığı yas sürecini anlattığı "Dul" kitabında olduğu gibi, eşinden ve eşiyle olan anılarından bahsederek acısını hafifletebildiğini ve onu yaşatabildiğine olan inanışını sürdürmekte. Ancak bu sefer alışık olduğumuz espritüelliğiyle harmanlanan ve bol bol tebessüm ettiren bir anlatım tarzı görüyoruz. "Dul"da var olan keskin duygusallık ve özlem, yaratıcı bir absürd komedinin gölgesinde çok daha hafif bir yer buluyor.
2.5/5 Bekleyecek Vaktim Kalmadı Artık kitabı son kitap demiştim ama canım arkadaşlarım son kitabını bensiz okumak istememişler :) E artık bu defa kesin bir veda diyebilir miyiz Fournier'cim? Kitaptaki karakterlerin yarısı tablolara-operalara gönderme olduğu için kişileri tanımadım. (Sanattan anlad��ğımı iddia edemem. ) Tam bir şerefsizsin Fournier karını aldat aldat hayattayken güzel bir söz söyleme arkasından çok seviyordum da ölüyordum da bilmem ne!!! Seven aldatmaz...
Kitabın tonunda ağır bir melankoli ve derin bir hüzün mevcut olsa da, Fournier'in mizah anlayışı bu hüzünlü konuyu biraz hafifletmiş. Eğlenceli anlatımı sayesinde ağır bir okuma deneyimi yaşamaktan kurtarıyor. Kitaptaki mektuplar da, okunmasının kolaylığı da hızlı bitecek basit bir kitapmış gibi hissettirse de her yeni mektupla “kim bu ya” diye insanı Google’ın ücra sayfalarına, tablolara, wikipedia sayfalarına iteliyor.
Altını çizdiklerim; "Sen benim şansımdın.. Artık şansım kalmadı, sadece anılarım kaldı." "Benden izin almadan öldün. Sana izin vermeyeceğimi muhakkak biliyordun. " " Artık düşünmeyi bıraktığınızda ölüler gerçekten ölmüş gibi davranıyoruz. Seni temin ederim ki sen ölmedin." ( Çünkü Fournier seni düşünmeyi hiç bırakmadı. Ah Sylvie çok şanslısın.)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Metinlerarası göndermelerden çok keyif alırım ama bir noktadan sonra "Ben bunu niye okuyorum?" hissine kapıldım. Fournier'nin son 2 kitabında yaşadığım bu his, son kitapta iyice ayyuka çıktı. Fournier yazdığı için okuyorum, zaten yayınevi de sırf Fournier yazdığı için basıyor.
Hayatta hep ilk olmaya çalıştım. Bencilce ilk ölen ben olurum diye düşündüm. Etrafımda "seni seviyorum" diyebileceğim kimsenin kalmamasına üzülmemek için. Ben hep başkalarının ölümünden korkarak yaşadım; annemin, eşimin, kedimin...
This entire review has been hidden because of spoilers.