”Sigmund Freud’un biyografisini, yapıtlarını ve özellikle de yaşadığımız kültür içindeki huzursuzluğun satır aralarına -bile- sinmiş bilgeliğini, yalnızlığını, acısını, sezinleyebilmem için bu kadar gecikmem, bu yaşa gelmem gerekemezdi. Ama onun yaşadığı azınlık psikolojisinin koşulladığı ‘negatif özgürlüğü’ anlayabilmem için kimi kitaplarını okumanın, söylediklerini anlamaya çalışmanın çok ötesinde uzunca bir süre, benim de başat kültürlerin egemenlik alanının dışında yabancı bir kültür ve psikoloji ortamının içinde yaşamam; bilinçli iz sürmelerden ya da kaba öykünmelerden öte kimi yazgı birliklerinin getirdiği arayışların belirlediği, ‘günlük yaşamın psikopatalojisi’nin yönlendirdiği (hatta sürüklediği) bir rota ile onun Viyana ve Londra’daki çalışma odalarındaki psikoarkeolojiyi solumam; Vatikan Müzesi’nde Gradiva rölyefini seyretmem; Roma’da Michelangelo’nun Musa’sı önünde saatler geçirmem ve sonra da çağında dünyanın ilk büyük kitaplığının oluşturulduğu Karnak Tapınağı’nda diz çökmem gerekiyormuş. Yaşadığı koşullarda oluşturduğu özgün bir hiyeroglif ile oya gibi işleyip tanımlamaya çalıştığı ”bilimsel bir peri masalı”nı anlamadan, Freud’un biyografisini ve kitaplarını okumadan Karl Marx’ın sıklıkla sözünü ettiği ‘toplumsal varlığı’ anlamanın sanıldığı gibi pek de öyle kolay olmayacağını bilmeliymişim.” – SEROL TEBER
Serol Teber, Freud’un kendi psikoarkeolojisini yaparken geçtiği yollarda titiz bir dedektif gibi iz sürüyor. Sonuçta ortaya çıkan, belki de ilk kez bu kadar büyük bir empatiyle yazılmış bir Freud biyografisi, hatta biyografiden de öte bir ”Freud güncesi”… İlk kez değinilen özellikleri, şimdiye kadar açılmamış sayfalarıyla bambaşka bir Freud karşınızda!
“Didik Didik Freud” podcastini dinlerken kitabı muhakkak okumaya karar vermiştim. Okurken Serol Teber’in sesi de kulağımda çınladı. İsminden dolayı daha önce okumaktan vazgeçtiğime üzüldüm. Teber, Freud’u da Freud bağlamında pek çok şeyi de şahane anlatmış, açıklamış. Başucu kitaplarımın yanında yerini aldı. 5/5
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Freud da epey arıza bir adammış. Teber, onu kendi takıntılarından, korkularından ve melankolisinden bir düşünce sistemi kurmuş bir insan olarak anlatıyor. Bu yönüyle kitap, daha çok bir ruh hâlinin tarihi gibi.
Freud’un annesinin ölümüyle hissettiği özgürlük duygusu, hem suçluluk hem de bağımsızlık taşıyor. İnsanın en temel bağlarından kopmadan özgürleşemeyeceğini hatırlatıyor. Özellikle Freud'un annesi ile olan ilişkisi ve annesinin ölümüyle ona gelen özgürlük hissiyatını ürpertici buldum.
Freud’un depresif ve melankolik kişilik yapısı, onun düşünce yapısına bir yandan derinlik katarken bir yandan da onu içe kapanık, çoğu zaman huysuz ve özellikle aile bireylerine karşi otoriter bir figür olarak karşımıza çıkarıyor. Serol Teber, kitapta zaman zaman Freud'un hayatında iz bırakan kadin, erkek, bilim insanı vs. ile olan ilişkilerini de detaylandirarak bizi 19. yüzyılın entelektüel dünyasına, o bohem zihinlerin karmaşasına da götürüyor. Okurken Freud’u anlamaya çalıştıkça, insanın kendini anlamlandırma çabasının ne kadar çetrefilli olduğunu da düşünüyor insan.
Biyografi okumayı seviyorum, Serol Teber'in Tevfik Fikret'le ilgili olan kitabı da kitaplığımda, onu da bir an önce okumak istiyorum, ancak önce birkaç kurgu aradan cikarmaliyim.
Bu kitabın ve en önemlisi Serol Teber gibi bir bilim insanın varlığından haber olmam yıllar önce Açık Radyo’da yayınlanan “Didik Didik Freud” isimli programla oldu. 26 bölümlük bu radyo efsanesi, Şenol Ayla ve Serol Teber’in sunumuyla, elimizdeki kitap ekseninde psikoloji tarihinin en çok tartışılan portresinin ailesi, hayatı, kitapları, vs.. alabildiğine derinlemesine konuşulduğu bir programdı.
Serol Teber’in kitabını özel yapan ise, kendisinin bu kitap için yaptığı hazırlıktan ve kitabın yazımı konusundaki titizliğinden kaynaklanıyor. Yazar, başlıca Freud biyografilerini ve Freud’un kendi eserlerini, hatta Freud’a ilham veren gerek mesleki gerek edebi eserleri yazıldığı dillerde incelemiş, yaşadığı evleri, kentleri, sokakları, gittiği okulları, müzeleri, parkları, dokunduğu, seyrettiği eserleri uzaktan seyretmemiş mümkün olduğunca onun gibi yaşamaya, dokunmaya çalışmış. Hatta kendi söylemine göre “onun gibi azınlık psikolojisinin” deneyimlesi bile buna etki etmiştir.
Serol Teber’in bir diğer başarısıysa anlatım planı. Freud’un hayatı ve eserlerini müthiş bir akıcılık ve sade bir dille, harika bir mekan ve Shakespeare’den Sophokles’e, Goethe’den Leonardo da Vinci’ye, Jung’dan Salome’ye, Stefan Zweig’dan Thomas Mann’a vs. çok renkli bir toplulukla birlikte anlatması.
Sigmund Freud’a ilgi duyarsınız, duymazsanız o başka bir mesele ama iyi bir biyografi ne demektir onu öğrenmek için bile okunabilecek harika bir kitap.
Serol Teber eserleri ve çalışmalarıyla her zaman saygıyla hatırlanacak, bu ülke böyle bir bilim insanına ve yazara sahip olduğu için ne kadar övünse azdır.
Serol Teber son derece entelektüel birisi. Bu kitapta da bunu gördüm. Bir psikiyatrist olduğu için mi bilinmez, Freud'a karşı özel bir ilgisi vardır. Freud'un hem özel hem de bilimsel ve entelektüel hayatını araştırmış ve bu güzel kitapta bize sunmuştur. Kendisi maalesef 2004 yılında, aramızdan çok erken ayrılmıştır. Bunu kendi isteğiyle yaptığı da söylentiler arasında. Ruhu şad olsun.
Kitabı okurken onlarca yeri işaretledim. Freud'un bilimsel tarafıyla ilgili tartışmalar çok fazla, deney yapma konusunda (yaptığı deneylerde denek yalnızca kendisidir, deney sonuçlarını kaydeden kendisidir, deney sonuçlarını yayınlayan da yine kendisidir) ve matematikte/istatistikte iyi değildir. Ancak kendisi ciddi bir entelektüeldir. Frued'un hayatını ve psikanalizin tarihini merak ediyorsanız Didik Didik Freud'u da öneririm. İsterseniz podcast olarak dinleyebilirsiniz ancak bence kitabı daha güzel.
İlk olarak belirtmeliyim ki gerçekten muhteşem bir kitap. Okurken çok şey öğrendim. Freud biyografisi okurken klasik bir biyografi okuyacağımı yani doğumdan alıp ölüme kadar tarihsel bir sıralama içinde okuma yapacağımı sanıyordum. Fakat kitap böyle bir sıralama içinde gitmiyor. Ama buna rağmen okuyanı sıkmadan devam ediyor. Ben birkaç tane podcast dinledikten sonra okumaya başladım o yüzden kitabın ilk başlarında bunları zaten biliyorum diye düşünüp sıkıldığım bölümler oldu. Tavsiyem podcast ve okumanın beraber götürülmesi. Yakın zamanda Freud’un biyografisini farklı bir kaynaktan daha okumayı planlıyorum. Şimdiden iyi okumalar
Serol Teber'in özenli ve detaylı araştırmacı kimliği ve olayların içine kişisel bir yorum katmadan arkeoloji ile, mitoloji ile, söz oyunları ile dolu dolu anlatması gerçekten hayran bırakıcı. Freud'un nasıl Freud olduğunu açık açık gözler önüne seriyor ve neredeyse onunla empati kurduruyor.
Freud her zaman tartışılan, kuşkusuz her zaman da tartışılacak bir isim. Kendisine duyduğum hisler sanırım onun babasına karşı duyduğu hislere yakın. Tabiki de okurken kendimi ve etrafımı sorguladım ve bir şeyin farkına vardım. Sanıyordum ki bir sorunu çözmenin ilk adımı; o sorunun farkında olmaktır, adını koyabilmek- teşhiste bulunabilmek-tir. Eğer sorunun ne olduğunu bilirseniz, yolu yarılamışsınızdır, çözüme ulaşmanız kolaylaşır. Bu yüzden de sanırım içten içe sebepsizce inandığım Freud çok iyi bir baba olmalı inancını fark etmem beni çok şaşırttı. Freud çok iyi bir baba olmalı çünkü o kendini biliyor, tanıyor, neler yaşadığının ve o yaşadıklarının kendi hayatına izdüşümlerinin farkında. Ailesi onda nasıl izler bırakmış, hangi davranışlarına sebep olmuş, kişiliğini nasıl oluşturmuşlar bunların hepsinin farkında olan ve bütün hayatını bunları çözmeye adamış birisi. -Çözmüş olsun ya da olmasın bu yöndeki çabası ve farkındalığı bile onu gözümde sebepsizce iyi bir baba yapmış çoçukları ile olan ilişkisi hakkında herhangi bir şey bilmememe rağmen.-Ancak ne yazık ki iş kendi çocuklarına gelince kılını kıpırdatmamış adeta onlara evi zindan etmiş ve onlarla arasına bir duvar örmüş. Zıtlık. Dışarıda Dünya'ya ve baskıcı fikirlere olanca gücüyle karşı çıkan biri , kendi evinde adeta o karşı çıktığı otoritenin ta kendisi olmuş. Dünya'ya karşı müthiş bir 'cycle breaker' olan Sigmund, aynı ünvanı kendi soyadı için, gelecek nesilleri için kazanamamış. Bu konudaki potansiyelini boşa harcamış, çok merak ediyorum ondan sonra ailenin hangi üyesine düşmüş bu ünvan(görev). Bütün bunlar şahsi fikrim ve farkındalıklarım. Ben sadece bu fikirlerimi yazma ihtiyacı hissettim, kendisine buradan dert yandım denilebilir. Belki dış bir perspektif olarak buraya kadar okuyup bir şey anlamadınız, sorun değil. Bir alıntı bırakmak istiyorum buraya;
"Evdeki ağır otoriter baskı nedeniyle, hemen bütün çocuklarda, hafif bir kekemelik ve peltek konuşma ortaya çıkmıştır. Bu durum onların öğrenme başarılarını önemli ölçüde düşürmüştür. Öğretmenleri bunu Freud ailesine anlatmak için çok uğraşmışlar, kerelerce uyarmış ama sonuç alamamışlardır. Bu konuda Freud'un çeşitli konuşmalarda vurguladığı tanıyı anımsatırsak: Kekemelik ve peltek konuşma, baskı altında tutulan çocuklarda ayrılma/kopma korkusuna bağlı olarak ortaya çıkmaz mıydı! Büyük oğlu Martin, alaycı açıklamalarıyla aile içi ilişkilerin trajik boyutuna daha da çarpıcı açıklıklar getirmiştir. Martin,"Babamızın biz çocuklarına sunduğu/armağan ettiği en büyük özgürlük, onların kendisinden istedikleri kadar korkma özgürlükleriydi." demiştir. İnsanın "her şeyi bilen ve her zaman haklı olan" bir babası olursa, korku, kekemelik ve peltek konuşma özgürlüğünü kullanması da kaçınılmaz olacaktır."
This entire review has been hidden because of spoilers.