“Mukaddesatçı, toplumsal dünyada yaşanan bütün sorunların müsebbibinin Batı ve onun değerler dünyasını uygulayanlar olduğu biçiminde bir akıl yürütür. Bu akıl yürütmenin doğal sonucu, toplumun bütün dertlerini yaratanın Kemalizm ve Tek Parti dönemi olduğu biçiminde kolayca günah keçisi bulmanın reaksiyonerliğinin içselleştirilmesidir. (…) Yapılan şey, daha çok kendilerine yaşatıldığı düşünülen mağduriyetlerin oluşturduğu hıncın, kederin ve kendi mevcut tahayyülünden memnuniyetin konforunu yaşamaktır.”
Yazarın nadiren de olsa objejtifliğini kaybettiğini düşündüğüm noktalar olmakla beraber, bu sorunun kesinlikle kitabın değerini azaltacak bir boyutta olmadığına inanıyorum. Araştırmanın bağlamı ve arşiv çalışmalarının titizliği ile bu konuyla ilgili ilk okumalarını yapacak kişiler için güzel bir giriş niteliğinde. Akıcı üslubuyla son derece kolay okunurken hem zengin kaynakçası ile yapılacak ileri okumaları destekliyor, hem de derli toplu bir fikirsel düzlem sağlıyor.
Anti-Kemalist hareketin, "anti"si olarak konumlanmaya çalıştığı hareketi karalamanın ötesine neden geçemediğine yönelik analizleri son derece başarılı. Her türlü ilkeden, tutarlı ve mantıklı bir yöntemlilikten uzak, tümüyle ideolojik bir hareketin, adeta realiteden kopuk bir tavırla Türkiye'nin ilerlemesini nasıl aşındırdığını okurken fenalık geçirmeniz mümkün... Benim bu kitabı okurken yaşadığım duygu, cumhuriyetin baş edilmesi imkansız bir kara delikle baş etmek için gösterdiği kararlılığın nasıl kendisinden çok daha büyük ve karanlık bir güç tarafından soğurulduğunu dehşet içinde fark etmek oldu. Bir de Necip Fazıl'ın kendisi için yaratmaya çalıştığı Müslüman entelektüel kimliğinin altında Rasim Ozan Kütahyalı'dan zerre farkı olmadığını görmek.