“Bir çift ölü göz gözlerinin içine dikilmiş, öbür dünyadan buna bakıyordu sanki. Ve ne kadar kibar konuşuyordu ölü. Kılığına bak, ya otopark değnekçisi ya durak kâhyasıdır derdin; yüzüne bak, melek midir nedir; gözüne bak, ölmüş de haberi yok yazık; hiçbir yerine bakmadan sırf dinle, haber spikeri. Ve de ne kadar âşinâ geliyordu Allah’ım. Ve maalesef nasıl da ürpertiyordu.”
Deccal olmak, melek olmak… Ölü olmak, diri olmak… Hasta olmak, sağlıklı olmak… Erkek olmak, kadın olmak, eşcinsel olmak, başka cins olmak… (Bir de “cins” olmak var tabii, o ayrı!) O kadar ayrılar, o kadar başkalar mı gerçekten? Bir bakın, bir düşünün bakalım.
Sezgin Kaymaz, hem tiryakilerine alıştıkları lezzeti hep yeniden sunan, hem de hep yeni sulara açılan bir yazar. Tekinsizliğin, şiddetin, “kötülüğün”, olağanüstünün ve gündeliğin içinden hep sevinç kuşlarını havalandıran bir yazar, aynı zamanda… Deccal’in Hatırı’nda sevinç kuşları, koma halinin, manyak doktorların, mafyacıların, polisçilik oynayan polislerin, lubunyaların, haris rantiyelerin ve tabii her zaman olduğu gibi, garibanların arasından havalanıyor.
1962’de Sinop’ta doğdu. Konya Anadolu Lisesi’ni bitirdi. Hacettepe Üniversitesi İngilizce Dilbilimi Bölümü’nü, Türkçe dersini veremediği için son sınıftan terk etti. 1976’dan itibaren oyuncu ve teknik direktör olarak hentbolla uğraştı. Türkiye Voleybol Federasyonu'nda Koordinatör olarak çalıştı. Romanları (hepsi İletişim’den): Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir (1997), Geber Anne! (1998), Kaptanın Teknesi (1999), Lucky (2000), Zindankale (2004), Ateş Canına Yapışsın (2008). Hikâyeleri: Sandık Odası (2005), Medet (2007), Ateş Canına Yapışsın (2008), Kün (2013).
Henüz Sezgin Kaymaz okumadıysanız inanılmaz şanslısınız. Yaşayan Ve hala şahane eserler üreten harika bir kalemle tanışabilir ve okuma dünyanızı şenlendirebilirsiniz. Yazarımızla tanışın nolur! Kalemi de uslubu da kendisi gibi şahsına münhasır! Sevinç Kuşları serisi zulamdan çıkardığım bir okuma. Bitmesin diye yavaş okuduğum. Yine harika yine çok güzel. Deccal, Hayri, Veysel, Berna Zila İrfan ah Teoman Kemani! Sanki hepsi benim kanepede. Öyle bir kitap ki anlatmak istemiyorum anlatırsam baya spoiler olacak. Şiddetle tavsiye ediyorum! Keyifli okumalar diliyorum!
Sanki karakterler, beni ortalarına almış, bak birader diyerek, bana yaşadıklarını hızlıca anlatıp hem de yetmezmiş gibi hepsinin hayatına orta ettiler. Sezgin Kaymaz zekası, anlatımı, Türk toplumunu gözlemlemesi ve en önemlisi toplumdaki sınıflar ve aşklar arası katmanları inanılmaz derece de resmetmiş.
Sezgin Kaymaz'ın okuduğum üçüncü kitabı bu. Artık uslubuna da alıştım, benim için her kitabı okunacak yazarlar listesine de girdi..
Kitap 2 orospu, 2 ibne, 2 doktor, 2 polis, bolca mafya babası ve adamları, bir emlak zengini sosyete ailesi, 1 lezbiyen, 2 ruh hastası etrafında geçiyor.. Bu hem aşk hem haksızlık hem adalet öyküsü.. Öyle güzel işlenmiş ki.. Ankarada geçmesi benim için ayrı bir hoş oldu.
Bir de bölüm başlarındaki Mevlana alıntıları.. Nerdeyse hepsinin altını çizdim.. Yazar bunları nerden almış keşke bilsem..
"Ona göre, akıl dedikleri zamazingo, sonsuz boyutlu mekânsızlık evrenine gerilmiş dümdüz bir çamaşır ipi, akıllı dedikleri hıyar ise o ipe mandallanmaya razı gelen kırmız dondu. Tabii dahi de işin gerçeğine o ipten uzak duracak kadar aklı eren er kişi oluyordu kaçınılmaz olarak. "
"Eden bulsundu kardeşim, bir kere de bulsundu be, bir kere de kötüler çarpılsındı lan! İşi öbür dünyaya, ahirete falan bırakmadan, şöyle buracıkta, yapıp ettikleri bir bir yüzüne vurularak; burunlarından fitil fitil getirilerek..."
Deccal’in Hatırı; Sevinç Kuşları üçlemesinin ilk kitabı.
Ağzınızı bile açamayacak haldeyken biri geçer karşınıza başlar anlatmaya, çok anlatır çok çok konuşur, dehşetle bakarsınız ona ama öyle güzel anlatır ki bakmışsınız sizi de kendisiyle almış götürmüş ve birlikte kahkaha atıyorsunuz, Sezgin Kaymaz’ı okumanın etkisi tam olarak bu. Neyi yaşıyorsak onu anlatıyor, öylede güzel anlatıyor ki bir kahkaha atıyorsunuz bir ağlıyorsunuz bakmışsınız ki kitap bitmiş, kendi içinde çok gündelik çok canlı bir üslubu var yazarın, argoda var ama bu kadar mı yakışır bir kitaba, hiç sırıtmıyor, çok hoş tam kafa dağıtmalık ama boşta değil. Kendi hayatınızı okuyorsunuz ama çokta çarpıcı mesajlar alıyorsunuz; bana düşen -bir ağaç, bir çiçek, bir kedi ne kadar cansa bu hayatta seninde yerin onlar kadar burada, kendini bir şey oldum sanma hiçbirşey değilsin, diğer canlılarada farklı yaşamlarada saygı şart- Kitaptan ‘Bu hayattır. Sen buna roman dersin.’ Ben üçlemenin iki kitabını bir ay içinde okudum , üçüncüyüde ortadan kaldırdım araya zaman girsin dayanamam onuda okurum diye. Kesinlikle tüm kitaplarını okuyacağım bir yazar Sezgin Kaymaz. Herkese keyifli okumalar.
An gelir, her şey kabul edilebilir görünmeye başlar gözüne. Doğru yolu bulmak denir buna. Sen buna yoldan çıkmak dersin. Aşkta da kumarda da kaybedersin an gelir. Belki de şanstır bu. Sen kendine şanssız dersin. Ayık kişi yoktur âlemde. Kimi işrette küfeliktir, kimi zikrette. Edep, buna "Eyvallah!" diyebilmektir. Sen tutar, "Edep yahu!" dersin.syf8
psikiyatrinin bir tıp dalı olduğunu zinhar reddedecek, onu branştan, psikiyatristleri de adamdan saymayacaktı... Katiyen.Şöyle ki, akıl denen nane, toplum denen ucubenin dayattığı ka-bul, icap, algı, standart ve kanaat deryasından başka bir bok değildi buna sorarsan. Akıllı insan denen salak ise o deryanın boy vermeye bile değmeyen sığlıklarında beline düğümlediği balkabağı yardımıyla ürkek ürkek çimen adam.syf10
akıl dedikleri zamazingo, sonsuz boyutlu mekânsızlık evrenine gerilmiş dümdüz bir çamaşır ipi, akıllı dedikleri hıyar ise o ipe mandallanmaya razı gelen kırmızı dondu. Tabii dahi de işin gerçeğine o ipten uzak duracak kadar aklı eren er kişi oluyordu kaçınılmaz olarak. Soru bir: Tıp kime "normal" derdi? Kendi gibi ipe dizilip gidene. Ve soru iki: Kim "anormal"di tıbba göre? İpin dışında uçuşan kaçışan.syf11
Senin lütüf kucağında çeng gibi nağmelerle doluyum, Ama doğru ama yanlış, inlemelerle doluyum...MEVLANAsyf50
Fazla kesmişti ayaklarını yerden; fazla havalanmıştı. Şimdi ise al, ne kadar yükselirsen o kadar fazla görünüyordu kıçın. Al buyur. Ne kadar yükselirsen o kadar fena düşüyordun. Ne kadar besleyip büyütürsen ümidini, o kadar pis bozum oluyordun.Ne kadar aşık olursan o kadar yanıyordun.syf125
Kirlenmek, sana ait olmayan şeylerin gelip tutunmasıydı sana. Temizlenmek ise o şeyleri atmakla başlıyordu... Ama sadece başlıyordu. O kadar. Çünkü bir kere inanmışsan kirlendiğine, kimseye kokmasan da kendine kokuyordun artık; oranı buranı koklaya koklaya dolaşmaya başlıyordun.syf291
Hiç de o kadar kötü gelmiyordu... Düşününce... Yıkıyordun ama, tahammülle, alışıp gitmeyle, sınırlama ve sınırlanmayla, fedakârlık iç çekişleriyle dolmuş bir düzeni yıkıyordun, muhabbeti, hoşluğu güzelliği değil. Muhabbetin olduğu yerde fe-dakârlık, tahammül, alışma mecburiyeti, katlanma olur muydu?syf353
Başını takdirimin ayaklarına koy, Sana bir söyleyeceğim var... İyi bak, "Sen' sandığın şey, gölgendir ancak... Sen, senden çıkıp bu tarafa geldiğinden beri sende değilsin, Bendesin...MEVLANAsyf372
Bu değildi oğlum. Dünyanın en güzel yaratığıyla yatağa girsen kaç saat tepişebilirdin? Kaç gün, kaç hafta? Ne orası ne burası, ne et ne but; birini diğerine çeken başka bir şey olamaz mıydı sence? Dokunabiliyordu şimdi ama dokunamasa kaç yazardı? Canı ciğeriydi, dünya bir yana'sıydı, varlığı, serveti ve iffetiydi. Bunu ne değiştirebilirdi? Bayram Bayram'sa eğer, kadın olsaydı ne fark ederdi, olmasa ne? Kilo alıp gerdan gıdı salsa, saçları da dökse mesela, Bayram olmayacak mıydı gene? Kör ve sağır doğdun say; sana aşk düşmeyecek miydi? Hey yavrum hey... Aşk dediğin kör, sağır ve dilsiz bi şeydi oğlum; kulakların kötü söz ve sesi duyamaz, gözlerin götü göbeği göremez olurdu. Buna olmuştu; bak, sana da olmuştu.syf388
Kimse iyileşmezdi çünkü. Ve sana acı bi haber; kimse değişmezdi de... Bastırır, bastırılır, yolunu değiştirir veya yolu kesilip başkaları tarafından değiştirilir, ama içinde bir yerde neyse o olarak kalırdı. Suyu nerden akıtırsan akıt, değişen yolu olurdu, kendisi değil.syf390
Çok yıldız var ki, göğün bile haberi yok. O göremiyor diye yıldız yok mu diyelim yani? Var işte. Dopdolu, çopçok. Ben çıkıp bakamadığım için göremiyorum meselä; yok diyor muyum? Güneşi de göremiyorum, gölgeyi de göremiyorum. Ama biliyorum, o da var o da var.
Peki sana çoook zor bir soru... Hem ağla, hem cevap ver. Göre-mediğim halde nasıl biliyorum var olduklarını? Arabalar da vaar, trenler de vaar, vapurlar da vaar... Nasıl biliyorum sence? A aa! Hemen de biliverdin. Evet Ruhum; ben ışık almışım da ondan. Bak, sen öyle deyince içime dert oldu şimdi; sendeki güzelliği göremeyenlere nasıl kızayım ben artık? Demek ki onlar karanlıkta kalmış; yazık! Çok üzüldüm yaa, hay Allah! Bütün sınıf kör, ola-cak iş değil. Zavallılar! Ağlıyor musun hålå sen? Haa, acıdığın içiiin... Tamam tamam...syf427
Uzun zamandır özlemini çektiğim orjinal karakterlere kavuştuğum bir okuma oldu #deccalinhatiri, okuruna yeni roman karakterleri armağan eden kitap arayışım da böylece mutlu sonla bitmiş oldu! Hatta serinin şu an okumaya devam etmekte olduğum ikinci kitabı Kısas ile de yine tüm o güzel, çok boyutlu, derinlikli karakterlerle ihya oldum diyebilirim. Daha önce Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir ile romancılığını, Bakele ile de öykücülüğünü çok sevdiğim Sezgin Kaymaz’a olan hayranlığımın sağlamasını yapıyorum adeta. Sezgin Kaymaz bu sefer Sevinç Kuşları üçlemesi ile Eylül’de @yazariylakonusanlar da olacak. Satır aralarına gülen suratlar, kalpler, üzgün suratlar, şaşkınlıklar bırakarak okudum.
Muazzam! 10 yıldız olsa da 10 yıldız versem. Polis amirleri, orospular, mafyalar, fobi sahipleri, mülk sahipleri, deli doktorlar, deli doktorları, deliler, melankolikler, ahlakı yeniden yazanlar, adaleti baştan inşa edenler ve tabi Deccal. Dopdolu karakterleri, su gibi akan muammalari, durmayan temposu ile iyi ki Sezgin Kaymaz var.
son okuduğum kitap elimde bir aydan fazla sürününce araya daha keyifli bir şey almak istedim, elim sezgin kaymaz kitaplarına gitti, bunu seçtim. Tam da beklediğim gibi çıktı çok çok çok güzeldi. Sezgin Kaymaz nasıl beceriyor bilmiyorum ama birbirinden farklı onlarca karakteri öyle güzel bir araya getiriyor onları öyle iplerle birbirine bağlıyor ki hep hayranlıkla okuyorum. yine öyle oldu, diğer kitaplarına göre doğaüstülük olağandışılık daha azdı, ama olağanın içinde olağandışı şeyler de vardı. gerçekten nasıl anlatacağımı bilmiyorum, daha önce tek bir tane sezgin kaymaz kitabı okumuş olanlar beni anlar eminim. her bölümün başındaki epigraflardaki mevlana alıntıları ise ayrı güzeldi. bir de buna bir aşk romanı desem hata etmiş olmam bence, o kadar güzel işlemiş ki, yargılamadan yadırgamadan olduğu haliyle. karakterlerin hepsi kendine has benim favorim Veysel. ben yeraltı edebiyat sevmem okuyamam içindeki ağır küfürler rahatsız eder, ama sık sık ben sezgin kaymazın küfürlerine neden bayılıyorum rahatsız olmuyorum diye düşünüyorum. Israrla tavsiyemdir.
Sezgin Kaymaz'dan beklediğim fırtına ama yine de sarstı. Üçlemenin ilk kitabında konuşmak için erken ama cinsel kimlikler konusunda öyle sarsıyor ki. Okuya(bile)nın bakışını değiştirmemesi çok zor. Kendimi tutup araya başka kitap aldım, çabuk bitmesin diye)
Son zamanlarda okuduğum en kendine has tarzı ve dili olan, en keyifli en dürüst romanlardan biri. Bayıldım, bayıldım, okudum gene bayıldım, bayilmalara doyamadım. Ha bir de nasıl bir k��fürlesmedir o, nasıl dua eder gibi..
”...NOT: insanlık ölmemiş koçum. Zila yosması Kübra ananla Berna bacını kendi evine almış. Senin yemin çift dikiş gidiyor Allah'ıma. Dün Naim söyledi. İLAVETEN: Deccal geçici olarak servis dışı kaldı ama giderayak alayını silmiş babaların. Ne horoz bırakmış ne maydanoz. Kimseye söyleme ortak; ben bu herifi çok sevdim lan ! Kıçkardeş olduğumuzdan mı ki ? BİR İLAVE DAHA: Veysel'in Bayram marka kucak sobası AIDS'ten sizlere ömür. Darısı başımıza. Ne de olsa AIDS'li elleriyle mıncık mıncık yoğurdu etti kıçımızı başımızı herif. Bulaşmaz diyor ama,ne bileyim, korkuyor insan. Ortak, bu Veysel de şeker adammış lan. Bir telgraf melgraf çek de başsağlığı falan dile. İbne mibne. Senden bile daha erkek…” Kitap çok güzeldi. Karakter zenginliği coşturuyor romanı adeta. Tüm karakterler hayranlık uyandırıyor ama Allah etmesin hiçbirinin yerinde olmak istemezdim doğrusu. Sevinç Kuşları serisinin diğer iki kitabını da çok merak etmekteyim. Hemen başlayacağım.
Herkesin aklının erdiği şeye aşk denmez . . . MEVLANA
Allah'ı gizlice anmana vesile olacaksa, tüm dünya malından yeğdir dert. Dertsiz dua soğuktur. Dertli dua gönülden, gönül aşk ateşinden beslenir. MEVLANA
Övülecek şeyleri ayıpların altında, kusurların arasında ara ... MEVLANA
Gamdan sevinmeye çalış; vuslat tuzağıdır o. Bu yolda aşağıya düşüş ise hakikate yükseliş . . . Gam bir hazinedir; senin zahmet ve meşakkat çekişin maden Derde düşen, madeni kazmaya başlamıştır ... MEVLANA
“...Bak; gördün mü işte? Aşkın cinsiyeti olmazdı oğlum. Kendine istediğin kadar jilet at; geldi miydi gelir, kanun-nizam, ahlak düzen dinlemezdi; alır kendine katardı seni, dünyanı değiştirirdi, ananı beller, sende kalan sana ait son şeyi de kendi ellerinle ateşe attırırdı. "Ben o kadar kadın-kız dururken ne demeye gittim de bi herife aşık oldum? " diye sormayacaktın kendine. Çünkü bu, aslında; "Ben niye aşık oldum? " dernekti. "Aşık oldun, çünkü olabilecek kapasiteye sahiptin. Salak!...”
“...Senin birinin hayatına girmen, onu iyileştirmen veya kötüleştirmen demek değildi; onun hayatına girmen demekti. O kadar yavrucuğum, o kadar! Hepsi o. Mutlu veya mutsuz olmaya o karar verirdi; hayatına girdiğin insan. Kendi mutluluğuna da sen karar verirdin…”
Nasıl bu kadar farklı konular hakkında bu kadar derinlemesine fikir sahibi olabilir bir insan? Sezgin Kaymaz her kitabında daha çok şaşırtıyor beni. Merak ediyorum mesela, Doktor bir arkadaşı mi var? Bu kitabı yazarken bir çok doktorla mülakat mi yaptı acaba? Veya trans kadınlık deneyimleri veya geylik deneyimleri hakkında nasıl bu kadar çok şey bilebilir? Muazzam.
İlk kez bir Sezgin Kaymaz romanı okudum. Dilini ve yarattığı karakterleri sevdim. Bir başka eserini de okumak isterim ancak bu üçlemeye devam eder miyim benim için biraz soru işareti. Fantastik, yeraltı edebiyatı ve polisiye türlerinin hepsine göz kırpan romanın temposunun hiç düşmemesi bir artı. Çok fazla karakter ve yan hikaye birbiri ile gayet iyi bağlanmış. Ancak Veysel’in her sorunu inanılmaz yöntemlerle çözmesi, Deccal’in adeta ölümsüz oluşu gibi noktalar metinle arama biraz mesafe koydu.
25.07.2017 - Sevinç Kuşları üçlemesinin ilk kitabı Deccal'in Hatırı'nı şimdi bitirdim. Sezgin Kaymaz açık ara en sevdiğim yaşayan Türk yazarı. Sevinç Kuşları üçlemesi , Lucky ve Farfara dışındaki tüm kitaplarını okudum. Deccal'in Hatırı bence Sezgin Kaymaz'in diğer kitaplarından çok farkli. Çok kalabalık bir roman bir kere. Ve biraz fazla +18 olmuş. O yönüyle biraz şaşırttı beni. Olaylar 1989 yılında geçiyor. Tabi ki yine Ankara sokakları romana ev sahipliği yapıyor. O günlerde Mesut Yılmaz manşetli gömlek modaymış. Ben romanın yalancısıyım, yoksa bildiğimden değil. Hikayede Veysel Inan isimli bir doktorumuz var ve bence yapmış olduğu 6 farklı daldaki ihtisası saymazsak, kendisini bildiğin deli olarak niteleyebiliriz. Veysel'in doktor arkadaşı ki kendisi de delilikte fena değil, Naim Orhon var. Veysel'in aile doktorluğunu yaptigi rantiye milyarder Teoman Kemani ki kendisi 3 kalp krizini başarıyla atlatmayı başarmış bir kişidir, ve onun hepsi nevi şahsına münhasır aile bireyleri var. Dönemin Ankara'da mesken tutmuş ne kadar kabadayısı varsa hepsi kitapta ama kitaba adını veren Deccal baş rolde. Mafyanın olduğu yerde tabi polis de olur. Komiser Celil ve yardımcısı Hayri var. Ölürken tek gözü kör, bir kolu çolak, bir bacağı sakat yeni doğmuş bebeğini Hayri'ye emanet eden bir sermaye var. Onun ahretliği Berna var ki iki ara bir derede son nefesten önce o da Hayri'ye emanet edildi. Saymaktan yoruldum daha bir sürü yan rol, ana rol var. Bu onlarca insanı birbirine bağlayan kimi kader, kimi fantastik raslantı, kimi yok artık daha neler kontenjanından antin kuntin bir sürü olay var. Kan kardeşliği var, soy kardeşliği var, çok affedersiniz, göt kardeşliği var. Çok aşk var. Insanın insana duyduğu aşk olarak düşünmek lazım bunu. Illa kadın ve erkek olarak kisitlamamak gerek derim ben. Ve yine #SezginKaymaz ın nefis anlatımı var. #deccalinhatiri #sevinçkuşları Okurken her bir kahraman ayrı ayrı gözünüzde canlanıyor. Okuduğunuz sahneler bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiyor da diyebilirim. Ve o kadar da komikler ki, okurken sürekli bir kikirdeme hali, ister istemez çevreye verilen rahatsızlık durumu. Sezgin Kaymaz okurken hep aynı şeyi düşünüyorum. Bu kitabın filmini yapsalar ya. Bu üçleme olduğu için bundan nefis dizi de çikar doğrusu. Şimdi ikinci kitaba başlıyorum. Yaşasın Sezgin Kaymaz.
Sezgin Kaymaz okumaya başlamak için doğru bir kitap değil galiba.
Yorumlardan görülen çok sevilen bir kitap ve yazar olduğu. Ancak ben sevemedim. Üslup, konu karakterler hiç ilgimi çekmedi. Argo ve küfür zaten çok rahatsız etti beni. Gereğinden fazlaydı bence.
Aşk evrenseldir cinsiyetten bağımsızdır mesajı verebilmek için kitapta herkes birbirine aşık edilmiş. Liseli ergenler gibi akılları fikirleri aşna fişnada. Hiç hoşlanmadım, gerçekçi gelmedi.
Mevlanadan alıntılar yapılmış lakin ortada derin bir aşk sevgi yok. Varsa bile üslup ve aşırı argo kullanımı bu aşkların önüne geçmiş, okur olarak bana ulaşamadı.
Ama Wachowski Kardeşler Netflix’e dizisini yapsa Sense8 tarzı izlenen bir dizi olur o kesin.
Sezgin Kaymaz'ın okuduğum ilk kitabı. Doğrusu ilk sayfaları okumakta çok zorlandım, sanırım biçemine alışmak için çaba göstermek gerekti. Sonra hikaye akmaya başladı, çok da aşına olmadığımız karakterler, inanılmaz akıcı bir öykü...
An gelir her şey kabul edilebilir görünmeye başlar gözüne. Doğru yolu bulmak denir buna. Sen bu yoldan çıkmak dersin.
Aşkta da kumarda da kaybedersin an gelir. Belki de şanstır bu. Sen kendine şanssız dersin.
Ayrık kişi yoktur alemde. Kimi işrette küfeliktir, kimi zikrette. Edep buna ‘’Eyvallah’’ diyebilmektir. Sen tutar, ‘’Edep yahu’’ dersin.
Yahudi havradan havraya, Hristiyan pazardan pazara, Müslüman namazdan namaza hatırlar Allah’ı. Ayıptır! Sen buna din dersin.
Her masum günaha koşar, imandır bu. Sen buna küfür dersin.
Nadiren aşığa kısmet olur maşuk. Canlar huzura atılır karşılıklı. Sen buna ne dersin? Milyarlarca varlıkta oynaşır milyarlarca ruh, aslen aslı kadar tektir. Sen buna çok dersin.
Her şey olur ve her şeyden öte ne varsa gene sen. Sen buna, ‘’BEN’’ dersin.
Öncekiler yapar, sonrakiler yıkar. Çökmemiş tavan kalmaz yeryüzünde; kuytusunda define aranmamış temel kalmaz, mezarlıklar şehirlerin ortasında yürür, sabahın ışıkları yürek gibi titrer. Şehrin ral sesi kafaların içine taşınır, dogmalar sarsılır, vakur başlar yere gelir, tabular yıkılır, göz göz olur duvar gibi önyargılar. Bu hayattır, sen buna roman dersin.
Şöyle ki, akıl denen nane, toplum denen ucubenin dayattığı kabul, icap, algı, standart ve kanaat deryasından başka bir bok değildi buna sorarsan, akıllı insan denen salak ise o deryanın boy vermeye bile değmeyen sığlıklarında beline düğümlediği balkabağı yardımıyla ürkek ürkek çimen adam.
Azmedersen olurmuş gibi oluyordu.
Adam ölürse kadın dayanıyor oğlum, ama kadın ölürse adam bitiyor..
Tutmak değil bırakmak zengin ederdi insanı; biriktirmek değil, paylaşmak, yığmak değil dağıtmak toplamak değil bölüşmek sahiplenmek değil terk etmek, kısaca almak değil vermek
Sen elimdekiler gitmesin diye çırpındıkça inadına giderdi onlar..
Merhamet sana gücü yetmeyecek olana kimselerin görüp duymadığı yerde yaptığı iyiliktir.
Her şey gelip geçerdi; hızlandıkça geride bıraktığın evler,köyler gibi. Kalksan geriye koşşan da hep ileriye gidiyor olurdun; çünkü başlamayagörsün, ilelebet devam ederdi o gidişi öğrenir anlar görürdün hiç durmadan, hiç durmadan zevk alır ve acı çekerdin. Ama giderdin; hep ve daima. Yolculuk her şeyle, duygularınla kendinle bile olan irtibatlarını kesmeye zorlardı seni. Çünkü aşkta sana ait bir şey kalmıyordu; bir duygu bile. Kıskanmak, utanmak, kızmak, küsmek, ayıplamak.. Bunlar sende maşuğundan daha önemli bir şeyin varlığını işaret ederdi, benliğin…
Derde düşen madeni kazmaya başlamıştır..
İliklerine kadar korkup durduğun düzensizlik meğer seni tutup kulağından bir başka düzene götüren düzen miydi? Kontrolü kaybetmek o da değil tek, kendi kontrolünü devretmek, teslim olmak.. bu kadar güzel miydi meğer? ..
Ulan melonkoli neydi lan? En son milattan önce Hipokrat dediydi melankoli diye. Depresyon. Depresyon. Tabipsen melankoli değil depresyon diyecektin. Melankoli diyince alkolik bir şarkı gibi geliyordu kulağa.Depersyon deyince çağdaş bir sıkıntı, hayatın bir parçası, olmazsa olmazı.
Kalkınca yatağı dağınık bırakmak rahatlıktır ama yatacağın zaman dağınık yatak seni rahatsız eder..
Senin birinin hayatına girmen onu iyileştirmen veya kötüleştirmen demek değildi, onun hayatına girmen demekti. O kadar yavrucum o kadar! Hepsi o. Mutlu veya mutsuz olmaya o karar verirdi, hayatına girdiğin insan. Kendi mutluluuğuna da sen karar verirdin..
Ankara'nın göbeğinde farklı yaşamlar; bu yaşamların kesiştiği olaylar… Yazar, farklı farklı konuları alıyor, bir yerden bambaşka bir yere taşıyor. Bu yolculukta yorulmuyor ve tutarsızlık görmüyorsunuz. Yine de bir acaiplik var kitapta. Acaipliğin ne olduğunu keşfedeyim derken, konular su gibi akıyor ve bitmesin dediğiniz kitap sona doğru yaklaşıyor. Anlatımı, tasvirleri ve kelime oyunları çok güzel. Bir yerde hüzünlenirken, bir yerde hadi canım diyorsunuz bir yerde ise minik bir kahkaha kaçıveriyor ağzınızdan.
Geç keşfettiğim yazarlardan biri Sezgin Kaymaz. Onu bu kitapla tanıdım ve iyi ki tanımışım, dedim kendime. Bana göre "yeraltı edebiyatı" olarak tanımlayabileceğimiz bir hikaye bu. Her bölümün başındaki epigraflar Mevlana'dan yapılan alıntılar. Yazar da bir Mevlana hayranıymış. Bu bilgiyle okuyunca eserin aslında bütün o kaos ve şiddet içeren konusunun temelinde aşk olduğunu keşfediyorsunuz. Bana göre her karakter tıpkı Rumi gibi Şems'ini aramakta ve aşk şarabını tatmak istemekte. Çok beğendim :) İkinci kitap KISAS ile devam ediyorum.
Sezgin Kaymaz’ın zekasına, bakış açısına hayranım. Hiç kimsenin bakmadığı, ya da görmezden geldiği, veya ötekileştirerek toplum dışına ittiği insanlarla; elit tabaka, kaymak tabaka -adına ne derseniz- ile buluşturması, ilişkide tutması onları aynı hikayede harmanlaması, karakter analizleri, Ankara’nın meşhur sokakları ve daha nicesi. Bu kitapta çok şey var!! Herkes bir gün bir Sezgin Kaymaz kitabı okuyacak, okumalı diyorum ☺️✌🏻
Öncelikle bu kitabın,LGBTQ bireylerine karşı hassasiyetiniz varsa uygun olmadığını belirtirim. Sezgin Kaymaz gerçekten kendi edebiyatını yapmış diyorum. O dili, karakterleri her şeyiyle şahsına münasır biri. Deccal'in hatrıyla muhteşem bir seriye başladım. Veyseliydi,Hayrisiydi, Celiliydi derken güle güle kitabı bitirdim. Maceraya devam edeceğim.
Sezgin Kaymaz okudugum her kitabiyla beni biraz daha kendisine hayran birakiyor. Dilinin yalinligi, felsefi derinligi, karakterlerin inandiriciligi hep ust seviyede; ustelik arka fondaki Ankara hep cok guzel...
Çok karakter, çok olay, çok acayip bir sarmal... Labirentte dolaşır gibi okuyor, kaybola kaybola buluyorsunuz çıkışı. Sevinç Kuşları serisinin ilk kitabıydı. Hiç ara vermeden -zira bağlantı varsa karakterleri unutmak istemem- serinin ikinci kitabına başlıyorum.
Pek alışık olmadığım tarzda bir kitap. Argo, mafya, polis, fahişeler, doktorlar, aşk... Kitapta yok yok! Anlatılanlar genelde acı da olsa insan yer yer kahkaha atarken buluyor kendini. Yazarın kafası değişik bi' kafa. Bir günde bittiğine göre hayli sürükleyici dememe gerek bile yok aslında.