Kişinin kendiyle savaşmasını ve yenmesini, kendini dönüştürmesini hayati bir sorun olarak algılamaya çağıran, çarpıcı ve sarsıcı bir roman. Romanın baş kişisi Hikmet Benol, toplumdaki yoğun kargaşanın temelinde yatan gerçekliği araştırırken, gerçeklerle içtenlikle ilgilenmenin toplumu yönetenlerce tehlikeli görüldüğünü seziyor ve 'oyun oynuyormuş gibi' ilgilenmenin ve yaşamanın yollarını araştırıyor. Ve hem 'tehlikeli' hem de 'oyun'la dolu bir yolda gidebileceği son noktaya kadar ilerliyor...
Oğuz Atay (1934–1977) was a pioneer of the modern novel in Turkey. His first novel, Tutunamayanlar (The Disconnected), appeared 1971-72. Never reprinted in his lifetime and controversial among critics, it has become a best-seller since a new edition came out in 1984. It has been described as “probably the most eminent novel of twentieth-century Turkish literature”: this reference is due to a UNESCO survey, which goes on: “it poses an earnest challenge to even the most skilled translator with its kaleidoscope of colloquialisms and sheer size.” In fact one translation has so far been published, into Dutch: Het leven in stukken, translated by Hanneke van der Heijden and Margreet Dorleijn (Athenaeum-Polak & v Gennep, 2011). It appears also that a complete English translation exists, of which an excerpt won the Dryden Translation Prize in 2008: Comparative Critical Studies, vol.V (2008) 99. His book of short stories, Korkuyu Beklerken, has appeared in a French translation by Jocelyne Burkmann and Ali Terzioglu as En guettant la peur, Paris, L'Harmattan, March 2010.
He was born October 12, 1934 in İnebolu, a small town (population less than 10,000) in the centre of the Black Sea coast, 590 km from İstanbul. His father was a judge and his mother a schoolteacher, thus both representative of the modernization of Turkey brought about by Atatürk. Although he lived most of his life in big cities this provincial background was important to his work. He was at high school in Ankara, at Ankara College until 1951, and after military service enrolled at Istanbul Technical University, where he graduated as a civil engineer in 1957. With a friend he started an enterprise as a building contractor. This failed, leaving him (as such experiences have for other novelists) valuable material for his writing. In 1960 he joined the staff of the İstanbul Academy of Engineering and Architecture, where he worked until his final illness; he was promoted to associate professorship in 1970, for which he presented as his qualification a textbook on surveying, Topoğrafya. His first creative work, Tutunamayanlar, was awarded the prize of Turkish Radio Television Institution, TRT in 1970, before it had been published. He went on to write another novel and a volume of short stories among other works.
He died in İstanbul, December 13, 1977, of a brain tumour. He spent much of his last year in London, where he had gone for treatment. He is buried in Edirnekapı Martyr's Cemetery. He married twice, and is survived by a daughter, Özge, by his first marriage.
Atay was of a generation deeply committed to the Westernising, scientific, secular culture encouraged by the revolution of the 1920s; he had no nostalgia for the corruption of the late Ottoman Empire, though he knew its literature, and was in particular well versed in Divan poetry. Yet the Western culture he saw around him was largely a form of colonialism, tending to crush what he saw was best about Turkish life. He had no patience with the traditionalists, who countered Western culture with improbable stories of early Turkish history. He soon lost patience with the underground socialists of the 1960s. And, although some good writers, such as Ahmet Hamdi Tanpınar, had written fiction dealing with the modernisation of Turkey, there were none that came near to dealing with life as he saw it lived. In fact, almost the only Turkish writer of the Republican period whose name appears in his work is the poet Nâzim Hikmet.
The solution lay in using the West for his own ends. His subject matter is frequently the detritus of Western culture — translations of tenth-rate historical novels, Hollywood fantasy films, trivialities of encyclopaedias, Turkish tangos.... — but it is plain to any reader that he had a deep knowledge of Western literature. First come the great Russians, particularly Dostoevsky, with a particular liking for Ivan Goncharov's Oblomov: he was not alone in seeing a peculiar affinity betwee
Oğuz Atay dönemi çok iyi tetkit etmiş, Hikmet Benol aydın'ı, alt komşusu Nurhayat hanım toplumu, üst komşusu albay Hüsamettin Tanbay ise orduyu temsil ediyor.
Kelimeler... Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor."
"Beklenen geç geliyor; geldiği Sırada insan başka yerlerde oluyor."
Siyah ve beyazın birlikte ilerlediği en güzel örneklerden. Ağlanacak haline gülen anlatıcının ritmine kapılıp gidiyorsunuz. Müthiş bir de ironi ayarı vardır bu kitapta, zira azıcık ucu kaçsa parodiye dönecek yerleri öyle nefis dokunuşlarla gole çevirir ki Atay, hayran olmamak elde değil. Yol boyunca gülerken böğrümüze yer yer hançerler saplamayı da ihmal etmez tabi. Kitap bittiğinde bir süre konuşmak istemez insan. Kelimlerin hani şu bazı anlamlara gelmeyen kelimelerin anlamlarıyla dolar çünkü.
Oğuz Atay benim kitaplarıyla kitapçıda karşılaştığımda bile raftan alıp birkaç cümlesini okuduğum, kitap sayfalarına dokunmayı sevdiğim bir yazar.
Tavsiye ederim.
"Beklenen geç geliyor, geldiği sırada insan başka yerlerde oluyor."
Üç yıllık bir hazırlık süreci olduğunu, 1970'te tutunamayanlar'ı yayınlamasından sonra anlayabiliyoruz.
Zaten kendisi 71'de verdiği röportajında şöyle diyor: "Sanırım bu romanın kahramanı da tutunamıyor. Bu konudaki yakınmalarını pek ciddiye almıyorum. Selim kadar haklı değil galiba. Hikmet de (yeni romanın kahramanı) bunun farkında olacak ki tatsız sıkıntılarını dindirmek için oyunlara başvuruyor. Kitabın adı ‘Tehlikeli Oyunlar' olacak."
Kitap, Hikmet Benol karakterine odaklanıyor, onun etrafında dönüyor. Bir çok şeye çağrışımlar, bir çok şeye göndermeler var. Hikmet Benol'un kendini dış dünyaya karşı yabancılaştırması var, ölümünden önce tıpkı idam mahkumunun son yemeği tasviri var, Oğuz Atay'ın etkilendiği bir çok yazarın "izdüşüm"ü var. Çok ayrı bir kitap, çok ayrı. Hikmet Benol'un iç dünyasına girmekle kalmıyor, onda kendinize dair çok şey buluyor, hissediyorsunuz adamı. Düş ile gerçekler birbirine giriyor, bilinçteki şeyler hızlıca akıyor, siz bir şeyi tam sorgulayamazken başka bir şey hatırlamaya başlıyorsunuz, bu yönden bendeki yeri çok ayrı olan, çok eşsiz bir roman. İyi ki var olmuş Oğuz Atay, iyi ki bu romanı yazmış. "Ben buradayım okurum, sen neredesin?" demişti, buradayız biz de sevgili yazarım.
"Korktuğun her olaydan, başına gelmesinden ürktüğün her kötü rastlantıdan kaçınmak için onu ayrıntılarıyla düşünürsün hemen. Ayrıntılarıyla düşünmek şart. Yoksa bir noktayı bile düşünmeyi unutsan o nokta başına gelir. Yalnız yaşayanlar her şeyi hesaba katmak zorundadır. Başka türlü korunamazlar. Başka türlü yaşayamazlar. Allahım neler düşünüyorum! Düşün oğlum Hikmet. Düşün ki bunlar başına gelmesin ha-ha. İyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece. Onlar başına gelsin. Mesele bu kadar basit işte."
Müthiş, Ama tavsiyem, kitabı parça parça, ayaküstü serviste, otobüste, kafede okunmaması.Her bölümün bir ritmi var; hızlanıp alçalan. Bir müzik eseri gibi okunması lazım. Bir parçayı dinlerken, yarıda kesip, geri kalan kısmını başka yerde dinlemenin saçma olması gibi, bu romanda da bir bölümü kesip, daha sonra kalınan yerden devam etmek değerini azaltabiliyor. Bazen bölümler tekrar tekrar okunma arzusu yaratıyor, ama bazı bölümler de insanı sıkabiliyor.Bence romanlar yazarın kitabı yazdığı yaş civarı(belki üstü) okunması lazım. Kitapta bahsedilen dertler monolog şeklinde anlatılırken, bazen "yeter senin derdinden" denilebilir, ama bu da tam olarak hissettirilmek istenen duygu gibime geliyor.Bu roman bence pozitif ve üretken olunduğu dönemlerde okunmaması gerekir. Hem kitaba hem de okuyana yazık olur. İnsanın boşlukta veya içe dönük dönemlerinde çok çarpıcı bir etki yaratma potansiyeline sahip. Dediğim gibi çok sevdiğiniz bir parça gibi: bazen dinlemek sizi boğar, bazen de tam da aradığınız duyguyu verir.Okurken tam hüznün dibine vururken,birden kahkaha da attırması Oğuz Atay'ın bir zekasının ürünü.Kitap hakkında bölük pörçük düşüncülerim bunlar.
"fakat ulkemizde en cok yetisen koyludur. koylu, butun iklimlerde yetisir. koylunun yetismesi icin cok emek vermege ihtiyac yoktur. koylu bozkirda yetisir, yaylada yetisir, ormanda yetisir, dagda yetisir, kurak iklimde yetisir, sulak iklimde yetisir. cabuk buyur, erken meyva verir. kendi kendine yetisir, kendi kendine meyva verir. biz koyluleri cok severiz. sehre gelirlerse onlardan kapici ve amele yapariz... "
Okurken beni en çok yoran kitaplardan birisi. Sanırım büyük çoğunluğunu sadece evde okuduğum ender kitaplardan. Sessiz sakin ve kafam boşken okumayı tercih ettiğim için görece daha uzun sürdü.
Kolay okumaların, hızlı sevmelerin, çabuk tüketmelerin revaçta olduğu şu zamanlarda daha bir değer kazanan bir kitap. Fırsat buldukça tekrar okumak istediğim kitaplar arasına bir yenisi daha eklendi.
Oğuz Atay'ı okumadan Türk Edebiyatını anlama çabasında taşlar yerine oturmaz! Bir çok yazarı hala etkileyen , post modern romancılığın öncüsü sayılan Atay edebiyatının en bilinen eseri kuşkusuz Tutunamayanlar ' dır. Ama romancılığının zirvesi kesin ve tartışmasız Tehlikeli Oyunlar bana kalırsa.. Kurgusuna, insan beynindeki inanılmaz yolculuğuna hayran kaldım. Bilinç akışı tekniği olağan üstü etkileyiciydi.. Bir an Hikmet ben oldum ! Düşle , gerçek , varoluşla yok oluş arasında !
Şunu düşünüyorsunuz; yaşadığımız hayat gerçek mi ? İnsan iradesi gerçeği ne kadar etkiliyebiliyor ? Hayat bir oyunsa bu oyunu kim yazdı ? Biz bu oyunun metnine ne kadar katkı sağlayabiliyoruz ? Üstlendiğimiz daha kaç rol var ? Ya da başka başka oyunlarda farklı roller üsleniyor muyuz ?
Sorular böylece sürüp gider ve biz Oğuz Atay 'ın metinlerini anlamaya çalışırız. Yazdıkları zor metinlerdir. Görünen öykü hep hayata Tutunamayanlar'ın öyküsüdür aslında . Ama o her iki romanda da bütün insanlığın ya da bütün insanların ortak kaygılarını, duygularını, düşünce yapısını anlatır. Katman katmandır yazdıkları ! Ben bu okuyuşta kaç kat açabildim ? Bilemiyorum. Ama sanırım her okunuşta daha derinlere inilecek ve bu büyük metin ustasını, duygu ve düşünce tahlilcisini daha iyi anlayacağız.
Yavaş okuyun.! Okurken bazı bölümlerde sıkılabilirsiniz. Dönüp yeniden okuyun. Anlamadıysanız geçin. Roman ilerledikçe her şey yerli yerine oturuyor.
Bu romanı okumadan önce benim için Türk Romancılığının zirvesi Kara Kitap' tı. Kara Kitap hala yerini koruyor. Ama Tehlikeli Oyunlar belli ki bir çok yazarın metinlerine sızdığı gibi Kara Kitap'ın da içine sızmış !
Keşke imkan olsa yabancı okurlar da Oğuz Atay'ı daha çok okusalar diye düşündüm ve bu defa böyle bir yazarı ana dilimde okuyabildiğim için kendimi çok mutlu ve ayrıcalıklı hissettim !
Tehlikeli Oyunlar'ın mazhar olduğu yüksek beğeni incelendiğinde, ortalama Türkiyeli okuyucunun bir türlü içinden sıyrılamadığı 'teksatırlık ve aforizmaya teşne olma' ahvalini görmek mümkün. %60-70'lik kısmı Hikmet karakterinin monolog ve bilinç akışından oluşan romanda; elbette pek çok kişi kendi hayatına uyarlayacağı sözleri buluyor, altını çiziyor; 'albayım'la biten cümleler kurmaya başlayarak kendi mikro destanlarını oluşturuyor (Bir dengi, Tutunamayanlar'daki 'efendimiz'le biten Olric diyalogları).
2010'ların sonlarına doğru yaşanan şey; kendi altkültürünü sürekli üretip dolaşıma sokmasıyla bilinen üniversite öğrencisi kitlenin, sosyal medyanın aktif kullanılmaya başlandığı bu ilk yıllarda kendisine Oğuz Atay'ı ve Tutunamayanlar'ı seçmiş olmasıydı. Bu belki bir tesadüf, belki var olan beğeninin hızla sirküle olup büyük bir kitle tarafından fark edilmesiydi. Bu süreçte, 'kaybedenin soyluluğu ve ulviliği' bir çeşit gençlik amentüsü haline getirildi. Tutunamayanlar kutsal kitap, Oğuz Atay da peygamberi oldu.
Tutunamayanlar'ın kısa süre içinde her hevesli genç okuyucunun kitaplığında kendine yer bulmaya başlamasıyla kaybetmeye başladığı altkültür niteliği ve 'cool'u, Tehlikeli Oyunlar'ın sayesinde yeniden üretilebildi. Tutunamayanlar, ağır ve oturaklı bir ilk eserdi ama, Tehlikeli Oyunlar onun nüvesini taşıyan, gizli meyveydi.
Peki Tehlikeli Oyunlar neler sunuyor? Teknik olarak: Hikmet Benol ve Hüsamettin Albay üzerinden kurulan bir anlatı, güvenilmez anlatıcı unsuru, sıklıkla kullanılan monolog ve bilinç akışı, hayal ve gerçeğin belirsiz hududundaki gezintiler, bu gezintilerle paralel biçimde kurulmuş iç içe geçmiş anlatılar (oyun, hikaye, gerçek). Hikaye olarak, Hikmet Benol karakteri ve onun gerçekliği el verdiği ölçüde kafamızı uzatıp seyretmeye koyulduğumuz bir manzara, Sevgi ve Bilge karakterleri ve isimleriyle müsemma temsilleri. Hatıralar üzerinden geçmişe dönüşlerle bezeli, düzlemsel bir anlatım. Ve tabii ki, oyunlar.
Dışarıdan bakıldığında Hikmet karakterinin, Tutunamayanlar'daki Selim Işık veyahut Turgut Özben'de olduğu gibi okuyucuyu bir empatiyi sevk ettiğini söylemek zor. Hikmet, hikayesi boyunca tercihlerinin sorumluluğunu almaktan imtina eden, bu tercihlerin üzerine bina edilmiş gerçeklere tahammül etmeyip kendini oyunlarda bulmak isteyen, üstelik bu oyunlarda da dikiş tutturamayan bir karakter. Aşk hayatında bocalayan, sosyal ilişkilerde bir kapalı, bir açık olan bir erkek. Onun gelgitleri ve yalnızlığı, trajik bir kader oyunundan ziyade, Oğuz Atay'ın da sahip olduğu "sanatçı ruhlu olmak ama cebirin dünyasında kendini bulmak" kompleksiyle bezenmiş (Oğuz Atay'ın esasında İnşaat Mühendisi olması gibi, Hikmet Benol da muhasebecidir), bir grup kentsoylu kaprislerinden öteye gidemiyor. Spoiler Oğuz Atay da adeta bunun farkındaymışçasına, hikayenin sonunda Hikmet karakterini öldürerek, en azından bu noktada 'ölüm' gerçeğinin soğuk ve çarpıcı etkisiyle okuyucunun zihnini mühürlemek ve yaşananlara daha ciddi bir hüviyet kazandırmaya çalışıyor gibi görünüyor. Spoiler
Teksatırlıklardaki iddiasına, aforizmatik gücüne aldanmadan bakıldığında; Tehlikeli Oyunlar'ın edebiyat dünyasında eşsiz bir soluk olduğunu söylemek zor. Sanatçıyla özdeşleşmiş desenin iddialı bir sunumu. Bir kaybeden öyküsü. Ama burun sızlatan bir öykü değil, yalnızca bir süreliğine uzaklara daldıran bir öykü. Sıradan okuyucunun kendi yaşanmışlıklarının, kendi öz trajedisinin üzerine yeni bir basamak çıkamayan bir öykü.
Hayatı fazla dolu ve hızlı yaşayan bir adamın hikayesidir bu kitap. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’dan sonra ikinci büyük şaheseri. Aslında çok üzücü ve ibret verici olan hikayeyi ince mizahı elden bırakmadan ve kahramanların iç mücadelelerini, buhranlarını okuyucuya hissettirerek anlatıyor. Öyle ki siz de kitabı kapattığınızda dünyaya Oğuz Atay’ın kahramanları gibi bakıyorsunuz bir süre. Bir eleştirmen Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” serisine şöyle bir şey söylüyordu “Balzac’ın tüm kahramanları sanki aynı kişinin farklı tasvirleri. Sanki hepsi aynı kişi, farklı isimleri ve görünüşleri olan aynı kişiler…” biz de bunu Oğuz Atay kahramanları için söyleyebiliriz bir anlamda. Hep bir buhran hep bir mücadele ve en önemlisi düşünen insanın tutunamaması…
Ahh albayım , senden ayrılmak zor. Tehlikeli Oyunlar bir kere okunup kaldırılacak bir kitap değil , defalarca okunası , ironi mizah ancak bu kadar güzel yedirilir. Oğuzum Atay yerin ayrı
Kendi kafasinin icinde disaridakinden cok daha derin bir dunya kuran, orda kalmayi tercih ettigi icin gercekle bir turlu gecinemeyen; bu yuzden gercekle arasi iyi olanlarin "garip, cekingen, tuhaf" olarak nitelendirdikleri; yakin dostlarinin "aklini basina topla, kendine ceki duzen ver, insan icine cik" seklinde tamamen iyi niyetle gercekle arabuluculuk yapmaya calistiklari; gercegin sinir oldugu "ruya, hayal, oyun, mana, anlam, mecaz" gibi kavramlarla yakin dost olan; psikologlarin kisilik bozuklugu tehlikesi gorebilecegi ve aslinda tam olarak halk diliyle delilik sinirinda olanlarin kendi gunluklerini okuyormus gibi yorularak ama o yorgunluga degecek sekilde daha da derinleserek okuyacaklari bir kitap.
Ne guzel yazmis Oktay Akbal Oguz Atay icin: "Kolay okumalar, hizli sevgiler, begeniler, aliskanliklardan koptugumuz, kopabildigimiz, rahat ve genis zamanlarimizi guc bir kitabi cozmeye, sevmeye, ondan birseyler almaya, ogrenmeye ayirabildigimiz bir gun Atay'in romanlarini cok sevecegiz."
yirmi yıl aradan sonra ikinci kez okuduğumda yine aynı etki... bambaşka şekillerde olsa ve daha iyi anlasam da. tehlikeli oyunlar, tutunamayanlar’ın gölgesinde kalmış müthiş bir roman. ben yine ondan daha çok sevdim.
Yıllardır Oğuz Atay okumayı ertelediğim için kendime kocaman bir yuuh diyorum. Tutunamayanlar’dan hala korktuğum için ilk olarak bu kitaba başladım. Eğer tüm kitapları Tehlikeli Oyunlar gibi ise, hayatımda artık tekrar tekrar, döne döne Oğuz Atay okuma eylemleri olacağını söyleyebilirim…
bir romanın sahib ola biləcəyi bütün mümkün pizdesliklərə sahibdi, deyim qalsın burda. süleyman turgut bey deyə bir obraz, necə dərin, canlı işlənib; eqotizmləri, acizliyinin dərkinə varması, ruhi düşkünlükləri. zərgər dəqiqliyilə işlənib; belə elədi deyə belə oldu, yoxsa olmayacaqdı. romanın ümumi təsvirini verməli olsam belə deyərəm: dərin psixologizm / texniki ustalıq. hələ o süleyman bey temasına gəlib çatanda tematika dəyişdi, dostoyevski romanlarına xas yalın həyati səhnələr gəldi, hardasa 25 səh. zad. oğuz atayın belə temaları da varmış.
romanın nəqlolunma tərzi məzmunla bilavasitə əlaqədardı. belə ki, birinci bölümdə (160-cı səh. qədər) qəhrəmanımız hikmetin öz beyninin içində sıxışıb qalmasını oxuyuruq, qonşularıyla zadla danışanda belə ordan çıxammır, dialoqların arasına iç monoloqları, öz-özünə danışmaları girir. çox vaxt da o monoloqlar hikmetə yanlış hərəkət elədiyini, filan cür cavab versəydi daha yaxşı olacağını zad deyir. eyni zamanda hikmet intellektualdı, amma oğuz atay bunu gözümüzə soxmur, ad-mad çəkmədən, təbii şəkildə bunu oxucuya hiss elətdirir. bir meyhane səhnəsi var, orda oturanda tanışları hikmetdən soruşurlar ki, noldu teatr işi, bağlanandan sonra işsiz qaldın? bab-bam! bura qədər hikmetin nə işlədiyi, nəylə dolandığı haqqında məlumat verilmir. özü də oğuz atay bunu elə formada eliyir ki, oxucu bunun əskikliyini hiss eləmir də. oxuduqca, ortalarına çatdıqca ümumi mənzərə formalaşır uje; işsiz qalmış ziyalı adam. arvadından boşanıb, ağlından ata bilmir amma, tez-tez onun rəfiqəsini fikirləşir. gecəqonduda yaşıyır. qonşuları bir albay, bir də bir oğlu əsgərlikdə olan dul qadın. sıxoışıb qalıb. həm cismən, həm mənən. (qeyd: oğuz atay romanlarında da spoiler olmur) romanın 16-cı paraqrafı olan son yemek (last supper) hissəsi çox çox əlaydı, oğuz atay yazarlıq dərsi keçib hətta, o dərəcə. bir bu 16-cı paraqraf(dördüncü bölüm), bi də obşi romanın ikinci bölümünü vaxtaşırı qayıdıb təkrar-təkrar oxuya bilərəm.
bəzi çox bomba xırda nüanslar da var, onları açıb ağartmaq istəmirəm. oxuyub özün tapanda ləzət eliyir, hazır biləndə yox
Oğuz Atay'ın bu romanını 2. kez okudum. Atay toplumun metalaşan değerlere baş kaldırıyor. Hikmet Benol'un yaşayamadığı o elit kesimden sıyrılıp kaldığı gecekonduda kurguladığı oyunlara tanıklık ediyoruz. "Bizde bir “başkalık” olduğunu söylüyor. Ben bu başkalıktan şüpheye düşüyorum? Çünkü yaşamın icabı, salim düşünmeye çalışıyorum: Ben mi şaşırdım, yoksa herkes birden garip bir cinnete doğru mu yol alıyor? Hikmet Benol’a göre ülkemizde herkes aklını oynatmış; memleketin tedavi için İngiltere’ye gönderilmesi icap ediyormuş.” “Ah ne olurdu albayım, Sevgi de Bilge de evlilik de sizin gibi gerçek dışı bir oyun olsalardı! Onları yeni baştan istediğim gibi oynayabilseydim! Oysa bunların hepsi bana oynanmış birer oyun. Sizin gibi gerçek dışı güzelliği yok hiç birinin. Bana itiraz etmeyin… Albay güldü “Başka dünyanın adamı olduğun muhakkak.” Ha ha… Karşıma geçmiş benden ayrı sözler ediyor. Sen hangi dünyanın insanısın bakalım?”
Hikmet Benol toplumun aksaklığına karşı oyunlar oynar. Bu oyunlar genellikle ironilerle doludur.
“Nerede oturuyorsunuz Hikmet Benol?” “Söyledim ya gecekonduda” “İnanmam.” “Onun gibi bir yer. Gecekondu kıtasına dar bir parçayla bağlıyım.” “Nasıl yaşıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz.”
Bilge'nin sorularına karşı Hikmet alay ediyor. Yalnız toplumsal göndermeler yok. Kendi beniyle savaşı vardır Benol'un Tehlikeli Oyunlar'da.
Kullandığı teknik bakımdan Atay'a aşık olmamak elde değil. İroni, grotesk, pastiş, gönderme, üst-kurmaca, metinlerarasılık, bilinç akışı bu tekniğin bileşenleridir.
Post-Modern manyağı yaptı beni. Kafayı sıyaracağım Albayım. Ha- Ha Olum sen akademisyen misin? Teorik girdin olaya Ha-Ha
İnsanlar ikiye ayrılır. Oğuz Atay okuyanlar ve okumayanlar :)
Ha-Ha Not: Kasım ayında başlayarak irdeleye irdeleye okudum. Ondan sıyırdım :)
Kitabın okuması en keyifli ve bence en yetkin yazılmış bölümü annesinin hayatından başlayarak Sevgi'nin çocukluğunu ve genç kızlık yıllarını Hikmet'le tanışmasına kadar anlatan bölüm. Insanın kişilik özelliklerini nasıl çevresinden gözlemleyerek ya da çevresine karşı bir savunma mekanizması olarak kazandığı çok iyi anlatılmış. Kitabın tamamı hakkında söyleyebileceğim tek şey ise kitabın kadın erkek ilişkilerinden, 20. yüzyıl Türkiye'sinin toplumsal bilinçaltından hayatın anlamına ve nasıl yaşanması gerektiğine kadar söyleyecek binlerce şeyi olduğu ve bunların hepsinin bir okuyuşta anlaşılmasının da imkansız olduğu. Havanın bu kadar boğucu ve benim de bu kadar işsiz olduğum başka bir yazda tekrar görüşmek üzere, Oğuz Atay.
"Sevgi, bütün gün koşuştuğu halde, her yer dağınıktı; mutfaktan çıkmadığı halde, insana çaydan başka bir şey sunamıyordu. Bu evde hareket yoktu; Hikmet'in yaptığı bir iki resmin de arkası gelmemişti. Sevgiyle Hikmet yalnız dinleniyordu. Dinlenmek için ne yapmışlardı? Yıllar boyunca neler yaşamışlardı ki şimdi böyle bitkin görünüyorlardı? Bilinmiyordu."
YouTube kitap kanalımda Oğuz Atay'ın hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: https://youtu.be/INZw0WFskak
Keyifli ve Oğuz Atay'ın tutunamadığı şeyler arasındaki tehlikeli oyunlarınızın ihtimallerini daha çok keşfetmeye yakınlaşabileceğiniz, oyunlarla yaşadığınız ve korkularınızı beklerken bu arada kendinizi de unutmadığınız meraklı okumalar dilerim...
Batı ve Doğu arasında sıkışıp kalmış ülkemizin küçük burjuva aydınlarının , bitmez arayışları ve kaçınılmaz tükenişleri. Bu yabancılaşmış insan , ruhunun ve aklının labirentlerinde , Hikmet(wisdom)'i bulmaya çalışırken iki önemli şeyi ( sevgi(love) ve Bilge-lik(sage) ) bulduğunu sanıp , sonra kaybedip, sonra ikisi arasında kararsızlıklar yaşayıp , bu gel-gitler arasında kayboluşa doğru giden trajik hayatı yaşarken , oyunu her zaman eksik ve yanlış sergileyecektir. Hikmet'i bulmanın bir yolu yoktur bu toplumsal yabancılaşmanın kıskacı altındaki küçük burjuva için . Bu roman elbette bireysel bir mücadelenin (Hikmet Benol)'un kendi iç çekişmelerini anlatır 476 sayfa boyunca ama asıl anlatılan, toplumsal ve sınıfsal kuşatma değil midir yüzlerce yıllık insan tarihine dayanan?
Seyyar Sahne tarafından sergilenen Tehlikeli Oyunlar oyununu mutlaka görmenizi tavsiye ederim.Erdem Şenocak'ın muhteşem tek kişilik performansı ömre bedel.
Türk edebiyatının ilk postmodernist romanı. Ben de çay edebiyatçıları gibi birkaç tane "aforizmavari" cümlesini yazıp Atay'a bir hançer saplayabilirim. Ama yapmayacağım. _____ Odak kaybolduğu an kendinizi okyanus ortasında bir kütüğün üstünde yardım bekler gibi buluyorsunuz. O yüzden mümkünse arada herhangi bir uyarıcının olmadığı ortamlarda okuyun. Bölüm aralarında da bence ara vermeyin. Odağı korumak gerçekten çok önemli.
Baş yapıt. Hikmet. Ne yazacağımı bilemiyorum. Hasta yalnız bi adam. Üç katlı bir binada oturuyor. Üst katında emekli albay Hüsamettin Tambay, alt kayında ise üç çocuklu bir dul kadın, Nurhayat Hanım oturuyor. Kitap boyunca Hikmet bunlarla çok fazla konuşuyor. Hikmeti böyle böyle tanıyoruz. Ama yine de bu ikisi gerçekten var mı, asla emin olamadım. Hikmetin eski eşi, Sevgi. Yeni aşkı Bilge. Bunların hiç birinin varlığından emin olamadım. Efsane kitap.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yine tumturaklı bir Oğuz Atay yolculuğu. Osmanlı Padişahı misali ya da pardon İngiliz Kralı diyelim, Hikmet I, II, III, IV,.. ün birbiriyle çatışmaları. Bilinç akışının üstkurmaca ile birleşmesinden doğan neyin gerçek neyin hayal olduğunu anlamadığınız bir kurgu. Altını çizilecek kısım çoktu yine de! :)
Nasıl anlatsam bilemiyorum biraz karmaşık düşüncelerim.
Kitap kocaman bir oyun gibi. Yazımı da çoğu yerde öyle, hikayesi de bir oyunu çağrıştırıyor. Sanki Hikmet oturmuş ve bir oyun yazmış, yazarı da kendisi ana karakteri de kendisi, uzun monologlar ve iç sesler olan bir oyun. Oyundan çıkıp Hikmet'in hayatını anlattığı yerler de var ama bazen ayırt ediliyor bazen de oyun hayattan ayırt edilemez bir halde. Kafa karışıklığını çok güzel hissettirmiş okura bir kez bile kafam karışık dedirtmeden karaktere sevgili Atay. Kişinin kendiyle savaşını ve yenmesini anlatıyor diyor özette ama bence Hikmet kendine yenildi. Gerçi kişinin kendine yenilmesi aynı zamanda kazanması da demek değil midir?
Altı çizilecek çok yer vardı. Tekrar okumam gereken bir kitap. Hatta iki üç kez kafa okumam gerek tam olarak özümseyebilmem için bence.
Kafamdaki oyunun gerçek, gerçekte yaşadıklarımın ise bir oyundan ibaret olduğunu idrak etmeme yardımcı olan şâheser. Bize biçilmiş toplumsal rolleri samimiyetsizce oynuyoruz. Bu oyunun "trajedi" olduğunun farkındayım. Zihnimde ise gerçekler dönüyor. Eyleme geçiremediğimiz, "asıl yüzümüz" bu gerçekler. Oğuz Atay'ın üslûbundaki titizlik ve eklerle yarattığı akıcılık bu gerçekleri haykırışta son derece başarılı.
Okurken off ne güzel kitap dememiştim, biraz şaşkın şaşkın okudum kitabı. Sonra kitap bitti, haftalar, ay geçti üstünden, kitap kafamdan bir türlü çıkmadı. Galiba iyi roman böyle bir şey oluyor.
"insanlarla birlikte bulunma dediler. Yalnız kalma dediler. Üzülme dediler. Sevinme dediler." "Hepinizin Allah belasını versin: Beni adam edecekler." "Bekçi gitti; şu hayvanlara biraz daha simit ver Hikmet. Onlar hayvan değil albayım, balık. Duymasınlar." "Dinlemem albayım. Sonra beni de dinlerler diye çok dinledim. Şimdi sıra bende. Buraya konuşmak için geldim." "hiç sesini çıkarmadan çaydanlığı elimden alırdı Sevgi, kendi bildiği gibi yapardı çayı, işte en çok buna içerlerdim albayım , insan yerine koyup söz etmezdi, göstererek öğretirdi, ha-ha, ben de domuzun biriydim albayım, onu hayalimde kötü durumlara düşürerek intikam alırdım" "İnsanlara kaptırma kendini, durmadan koşuşma, onlara uyma, insan bir makinedir, bir yerde bozulur, yavaş yavaş kullan aklını" "Sabahları, kimseyi uyandırmadan sessizce yola koyulurdum; gezici din adamları gibi. Yalnızlığın dinini yayıyordum. (başarılı olduğum söylenemezdi.) "Onu bir daha görmedim. Sonra adını unuttum. Onunla evlenseydim korkunç bir şey olurdu. Başkasıyla evlendim, gene korkunç oldu." "Bu mevsimlerle nasıl ilgilenir insanlar? İçimin mevsimlerine de hiç uymaz şu tabiat. Onun için tabiat çocuğu olmadim, olamadım. Mevsimlere uyamadım. Duyduğum bazı belirsiz sıkıntılardan, mevsimlerin değişmek üzere olduğunu sezerim." "Nurhayat Hanım hiç söze karışmaz; aman işte biri konuşmağa başladı varlığını ortaya koydu, dur ben de bir şeyler söyleyeyim kişiliğimi göstereyim gibi küçük çabalamalar içinde degildir." "Rüyalarımızı gerçekleştirmeğe çalışmamalıyız. Gerçekleri rüya yapmalıyız." "Dünyada çok yalan var albayım! Dünyaya katılmaya devam edersek bu yalanlardan kurtulamayız." "Sevgilisi olan bir arkadaş kadar çekilmez bir yaratık yoktur. Hep bir esrar havası yaratırlar, değil mi? 'Senden çok bahsediyoruz' derler, Allah belamı versin benim! 'İlerde inşallah tanıştırırım ikimizi. Seni çok merak ediyor.' Ben belamı buldum albayım! İnsan bir de, sevgilisi yüzünden kendini bir şey sanıyor. Biliyorsunuz süt dökmüş kedi gibiydim eskiden." "Ben adam olmam. Ben , tek başıma yaşamalıyım; baskalarını zehirlememeliyim." "Fakat , Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor.Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman."
İkinci defa okumaya başladığım Tehlikeli Oyunlar, tam anlamıyla girift bir roman. Oğuz Atay, modern bireyin karmaşık dünyasını, içsel çatışmalarını ve topluma yabancılaşmasını katmanlı ve çözmesi zor bir anlatıyla sunmuş. Romanın başkahramanı, hem kendi içinde sürekli bir sorgulama halinde hem de toplumla uyumsuz biri olarak hatta ve hatta "tutunamayan" olarak, hayatını anlamlandırmaya çalışıyor.
Kahramanın düşünceleri, zihninde oynadığı "tehlikeli oyunlar" ile iç içe geçmiş bir yapı oluşturuyor; bu girift yapıda bazen gerçekle hayal birbirine karışıyor. Hatta bunun ardından sizin beyin de karışıyor, neredeyim ben, ne anlatılıyordu gibi😃Yazarın ironik dili ve derin sorgulamaları, romandaki bu giriftliği daha da zorlaştırıyor ama bu da okuru sürekli dikkatli olmaya çağırıyor. Kitabın bazı bölümlerini bir daha bir daha bir daha okumak durumunda kaldım, konudan kopmalarım nedeniyle.
Evet kitabı ikinci okuyuşum olmasına rağmen hâlâ tüm derinliğiyle zorlayan bir eser. Oğuz Atay’ın kurduğu girift yapıda, yine ilk okumamda da olduğu gibi eserin yoğunluğu, uzun ve ince muhabbetleri nedeniyle konsantre olmakta zorlandım. Bitmek bilmeyen sorgulamalar ve zihinde dönüp duran o "tehlikeli oyunlar", romanı daha da katmanlı hale getiriyor. Her satırda yeniden dikkat kesilmek gerekiyor.
Bir üçüncü kez okur muyum bilemiyorum ama kesinlikle tam konsantre ve heves isteyen bir kitap. Her karaktere uymayan bir tarzı var.
"Gerçeği, iyi oynanan bir oyun haline getirebilmek için hiç bir fedakarlıktan çekinmemek gerekiyordu. İnsanların arasına karıştığımız zaman da, sabırlı bir yönetmen gibi onlara oyunların kurallarını öğretmeliydik. İnsanlar çok kötü oynuyorlardı genellikle." syf.411
"İfade edemediğim bir eksiklik hissi var içimde, Hikmet oğlum. Sanki her şey başka türlü olabilirdi, başka türlü oynanabilirdi." syf 475
Kitaptan; *Geçmiş zamandan sıyrılıp şimdiki zamana bir yerinden tutunmak istedi.. *Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor,bu nedenle her hareketimde düşüncelerim acıyor,anlıyor musun? *İnsanlık öldü.Belki de hiç yaşamamıştı!
gündüze yakışmayan bir kitap. hikmet benol'un iç hesaplaşmalarını, hüsamettin tambay ile olan sohbetlerini hakkıyla hissedebilmek için ya kasvetli bir kış gününde ya da gecenin kör karanlığında olmak gerekiyor.