Ahmet Bozkurt, Ku’yu’da okuru şiirin ve felsefenin, imgenin ve kavramların iç içe geçtiği düşsel bir yolculuğa çıkarıyor. “Kalbe düşen şiir” nice çöllerden geçip, kurumuş “nice kuyular”dan çekilerek gün yüzüne çıkıyor: Gönderilmemiş mektuplar; zamansız yüzler; puslu hatıralar... Kendi kuyusunun çağrılısı olarak şair, sessiz bir ıstırabı büyütür koynunda. En dehşetlisi mürekkep sessizliğidir çünkü orada ak kâğıt üzerinde “varlıktan oyma bir bengi ırmak” olan dil akmaz hâle gelmiştir. Hiçbir rüzgâr erişemez susuzluğuna. Yusuf ’a kuyuyu yurt eden efsun, sevgilinin kalbindeki mührü söken aşktır. Ve aşk, kıyısında bütün kelimelerin biriktirildiği ve derinine varıldıkça kendinden dışarı taşan, taşınandır. Varlığımız kanadığında yalnızlık sökün eder; şiir, suskun bir kız olarak belirir kuyunun aynasında. Düşgezerlerin geçmiş ve geleceğinden ayrışmış bir şimdinin içerisinde kaybolduğu, masalın sonlanıp rüyaların doğduğu, zamanın ve mekânın hükmünün geçmediği bir başka alemin şiiri Ku’yu: Cam kırıklarının çoğaltıp unutuşun girdabına hapsettiği “gölgeyazı’lara” inat yağmura, yağmurun biriktirdiği sulara yazılmış şiirler.
Ahmet Bozkurt, gerek şiirleri, gerek inceleme ve deneme yazıları, gerekse de özenli derlemeleriyle bildiğimiz üretken bir şair/yazarımız. Bozkurt'un ilk olarak 2018 yılında yayımlanan, geçtiğimiz aylardaysa yeni evi Ayrıntı Yayınlarından çıkan "Ku'yu" adlı etkileyici şiir kitabı, şairin kalemiyle tanışmama vesile oldu.
"Ne vakit elimi göğe uzatsam siyaha dönüyor.
Düştüm, kapandım yere günahımı bilerek. Ey benim tuzlu gözyaşlarım, kan örtüm Perdeme iniyor gözlerin, örtüyor karanlığı.
Zaman, ölümden dönüyor uykulu sesiyle.
Göğe uzatıyorum elimi, gökyüzü fenerini vermiyor. Yaşamak ne kadar da eksik bir sözmüş Ancak ölümle tanımlanıyor, anladım."
"Ku'yu", diğer eserlerinde varlık, hiçlik ve benlik temalarıyla haşır neşir olan Bozkurt'un doyasıya özümsediği varoluş bilgisini, mitoloji, sanat ve şiir dünyasından entelektüel anektodlarla harmanladığı düşündürücü bir eser.
"Düş'sem, düşlesem üzünçlü titrekliğine inen geceyi tanısam, bilsem seni üzüntümü bildiğim gibi. Binlerce yıldır tanıyormuş gibi, duysam sesini."
Haydar Ergülen'den Turgut Uyar'a, Magritte'ten Tantalos'a, Proust'tan Nedim'e zarif uzanışlarla renklerini artırırken bir yandan da giderek derinleşen "Ku'yu", koyu ton bir anlatı olmasına rağmen dengesini yitirmeden bizi tekrar aydınlığa taşıyor. Bu bakımdan iki uçlu düş'sel bir "Ku'yu" gibi işleyen eser, "kendini gözden yitirmişken, hoyratça kendine döndürüyor kendisini".
"Her biri öteki kadar yalnız kendimi gözden yitirmişken aynada, hoyratça kendime döndürülüyorum. Ayna alaycıdır: Aşk yok, acıma yok. Benlik kendini yitirir, özne kendini bulur. Analiz, düş, yazı: özne-benlik bölünüyor bin parçaya."
Şair'in, harcına düşlerini kattığı yoğun öz/kütleli dizelerle duvarlarını ördüğü bu "Ku'yu"ya bakan her okuyucunun, kendi suretinin yansımasıyla karşılacağını düşünüyorum.
"Düşten düş'ün'ce son düşünce de varır ölümün eşiğine."
Benlik algılarımızı, kaygılarımızı ve sevdalarımızı biriktirdiğimiz bu "Ku'yu"yu, ontolojik metinlere merak duyan ve entelektüel hazzı önemseyen tüm duyarlı şiirseverlere öneririm.