İmparatorluğun Son Günlerinden Cumhuriyetin Kuruluş Öyküsüne...
"En utanılacak yönümüz; tarih yaptığımız halde tarih öğrenmemek; tarih yazmamak konusundaki ısrarımız!" İlber Ortaylı
BALKAN SAVAŞLARI "Balkan Savaşları, bizim tarihçiliğimizde imparatorluğun yıkılış süreci olarak adlandırılır. Aslında bu vaka, bir imparatorluğun yıkılışı olmaktan ötedir. Biz bu savaşlar sonunda Rumeli'deki anavatanı kaybettik."
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI "Birinci Dünya Savaşı Türk halkı için en acı hatıralarla doludur. Cephede şehitlerin yanı sıra cephe gerisinde yokluktan, hastalıktan ölümler ve sıkıntılı bir hayat söz konusudur. Ama galiba Türk toplumu modern anlamda bir millet olma aşamasına burada dönmektedir. Bu onu birçok başka uluslardan farklı kılan yanıdır. Direnci artırmış ve kimliği oturmuştur."
LOZAN-Zafer mi Hezimet mi? "Cumhuriyet tarihinin üzerinde en çok tartışılan olaylarından biri Lozan Antlaşması'dır. Bu konuda Lozan'ı bir hezimet olarak görenler de bir zafer olarak niteleyenler de var. Lozan mantıki ve gayet onurlu bir uzlaşmadır. Kalıcı ve düzeni sağlayıcı bir anlaşma olarak görülmelidir."
CUMHURİYET "Cumhuriyet, devamlılıktır. Osmanlı, Türklerin imparatorluğuydu, bu da Türklerin cumhuriyetidir."
SULTAN ABDÜLHAMİD "Bir tarihçinin deyişiyle; Dünya tarihinin en hadiseli otuz küsur yılı, onu yormuştu."
ENVER PAŞA "Başkumandan vekili cesur planların sahibiydi. Bu planların hepsinin aynı derecede akil ve bilgili bir şekilde hazırlandığını söylemek mümkün değildir."
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK "Atatürk'ün başarısındaki en önemli faktör; vazgeçmek bilmeyen iradesidir, bu noktada Rumeli inadı vardır Gazi Paşa'da. "Olmalı" dediği an, olabilir yok. Bu liderlik yapmaya hevesli herkese lazım bir prensib..."
Balkan Harbi'nden Birinci Dünya Savaşı'na, İstiklal Mücadelesi'nden Lozan Görüşmeleri'ne, Halifelik tartışmalarından Cumhuriyet'in kurulmasına, Sultan Abdülhamid'den Mustafa Kemal Atatürk'e, Enver Paşa'dan Halide Edip'e gündemden düşmeyen konular ve tartışılan tarihi kişiliklere dair İlber Ortaylı'nın görüşlerini merak edenlerin kaçırmaması gereken bir kitap; İMPARATORLUĞUN SON NEFESİ...
İlber Ortaylı (born 21 May 1947), is a leading Turkish historian, professor of history at the Galatasaray University in Istanbul and at Bilkent University in Ankara. Since 2005 he has been the head of the Topkapı Museum in Istanbul.
As the son of a Crimean Tatar family who fled Joseph Stalin's persecution and deportation, he was born in a refugee camp in Bregenz, Austria on 21 May 1947 and came to Turkey when he was 2 years old. Ortaylı attended elementary school and St. George's Austrian High School in İstanbul and then Ankara Atatürk High School. He graduated from Ankara University Mekteb-i Mülkiye (Faculty of Political Science) and completed his postgraduate studies at the University of Chicago under Professor Halil İnalcık and at the University of Vienna. He obtained his doctorate at Ankara University in the Faculty of Political Sciences. His doctoral thesis was Local Administration in the Tanzimat Period (1978). After his doctorate, he attended to the faculty at the School of Political Sciences of Ankara University. In 1979, he was appointed as associate professor. In 1982, he resigned from his position, protesting the academic policy of the government established after the 1980 Turkish coup d'état. After teaching at several universities in Turkey, Europe and Russia, in 1989 he returned to the Ankara University and became professor of history and the head of the section of administrative history.
İlber Ortaylı is widely known as a polyglot. Apart from Turkish, he also speaks German, Russian, English and French.
He has published articles on Ottoman and Russian history, particular emphasis on cities and the history of public administration, diplomatic, cultural and intellectual history. In 2001, he collected the Aydın Doğan Foundation Award. He is a member of the Foundation for International Studies, the European-Iran Examining Foundation and the Austrian-Turkish Academy of Sciences. A biographical book on İlber Ortaylı, "Zaman Kaybolmaz: İlber Ortaylı Kitabı," was published by Nilgün Uysal in 2006.
■Tanzimat'tan Sonra Mahalli İdareler (Provincial administration after Tanzimat) (1974) ■Türkiye'de Belediyeciliğin Evrimi (Evolution of manucipality in Turkey; with Ilhan Tekeli, 1978) ■Türkiye İdare Tarihi (Administrative history of Turkey) (1979) ■Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu (German influence in the Ottoman Empire) (1980) ■Gelenekten Geleceğe (From tradition to the future) (1982) ■İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (The longest century of the Empire) (1983) ■Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Yerel Yönetim Geleneği (Local administration tradition from Tanzimat to the Republic) (1985) ■İstanbul'dan Sayfalar (Pages from Istanbul) (1986) ■Studies on Ottoman Transformation (1994) ■Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı (Kadıs as a legal and administrative figures in the Ottoman State) (1994) ■Türkiye İdare Tarihine Giriş (Introduction to the history of Turkish administration) (1996) ■Osmanlı Aile Yapısı (Family structure in the Ottoman Empire) (2000) ■Osmanlı İmparatorluğu'nda İktisadi ve Sosyal Değişim (Economic and social change in the Ottoman Empire) (2001) ■Osmanlı Barışı (Ottoman peace) (2004) ■Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek 1 and 2 (Rediscovering the Ottoman Empire) (2006) ■Kırk Ambar Sohbetleri (Kırk ambar conversations) (2006) ■Eski Dünya Seyahatnamesi (Travelogue of the old world) (2007)
Daha önce İlber Ortaylı’ nın konuşmacı olduğu birçok konferansa katıldım, zevkle dinledim ancak kitaplarını okumaya hiç fırsatım olmamıştı. Ne okusam diye düşünürken kitaplıkta bekleyen kitaplarından birini seçip okumaya başladım. Kitap sanki İlber Hoca karşınızda sohbet ediyormuşsunuz havasında gidiyor. Okuyucuyu sıkmadan, farklı farklı konular hakkındaki yazılarla çok çabuk okunan bir kitap. Sadece sonundaki röportajları sevemedim, bu bölümünden hoşlanmasam da İstanbul, Suriçi, Topkapı hakkında şaşırtıcı şeyler de öğrenmedim değil. Bazı gerçekleri yüzünüze çok güzel çarpmış... ‘Türkiye maalesef tarihçi bir ülke değildir. Evet, tarihi bir ülkedir, tarih yapan uluslardan biridir, ama tarih bilimine gerekli özeni göstermemiştir.’
"I.Cihan harbi Türk halkı için en acı hatıralarla doludur. Cephede kaybedilen askerlerin cephe gerisinde yokluktan, hastalıktan ölümler ve sıkıntılı bir hayat söz konusudur. Ama galiba Türk toplumu modern anlamda bir millet olma aşamasına burada ulaşmıştır. Onu birçok ulustan farklı kılan yanı budur. Direnci artmış ve kimliği oturmuştur. "
İlber Hoca’nın her kitabı sohbet tadındadır. Okudukça, sanki karşında canlı kanlı duruyor, konuşuyormuşsunuz gibi gelir insana. Açıkçası aynı beklenti içinde bu kitabı da okumaya başladım, yanılmamışım. Bu defa iyi kötü bir sistematik de mevcut. İnsanın söyleyeceği çok şeyi olunca, kendini belli bir konuda yetkin hissedince konu da dağılıyor haliyle. İlber Ortaylı tam bir Türk aydını, kendi deyimi ile Türk münevveridir. Belirtmeden geçmeyeyim; önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde benim adayım İlber Ortaylı’dır. Lafı uzatmadan kitaba dönelim. Kitapta Osmanlı’nın son yılları ile Cumhuriyet’in ilk yılları arasındaki çalkantılı dönem anlatılıyor. Özellikle Avrupa orduları karşısında kaybedilen savaşlar, Avrupa medeniyetinin ithalini gerekli kılmıştır. Burada İlber Hoca’nın tespiti fevkalade yerindedir. Avrupa medeniyeti esasında müzik ve filolojiden oluşmaktadır. Çok sesli müzik ve karşılaştırmalı dil öğrenme eğilimi Avrupa medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Esasında iki yüz yıldır Avrupa medeniyeti ithal edeceğiz diye, her türlü gereksiz gösterişi ithal etik, bu iki ana medeni unsura ise dokunamadık. - Devamı için: http://altbaslik.com/2014/05/23/impar...
*“Tarih Nasıl Yazılır?” başlıklı bölümde: “Titus Livius; İmparator Augustus, Cladius, Nero ve Caligula devirlerinin tarihçisidir.” diyor. Doğrudur bizi ilgilendiren bu değil. Ben bu satırları okurken, eşim geldi (tarihi filmlere bakıyordu) Caligula’yı biliyor musun? dedi. Bende; “Elbette” diye cevap verdim. Onun ile ilgili dizi ve film olduğunu, seyredebileceğini söyledim. Aynı zamanda o döneme ait sevdiğim oyuncu Anthony Hopkins'in oynadığı Titus filmi ve o dönem çok sevdiğim "Ben Cladius” dizisini söyledim. İsteseniz bu kadar denk gelmez; tesadüfün böylesi. (Not: O dönemi merak ediyorsanız bu filmleri izleyin bence.) *“Türkiye'de Tarih Yazıcılığı” adlı bölümde: ‘Sürekli olarak ‘Yeni harflerin kabulüyle eski kültürümüz bitti!’ deniliyor. Sanki eski kültürümüzle eskiler çok iyi bağ kurmuşlardı. Eski tarihlerimiz, eski vesika derlemelerimiz maalesef bizden evvel ecnebiler tarafından yayınlanmışlardır.” demiş. Tarihle ilgilenmeyen, okumayı sevmeyen, yazmayı bilmeyen bir toplum olarak; yazım harflerinin ne önemi var? Harf şeklinin değişmiş olması neyi değiştirdi? Harf Devrimi’nden önce yapılan 28 Ekim 1927 tarihli nüfus sayımı da söz konusu iddianın değerlendirilebilmesi için farklı veriler sağlıyor. “28 Teşrinievvel 1927 Umumi Nüfus Tahriri, Fasikül 3, Usuller Kanun ve Talimatnameler Neticelerin Tahlili” isimli çalışma incelendiğinde: Harf Devrimi’nden önce Arap harfleri ile okuma yazma oranının erkeklerde yüzde 12.99 kadınlarda ise yüzde 3.67 olduğu, toplamda da okuryazar oranının yüzde 8.61 olduğu görülebiliyor. Ayrıca raporda 7 yaş üstü dikkate alındığında bu oranların erkeklerde yüzde 17.42 kadınlarda ise yüzde 4.63 toplamda da yüzde 10.58 olarak değiştiği de belirtiliyor. Yani bir şey değişti, eski kültürden uzaklaşıldıysa da bu okuma yazma bilen % 8 - 12 için değişti. Atatürk, 1928’in 9 Ağustos gecesi Sarayburnu’nda verdiği ve hem harf hem de musiki inkılabının başlangıcı olan meşhur nutkunda: “Türkiye’nin yüzde sekseninin okuma yazma bilmediğini” söyler. *"Midhat Paşa; İdamla Yargılanan Son Sadrazam" adlı bölüm Midhat Paşa'ya ayrılmış. Uzun zaman önce okuduğum kitap sayesinde en üzüldüğüm karakter. Ortaylı'nın belirttiği gibi başarılı bir vali ama başarısız bir sadrazam. Başarısızlıklarında kendi acele kararları kadar rakiplerinin de etkisi büyük. Yıldız Davası skandal davalardan biri; rakiplerin kıskançlıkları, kinleri ve geçmişin intikam hırslarıyla hukuk skandalına dönüşmüş. Gelelim beni etkiyen kitaba: Taif'te Ölüm - Hıfzı Topuz (1999). Tabii kitabın etkileyiciliğinin, unutulmazlığının arkasında yaşananların dramı kadar Topuz'un kurgusu ve kaleminin gücü var. *Osmanlı - Rus Savaşı anlatılırken Plevne Kuşatması Kahramanı Gazi Osman Paşa'dan bahsediyor. Ortaokuldan beri ne zaman Gazi Osman Paşa'nın adı geçse aklıma hemen Plevne Marşı gelir. Tuna Nehri akmam diyor, Etrafımı yıkmam diyor, Şanı büyük Osman Paşa, Plevne'den çıkmam diyor. XXXXXXXXXXX Düşman Tuna'yı atladı, Karakolları yokladı, Osman Paşa'nın kolunda, Beş bin top birden patladı... XXXXXXXXXXXX Tuna Nehri akar gider, Etrafını yıkar gider, Şanı büyük Osman Paşa, Düşmanları kırar gider... XXXXXXXXXXXXX Kılıcımı vurdum taşa, Taş yarıldı baştan başa, Namı büyük Osman Paşa, Askerinle binler yaşa. (Mehmet Ali Bey) *Osmanlı Rus Savaşı bölümünün son paragrafında:" Göç Osmanlı - Rus Savaşından beri Türkiye halkının hayatında, siyasetinde, iktisadi yaşamında önemli SORUNLAR getiren, bu sorunlarla birlikte bazı kazançlar da yaratarak ülkenin manzarasını değiştiren bir olay olarak bilinmelidir." diyor. Maalesef büyük savaşlar bitse de göçler hala devam ediyor, topraklarımız dış göç alıyor. Merhamet, muhtaç olana yardım etmek, sığınana el vermek elbette ulvi bir hareket ammaaa... Ortaylı'nın da dediği gibi önemli sorunları da beraberinde getiriyor. Kendi sorunlarımızı aşamamışken, dış göçlerle yeni sorunlara kucak açmak ne kadar doğru tartışılabilir. *Mısır Hanedanının Osmanlı Hayatına Etkisi başlıklı bölümde:"Hidiv hanedanı İstanbul'a gerçek anlamda Batı medeniyeti ve israfı getirmiştir." cümlesini okuyunca; o günlerde medeniyet (daha doğrusu Hidiv hanedanının özentisi) israfı getirmiş. Bugünlerde ise teknoloji ve özenti ( gereksiz bir yarış) tüketimi ve yaratılan tüketim toplumu israfı körüklüyor. *İmparatorluk Tecrübesi ve Türkiye başlıklı yazıda:" Çok az ülke kan ve can pahasına topraklarını savunmuştur. Rusya'nın Brest-Litovsk'ta, Sivastopol'da, Moskova, Stalingrad ve Leningrad'da milletin kanı, canı pahasına savunma yaptığı malumdur. Marne ve Verdun cepheleri de, Fransa'nın vatan savunması yapabilen, milli şuura sahip bir tarihi kimliğe sahip olduğunu gösterir. İşte Çanakkale'de bu türden abidelerden biridir." denilmiş. Bu satırları okuyunca ister istemez günümüzü düşündüm. Her ne kadar geçmiş dönemdeki kadar büyük savaşlar çıkmasa da; savaş başlar başlamaz, pılısını pırtısını toplayıp başka ülkelere göçüyorlar. Nerede kaldı önceki nesiller gibi kanı, canı pahasına vatanı, toprağı için savaşanlar? Yüzyıllardır savaş yaşamış bir millet olarak biz topraklarımızı bırakmamış, kimseye sığınmamış bir ırkın ahvadı (torun, soy) olarak; savaştan, vatanlarından kaçanları da anlayamıyorum, bunu da sabit fikirli olmama, anlayışsızlığıma verin. *Kitabı okurken ufak bir ayrıntı dikkatimi çekti: Ortaylı, hep "Son Padişah" diyor, padişahın adını zikretmiyor. Bilmediğinden değil herhalde. Ama bunun sebebini çok merak ettim (paparazzilik duygularım kabardı).
In the early years of my adolescence, I too may have been on the side of the very people I now mercilessly criticize, even though there had always been a point inside me that never truly accepted it. For example, on social media applications only a single world confronted me: sports, politics, astrology, anime, and so on. Those who stepped outside such trend topics were so few, and even if they existed, they were so hard to find. So that my mind, then only just beginning to get to know the world, naively consumed them. Although I was never a phone addict—neither using social media excessively nor walking with my head buried in it—a certain amount of these mainstream subjects was still able to give me pleasure. I was never fully convinced by them all, but I let them seduce me enough to shape my fantasies, my body image, and even my sense of self. I derive from my experiences of that period the conclusion of how LGBT people are, in fact, mainly formed in an “artificial” way. Evidence: if they were completely alone in the world, they wouldn’t still be so obsessed with gender transitioning or even outward expression of their sexuality. Thus I had come to dislike my body and even had felt the intense desire to become a woman. Because sexuality was everywhere. Yet all of this was merely the result of being excessively engaged with the world, and of this engagement continuing unconsciously and uncontrollably. Now I see children whose ages haven’t even reached double digits spending from morning till evening with empty popular culture videos, writing to someone with a single click, using emojis as love and thereby dehumanizing the other side by reducing them to a digital profile, and so on. Perhaps this process, which begins at age seven, continues until age seventeen precisely because there is no obstacle in the way, because it is lived in a “free” world, and thus what emerges is an assimilated, hollow, reactive, lustful, and aggressive—whether towards oneself or towards others—adolescent with tons of friends that chain them to the world but no inner life. I was able to liquidate this world because I did not have a group of friends, the very people who pull one back into this hell. I was entirely alone, and thus, by producing my own thoughts on my own, I gradually detached from this hallucination. When, years later, I abandoned this world forever, I no longer felt even the slightest interest in politics, no longer considered famous people as authorities, no longer found anime fans profound, and no longer felt disgust for my biological sex.
Ders kitabı niteliğinde okumak için almıştım. Beklentimi hiç karşılamadı. Genelde İlber Ortaylı hocanın yorumlarını içeren bir kitaptı. Başarısız buldum. Nutuk kitabını tekrar okusaydım daha faydalı olabilirdi. Kitapta bence kitabın ismiyle alakalı olmayan bölümlerde vardı. Hoca kitabın sonunda Gazzeyle ilgili bölüm yazmış. “İmparatorluğun Son Nefesi Osmanlı’nın Yaşayan Mirası Cumhuriyet” ile bitişi neden böyle olmuş anlamlandıramadım. Çok vasat.
Kolay okunan, insanı hiç sıkmadan konuları anlatan bir üslup ile yakın tarihimiz hakkında bilgi veren bir kitap. İlber Ortaylı kitapları okurken bu şekilde bilgi edinmek bir tür gereklilik oluyor. Herkesin okuması gereken kitaplardan. Özellikle İstanbul ile alakalı olan son kısımlarda ister istemez hak vermenin ötesinde, bu şehri bu hale getirenlere sinirlenmeden edemedim.
Osmanlı son dönemi, birinci cihan harbi ve kurtuluş savaşı sürecinde olan belirli olayları bu sürece etkisi olan kişileri detaya girmeden tadında bırakarak anlatmış İlber hoca, bu bakımından kitap benim beklentimi karşıladı.Dili açısından da sanki İlber hocayla sohbet ediyormuşum hissi verdi.Keyifli bir kitaptı.
Osmanlı nın son dönemleri ile cumhuriyetin ilk dönemleri arasındaki önemli olayları akıcı bir dille okuyucuyu sıkmadan anlatan bir kitap. Kitabın sonlarına doğru güncel konular hakkında yazar ile yapılan röportajlara da yer verilmiş. Güncel bir takım siyasi olayları tarih süzgecinden geçirip yorumlaması çok hoşuma gitti. Bence okunması gereken bir kitap. Saygılarımla,
Türkiye'nin son 200 yılına dair iyi, yer yer detaylandırılmış ve okunması gereken kaynakların işaret edildiği, kolay okunabilen bir özet. Gündemdeki başkanlık meselesi gibi meselelerin dünyadaki örnekleri ile karşılaştırılmasının yanında Ortaylı'nın bu dönemlere ait röportajları da kitapta toplanmış.
Sohbet tadında, tarihimizdeki bilinmezler/az bilinenler hakkında bir kitap.. Osmanlıca kelimeler daha az olsaydı da bir elde telefon, sözlükte kelime aranmasaydı daha iyi olurdu ama. Telefonu ele aldıkça ilgi dağılıyor ister istemez. Her şeye rağmen yine harika bir İlber Ortaylı klasiği. Röportaj kısımlarına bayıldım. Tavsiye olunur. =)
Bu defa konular bolum bolum anlatildigi icin kafaniz dagilmadan bilgi sahibi olabilirsiniz. Son bolumdeki roportajlar yuzunden bir yildiz kirdim. Ogreticilik bolumune soyleyecek sozum yok ama roportaj okumak istersem netten arastirip bulma sansim var gibi dusundum...
Osmanlı'da yenileşme hareketleri ve 20.yüzyılın başlarında ülkenin çektiği sorunların güzel bir özeti olduğu gibi, günümüzdeki "Başkanlık", "Lozan", "Musul", "12 Adalar" ve "Çarpık Kentleşme" sorunlarına tarihsel bir inceleme yapıyor. Öğretici olduğu kadar düşündürücü de...
Tarihimizin bu bölümü hakkındaki genel geçer bilgilerimin ne kadar eksik ve yanlış olduğunun farkına varmamda İlber Hoca'nın kitabı oldukça yardımcı oldu. Bu eksiklerimi daha fazla tarih okuyarak kapatmam gerekecek.
İlber Hoca derin tarih bilgisini ve derine inebilen farklı bakış açısını güzel bir dil ile anlatıyor. İlk bölümleri biraz sıkıcı gibi başlasa da, sonralarda oldukça akıcı bir hal alıyor kitap.