"True in the way only great fiction can be . . . Every word matters. Read it" CLARE OSHETSKY
"Clara's sentences are tender and illuminating, they carefully guided me along a complex family story, like stones skimming on water . . . I'm so thankful this book exists" SZILVIA MOLNAR
This is the story of a child with black eyes that float in and out of focus, a child soft and round, with translucent, blue-veined legs unable to hold his weight. This is the story of his place in the Cévennes house where he was born, overlooked by swaying trees and craggy mountains.
This is the story of his the eldest who spends his days cheek-to-cheek with his baby brother, attuned to the rushing, buzzing, whistling sounds that connect him to the outside world; the sister who rejects him and resents him for consuming the attention of her parents and brother, for turning her family upside down; and the youngest, whose life unfolds in the shadow of what his brother's might have been.
This is the story of the ancient stones embedded in the courtyard walls, devoted witnesses to the children's lives, who watch over them and tell their tale.
A fable for our time, And the Stones Cry Out delicately paints the portrait of a family adapting to their circumstances, to each other, and to a world not built for difference.
Mahvoldum ya. O kadar hazırlıksız yakalandım ki, mahvoluşum katmerlendi. Konusunu bilmeme, çok etkileyici olduğunu duymama rağmen aptalca bir özgüvenle "119 sayfa bana ne yapabilir ki" dedim. Çok şey yaptı çünkü o kadar iyi, o kadar incelikli yazılmış bir metin ki bu, yapmaması imkansızmış zaten. Clara Dupont-Monod'un Taşların Anlattığı kitabı, epeydir okuduğum en özel metinlerden biri oldu.
"Biz, bu hikayeyi anlatmaya yeltenen avlunun kızıl taşlarıyız, bizim için aslolan sadece çocuklardır. Anlatmak istediğimiz onlardır. Duvara gömülü olan biz, onların hayatlarına bakarız. Asırlardan beri tanığız. Hikayelerin unutulmuşları hep çocuklardır."
Anlatıcımız taşlar, kadim taşlar. Fransa’nın ücra bir köyünde sessiz sakin bir hayat yaşayan bir ailenin öyküsünü dinliyoruz onlardan. Aileye doğan üçüncü çocuğun engelli olduğu ve çok yaşamayacağı kısa sürede anlaşılıyor ve bunun ardından ailenin tüm bireylerinin dönüşümü başlıyor. Acıya, çaresizliğe, korkuya her biri bambaşka tepkiler veriyor, büyüyen ama büyüyemeyen bu çocuk hepsini ayrı biçimlerde sınıyor, biz de işte taşların ağzından dinliyoruz hepsini.
Taşlar, dedikleri gibi, çocukları anlatıyorlar. Üç bölümden oluşan kitapta da önce hayatını bu savunmasız çocuğu korumaya adayan ağabeyi, sonra çocuğun ailede yarattığı dönüşüme büyük bir öfke duyan kız kardeşi, en sonda da aileye sonradan eklenen küçük kardeşi anlatıyorlar bize. Ama ne anlatmak, nasıl anlatmak. Bu kadar zor bir konuyu asla duygu sömürüsüne başvurmadan anlatabilmek, "normal" kavramını didaktikleşmeden bu derinlikte didikleyebilmek, isimsiz karakterleri bu ölçüde katmanladırabilmek, tüm bunların taşların ağzından anlatabilmek... Tanrı anlatıcı gibi ama değil gibi, o kadar özgün bir yöntem bulmuş ki, hayran kaldım.
Sevgiye dair okuduğum en unutulmaz anlatılardan biri olarak kalacak bende. Çok yerin altını çizdim, aklımda çok şey yer etti - hoyratlığın kırılganlıktan doğabileceği, bizden evvelki travmaların bize neler edebileceği, sevginin yasa dönüşebileceği...
Çok, çok, çok sevdim. Şu cümleyle bitireyim: "Kız artık bağların farklı şekilleri olabileceğini biliyordu. Savaş bir bağdır. Keder de öyle."
Taşların Anlattığı güçlü bir roman. Fransa’da küçük bir kasabada yaşayan ailenin engelli bir çocuk sahibi olmasıyla, aile fertlerinin değişen hayatlarını okuyoruz. Ağabey, kız kardeş ve sonradan olan bir diğer kardeş üzerinden anlatılıyor hikaye. Her bireyin bu durumla nasıl başa çıktığını, kiminin şefkatle kiminin de öfkeyle nasıl hayata tutunduğunu çok güzel anlatıyor yazar. Karakterlerini yargılamaktan ziyade anlamaya çalışıyor ve bu da romana başka bir boyut katıyor.
Yazarın genel olarak şiirsel bir dili var ancak metin oldukça akıcı. Hassas ve bir yandan oldukça zor bir şey anlattığı için yer yer duygulandığım yerleri oldu, bazen de içim gerçekten karardı ama son bölümle yazar o kara bulutları da bir şekilde dağıttı. Kitabı bitirdiğimde tatlı bir burukluk hissediyordum ki böylesine bir konuyu ele alan bir metin için doğru duygu bence bu olmalı. Uzun lafın kısası, Taşların Anlattığı kısalığına rağmen yoğun ve oldukça etkili bir roman.
This beautiful novella is set in the French Cévennes—a mountainous region in south-central France. It initially seemed odd to me that ancient stones from within the family’s courtyard should be the narrators of the story but that feeling quickly vanished. It somehow made sense they would introduce themselves this way: "We… are devoted to children. We carry their stories deep within us, and it is their tale we wish to tell." After all, the ancient stones had been witness to countless generations of Cévenol families.
The book is centred around the lives of a family: the parents, the Firstborn (as he is called), the Sister (as she is called) and, much later on, a fourth child—a boy, called the Last-born. But the main focus of the book is what follows after the Mother gives birth to her third child—called simply the Boy—who is born with severe disabilities. He is unable to see or speak, cannot walk or sit up, his legs and arms are misshapen from disuse, and his skin is translucent. He is carried everywhere, gently laid upon pillows, and fed a mixture of soft foods. He is able to hear, and he seems to love the sounds of nature around him—the wind, the birds chirping, the leaves rustling. He appears to really enjoy being in the presence of the Firstborn and the sensation he feels as his brother gently touches his lips to the Boy’s chubby cheeks. Other kinds of touch are painful, though; his skin is so thin, lined with blue veins. Doctors told the parents it was likely he wouldn't live more than 7 years. So, early on, the Firstborn decided he would devote his life to loving and caring for this beautiful, very special little boy. They became incredibly close; one rarely seen without the other.
The publisher, Hachette Australia, calls the book a “fable for our time” and goes on to say it “delicately paints the portrait of a family adapting to their circumstances, to each other, and to a world not built for difference.” That beautifully sums up the essence of the story. Although, at times, it feels enveloped in sadness and grief, deep love lives here. There is the very real sense this child belongs—he is necessary to the lives of this family. And though the world around them may not readily accept his differences, this family, so resilient in the face of hardship, is hopelessly devoted to the lives of every member of the family, regardless of their nature or abilities. All are deeply and equally loved.
And the Stones Cry Out is a unique and beautiful book.🍃 I highly recommend it to all. This is a story you will never forget.
Piękna, krótka, ale bardzo treściwa opowieść o tym, jak dziecko z niepełnosprawnością w różny sposób może wpłynąć na zdrowe rodzeństwo. Książka ma tylko 203 strony, narracja jest prawie bez dialogów i to uważam za jej wielki atut, bo tę historię można by spokojnie rozpisać na wielką przedramatyzowaną powieść. Zamiast tego autorka daje nam trzy sylwetki, z którymi spędzamy chwilę czasu i poznajemy wpływ na ich życie tytułowego Braciszka.
La forme du récit m'a éloignée complètement de l'histoire et je n'ai rien ressenti pour personne. Parfois à trop travailler son style on perd de vue le principal.
Kitap bitti, burayı açtım. Öylece duruyorum. 120 sayfada bu kadar yoğun duyguları böylesine kırılgan, zarif, gerçekçi bir şekilde aktarabilmek nasıl bir başarıdır bilmiyorum. Clara Dupont-Monod şu hayata yazar olmaya gelmiş sessiz sakin bir büyücüymüş adeta. Kalbim hem yumuşacık hem de paramparça oldu sayesinde, teşekkür ederim.
Taşların Anlattığı, üç bölümden oluşuyor. Hikayeyi evin taşları anlatıyor ki bence bu bile muazzam bir fikir ve hiç mi hiç sırıtmıyor. Olaylara farklı karakterlerin gözünden baktığımız hikaye, gücünü bir sürü şeyden alıyor olsa da bence en önemli tarafı ajitasyona düşmemesi. Kolaylıkla Kemalettin Tuğcu romanına dönüşebilecek bu hikaye, koşulsuz sevgiye, insan olmaya, kardeş olmaya dair yazılmış en sahici, en duygusal, en edebi metinlerden birine dönüşüyor. Çok ama çok etkilendim. Uzun uzun süslü cümlelere başvurmadan da harika bir şey yazılabileceğine dair muazzam bir örnek. Sessiz, sakin ama bir yandan da dev. Elimde olsa sayfalarca övebilirim bu kitabı sanırım. Yıl bitmeye yakından 2024'te okuduklarım arasında en sevdiklerimden biri oldu.
çooooooooooook sevdim. ilk bölümde ağabey, ikinci bölümde kız kardeş, üçüncü bölümde ‘sonuncu’… hüzünlü, iç burkan ve anlatmak istediği şeyi son sayfada ‘DAN’ diye yüze vuran, inanılmaz akıcı ve etkileyici bir metin. güç kavramına ilişkin okuduğum en etkileyici 5 romandan biri olabilir. çok etkileyiciydi, asla bu kadar sağlam bir kitapla karşılaşacağımı düşünmemiştim. tıpkı geçen yıl okuduğum alexandre seurat - sakar gibi çok büyük ‘ah’ çektim… mutlaka okunmalı, tavsiye ederim.
Fransa’nın kırsal bir bölgesinde yaşayan bir ailenin üçüncü çocuklarının engelli doğmasıyla ailenin diğer fertlerinin hayatlarının nasıl etkilendiğini ve ailenin zaman içindeki değişimini anlatan etkileyici bir novella Taşların Anlattığı.
Başlamadan önce, engelli bir çocuk ve kardeş sahibi olmak, bununla yaşamak ve gündelik hayatı sürdürmekle ilgili bir kitap olduğunu düşündüm, ki nitekim öyle. Ama kitap, beni daha farklı bir yerden daha çok yakaladı. İnsan denen kompleks canlının karakterinin, içine doğduğu, beraber büyüdüğü, aile denen daha da kompleks ilişkiler yumağından nasıl etkilendiği, onun içinde nasıl şekillendiği, ondan etkilenerek ya da ona tepki olarak şekillenen karakterinin geri dönerek aileyi nasıl beslediği ya da etkilediği ve bu sonsuz döngüyü düşündürdü her şeyden önce bana bu kısacık kitap. İnsan karakteri derken sanki çok stabil, her duruma ve herkese karşı aynı olan bir sabitten bahsediyoruz çoğunlukla, işte kitap bunun ne büyük bir yanılgı olduğunu sarsıcı bir hikayeyle hatırlatıyor okura. Aile içindeki bağların ve ilişkilerin farklı bireyleri üzerinde nasıl farklı yansımaları olduğunu, bunların nasıl başka başka karakter özelliklerini, travmaları ya da hayatta kalma stratejilerini gelişmesine sebep olduğunu, bu özelliklerin ailenin bütününün kaderini nasıl çizdiğini ve bu kaderin de yine insanı en başa götürüp tekrar ve tekrar şekillendirdiğini, engelli bir bireye sahip olmanın da sayısız bağ ya da ilişki durumlarından en sarsıcı olanlarından biri olduğunu muazzam işliyor metin.
Beni alıp götürdüğü tüm bu düşünceler bir yana, yazarın anlatımı da oldukça güçlü. Böyle bir travmanın bir ailenin yaşantısını nasıl değiştirdiğini oldukça uzun bir zaman döneminde işlerken ve tüm bu zaman dilimini bize fertlerin duyguları ve birbiriyle ilişkisi üzerinden sunarken, bu kadar kısa bir metinde, hiç kopukluk hissi yok. Tüm hisleri ve ilişkileri öyle kilit noktalardan ele alıp aktarmış ki yazar, yıllara hatta neredeyse bir ömrün yarısına yayılan bir hikaye olmasına rağmen 120 sayfada tüm bu yıllar ve yaşananlar gözünüzün önünden geçip gidiyor. Şüphesiz her şeyi anlatmıyor yazar ama siz tüm tabloya vakıf oluyorsunuz.
Herkesi farklı bir yerden etkileyebilecek ama bence herkese mutlaka dokunacak bir kitap. Okuyun, pişman olmazsınız.
Malgré quelques réserves, qui ne tiennent qu'à mes goûts, j'ai trouvé le texte intéressant et touchant. Je me suis bien représenté les lieux et la fratrie. J'ai trouvé la scène de l'orange marquante, et sa reprise très habile. Les ressentis et attitudes autour de cet enfant particulier de la famille paraissent très justes, la fin de l'insouciance, la position dans la famille que chacun doit occuper. Il est intéressant de voir comme un personnage peut trouver sa place par instinct, et un autre par le raisonnement. Je n'avais jamais réfléchi à cela en ces termes avant ce roman . J'ai été en revanche gênée par des scènes ou dialogues trop symboliques, pour moi toujours un grand risque pour l'attachement aux personnages et je n'ai pas vu l'intérêt de l'angle de narration tel que présenté . Je pense que le livre aurait été le même , écrit pareil, sans avoir fait mention de cet angle particulier . Voilà une chronique décousue à laquelle je reviendrai peut être.
Taşların Anlattığı, Eylül’ün @eylulgormus yorumunu okuduğumda radarıma girdi. Aslında o yorumda okumamam için her türlü uyarı vardı lakin ben yine mesajları tamamen yanlış anlamayı seçip, elimdeki kitap biter bitmez başladım.
Kitap üç bölümden oluşuyor; iki çocuklu bir ailenin, aralarına yeni katılan üçüncü çocuğun ağır engelli olduğunu ve kısıtlı bir yaşam süresine sahip olacağını öğrenmelerinin ardından yaşadıkları kırılımı çocukların dünyasından anlatıyor. Bu tip engelli bir çocuk ya da evlat kaybı konuları -hem kurguda hem de gerçek dünyada-genellikle anne ve babanın açısından ele alınır normalde ve çocuklar görmezden gelinir. Bu açıdan da ayrıca kıymetli bir kitap. Ancak duygusal açıdan oldukça zorlayıcı. Çünkü kitapta özellikle de birinci bölüm olan “Ağabey” bölümünü bitirdiğimde bu hikâyenin yazarın hayatından geldiğinden emindim. Çünkü yaşanmış bir acının o kadar net bir aktarımıydı ki ben de ertesi güne kadar kitabı elime alamadım tekrar. Kitabı bitirdikten sonra yazarın röportajlarına daldığımda, kendisinin de 10 yaşında vefat eden engelli bir kardeşi olduğunu öğrendim. Bu noktadan sonra taşların tam olarak yerine oturdu. Çünkü, bu kaderin birebir aynısını yaşamanıza gerek yok; eğer ölümle çok erken tanıştıysanız, hiçbir çözümünüzün olmadığı bir hastalıkla savaşın içine dahil olduysanız, asla tamamen iyileşemeyeceğiniz bir sorunu kabullenerek yaşıyorsanız, bir ortama ya da aileye yaşanan bir kaybın ardından katıldıysanız, ya da kısaca hayatınız bir noktasında asla eskiye dönemeyeceğiniz bir kırılım yaşadıysanız; bu kitap geriye ittirdiğiniz bütün duygularınızı yeniden uyandırıp sizi mahvedecektir. Çünkü üç bölümde de bastırdığınız ya da normalleştirip kanıksadığınız öfkenizi, kaybetme korkusuyla insanlardan uzak durmanızı, tedirginliğinizi, dünyadaki yerinizi sorgulamanızı ve hüznünüzü ayrı ayrı hatırlatacaktır. Eğer hayatın şanslı tarafındaysanız mutlaka okuyun. Çünkü engelli çocuklara sahip ailelerin hem toplumda hem de bürokratik süreçte nasıl dolambaçlı ve yıldırıcı yollardan geçtiklerini, nasıl bezdirildiğini, dışlanmayı ve içine düşürüldükleri duygusal ikilemi, ölümün doğurduğu öfkeyi ve ruhsal kırılımı kısacık bir kitapta muazzam bir gerçeklikle anlatıyor. Bunları kitaptan öğrenmek çok daha huzurlu bir yol bence. Ancak diğer taraftaysanız biraz sarsıcı bir kitap olacağı uyarısını düşsem de kendinizi hazır hissettiğiniz bir aralıkta mutlaka okuyun derim.
“Para ele tinha de ser tudo delicado, tépido, suave, coisas de recém-nascido ou de idoso. Ora o menino não era nem uma coisa nem outra. Era um ser a meio caminho, um erro, entalado algures entre o nascimento e a velhice. Uma presença que estorvava, sem palavra nem gesto nem olhar. Por conseguinte, sem defesa.”
Dividido em três partes, este livro conta a história de um menino deficiente e das marcas que este deixa na vida dos seus irmãos. Amor, dedicação, proteção, revolta, indiferença e desgosto, são alguns dos sentimentos que afloram ao longo da leitura. Apesar da dureza do tema, consegui encontrar alguma delicadeza na escrita da autora. É um livro sensível mas a recomendar.
Gdy na literacki świat przychodzi “dziecko nieprzystosowane do życia” na horyzoncie często pojawia się widmo rzewnego kiczu, wyciskacza łez. Co prawda są genialne powieści podejmujące ten temat, jak choćby “Piąte dziecko” Doris Lessing, ale - nie ukrywajmy - jedna Lessing na dziesiątki mniej udanych książek, nie budzi nadziei. Dlatego trochę sam siebie opędzałem przed lekturą “Braciszka”. Clary Dupont-Monod (tłum. Marta Szafrańska-Brandt).
Niesłusznie. "Braciszek" okazał się lekturą wciągającą, ciekawie skonstruowaną i psychologicznie intrygującą. A do tego czytającą się przez dwie godziny, co aktualnie bardzo mi odpowiada. Ta opowiedziana z trzech perspektyw - starszego brata, młodszej siostry i brata - historia doskonale pokazuje jak wiele zmienia w życiu rodziny pojawienie się dziecka z niepełnosprawnością. I choć brzmi to jak coś oczywistego, spróbujcie sobie wyobrazić, że nagle w waszym życiu pojawia się osoba, która całkowicie od was zależy. A do tego z diagnozą, że nie przeżyje kilku lat. Dupont-Monod niezwykle sprawnie udaje się pokazać strategie obrane przez członków rodziny Braciszka.
Widać w “Braciszku” kunszt literacki i poetyckość stosowaną nieprzesadnie, za co jestem autorce wdzięczny. Uważność i czułość autorki nie wykluczają też mówienia wprost o niepełnosprawności, nie unikania momentów wyjątkowo trudnych. To dobrze, inaczej byłby to właśnie nieznośny kicz.
Dupont-Monod zdaje się najwięcej uwagi poświęcać instynktowności zachowania swoich bohaterów, tego że niektórzy w takiej sytuacji potrzebują wiedzy, a niektórzy polegają wyłącznie na odruchach. I każdy jakoś sobie radzi z sytuacją. Tytułowy Braciszek, który "w leżaczku ustawionym blisko ognia, stanowił jedyny nieruchomy punkt w całym tym rozgardiaszu" stanowi wyzwanie, bo - jak słusznie pisze wydawca w opisie - przyniósł ze sobą mrok i ból.
Finał tej historii jest przewidywalny, ale emocje które są w niej opowiedziane i dobry styl z pewnością wyróżniają ją na półce “opowieści (jakby) z życia wziętych”. Nie powiem, że nie mogłem się oderwać, bo ja się łatwo odrywam od każdej historii, ale powiem inaczej - zrobiło to na mnie wrażenie, poruszyło mnie. Jak macie potrzebę poruszeń w dobrym stylu - polecam.
Τι γίνεται μάγκες όταν σε μια οικογένεια γεννιέται ένα παιδί, διαφορετικό από τα άλλα; Ένα παιδί με κάποιο σύνδρομο, με κάποια «ανωμαλία», ένα παιδί εν πάση περιπτώσει που από την πρώτη στιγμή οι γονείς ξέρουν πως δεν μπορούν να πάρουν τον εγωισμό και την υπερηφάνεια τους αγκαζέ και να την μοστράρουν στη γειτονιά και στους συγγενείς πως το δικό τους το παιδί είναι ευφυέστερο από τον Αϊνστάιν και σαφώς πολύ πιο ταλαντούχο από τον Πικάσο; Η «Προσαρμογή» είναι η ιστορία μιας συνηθισμένης τετραμελούς οικογένειας που μόλις γίνεται πενταμελής, οι ισορροπίες έρχονται τούμπα… βασικά σταματάνε να υπάρχουν ισορροπίες. Το μωρό που έχει γεννηθεί πάσχει από νοητική στέρηση, δεν μπορεί να περπατήσει, δεν μπορεί να μιλήσει, δεν μπορεί να εκφραστεί και σαν να μην έφταναν όλα αυτά είναι και τυφλό… Μπορεί να υπάρξει αγάπη προς κάποιον που δεν την αντιλαμβάνεται ή μήπως την αντιλαμβάνεται; Πώς μπορείς να αντέξεις την καθημερινότητα, πώς να τα βάλεις με την κοινωνία που στην καλύτερη περίπτωση σε λυπάται; Πώς είναι να είσαι μάνα, πατέρας, ο μεγαλύτερος αδερφός ή μεγαλύτερη αδερφή; Η συγγραφέας χαρίζει από ένα κεφάλαιο στα αδέλφια της οικογένειας… στον πρωτότοκο, στη μεσαία αδερφή… παρουσιάζει μέσα από τις πράξεις, τις μύχιες σκέψεις τους, τα αισθήματά τους που τόσο διαφέρουν μεταξύ τους από την εμμονική προσήλωση του πρωτότοκου, μέχρι το αβυσσαλέο θα μπορούσε να πει κανείς μίσος της μεσαίας αδελφής… και στο επίκεντρο ένα πλάσμα που δίχως να το θέλει, μόνο με τη γέννησή του, έχει φέρει τα πάνω – κάτω… Ένα βιβλίο βαθιά συγκινητικό, βαθιά ειλικρινές, ένα βιβλίο όχι σαφώς η χαρά της ζωής, αισιόδοξο ωστόσο που δείχνει με τρόπο ρεαλιστικό τι βιώνουν οι άνθρωποι της οικογένειας… βιβλίο που άγγιξε τη σκληρή μου καρδιά, που σε κάνει να νιώσεις, έστω λίγο, την καθημερινότητα και το άχθος αυτών των ανθρώπων και έστω για λίγο να σταματάς να μεμψιμοιρείς για τη ζωή σου… οι ήρωες βρίσκονται στη διπλανή πόρτα κι εσύ απλώς δεν το γνωρίζεις ή ακόμα χειρότερα το γνωρίζεις και κλείνεις τα μάτια…
Fransa’nın uzak bir köyünde yaşayan çiftin çocukları olur. Önce bir oğlan ardından bir kız. Ardından kadın tekrar hamile kalır, gebeliği de sağlıklı geçer. Artık beş kişilik bir aile olduklarında yeni doğan evlatlarının bir sorunu olduğunu fark ederler, ‘normal’ olarak adlandırılan her şey tepetaklak olmuştur şimdi. . Engelli bir evlat, kardeş, torun kaç hayatı değiştirebilir? Neyi değiştirir? Sadece kalkış saatlerini mi? Yeme düzenlerini, nereye gidip kaçta geleceklerini? Aslında bunlarla beraber belki de her şeyi.. Hayallerini en çok. Clara Dupont-Monod bu değişimlerle beraber derin bir çukur kazdırıyor okura. Korkularını, kırıklıklıklarını, hoyratlıklarını, keşkelerini koyabilecekleri koskoca bir çukur. Kısa, üç parçalı bir hikayede öyle yoğun duygularla kuşatılıyorsunuz ki.. Bana beklemediğim kadar dokunan bir kitaptı Taşların Anlattığı.. Bir portakal gördüğümde, ‘yalnızca bir portakal’dan fazlasını göreceğim örneğin. . Bahadırhan Bozkurt çevirisi, Suat Aysu kapak tasarımıyla ~
Narrateurs insolites: les pierres d'un village cévenole isolé. Elles racontent une histoire dure, pleine de souffrances, de replis, d'amour, de rébellon, de refus. Une fraterie, quatre au fil des ans. Le 3e lourdement handicapé, état végétatif. Bouleversemrnt de la vie des parents, une lutte désespérée contre une administration insensible et inepte. Le grand frère aventurier, meneur, fantasque transfiguré en protecteur du 3e, l'inadapté, à en devenir esclave volontaire. La n°2, la seule fille, rébellion totale, haine coupable envers le n°2, mais d'une volonté forgée contre nature. Le n°4, arrivé bien plus tard, mais qui n'échappe pas, ne veut pas échapper, à l'empreinte gravée par le n°3. Une histoire forte, dure, humaine. Noire? Optimiste? A découvrir.
📌 Bir gün bir öğretmeni ona meslek olarak ne yapmak istediğini sordu. "Ağabeylik," diye cevap verdi. . . 📚📝✒️ İlksöz: Bir bebek herkesin hayatını şekillendirebilir mi...
Kırsalda bir aile, iki çocukları ile hayatlarını devam ettirirken üçüncü bir çocuğun sevincine hazırlanmakta. Ama doğum, aile bireylerini sevinç yerine başka duygularla buluşturacak. Günler geçtikçe bebeğin "bebekçe" tepkiler vermemesi endişeler doğuracak. Ardından gelen doktor ve hastane kontrolleri ile hiç beklemedikleri bir gerçekle yüzleşecek aile; üçüncü çocuk doğuştan engelli.
Engelli bir çocuğun hayatlarına girmesi ile etkilenen ve değişen hayatlar. Ve en çok etkilenenler de kendileri de çocuk yaşta olan büyük ağabey ve küçük kız kardeş. Onların kendi içlerinde yaşadığı hisler, gelgitler, aldıkları sorumluluklar, pişmanlıklar, öfkeler, utanmalar ve nicesi. Her iki kardeşin yeni gelen bebeğe farklı tutumları. Ve her ikisinin de bu bebekle değişen hayatları.
Az sayfalı bir metine neler sığabilir diye düşünüyor insan, okudukça görüyor ki çok şey sığabilir, çok şey. İpucu vermeden anlatmam gerekirse, yeni gelen bebeğe karşı farklı tutumlar iki kardeşin davranışları ile aktarılıyor. Hangisi haklı hangisi haksız deme cüretini göstermiyorum, zaten kanımca yazar da böyle bir seçim yapmamızı istemiyor. Her duygunun ve davranışın -birbirine olabildiğince karşıt olsa da- insanı bir duygu/davranış olduğunu gösterme çabasında. İki farklı bakış açısı da kendince doğru kendi içinde. Ama hele bir son bölüm var ki deyip susayım. Sanırım yıl sonunda enlerim arasında olacak. Tavsiyemdir. Kitapla. Sağlıcakla. . . . Sonsöz(ler): 📌 Sevdiğinin başına kötü bir şey gelmesinden korkmadan sevebiliyor insan, yitirmekten korkmadan verebiliyor, yumruklar sıkılı yaşamamak gerek, tehlikeyi bekleyerek. . 📌 Bir yaralı, bir asi, bir uyumsuz ve bir büyücü. Güzel iş. . . .
Dezavantajlı bir çocuğun -aslında dezavantajlı tüm kesimlerin- bakımının zorlukları, süreçten kendilerinin, yakınlarının ve hatta onlardan sonra gelenlerin hayatının nasıl etkilendiği, aile bireylerinin, devletin, sosyal kurumların ve toplumun bu kişilere bakışı, hazırlıksızlığı ve hatta dışlaması, kurgu içinde ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Okurun içini sızlatan, farkındalığı arttıran ve fakat boğmayan bir anlatım.
Güzel bir fikir, anlamlı bir kitap başlığı, etkili bir kurgu ve üslup.
Çok etkileyici.
“… Durmuş bir anın yüreklerinde sonsuza dek asılı kaldığı o varlıkların arasına katıldı.…”, sf; 46.
Quis muito amar este livro mas não fui capaz. O tema é altamente perturbador para mim (por ter vivido uma situação que me fez lembrar esta) e não consegui distanciar-me deste gatilho.
A escrita é densa, lírica, extremamente literária e isso faz com que não tivesse conseguido sentir ligação nem com as personagens, nem com a história.
Será certamente um bom livro, mas não funcionou para mim.
Un roman très sensible, qui nous fait entrer dans l'univers d'une fratrie dont l'un des membres est né avec un lourd handicap mental, physique et visuel. Trois regards, trois façons de s'adapter à cet être différent. Une écriture qui passe par les sens. J'ai beaucoup aimé.
Aynı trajediyi yaşayanlardan bazıları bükülüyor, bazıları ise kırılıyor. Fransa’nın ücra bir köşesinde yaşayan iki çocuklu bir ailenin yeni ve “uyumsuz” üyesi, ailenin her bireyini ayrı ayrı ve derinden etkiliyor. Biz de ailenin çocuklarının bu kardeşe karşı hissettiklerini ve tepkilerini bahçe duvarının taşlarının gözünden izliyoruz. İnsan beyninin ve ruhunun doğuştan bir “tabula rasa” olmadığını, herkesin kendi karakteriyle dünyaya geldiğini, katı ve hassas oldukları noktalara göre, gelişen olaylara tepki verdiklerini üç bölümde çok güzel anlatan incecik bir kitap bu. İlk bölüm odağa ağabeyi alırken ikinci bölümde gözlerimizi kız kardeşe (ortanca kardeş) çeviriyoruz. Üçüncü ve son bölümde ise aileye -engelli bebeğin ölümünden sonra- en son katılan bireyin bu ailenin yaşadığı travma sonrası hayatı nasıl değerlendirdiğini okuyoruz. Bölümler arasında, odaktaki karakterin bakış açısına göre bazı detayların değişmesi oldukça ustaca düşünülmüş bir detay. Örneğin; ikinci bölümde kız kardeş, ağabeyin gözlüklerini çıkarıp masada unuttuğu söylerken biz, ilk bölümden biliyoruz ki ağabey aslında küçük kardeşini görmemek için çıkarıyor gözlüklerini. Yazar, bunun gibi küçücük ayrıntıları dahice anlatıyor. Umarım benim kadar beğenerek okursunuz.
Tout est bien dans ce roman : l'histoire, les personnages et le style. Bien qu'abordant un sujet délicat, l'autrice ne fait jamais basculer le roman dans le pathos, et elle offre au lecteur / à la lectrice des personnages variés et complexes.
J'aime vraiment beaucoup l'écriture de Clara Dupont-Monod. Les phrases sont ciselées, les mots employés à la fois précis, efficaces et jamais gratuits (on ne tombe pas dans le style soutenu pour le plaisir des mots, ici, tout a du sens).
Petit coup de cœur pour le personnage de la cadette dont l'intransigeance, la force et le désir de vivre me rappellent indirectement Aliénor dans La Révolte (parallèle renforcé par la présence du nom de Richard Cœur de Lion).
Un roman puissant, très bien écrit et structuré, dont le narrateur sont les pierres.
La naissance d’un troisième enfant dans une famille habitant un hameau dans les Cévennes, France, change la vie de tous les membres de cette famille et leur perception du monde.
Organisé en trois parties, il dit la même histoire, perçue différemment par trois membres de la famille. L’enfant handicapé qui ne peut même pas bouger, mais seulement entendre et sentir, est adoré par l’aîné, tandis que leur soeur le déteste, en le percevant comme un fardeau qui leur a abîmé la vie. Ce malheur abattu envers cette famille sculpte les futures personnalités des enfants. L’aîné, protecteur de manière obsessive, cannalise tout son attention envers le petit, et semble épuiser toutes ces réserves d’amour pour sa vie entière. Il se propose de ne plus s’attacher de personne et, en tant qu’adulte, il vit tout seul, pas marié, entouré seulement par deux ou trois amis. La cadette, froide et distante, est dégoûtée par le petit, et planifie une stratégie pour sauver sa famille: elle parle avec sa mère qui était devenue taciturne, elle anime son frère, elle se propose d’avoir de meilleurs résultats à l’école, afin de satisfaire ses parents. En tant qu’adulte, elle dans une relation et a deux fillettes. Contrairement au pronostic du docteur, le petit vit dix ans au lieu de trois.
Dans la dernière partie du roman l’attention est concentrée sur le dernier, l’enfant que les parents l’ont après la quarantaine, quand les deux autres sont déjà des adultes et ont fait leurs vies. Le dernier vit dans l’ombre du petit disparu, ayant parfois l’impression de lui avoir volé sa vie. Il est passionné par l’histoire et sent qu’il prend part à une résurrection de sa famille, qui se récupère maintenant suite au malheur vécu. Chacun doit s’adapter à sa manière.
Le roman est très touchant, sans avoir quand-même des effusions émotionnelles ridicules et des faux pas dans ce sens-ci, au contraire. Le style lapidaire est très poétique, surtout quand on évoque la nature des Cévennes, qui joue elle aussi un rôle important, on dirait un personnage secondaire parmi les autres qui n’ont pas de noms.
„ Depuis, l’aîné a grandi sans se lier. Se lier c’est trop dangereux”, pense-t-il. „Elle mesurait le chagrin de n’avoir plus son aîné près d’elle, qui aurait tant aimé partager ces matins. Elle se demandait comment faire le deuil d’un vivant. Elle sentait monter la colère envers l’enfant qui avait tout saccagé„. A propos, elle n’envisageait pas de se marier, car le couple, contrairement à ce que la société veut nous faire croire, est l’espace de liberté le plus grand. C’est le seul domaine qui échappe à la norme, à l’opposé du travail ou des relations sociales. Tu trouveras de couples qui se disputent sans arrêt et restent ensemble une vie, d’autres qui s’épanouissent dans le calme, ceux qui veulent des enfants et ceux qui n’en veulent pas, ceux pour qui la fidélité et primordiale et ceux qui la rendent accessoire. Beaucouo trouveront banal ce qui, pour d’autres, relève de l’anomalie. Et inversement. Il n’y a aucune règle, et autant de normas que de couples. Quelle idée de vouloir faire entrer une telle liberté dans un cadre officiel.
Un récit tout en retenue et pudeur, où les pierres de la maison familiale narrent l'histoire de ceux qui l'habitent. C'en serait presque un conte, les différents enfants se racontent, et racontent celui qui est né différent, les yeux éteints et le corps inerte. Sans jamais tomber dans le pathos on s'émeut du courage de l'enfance et de sa lucidité. Entre innocence et amour, ce triptyque donne une leçon d'humanité, de bienveillance, et de résilience.
Was für ein leises, sensibles, einfühlsames Buch. Ich habe es mit einem Kloß im Hals gelesen. Es zeigt die Wirkung eines behinderten Kindes auf seine Familie. Die Reaktionen auf diesen Schicksalsschlag sind grundverschieden aber gleichzeitig so nachvollziehbar. Wunderbares Buch.
Beaucoup d'idée d'écriture et de construction narrative mais qui créent une histoire et des personnages artificiels. La forme dessert le fond et nous éloigne de vraies émotions.