"Ayşe Şasa, bireysel ve toplumsal hastalığın kesiştiği noktada, İbn Arabi'yle tanıştığını söylüor. Muhtemelen reddettiği bir dünyayla tanışınca huzura yaklaştığını hissetti; yaşadığı kavmin reddettiği kesimiyle temasa geldi. Kendisini anlatan Ayşe Şasa dostumuzdan bizim de öğreneceklerimiz vardır." İlber Ortaylı
"Esasen sinemacı olan Ayşe Şasa, denemelerinde görsel olan ile zihinsel olanı kendi gönül aydınlığında sentezleyerek ifade ediyor. Bu yaklaşım, meselelere hem oldukça gerçekçi hem de metafizik açılımlar getiriyor. Yazılarının etkisi samimiyetinde. Bu samimiyet, yer yer müspet manada safiyete dönüşüyor. BUnca yıldır göğüs gerdiği hayatın ağır yüküne dayanmaktan oluşan bir temizlik, bir hayret. Günümüz entelektüel yaşamında az rastlanır bir meziyet." Mustafa Kutlu
"Ayşe Şasa, bir ermişin hayatını anlatıyor ipek kanatlı sayfalarda... Bu az şey değil." Hilmi Yavuz
Ayşe Şasa, 1941 yılında İstanbul’da doğdu. Babasının babası Bekir Şasa Orman Genel Müdürlüğü yapmış ve Ankara’nın Eskişehir çıkışında, yol kıyısında hatırasına oluşturulmuş bir orman vardır. Şimdiki adı Robert Kolej olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudu, 1960 yılında mezun oldu. Robert Kolej’in İdari Bilimleri Bölümü’ne devam etti(1963-1965). 1963 yılından itibaren senaristlik yaptı. Bu yıllarda kendisini Marksist olarak tanımlıyordu. Kemal Tahir ile güçlü bir dostluk kurdu ve bu dostluğun onun üzerinden derin etkileri oldu. Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç ve Gramofon Avrat gibi filmlere imza attı. 1993 yılında sinemayla ilgili Yeşilçam Günlüğü adlı denemeleri yayınlandı. Bu ana kadar başından üç evlilik geçti. İkinci evliliğini Ünlü Yönetmen Atıf Yılmaz ile yaptı.
1980'li yıllarda ağır bir psikolojik rahatsızlık geçirdi. Doktorlar şizofren teşhisi koydu. On yıllık inziva dönemi sırasında sinema piyasasından tamamen çekildi. Bu süreçte yanında 3. eşi olan Bülent Oran vardı. Bu dönemden sonra, düşünsel anlamda kendisini değiştirdi, daha bilimsel/sezgici bir hayat sürmeye başladı. Bu yeni yaşam tarzı, eserlerine de yansıdı. İbn Arabi ve Andrei Tarkovsky üzerinde derin düşüncelere sahiptir.
16 Haziran 2014 tarihinde bir süre tedavi gördüğü zatürre rahatsızlığı sebebeiyle hayatını kaybetmiş ve Sahrayıcedid Mezarlığı'na defnedilmiştir.
ibn arabi ile irşad edilen delilikle akıllılık arasındaki o ince çizgiyi tevhidde bulabilmiş olan değerli birisi ayşe şasa, kimisi ermiş diyor. ben kendimde yorum yapabilecek cürreti bulamıyorum hakkında. ama kendisinin kitabı okumadan önce de bildiğim bir sözü var ki çok fazla anarım: ''güncemin birinde şöyle demişim: ''kıyamet günü yaratıcıya anlamlı ve onurlu bir hikaye anlatabilmeliyim''. anlam ve onur. bütün savaşım bu ikisini, cinnet anlarında bile savunmak. cinnet bir kıyametse, anlam ve onur arayışı kıyamette bile insanı terk etmiyor.'' çünkü o cinnet anında bile anlamı unutmamak... nasıl bir derece ve kendine hakimiyettir bilemiyorum. allah kabrini genişletsin, mekanı cennet olsun inşallah.
Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başına çöreklenmiş, dünyayı kendince değerlendirmeye çalışan hayatımda okuduğum en çılgın yazar olur kendileri
*Ben başkalarını gözetlerken bir başka göz de beni gözetliyor. *İnsanlığın tüm serüveni, milyonlarca yıllık aşamalar,bir delilik nöbetinin bir dakikasında yaşanabiliyor. Çünkü bilinç çöktüğü zaman zaman ve mekan ilintileri kopuyor. *Einstein'i anlayacak kadar fizik bilgim olmadı; buna hep üzüldüm. *Kendimin değil belki de tüm insanlığın bilinçaltıyım. *Durgun yaşamın ortasına bir göktaşı düşmüş gibiydi. *Yapraklarımda yürüyen serin özsuyu duyumsuyorum. Kendi yeşilliğimi algılıyorum. Benden ona geçmesi gereken bir şifa olduğunu düşünüyorum. Özsuyumdaki serinliği ona aşılamak ona zerk etmek istiyorum. *Şimdi her şey değişmiş. Bütün bunlar yok olup gitmiş. Şehre bakınca semaya yükselen Allahu ekber volkanlarını, ortada akan la ilahe illallah ovalarını, elhamdülillah yaylalarını görüyorum. La ilahe illallah okyanusunda boğulurken "Hayret! Hayret! Hayret!" diye haykıran münkirlerin nidaları cennet kuşlarının cıvıltılarına karışıyor.
Her şey ben bu kitabı okurken oldu ne diyebilirim ki çok da zevk aldım. Yazarın hayatını da okumak lazım bence.
Kendini bulma ve iyileşme yolculuğunu ne güzel bir ustalıkla paylaşmış sevgili Ayşe Şasa. Rahatsızken yazdığı cümleleri bile o kadar akıcı ki kendini değil de bir roman kahramanını anlatıyor sanki. Severek okudum. Allah rahmet eylesin.
Yalnızlıkla, buhranlarla başlayıp ışıklarla sonlanan bir sergüzeşt. Çekilen türlü çileye rağmen mutlu sonla biten bir film gibi... Ayşe Şasa’yı okumalara doymam. Çünkü kıyamet günü Yaratıcı’ya anlatacağı anlamlı ve onurlu hikayeye ucundan, kenarından ben de şahit olmak istiyorum.
Izdıraplı bir çocukluğun hayat boyunca peşimizi bırakmayan izlerini sürmek ve zorlu bir hayatta, tutunmayı mümkün kılan manevi bir dönüşüm hikayesini satır satır okumak hayli ilgi çekiciydi.
“İç tecrübelerini açıklamak, bunları dile getirirken insanca paylaşımın onarıcı, şifa verici olanaklarından güç devşirmek” gayesiyle yazdığını ifade etmiş Ayşe Şasa, öyle olmuş da ♥️
Sezmek,özlemek,acı çekmek,yanmak,durulmak, ötesi ancak yazara malum, ben ol da bil hali. Ne güzel bir yolculuk, ne özlü bir anlatım. Hayatın tamamı bir lütuf olarak ilhamlarla dolu. Bu kitabın muhtevası o sayısız ilhamlardan biri ve diğerleri gibi değerli.
Sindire sindire ve günün en keyif aldığım vakitlerinde okumaya çalıştım. Merhume cefasını çekti, çektiği cefayı yazdı, aldığı meyve tatlı oldu inşallah. Allah rahmetiyle muamele etsin.
Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başına çöreklenmiş, dünyayı kendince değerlendirmeye çalışan hayatımda okuduğum en çılgın yazar olur kendileri
*Ben başkalarını gözetlerken bir başka göz de beni gözetliyor. *İnsanlığın tüm serüveni, milyonlarca yıllık aşamalar,bir delilik nöbetinin bir dakikasında yaşanabiliyor. Çünkü bilinç çöktüğü zaman zaman ve mekan ilintileri kopuyor. *Einstein'i anlayacak kadar fizik bilgim olmadı; buna hep üzüldüm. *Kendimin değil belki de tüm insanlığın bilinçaltıyım. *Durgun yaşamın ortasına bir göktaşı düşmüş gibiydi. *Yapraklarımda yürüyen serin özsuyu duyumsuyorum. Kendi yeşilliğimi algılıyorum. Benden ona geçmesi gereken bir şifa olduğunu düşünüyorum. Özsuyumdaki serinliği ona aşılamak ona zerk etmek istiyorum. *Şimdi her şey değişmiş. Bütün bunlar yok olup gitmiş. Şehre bakınca semaya yükselen Allahu ekber volkanlarını, ortada akan la ilahe illallah ovalarını, elhamdülillah yaylalarını görüyorum. La ilahe illallah okyanusunda boğulurken "Hayret! Hayret! Hayret!" diye haykıran münkirlerin nidaları cennet kuşlarının cıvıltılarına karışıyor.
Her şey ben bu kitabı okurken oldu ne diyebilirim ki çok da zevk aldım. Yazarın hayatını da okumak lazım bence.
Başları çok güzel. Muazzam. Bambaşka bir dünyaya götürüyor insanı. Şizofreniyi bizzat hastalığın pençesindeki birinden dinlemek çok ilginç. John Nash'i ne kadar sevdiysem Ayşe Şasa'yı daha bile sevdim sanırım.
Ama sona doğru yoruyor kitap, yoruluyor belki bilemiyorum.
Hele o sona koydukları makalemsi şeyler var ya hiç olmamış! Şizofreninin bilimsel açıklaması, tartışmalar, aslında ayşe şasanın şizofren olmadığı vs..hiç ama hiç gerek yokmuş. kötü olmuş.
Ama bu kitabın (ve bu kitapla aynı zamanda okuduğum bir kitabın) bana şiddetle tavsiyesi Muhiddin İbn Arabi okumaktı. Türkiye'ye dönünce yapılacaklar listesinin en üstlerinde fususul hikemi okumak var.
awesome if u wanna face somethin postmodern from the bosom of turkey:) she is crazy a really crazy one in terms of her autobiography which makes her have a crazy real hue on the narration... and the color starts from the black and dies peacefully in the white...