Aramızda bir sessizlik oluyor. Yatış pozisyonumuzu değiştiriyoruz, yorgan hışırdıyor. Başlattığımız tartışma içimde, öncekinden de şiddetli bir biçimde devam ediyor. Traudel'le bu tür konuşmalar yapmaya alışık değilim. Ayrıca, gerçekten korkuyorum. Bana göre, bu konuşma bile, çok korktuğum yıkımın gizlice başladığının bir işareti... Şimdi biraz kafa dağıtmayı çok isterdim, ama cinsel birleşmeden sonra televizyonu açmayı ikimiz de kaba buluruz. Fakat burada böyle karanlıkta yatıp duramam da. Yalnızlık normal de, birdenbire ortaya çıkması öyle iğrenç ki.
Sürekli hayat üzerine kafa yoran ve bir imge avcısı gibi etrafındaki küçük ayrıntıları gözlemleyerek mutluluk kırıntıları yakalamaya, bunlara tutunmaya çalışan bir adam iç dünyasıyla, hayatla, işiyle iyi kötü idare ederken, bir gün her şey sevgilisinin çocuk sahibi olmak istemesiyle altüst oluyor. Dengeler bozulmuş, sorgulama ve hesaplaşma başlamıştır artık… "Kafka'nın anlatı geleneğini sürdüren Genazino, titiz ayrıntılarla ördüğü romanlarını giderek mükemmelleştiriyor... Bu kitap küçük bir şaheser." Jan Bürger, Literaturen
"Gündelik hayatın ince ince gözlemlenmesi, mizah duygusu, sıradanlığı evrensel bir insanlık durumu olarak yorumlama eğilimi... Genazino'nun tipik özellikleri." Ulrich Greiner, Die Zeit
Wilhelm Genazino was a German journalist and author.
In the 1960s, he studied German, philosophy and sociology at Johann Wolfgang Goethe University in Frankfurt am Main. He worked as a journalist until 1965. During this time, he worked, inter alia, for the satirical magazine Pardon and co-edited the magazine Lesezeichen. Since 1970 he has been working as a freelance author. In 1977 he achieved a breakthrough as a serious writer with his trilogy "Abschaffel". In 1990 he became a member of the Academy for Language and Poetry in Darmstadt. After living in Heidelberg for a long time, Genazino moved to Frankfurt in 2004. That same year he was awarded the Georg Büchner Prize, the most prestigious award for German literature.
Genazino benim adeta ev arkadaşım, kurtarıcım ve yan komşumdur. Ne zaman ihtiyacım olsa oradadır. Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk adlı kitabı kitaplığımın dördüncü rafında, yani tam da göz hizamda durur.(Farkettiğiniz üzere çok da uzun boylu değilim) Benim için kolay erişebilir olmasının yanında, başkaları için ulaşılmaz olmasını dilediğimdir ayrıca. Çocukça bir paylaşamama duygusu diyelim. Çoğu zaman kitap önerisinde bulunurken bile kendimle savaşırım bu kitabın adını telaffuz etmek için. Ama bir yandan da Genazino'ya haksızlık edeceğim korkusuyla en sonunda söylerim.
Bir Gerhard var. Gerhard pantolonunu balkondaki ipe asan ve eprimesini günden güne izleyip bundan mana çıkartan bir karakter. Naifliğe bakın! O görüntünün kendisini rahatlattığını söyleyemediği bir de kız arkadaşı var: Traudel.
Gerhard İnsanların mutsuzluklarının incelikli bir hayatı nerede arayacaklarını bilmemelerinden kaynaklandığını savunuyor. (Hepimiz farkındayız peki çözümümüz var mı?) Gerhard'ın bizler için bir çözümü var: Yatıştırma Okulu! "Yatıştırma Okulu kurulur kurulmaz, mutluluktan uzak ortamlarda mutluluğun inşaası hakkında seminerler vereceğim. Bu benim uzmanlık alanım." diyor Gerhard. Ve ekliyor: "İkametgah yerim olarak şunu söyleyebilirim aslında: Traudel'in memelerinin kiracısıyım."
Zorlamasız, hayatın tam içinden, kendi gibi doğal bir dille anlatıyor Genazino tüm bunları. Sanki bir arkadaşımı dinliyor gibi güvende, keyifli bir uyuşukluk anına teslim ediyorum kendimi kitabı okurken. Anlattıklarına öyle güzel inandırıyor ki Genazino, ah pardon Gerhard, kim bilir belki de her ikisi ya da biri, ben hala köşede durmuş, Yatıştırma Okulu'nun açılacağı ve beni mutluluğa kavuşturacağı umuduyla yaşıyorum.
Bu kitaba bayılıyorum çünkü ben de Gerhard gibi biraz hasta olduğumu tahmin ediyorum ama arızamı nerede arayacağımı bilmiyorum.
Son olarak bu kitabı okuduktan sonra da Genazino'nun diğer kitabı "O Gün İçin Bir Şemsiye"yi okumanızı öneriyorum.
Öncelikle çok beğendim, bitince biraz daha uzun olsaydı keşke diye düşündüm. Gerhard Warlich, felsefe eğitimi görmüş, Heidegger üzerine doktora yapmış, dağıtım şöförü olarak girdiği çamaşır yıkama şirketinde müdür olmuş bir adam. Ayrıntıları gözlemleyen, hayatı seyreden aynı zaman diliminde mutluluk ve mutsuzluğu yaşayan, kültürlü, kibirli, Oedupis kompleksi tavan yapmış bir garip adam. Enis Batur’un deyimiyle “şakülden inhiraf” durumunda.
Üzüm yiyen derin dekolteli genç bir kadının göğüslerinin ve üzümlerin harikulade bir uyum içinde olduğunu görünce hem mutluluk hem de huzursuzluk hisseden bir kişilik. “Overthinking” denilen bir beyin yapısına sahip, yani 40 tilki devamlı dolaşıyor kafasında, kuyrukları birbirine karışırsa mutsuz oluyor, kuyruklar çözülüp tilkiler serbest kalıp dolaşmaya başlayınca mutlu oluyor. Sevişirken bile tilkiler faaliyette. Genelde düşüncelerinden dolayı mutsuz, tam da o anlarında mutlu olmasını sağlayan başka birşeyler geliyor aklına. Aidiyetsizliklerini ifade edebildikleri için anarşistleri kıskanan aidiyet duygusu olmayan bir adam. Arkadaşı Traudel devamlı iç dünyasında, boş zamanı yok sanki.
W. Genazino’nun mükemmel bir gözlem gücü var, edebiyat yükleri boylarından büyük kısa kısa cümleleri, mizah dozu çok iyi ve zekice kurgulanmış ironik yaklaşımları ile müthiş bir yazar. Böyle çok kıvrak zekaları (genius) okumak ayrı bir keyif. Kitabın konuları hayatın içinden, çevremizdeki insanlardan, olaylardan seçilmiş, bu durum okurken sıklıkla kendimizi de hatırlamamıza neden oluyor, sorgulatıyor, düşündürüyor hatta güldürüyor. Birgün bir yerde “Yatıştırma Okulu” açılmasını diliyorum. Belki de kafamın bir köşesinde “Warlich’ce” düşünme ve davranma bölgesi var, bilemiyorum.
2009’da yazılmış yeni bir roman olduğundan anlatılan olaylar, olayların geçtiği mekanlar güncel, bu ise okumayı daha cazip kılıyor. Farklı bir okuma istiyorsanız okuma listenize almanızı öneririm bu kısa romanı.
Bir adamın olduğu haliyle olmak istediği hal arasında kalışını, bu iki hal arasındaki boşluğu komik icatlarla doldurmasını okuyoruz.
Başkaları onu önemsemediği için kendini önemsiyor ama bunu bazen zihninin dışına gerçek dünyaya taşırıyor.
Onun bu daha incelikli bir hayatı elde etme arzusunu çok sevdim, ortaya koyduğu fikirleri ve çıkarımlara bayıldım.
Her ne kadar sümsük bir hali, eylemsiz bir hali olsa da Gerhard Warlich'in zihninin içindekileri okumak beni çok etkiledi.
Ve çeviri. Muhteşem muhteşem muhteşem. Almanca bilmiyorum ama bulunan Türkçe karşılıklar muazzamdı. Kitaptan aldığım keyfi katladı çeviri. Zehra Aksu Yılmazer'in eli, dili, zihni dert bulmasın.
Gerhard'ın nasıl düşündüğünü anlamanız için bir kaç alıntı bırakıyorum:
Tek bir kişinin çılgınlığının canlandırıcı, mucizevi bir tarafı var. Kafenin pek çok müşterisi kendi eksikliklerinin derinliklerinden izliyor ruh hastası kadını. Kadının deliliği yarı ölü insanlara nüfuz ediyor ve onların zavallılığını ortadan kaldırıyor. (s. 9)
Ben bir kek hırsızını gözlemlerken, biri de benim meyve çalmayı planladığımdan kuşkulanıyor; dolayısıyla, bilinmeyen olaylar arasında bağlantı kuran ve bana anlatılmaz bir paye veren veya yücelten veyahut başka bir gerçekliğe götüren bir bakış zincirinin mucidi olarak görebilirim kendimi şu an. (s. 11)
Üç yazı masası arasında, sokak dilencilerine para vermenin anlamlı olup olmadığına dair bir sohbet başlıyor. Bir kere bir şey vermeyegörün, tekrar tekrar geliyorlar, diyor Bay Walz. Öyle olacak tabii, diyor Bayan Schweter, dilenciler de kalıcı ilişkileri sever. Herkes hayatı anlıyormuş gibi yapıyor yine. İnanılmaz! (s. 37)
Burada olan biten her şeyin aşağılık olduğu kanaatiyle karışık bir gerçeklik tiksintisi kaplıyor içimi. (s. 50)
Yeni bir yazgıya maruz bırakılan kişi, bu durumun oturulup konuşulacağı kişi olamıyor haliyle. Durumu daima insanın hiç seçme şansı kalmamış gibi göstermek gerekiyor. Başa gelen her şey ancak böyle alınyazısı olabiliyor. (s. 66)
Bir korku duyup duymadığımı anlamaya çalışıyorum. Ama korku duyup duymadığım üzerinde düşünebiliyorsam, bu korku gerçek bir korku olamaz. (s. 72)
Yazı masasının üzerinden elimi uzatıyorum fakat Dr. Heilmeier başka bir dosyaya dalıp gitmiş gibi yaparak, biraz hakaretamiz bir ilgisizlikle odadan çıkıp gitmemi bekliyor. İnsanın tıpatıp kendisinden beklenen şeyi yapmak zorunda kalması ne feci! (s. 79)
Bir kadın eline bir plastik eldiven geçirip köpeğinin pisliğini yerden topluyor. Yani hayvanın ortalığa açıkça sıçabilmesi olgusuna, insanın sıçmasının ahlaken gizlenmesi olgusunu sonradan ilave etmiş oluyor. (s. 117)
Yıllarca daha iyi bir hayata hazırladım kendimi, dedim ama beklentim hiç gerçekleşmedi. Çok uzun bir süre duygusal ve melankolik bir ruh haliyle sızlanıp durdum ama sonunda şunu anladım: İnsandan beklenen, mutsuzluğuyla ihtiyatlı bir ilişki kurması. (s. 131)
Bi̇r yazarın okuduğum iki kitabı da bende 'bu kitabı okuduğum için şanslıyım' hissi uyandırıyorsa, o benim için çok iyi bir yazardır. Daha önce Jaguar'dan çıkan 'O Gün İçin Bir Şemsiye'sini okuduğum ve çok sevdiğim Genazino, benim için artık çok iyi bir yazar.
Daha ilk sayfalarından itibaren zeki, yalnız, gözlemci anlatıcı ile bütünleşiyorsunuz. Daha önce 'O Gün İçin Bir Şemsiye için yazdığım yazıdaki cümleleri bire bir kopyalamak istiyorum: Severek ve eğlenerek okuduğum bir kitap. Olayları veya kurgusuyla değil, ete kemiğe büründürdüğü ve kendini sevdiren ana kahramanıyla parlayan kitaplardan. Yazar, okurun kahramanı içselleştirmesini başarıyla gerçekleştirmiş. Bir süre sonra yolda yürürken kendinizi onun gibi düşünürken yakalıyorsunuz.
Kahramanımız, günümüzü mutsuzluk çağı olarak tanımlıyor, ve kendisi de aslında tüm davranışlarıyla bu mutsuzlukla başetmenin yollarını arıyor. Büyüleyici gözlem gücüyle, kıvrak zekasını birleştirerek bu bu çağ ve bu hayatla başetmeye çabalıyor. Kendisi ile toplum/çağ arasındaki bu uyumsuzluk, gözlem gücü, ve tabii ki ete kemiğe bürünmesi nedeniyle anlatıcı Holden Caulfield'ın orta yaşındaki hali gibi geldi.
Beni endişelendiren tek şey, her iki kitabın da (dil, karakter, düşünce biçimi açısından) birbirine fazla benzemesiydi. Benim çok hoşuma giden ve aralıklı okuduğum takdirde beni sıkmayacak bir tarz bu fakat yazarın sürekliliği açısından okuyacağım üçüncü kitabın daha farklı olmasını umuyorum.
Mutsuzluk ve çok-da-iyi-olmayan edebiyat çağında bir mutluluk ve okuma keyfi kaynağı bu kitabı mutlaka tavsiye ederim.
son zamanlarda bitmesin diye uğraştığım ayak sürdüğüm nadir kitaplardan biri. başından sonuna kadar keşke ben yazmış olsaydım kıskançlığı ile okudum. yazarın tarzı, düşünme şekli, bunu aktarma biçimi çok çok güzel. kendini, hayatını düşünen ve bu çağı yaşayan herkesin bir şans vermesi gerekiyor bu kitaba.
Bu romanla ilgili hissiyatımı umarım doğru anlatmayı başarırım. Başarırım çünkü aslında bu kitaba karşı hissettiğim çelişkiler benim kendi içimdeki çelişkilerim.
Öncelikle Genazino’nun anlatımına da, meselesine de şapka çıkarıyorum. Kitabı yer yer muzipliğine gülümseyerek, yer yer o yer edinememenin hüznünü çok içimde hissederek okudum. Ama... İşte bir ama koyacağım burdan sonra ki bu, benim hayatta Gerhard gibi karakterleri hem çok iyi anlayıp hem de benzerlerinden çok daralmamla alakalı (bazen kendimden de).
Daha incelikli bir yaşamın nasıl yaşanabileceğinin peşinde koşan, günlük sıradan rutinlerin - ev, iş, sevgili, sinemaya gitmek, yemeğe çıkmak, sevişmek, kitap okumak, her sabah gazeteyi aynı köşeden almak gibi - içinde kendine yer edinemeyip mutlu olabilmek için farklı incelikler arayan, “kendi içinde dağılarak ulaşılmaz hale gelen bir insan” Gerhard...
Gerhard’ın pek çok meselesini o kadar anlıyorum ki! Şu ifadeler mesela: “sittin senedir birlikte yaşamamıza rağmen bir başka insanın varlığına aslında devamlı katlanamayacağım korkusundan kurtulamıyorum. Bu ‘aslında’ herşeyin özü zaten. Bir çamaşırhanenin yöneticisiyim ama aslında bambaşka şeyler yapmak istiyorum. Büyük pis bir kentte yaşıyorum ama aslında bambaşka bir yerde olmak istiyorum. Traudel’le birlikte yaşıyorum ama aslında... hayır, bu düşünceyi düşünmeye cesaret edemem. Oysa düşündüm bile. Ve işte yine oluverdi: bir felaketi anlamadan izlemek zorundayım.”
Bu hisler, hayatımızın tamamında olmasa da en azından bir döneminde ne demek olduğunu bildiğimiz hisler olsa gerek. Hele de bizler... 21..yy insanları...
Öte yandan bu insan tipinden (bu bir tip mi bilemiyorum nasıl adlandırmalı) hayli bunalıyorum. Bir roman ve roman karakteri üzerinden konuştuğumuza göre yine romanlardan örnek vereyim, Yu Hua’nın Yaşamak romanındaki o başlarına ne gelirse gelsin ayakta durmak için çabalayan, mücadele eden, sırtından ter akıtan, gözyaşı döken, bir lokma için harcadığı çabanın sonunda akşam sofrasında huzurla oturabilmenin kıymetini bilen kanlı canlı roman kahramanları ya da Yaşar Kemal’in kanıyla, canıyla, ölüsüyle, dirisiyle yaşayan, ölen öldüren, çiçeklerine arıların cokuştuğu bir portakal ağacından hayat bulan o karakterleri... Hayatın akışını ve yaşamı, iyisiyle kötüsüyle, varıyla yokuyla yaşamayı bilen insanları hayatta kendime daha yakın hissediyorum sanırım. Gerhard’ı da çok iyi anladığını söyleyen de biri olarak, bu roman benim yaşamda durmak istediğim yeri, bunun için katettiğim yolu tekrar görmemi sağladı.
Yu Hua ve Yaşar Kemal örneklerini verdim. Her iki yazarın da kahramanları yaşamsal mücadeleler vermek zorundadırlar. Açlıkla, hastalıkla, zorbalıkla mücadele ederler. O yüzden huzurlu rutinler bu insanlar için hasreti çekilendir. Oysa Gerhard gibi işi, eğitimi, iyi bir geliri, sevgilisi olan, tuzu kuru denebilecek seviyedeki bu 21.yy insanlarının sıkılganlığı, buhranları hiç bitmiyor. Bunu bir şımarıklık olarak görmek de kolaya kaçmak olur sanki. Galiba yüzyılımızın mücadele edilmesi gereken zorbalığı da bu: insanların zincirlerini eskiye nazaran azıcık daha gevşek bırakarak özgürlermiş gibi hissettirip amaçsız bir köleliğe mahkum etmek; o zinciri, gevşekliğine rağmen farkedenlerse Gerhard gibi dağılmakla tutunmak arasında kayboluyorlar.
Sağlam kaynaklardan epey methini duyduğum Genazino’dan okuduğum ilk kitap. Kaynaklarım beni şaşırtmadı, gerçekten güzel bir roman. Sade bir üslupla, basitliğe düşmeden etkileyici olmak, derinlik yaratmak ayrı bir sanat. Gözlem yeteneğinin yanı sıra mizah gücü de hiç fena değil yazarımızın. Ama üzen bir hikaye bu. Ne aile ne de iş hayatında çarkların bir dişi olmak istemeyen ana kahramana zaman zaman, “ya şurada da tut kendini” dedirtti bana:) Psikoloji veya psikiyatriye merak duyanların ayrıca ilgilenebileceği bir kitap. Kafka’yla paralellik kurmuş bazıları ama bana daha çok Camus’yü (Yabancı), Y.Atılgan’ı (Aylak Adam) andırdı. Çeviri (Zehra Aksu Yılmazer) beğenilmiş anlaşılan ancak bazı yerlerde gereksizce Osmanlıca kelimelerin tercih edilmesi biraz battı bana. Yine de kötü bir çeviri değil.
Edebiyatın, bir şeyler okuyabiliyor olmanın varlığına şükrettiren bir kitap Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk. Başkarakter Gerhard Warlich'in ağzından sevgilisi Traudel'le ilişkisini, işini, günlük hayatını, çekincelerini, hayal kırıklıklarını ve onu mutlu eden küçük ayrıntıları dinliyoruz. Gerhard bir mutsuzluk çağında yaşadığımızı, mutluluğun gündelik yaşamdaki küçük ayrıntılarda bulunabileceğini düşünüyor. Ama Gerhard'ın da sürekli bir mutluluk içinde yaşadığını söylemek mümkün değil, Traudel'in beklentilerinden tutun da felsefe doktorası olmasına rağmen çalışmak zorunda kaldığı çamaşırhanedeki işine dek onu rahatsız eden birçok şey var hayatında. Gerhard hiçbirimize yabancı değil aslında, inanıyorum ki hepimizin içinde bir yerlerde bir Gerhard yaşıyor.
Genazino'nun anlatımı okuru büyüleyecek kadar güzel bir sadelikte, bu özelliğiyle bana Yu Hua'yı hatırlattı. Bu kadar kısa bir romanda bir karakteri böylesine ete kemiğe büründürmek de hayret uyandırıcı. Benim için 2020'nin en önemli kazançlarından biri Wilhelm Genazino oldu, diğer eserlerini de okumayı iple çekiyorum.
1943 doğumlu Alman yazar Wilhelm Genazino serbest muhabir olarak çalışmış gazete ve dergilerde editörlük yapmış, Alman Dili ve Edebiyatı, sosyoloji ve felsefe öğrenimi görmüş. Okuduğum iki romanında da karakterlere aynı eğtimleri yüklemiş. O Gün için Bir Şemsiye’deki isimsiz kahramanımız sosyoloji öğrenimi görmüş, bir süre gazetede çalışmış ama sonra alakasız bir meslek olan ayakkabı denetçiliğiyle hayatını devam ettiriyordu. Bu kitaptaki Gerhard Warlich de felsefe eğitimi almış zeki bir adam ve bir çamaşırhanede müdür olarak çalışıyor. Kız arkadaşı Traudel ile normal gibi görünen bir ilişkileri var. En azından Traudel’in çocuk sahibi olmak istemesine kadar her şey öyle görünüyor.
Buraya kadar olay örgüleri ile devam edecek, soluksuz okunacak çok katmanlı bir roman gibi görünmediği aşikar. Ama ince uzun paralel çizgilerde ilerleyen, şiir gibi bir anlatının seline kapılıp gitmenize neden olan bir kitap. Bu tanımlama size fazla abartı gelebilir. Detay işçiliğine bayılan okurlar içinse gayet anlamlı bir benzetme :) Monologlardan hoşlanmayan, diyalogsuz ilerleyen hikayeleri sevmeyen bir okuyucu iseniz daha en başta Genazino ile yollarınızı ayırmanız gerek. Hani son zamanlarda epey takipçisi olan bir yavaşlık hareketi var. Yavaş şehirler (cittaslow), yavaş yemek ( Slow food) , az önce öğrendiğim yavaş okuma (Slow reading) gibi alanları mevcut. Bence Genazino’nun edebiyatı, yavaş/sakin edebiyat/anlatı diye ( slow literature) diye bir bölüm olsa kesin o alana dahil olurdu. Kelimeler tane tane seçilmiş, olaylar inci gibi sıralanmış, narin, derin karakterli, akıllı kahramanlarla donatılmış kitapları.
Karakterimiz bir incelik avcısı. Küçük detaylarda büyük hayatlar gören, onların varlığı ile kendini her türlü depresif duygu durumundan kurtaran bir adam. ‘’Her insanın kendi içinde yalnız olduğunu ve bu yalnızlığın kötü bir şey olmadığını ‘’ düşünüyor. Felsefe okumuş olması omuzlarında ağır ama keyifli bir yük gibi. Gündelik hayatta felsefesiz yaşayamıyor. Ama öyle ahkam kesen, anlaşılması zor cümlelerle bezenmiş değil kitap. Aksine felsefe ve mizah uyumlu iki arkadaş olarak cümlelerde kendilerine yer bulmuşlar.
Kitaba başladığımda yarısına kadar hiç bırakmadan okudum ve sonra korkmaya başladım: Bu bitince ne yapacağım? Ve kalan yarısını yavaş yavaş okumaya devam ettim. Parça parça. Sonra fark ettim ki, Genazino'nun dili, boşluktaki duyguları anlatırkenki başarısı yüzünden ve gündelik hayattaki aklımızdan geçen "anlık" sesleri bu kadar güzel aktarabilmeyi mümkün kıldığı için bu kitaba vurulmuştum. Kitabı okuyalı epey zaman oldu, hala Gerhard'ın balkona astığı eprimiş pantolon, insanların mutsuzluklarının incelikli bir hayatı nerede arayacaklarını bilmemeleri yüzünden diye düşünüp "Yatıştırma Okulu" tasarısı ve "Sükunet dünyaya kadının göğsünden gelir" mottosuyla Traudel'in ve annesinin göğsünde huzur bulduğu sahneler zihnimde capcanlı! Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk! Kitabın ismi de bu kadar yakışabilirdi. Wilhelm Genazino'nun Türkçe'ye çevrilmiş iki kitabının olması çok üzücü. Bu kitabı sevenlere, "O Gün İçin Bir Şemsiye"yi de okumalarını gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
bir yolculuk öncesi sabah 04.00 sıralarında havalimanında başladım Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk'u okumaya.
Hislerim karışık aslında, acemice bir yorum da yazmak istemedim fakat oturmayan şeylerin oldukları gibi kalacağını hissettiğim için, aslında kitabın amacının tam da bu olduğunu anladıktan sonra, yazmaya karar verdim.
Yalın bir anlatımla bir kahramanın dünyasından kısa bir kesit sunuyor yazar. Karakterlerin aslında kim olduklarını, geçmişlerini, uğraşlarını ve tepkilerini satır aralarından sırayla okur topluyor. Böyle bir anlatım sıra dışı geldi bana ve sevdim.
Kitabı iki oturuşta bitirdim. İlk yarıyı daha fazla sevdiğimi hissediyorum. İkinci yarıda olaylar sanki fazla hızlı gelişti ve 'nasıl böyle bir sona ulaştık?' diye kaldım bitirdiğimde. Bu yüzden 3.5-4 yıldız arasında kaldım. Oturmayan şeyler var dedim ya, ikinci yarıyı başka bir zamanda okursam belki her şey daha anlamlı olacak benim için.
'Hayattaki en önemli tecrübelerimden biri, şimdiye kadar kapıldığım kaygıların hemen hemen hepsinin lüzumsuzluğunun ya da anlamsızlığının er ya da geç ortaya çıkması.'
ilgi çekici bir ayrıntı ; bu kitap 'Adımlar - Schritte' projesi kapsamında dilimize çevrilmiş. Amaçları, 'en başta Almanca'dan yapılan çevirilerin kalitesini artırmak ve Türk okuruna Alman edebiyatını ve düşüncesini tanıtmak' imiş. Projedeki diğer kitaplara bakacağım mutlaka. Daha fazla bilgi için bkz. http://www.adimlar-schritte.net/tr/
Wir begleiten den Protagonisten Gerhard Warlich ein Stück seines Lebensweges. Er ist Anfang 40 als wir auf ihn treffen. Als promovierter Philosoph arbeitet er als Leiter in einer Großwäscherei. Mit seiner Lebensgefährtin Traudel lebt er ein durchschnittliches Leben. Glück empfindet Warlich oftmals in sehr kurzen, kleinen Augenblicken. Der Protagonist beobachtet viele Alltagssituationen und reflektiert bzw. philosophiert dabei in kurzen, sprachlich sehr feinen, zart gewobenen Sätzen. Genazino hat mit Gerhard Warlich einen sehr ruhigen, introvertierten, passiven Charakter erschaffen. Er stellt sich seinem Leben mal mehr und doch eher weniger. Mir hat der Schreibstil sehr gut gefallen. Ich konnte mich fallen und treiben lassen und den Text sehr genießen. Es ist toll, wenn man dabei selbst ins Reflektieren und philosophieren kommt.
Lieblingszitat: „ Ja, denke ich, das Schicksal klopft nicht an und fragt nicht, das Schicksal tritt ein.“
Ich werde definitiv noch weitere Werke von ihm entdecken wollen.
Bu kitaptan beklentim çok fazlaydı, beklediğimi de buldum.
Yazarın muzipliğine ve gözlem gücüne hayran kaldım. Roman, gündelik hayatta kıyıda köşede kalmış bazı ayrıntıları benim için aydınlattı. Birçok kez ''aa bunu ben de düşünmüştüm'' dedirtti. Yani bolca altı çizilecek kısım var.
Kısa bir kitap olmasının verdiği cesaretle birkaç kez daha okurum bunu diyorum.
Gerhard’ın “kendisinin ve başkalarının hayatlarındaki ayrıntıları inceleyerek, düşünce ötesini gözlemlemenin mutluluğunu keşfetmesi ışığında, kendi mutsuzluklarını bertaraf edecek mutluluklar inşa etmesi” meselesinde, kendimle benzerlikler bulmaktan büyük keyif aldım❤️
Sakinleştirme Okulu açarak, mutluluktan uzak insanlara, olağanüstü olanı kendilerinin yaratmak zorunda oldukları gerçeği ile, mutluluk inşa etme dersleri vermeyi istemesi, Gergard’ın kendi huzursuzluğunu-utanarak- tanımlarken kullandığı “felsefenin, eğitiminin ve kibrinin başını döndürmesi ve kendisini üstün gördüğünün farkında oluşu” çözümlemesinin en büyük kanıtı kanımca. Çağımızın-küçük burjuva demek doğru olur mu emin olmamakla beraber ben yine de bu şekilde ifade edeyim- küçük burjuva (temeldeki fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılama konusunda eksikliği olmayan) insanının; “diğer insanların mevcut sosyal-kültürel ve ekonomik seviyelerini ve bu seviyenin etkilerini göz ardı ederek ve onlara kendi durduğu yerden bakarak, doğru/mutluluğa giden yaşama biçimini kendisinin öğretebileceğine olan kibirli yaklaşımı, sıklıkla dikkatimi çeken -hatta zaman zaman da aynı hataya düştüğüm- bir meseledir. Zira Gerhard, kendi hastalığını “akut utanmayla içine yumurtlamış depresyon“ olarak tanımlayabilecek ve üzüntüsü ile sarmaş dolaş bir kardeş gibi kaynaştığını idrak edebilecek kadar hem kendisini hem de felsefi/psikolojik tanımlama ve öğretileri tanıyan birisi. Tek ve biricik olan her bir bireyin, kendisini tanımaya ve anlamaya odaklanması-edebiyat ve sanat bu konudaki en büyük yardımcılarımız- ve kendi mutluluk kaynaklarını kendisinin bulması gerektiğine olan inancım nedeni ile, Gerhard’ın bu “Sakinleştirme Okulu” hayalinin, gerçekleşmesi imkansız ve beyhude bir girişim olduğunu düşündüm okurken.
Bunun yanı sıra, kendi bulduğu, onu mutlu eden ayrıntıların hepsi ayrı ayrı müthişler. Ayrıntılara odaklanarak, düşünce ötesini gözlemlemenin mutluluğunu hissetmesi, bu mutluluk hissini kelimelere dökebildiğinde yeni bir mutluluk daha hissetmesi, akıllıca bir cümle kurduğunda, dilin muhteşem kibrini yendiğini düşünüp mutlu olması, balkona astığı eskimiş pantolonunu gördükçe -pantolon meselesine değinmeden edemedim🙂- “kendisi yerine pantolonun aşınıp dağılacağını ve böylece kaderin karşısında onu rahat, acısız bir kayıtsızlığa sürükleyeceğini” düşünerek mutlu olması bunlardan sadece bir kaçı...
Aşağıdaki alıntıladığım cümlesi üzerine ise sanırım saatlerce konuşulabilir 👇🏻
“...insanın kendi felaketiyle ilişkisinin, onu beklemekten ibaret olduğunu kavrayıncaya kadar, uzun süre, duygusal ve melankolik bir halde yakınıp durdum...”
mutsuzluğumla ihtiyatlı bir ilişki kurmaya çalışırken gerhard'ı tanımak, sayıklamalarını, vızıldamalarını duymak iyi mi oldu kötü mü bilmiyorum. kimi zaman gerhard'ın monologları ürkütücü ve gülünç biçimde tanıdık geldi. kitabı 2017'de edinmiştim, o zaman okusam "of ne yapalım ya senin yazıklanmalarını" deyip yarım bırakırdım yüksek olasılıkla, bu bakımdan ertelediğim iyi olmuş. genazino'nun diğer kitaplarını okumadım ama anlatısını "zayıf ve çelişken insan" üzerinden kurduysa favori yazarlarımdan biri olabilir okudukça. bir de bu kitabın keyfini ikiye, hatta üçe katlayan çeviri faktörü var ki değinmeden geçmek haksızlık olur; zehra aksu yılmazer çok ama çok iyi bir dil işçiliği çıkarmış.
Buradaki yorumlardan dolayı uzun süredir listemdeydi ancak baskısı yoktu. Bu problem çözülür çözülmez alıp okudum. Buradaki arkadaşlarım sayesinde okuduğum bir kitap oldu yani :) Çok da beğendim. Kitapta çok ince ayrıntılar var ve ayakları yere basan, sağlam bir metin olduğunu söyleyebilirim. Bazı yerlerde yazarın zekasına hayran oldum. Baş karakter kendi ağzından anlatıyor olayları ve verilen ince ayrıntılar metne hem zenginlik hem inandırıcılık katmış. Bir de oldum olası hayata tutunmakta zorlanan tipleri okumaktan hoşlanıyorum. Evet bu klişe bir konu ama romanın dili ve anlatım tarzı, yazarın zekası metni bu klişeden uzaklaştırıyor.
Ama bu kitabı dahil edeceğim bir kategori varsa o da "sevmek istemediğim kitaplar" kategorisi.
Çünkü kitap, anlaşılmaması gereken hımbıl bir adamın güzel mızmızlanmalarından oluşuyor.
Ve ben "bir dilim ekmek" kısmında kahkahalarla güldüm ve bu muhtemelen iyiye işaret değil.
Kitapta sevmediğim şey ise --sevmek istemediğim değil, sevmediğim--, kahramanın edim ve düşüncelerinin kör göze parmak annesiyle olan geçmişine psikolojik olarak bağlanmaya çalışılması. İşte Freud, meme, ergenlik falan..
Bu mantıksız ya da olmaz olacağından değil...
Gözlerimi kapattığımda, yaratıcısı konusunda hayal kırıklığına uğramış bir Gerhard gördüğümden..
“Traudel’in en sevdiği cümlelerden biri şu: İki kişiyken yalnız olmak istemiyorum. Bu sözler, haftada hiç olmazsa bir kere benim tarafımdan canlandırma talebini ifade ediyor. Bu cümle söylendiği zaman ben genellikle susuyorum, Traudel de suskunluğumu zaman zaman suçumu kabullenmem olarak yorumluyor. O zaman da yine susuyorum çünkü her insanın kendi içinde yalnız olduğunu, ayrıca bu yalnızlığın kötü bir şey olmadığını söyleyemiyorum. Kendi içlerinde yalnız oldukları şiddetle inkâr eden bir sürü insan olduğunu biliyorum, onlardan biri de Traudel. “
Tanımaktan çok mutlu olduğum bir yazar oldu Wilhelm Genazino. Esprili, müthiş gözlem gücüne sahip, akışkan, yaşanırlığı iki boyutlu, yaşananları üç boyutlu kılan değişik bir dil, bakış açısı, okuru zinde tutan bir akışkanlık. Kurgunun ilerlemeyip adeta hayatın içinden herhangi bir bölümün ele alındığı, çerçevelendiği metinde o alan geri kalan (öncesi-sonrası) her şey hakkında bize fikirler, tortular bırakıyor. Bu açıdan ilginç, etkileyici buldum.
“Mutluluk uğruna böyle bir mücadeleye gerek kalmamalıydı.”
Kitapta notladığım cümlelere dönüp baktığımda beni en etkileyen cümle bu zannedersem. İnsanın kendinden çıkarımla genele yaydığı psikolojik gözlemleri, ince bir mizah ile süslemeyi başarmış yazar.
‘Erkeklerin ıstırabı,bir kadını sevmeleriyle başlıyor.Bu ıstırap akıllarına bir nebze yatıyor çünkü onlara haz veriyor ve tatmin de ediyor.Daha sonra erkekler sevdikleri kadınla evleniyorlar.O kadar kolay olmasa da bunu da hala anlayabiliyorlar.Sonra kadın iki ya da ikiden fazla çocuk doğuruyor.Erkekler bu süreçten sonrasını artık anlayamıyorlar.’ . Gerhard Warlich fazla duyarlılıktan muzdarip.Felsefe doktorasını aldıktan sonra kapasitesinin çok altında bir işe tıkılıp kalan,hayat arkadaşı ile evlenip çocuk sahibi olmaktan çekinen (hatta fazlasıyla korkan) Warlich,karşısına çıkan her detayı inceliyor,fazla düşünüp sıfır noktasına ulaşıyor.Orta yaş krizi deyip geçilemeyecek kadar da derin sorgulamalara bulaşıyor.Üstü başı toz içinde kalsa da sonunda elindeki kartları okuyabiliyor. . Karakterin anne ile bağının sürekli gündeme gelmesi hatta kimi yerlerde Freudyen açıyı anımsatması da bir diğer ayrıntı sayılabilir.Melankolinin ise mutluluğu arama ve çıkarımlarda bulunma merkezinde işlenmesi de beni kendine çeken bir artısı oldu kitabın. . Sonuç olarak yazar Wilhelm Genazino,kitap isminden konunun işlenişine,kullanılan dilden incelikli gözlemlere kadar,ilk okuduğum eseri “o gün için bir şemsiye’den daha kuvvetli duygular uyandırdı bende.
Kısa,çarpıcı,basit fakat düşündürücü,filozofça cümleler serpilmiş Wilhelm Genazino'nun paragraflarına. Günlük hayatını,huzursuzluğunu,arada yakaladığı paradoksları,gülünçlükleri anlatırken de felsefe yapıyor çaktırmadan. Hesapta Wilhelm Genazino roman kahramanını konuşturuyor,ama aslında anlıyoruz ki(veya ben öyle anladım) asıl bunları aklından geçiren kendisi. Üniversitede felsefe okurken annesinin gülümsemesine doğal güzellik(Kant'la beraber),televizyona gerçeğin görüntüsü(Hegel'le beraber),film kahramanlarının aşk mırıltılarına varoluşsal gevezelik(Heidegger'le beraber) yorumlarını yapması bu düşüncemi doğruluyor sanki.Bunu da yazar kendi felsefi birikiminin ağırlığıyla,rahatlıkla,bize farkettirmeden yapıyor görünüyor. Her gün Kafka,Zweig,Hesse okuyamayacağımıza göre biraz da Wilhelm Genazino okuyalım.
Bazı alıntılar: * Çoğu insan daha incelikli bir hayatı olsun istiyor,ama daha incelikli bir hayatı nerede arayacaklarını bilmiyorlar."Yatıştırma Okulu"nun konusu bu arayış işte. * Ayrıca ne zamandan beri edindiğim izlenim,karmaşıklığın yaşandığı yer ben olsam da benden kaynaklanmadığı. *İnsanın tıpatıp kendisinden beklenen şeyi yapmak zorunda kalması ne acı.
Okurken, içimden, 'yeni nesil varoluşçuluk' diyip durdum. Varoluşçu üslubun da kafasını karıştırmış Genazino. Tam varoluşsal krize adım atacağız derken hop asılı pantolon :) Okurken güldüren varoluşçu yazım tarzında (örneğin Beckett) absürdlük, genelde, hiçliğin ve anlamsızlığın bir nesnesi olarak kullanılır. Genazino'nun tarzında ise yaşamın trajikliği, geleceğin uzantısı gibi kullanılmış. Gelecek ne umut vadediyor ne de karanlık bir tabloya bürünüyor. Gelecek yalnızca gelecek ben ve pantolonum bekliyoruz, diyor sanki. Acıyı, anlamsızlığı, hiçlik hissini sergiliyor ama hiçbirini metninin öncüsü yapmıyor. Bu anlamda Genazino'nun kıvraklığına bayıldım. Ancak beni düşündüren kısım bitmek bilmeyen bir erkeklik krizi ve Freudyen ögeler. Çocuk isteyen Traudel ve bundan kaçan Gerhard, durmaksızın çalışan Traudel ve duvara karşı hayatın anlamını sorgulayan Gerhard. Bu yönüyle dişil üsluptan kopan bir metin. Bir de her yandan çıkan Freudyen memeler var. Freudyen unsurların bir roman için çok kullanışlı olduğunu kabul etmekle birlikte zaman zaman hem yanlış hem de gereksiz kullanıldığını düşünüyorum. Kısaca hem üslubuna bayıldığım hem de üzerine düşündüğüm bir roman oldu.
“Gençlik yıllarımdan beri, bilgim sayesinde korunduğum saplantısından muzdaribim;talihsizliğimin püf noktası bunu bile bildiğimi zannetmem. ... Yıllarca daha iyi bir hayata hazırladım kendimi, dedim ama beklentim hiç gerçekleşmedi. Çok uzun bir süre duygusal ve melankolik bir ruh haliyle sızlanıp durdum ama sonunda şunu anladım: İnsandan beklenen mutsuzluğuyla ihtiyatlı bir ilişki kurması.” İlk kez goodreads’ten duydum ismini, iyi ki peşine düşüp okumuşum. Kitaplar art arda okunuyor ama içinde bıraktığı hisler düşünceler devam ediyor, birbirine eklenip karışıyor. Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi’ni okuduktan sonra Stephan ile Gerhald içimde karşılaşıp durdu. Sonsözde Murat Belge James Joyce’un kitabın Sanatçının Portesi olarak anılmasından duyduğu rahatsızlığı yazmış. O zaman aklıma Stephan’ın yaşamındaki bütünlük kavramı üstüne düşünceleri gelmişti. Sanat, yazmak Stephan’ın genç bir adam larak yaşamındaki bütünlük ihtiyacının belki de tek cevabıydı. Gerhard’ı okurken, felsefe mezunu çamaşırhane müdürü Gerhard’ı düşünürken aklımda “yanlış yaşam doğru yaşanmaz” sözü dolaşıyordu. Yaşamındaki parçalılık, uyuşmazlık nasıl, nerede, ne ile ve kiminle bütünleşecek, bütünleşebilir mi? Bütünlük kimileri için bir ütopya mı? Sonunda geldiğim yer herkes için bütünlük mümkün değil, kimimiz parçalarımızla mutsuzluğımuza ihtiyatla yaklaşıp mutluluk anlarını yakalayarak devam edebileceğiz hayata. Gerhard kim olduğunu biliyor, hatta bilmek kimi zaman en büyük sıkıntısı belki de... İncelikleri fark etmek, hissetmek ama kaba, hoyrat ve senin seçmediğin bir dünyada sürüklenirken de vazgeçmemek, ütopya da olsa yürümeye, düşünmeye devam etmek... “Bundan sonra nasıl yaşamak istediğimi, her şeye rağmen, seçme şansım hâlâ var belki de...”
Günün döngüsünde düşünen insan nasıl var oluyor, olabiliyor mu "tane tane " anlatıyor... … 7 yıl sonra ikinci okuma: İlkinde, bir iki yerde de olsa kahkaha atarak okuduğumu hatırlıyorum. Ama ikincisi bambaşka bir okuma oldu. Öncelikle edebiyat olarak çok keyif aldım. Derli toplu bir kurgu, insanı yormayan sıfat kullanımı ve gözümün önüne geliveren canlı sahne anlatımları. Günlük hayatın içine yayılan psikopatolojiyi işte, ilişkide, eşyalarda, kendi iç dünyasını çocukluğuyla birlikte çok güzel anlatmış. İnsanı menüye dönüştüren sistem, ne zaman elimize tutuşturulduğunu unuttuğumuz alışveriş poşetlerimizle biz napıyoruz ey okur demiş. “ Bir tür mutluluk tepeden tırnağa ürpertiyor beni. Bundan sonra nasıl yaşamak istediğimi, her şeye rağmen seçme şansım hâlâ var belli ki. “ Kitabın son cümlesi. Seçme şansını tedavi amaçlı yattığı kliniğe giderken kurması özellikle takdir edilesi. Beceri. Yazar için bu kelimeyi kullanmak istedim. Kişiyi kendi gerçekliğiyle yüzleşebileceği becerisini bize gösterdiği için. İyi ki tekrar okudum:)
Wir begleiten den Protagonisten Gerhard Warlich, einen ichbezogenen Jammerlappen und eine erbärmliche Heulsuse, durch sein eigentlich gar nicht so schlechtes, wenn auch im Prinzip völlig ereignisloses Leben in Richtung psychischen Zusammenbruch.
Obwohl nicht viel passiert und Gerhard eigentlich immer nur eine Nabelschau seiner ach so zarten Gefühle betreibt, konnte das Buch die ersten 100 Seiten mein Interesse fesseln. Danach empfand ich es jedoch als zunehmend mühsam, was aber nicht schlimm war, war es ja dann auch gleich zu Ende war.
Im Prinzip ist der Protagonist ein lebensuntüchtiges und faules Weichei, der sich bis zum Erbrechen in seiner special snowflake Philosophenpose ergeht. Dennoch gab es zumindest Anfangs immer wieder Identifikationspotential.
Aus meiner Sicht leidet das Buch daran, dass es bis zum ende keine wirkliche Wendung gibt und der Protagonist keinerlei Entwicklung erfährt.
Trotzdem (auch aufgrund der Kürze) gut zu lesen. Von mir gibt es 3 Sterne.
insanın birine birşeyleri anlatma ihtiyacının doyurulması ve sadece bundan bile çok mutlu olması hakkında uzun süre düşünüyordum. genazino uzun uzun düşünmüş. telaşsız bir atmosferi var. sevdim.