Necip, birinin "bey"i olmak istiyordu. Babası Peyami Bey de ''bey'' statüsünde bir adam sayılmazdı mesela. İşlemediği bir suçtan dolayı sadece gururu yüzünden sekiz sene hapis yatmış bir adam kimin ''beyi'' olabilirdi ki. ''Bey'' dediğin dışarıda olurdu bir kere. Özgür bir kısrak gibi, tunç bilekli bir efe gibi hayatın içerisinde, her güzel şeyin köşesinde olurdu. Necip hâlâ telefonunun ekranına bakıyor ama ekranı görmüyordu. Kalbi çok hızlı çarpıyordu nedense. “Havadan…” diye düşündü. Mevsim sürekli değişiyordu. Üç ay, mevsimler için çok kısa bir süreydi. İşte kimseye şikâyet edemeyeceği bir problem daha. Yatağında doğruldu. “Keşke geri yatabilsem,” diye düşündü. O da paraylaydı. Necip istediği zaman yatıp kalkabilmek, istediği yerde yatıp kalkabilmek, Necip kendi kendisinin efendisi olmak istiyordu. Yazın başka, kışın başka parfüm sıkmak, sıra sıra gömleklerin dizili olduğu bir gardroba sahip olmak, ''Necip Bey'' olmak istiyordu…
Gölgede kalan küçük kardeşler, egosantrik ebeveynler, pahalı saatler, inip çıkan dijital göstergeler, süper yatlar, single maltlar, damacana ve anksiyete... Modern Robin Hood’lara yer var mı bu hayatta?
Can Bonomo, modern dünyanın başarı takıntısı, sınıf atlama çabası ve köşeyi dönme hayallerini ruh ve sinir hastalıklarıyla harmanlandığı ilk romanı Ateşli Silahlar Ve Bilardo ile karşınızda...
2011 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Sinema Bölümünden mezun olan Can Bonomo, kendisini müzik, resim ve şiir dallarında ifade ediyor. Şiirle annesi sayesinde tanıştı, lise yıllarında İkinci Yeni'ye ilgisi arttıkça kaleme kağıda daha sık sarılır oldu. 2016 yılında Harvard X’in Amerikan Şiiri eğitimini tamamladı. 2017 yılında “Kara” mahlasıyla katıldığı 9. Yunus Emre Şiir Yarışması’nda jüri özel ödülüne layık görüldü. Daha önce ustası Küçük İskender’in editörlüğünü yaptığı Delirmek Belirmektir (2013) , Şu Sevdâlar Tevâtürü (2016) ve Parya Koma (2018) adlı üç şiir kitabı yayınlandı. Albümlerindeki sözlerin tamamının yanı sıra popüler müzisyenlerin parçalarına da sözler yazıyor ve hâlen pek çok aylık dergiye yazar olarak katkıda bulunuyor.
Biraz şişirildiğini düşünüyorum kitabın. Kolay okunuyor akıyor gidiyor evet ama doyurmuyor.. kolaya kaçıyor, zengin-fakir edebiyatı yapıyor, Zenginlerin hayatına saydırıp içimize su serpmeye çalışıyor.. bir film senaryosu gibi daha çok, öyle olsa izletirdi bence. Ama can bonomo yazmasa bu kadar okunur muydu emin olamıyorum. Karakterleri taklit edilmiş, edebiyat dozu içermeyen bir murat menteş, alper canıgüz kitabı gibi daha çok. Ferahlatmıyor ama susuz da bırakmıyor.. şarkıları klipleri gibi daha özgün daha masalsı bir tarz bekliyordum, yeni bir ses gelir diyordum sanırım bu yüzden biraz hayal kırıklığım..
Bono'mun kalemi ne iyiymiş. Oluşturduğu kurgunun içerisinde kayboldum. Diyalogları Bono'nun sesiyle okuyunca çok kıkırdadım, yanaklarımın ağrıdığı anlar oldu ve benim yanaklarım kocamandırlar. Peki ama ya hüzünler? Kalbimin sızladığı anlarda ne kadar büyüleyici bir yazar olduğunu gördüm. Yeniden hayranı oldum. Kıkırdadığım kadar da gözyaşı döktüm, Güneş'e ve Necip'e eşlik ettim. En son Misafir şarkısını duyduğumda ötekinde bu denli kendimi bulmuştum. Bu şarkı benim anksiyeteme yazılmış olmalı demiştim. Şimdi de anksiyeteme yazılmış bir romanla tanıştım. Bambaşkayken bu denli aynı neşe ve hüzünlerimizin olması yine çok etkiledi beni. Zaten insanlar ve insani ilişkileri hep çok etkileyici ve eşsiz bulurum. Ve ben sanırım en çok Derman Bey'i sevdim, ondan etkilendim. Umarım en kısa zamanda kitabımı imzalatabilir, gözlerine bakarak teşekkür edebilirim. Yazdığın için çok teşekkür ederim, Bono'm. Sen ömür boyu üret, ben ömür boyu tüketeceğim. Sözdür bu. Şimdi söz sende "...Anlat bakalım, nasıl gidiyor babalık?"
elime aldigim gun bitirdim bu kitabi, iste bu kitap oyle bir kitap. sair kisiligini pek sevdigim bu yazarin romanini okurken bu kadar cok kikirdayacagimi tahmin etmemistim. kitabi podcastlerinden asina oldugum hikaye anlaticiligi sesiyle okudugum icin olsa gerek, okumuyormusum da kulagima fisildaniyormus gibiydi (bazen da bagiriliyormus gibi…). ama siz ister sesine asina olun ister olmayin, bu kitaptan cok keyif alacaginizin garantisini veriyorum. olmadi tukurulecek bir yuz vaat ediyorum. sert bi sey soyledim. insallah bir sonraki roman hazirliklarina baslamistir bono, yoksa tatlar kacar. eline saglik sefim!
Dostlar ben sonda neden kitabın başından beri sürekli olarak kötü insanlar olarak altı çizilen insanlarla mutlu aile tablosu oluşturduğumuzu anlayamadım. Biraz oldu bitti gibi hissettirdi o kısım bana.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Uzun zamandır bir romanı okurken bu kadar gülmemiştim. Çok keyifli zaman geçirdim; yer yer—tamam tamam, genellikle güldüm, hatta o kadar güldüm ki kitaba minik bir mola verip sonra tekrar okudum aynı sayfayı, özellikle de romanın ilk yarısında—ve de yer yer hüzünlendim. Bu kadar çabuk bitirmeyi planlamıyordum aslında, en azından iki gün dayansın kitap bana istedim ama dayanamadım okudum elime geçer geçmez, sonra da bırakasım gelmedi zaten.
Dans eden kaktüs beni benden aldı, “Aycnm” ve daha nicesi de öyle. O kadar fazla güzel detay var ki birinden bahsetsem diğerinin boynu bükük kalacak fakat bazı kısımları paylaşmak istiyorum burada yine de: ***
Necip, Kıral, Güneş, Regina ve Erdener Bey ile tanıştığıma çok memnunum— Güneş ve Regina’ya pek doyamadım ama olsun artık. Çok akıcı bir şekilde yazılmış, sürükleyici bir roman olmuş Ateşli Silahlar Ve Bilardo. Karakterler, betimlemeler, benzetmeler, her şey mükemmel. Ellerine, yüreğine sağlık şefim. 5/5.
Benden bir tam bir… altın gelemiyor ekonomi malum, ama tam bir kruvasan gelsin Necip ve Güneş için, yanında güzel bir sıcak çikolatayla. İyi gider bu soğuklarda.
Bir psikoloji öğrencisi olarak Can’ın panik atağı kitaba girer girmez çok güzel anlattığını söylemek istiyorum öncelikle. İlk bölümü tamamladım ve kısım kısım yorum yapmanın daha faydalı olacağına inandım. Necip; simitçinin oğlunu bile zengin piçi olarak adlandıran, sevgilisi tarafından azarlanan ama bunu yediremese bile bir şey söyleyemeyen, köpekler devletinmiş diye düşünüp kıskanan, zaten kendini herkese karşı mahçup hisseden biri. Bu mahçupluğunun abisinin yükselişi ve kendisinin geriye gidişiyle ilgili olduğu çok belli. Rüyalarında bile kendi çıkaramadığı sesine karşın abisinin helikopter sesi var. Kendisi abisi ile karşı karşıya geldiğinde asla bir şey olamayacağını düşünüyor. Zaten düğününe bile dolaylı bir şekilde çağırılmış. Bu kitap boyunca söylemlerinden en çok hoşlandığım hali bile ilaç etkisindeki iç sesiydi. Kıral Bey’in en ihtiyacı olan yerlerde çıkıp ona psikolojik destek olacağına inanıyorum. İçindeki mutlu yanı Kıral Bey çünkü. Aşağılık kompleksini ve fakirliği sonuna kadar yaşayan, paspasını atan komşusundan bile eşit statüde olmasına rağmen kendini aşağıda görüp ağzını açamayan Necip kim bilir ilerde nasıl açılacak? Heyecanla ikinci bölüme başlıyorum. “İnebilirsin. Geldik” “Nereye geldik ya. İlerlemedik ki?” “E ilerle o zaman Necip?” şimdiye kadarki Necip’i en güzel anlatan sohbet budur bence. Ailesiyle sohbetlerini okurken de Yaprak Dökümü Şevket ve Ferhunde’nin çocukları olmuş gibi hissettim. Abisi annesinin, kendisi babasının oğlu. “İnsanlar başarılı oldukları işleri otomatikman, tutkulu oldukları işleri vakit buldukça ve mecbur kaldıkları işleri daima, sevmeden be gönülsüzce yaparlardı.” Erdener Bey’in hayatımıza iyice dahil olduğu alanlardan birinde geçen bir cümle. Gayet farkında olduğumuz bir durumu çok güzel açıklıyor. Erdener Bey’in başka kimliklerinden bahsederken gerek dayısına gerek çevresine verdiği referanslar da tatlıydı bu arada. Neyse Erdener Bey’e döndüğümde acaba o da zihninde bir karakter mi diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Kıral’dan sonra çıkan ve Kıral’ın fikirlerini bilen biri olarak bunu düşünmem çok da garip değil bence. En azından bize kitap okutturup biraz geliştiriyor. Psikolojik sorunları olan birinin zenginleşme sürecindeki zihinsel kargaşasını da okuyor olsam üzülmem bu noktada. Necip’in büyük adam(?) olmuş hallerini okumak çok garip hissettirdi. Biraz hızlı geldi buraya ama araları da zaman zaman anlattı aslında. Ben hemen dahil olamadım sanırım. Yine de onu ezen ve üzenlere karşı bu hali beni üzdü diyemem. Şimdi olacaklar için heyecanlıyım. Birazdan 7.bölüme başlayacağım. Kitabı okuduğum kısımda Erdener Bey’i deniz tuttuğu için abisiyle ve insanlarla tanıştırmadı. Bu da benim Erdener Bey’in de hayal ürünü olduğunu düşündüğüm tezimi destekler nitelikte. Bir de bülbülyutmuşgillerden babası Peyami Bey de “İnsan bazen neyin gerçek, neyin hayal ürünü olduğunu bilemiyor değil mi?” diyince bu düşüncem de iyice tetiklendi. 140.sayfadan bildiriyorum ki kitap akıyor. Can bu işi de çok iyi becermiş. Düğün sahnelerini okurken sanki olan biteni dışardan izleyen bir göz gibiydim. Can’ın da zenginlik kıstası olan yatın içinde yatı bile geçen zenginlikleri gördük. Necip de onlardan biriydi ama bilmiyorum bir şey çok gerçekdışı hissettiriyor. Sanki bunlar olmuyor gibi. Paranoyaya kapılıyorum sanırım. Tek gerçek yanı Güneş. Necip teknenin ortasına çömse ve panik atak geçirse Güneş onu insanlardan korur sanki. Her şeyin çok ama çok karıştığı bir noktada kendimi durdurdum. 9.bölümü tamamladım. Tahmin ettiğim gibiymiş bence. Tamamen bitirdikten sonra da bir genel yorum yapacağım ama küçük bir tebessümle okuyorum şu anlık. Babasıyla sohbeti o kadar gerçek ve içtendi ki sanki Can’ın babamla anlaşmamız için benim büyümem onun da yaşlanması gerekiyor hali ile oğlunu tüccar yapmaktan vazgeçip şairliğiyle gururlanmış Yaşar Amca hali karşı karşıyaymış gibi düşündüm okurken. O canlandı aklımda. Babası öldü… Son 50 sayfa kaldı ve babasına bağ kurmuştum hemen ya. Of. Babasının ölümü çok yakın bir zamanda son evre kanser aile üyesini kalp pıhtısıyla kaybeden bana çok dokundu. Yine de devam ettim okumaya. Güneş ile ilişkileri güzel ama yeterince derinliği yok gibi. Ya da ben ulaşamadım tamamen aşamadığım yasın üstüne. Olaylar çok hızlı ilerledi ve takip edemedim sanırım. Bizi kurtaran kişinin Derman Över olması… Can bu kitap boyunca manevi ve biyolojik babasıyla sarılmış gibi hissettim ya resmen. Bir de “Sakladın mı babacığını?” kısmına çok duygulandım… 18.04 itibari ile kitabı bitirdim. İlk hislerim şu ki çok kızgınım. Necip resmen herkesi affetti. Bu alemin bir enayisi o muydu? E babası bir gün gün yüzü görmeden ölüp gitti. Onun için bari oğlunun dedesiyle mesafeli olmasını sağlasaydı. Abisiyle mesafeli olmasını sağlasaydı. Sırf zenginliği oldu diye onu insan olarak gören insanlarla çocuğunu aynı ortamda bulundurması benim açımdan büyük risk faktörü. Ben şu an bitirdiğim için düşünmeden duygularımla konuşuyor olabilirim ama hissim bu yönde. Necip beni sinirlendirdi. Necip’in sevilmek isteği de çok gerçek geldi yüzüme. Kedilerin parçaladığı martı da oydu çünkü. Kitap boyunca küçük görülüşüne şahit olduğu herkes kendiydi. O da kendini sevmediği için sevilmeyi de bilemedi ve tanıyamadı. Neyse ki dostları ve eşi ona sevgiyi tattırdı. Sonra da oğlu tabi. Genel olarak kitaba 10 üzerinden 8.75, 5 üzerinden 4.5 vereceğim. Bunun sebebine gelecek olursam 261 sayfalık kitabı keşke biraz daha uzatsa dediğim kısımlar çok oldu. Biraz daha derin işlensin, biraz daha betimlensin ve uzasın istedim. Daha iyi anlamak ve yorumlamak istedim sanırım. Yine de çok güzeldi. Hiç sıkmadı. İlk kısımlar beni çok güldürüp eğlendirdi. Ortalar gerçekten bir lunapark gibiydi. Çok fazla olay çok hızlı bir şekilde oldu. Son ise beni şaşırttı. Gerçekten inanmamıştım varlığına Erdener Bey’in. Kitaba dair en çok sevdiğim şey yüzleşmelerin kitaba dağılması, ardı ardına olmamasıydı diyebilirim. Necip’in iç sesi, nasıl biri olduğu, vizyonu ve bilgi birikimi çok güzel yansıtılmıştı kitap boyunca. Güneş ile ilişkileri de hızlı ilerledi. Yine de ana konu olmadığı için o şekilde işlenmediğini anlayabiliyorum. Şu an yazarken çok mu konudan konuya atlıyorum bilmiyorum çünkü farklı duygular içindeyim. Bunu bir iltifat olarak söylüyorum ki Can yazdı diye aldığım kitabı bir noktada tamamen Can’ın yazdığını unutarak okudum, heyecanla. Bu da bu alanda ne kadar iyi olacağını gösteriyor bana. İsmi gerçekten çok güzel seçildi. Anksiyetesi verdi ona bunu. Kaygının her zaman kötü olmadığı konusunda da bir örnek bu. Kapağı da çok güzel tasarlanmış ve kitabı yansıtıyor. İçinde çoğu aile üyesine mini dokundurmalarını okumak çok hoştu( Necip’in doğum tarihi Roman’ın doğum tarihi, kurtarıcısı Küçük İskender’in adı, kurtarıcısının bir adı dayısı Rıfat Özkesen, eşinin adı annesinin adı gibi). Ben tek betimlemeler daha çok olsaydı ve bazı olaylar daha uzun işlenseydi diye düşünüyorum. Can’ı çok seviyorum ve bu kitabından çok daha iyi kitaplar yazacağını biliyorum. Bu süreci görecek olmak da büyük bir heyecan. Kuşlar konsun yollarına Can, canım abim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Çapulunu usb'sinde saklayan bir çapulcu, Anksiyetesiyle başa çıkamayan bir sucu, Bunları muhteşem bir şekilde harmanlayan eski bir radyocu, Hem gülmekten hem de üzülmekten gözü dolan işte ben, okuyucu.
Sayın şefimiz; eski radyocu, müzisyen, şair, ressam, ve muhteşem bir eş ve baba olan sayın Can Bonomo'nun ilk romanı, belki de ilk Roman'ından sonraki en şahane şey olmuş.
Kitaba ilk başladığımda açık konuşmak gerekirse ciddi ön yargılarla başladım okumaya; sonuçta bu adam tamam; belki çok iyi bir müzisyen, çok iyi bir şair, çok iyi bir ressam olabilir. Ama muhtemelen, hani ilk kurgu eseri ya, belki çok çok iyi değildir... Belki zamanla oturacaktır romancılık yeteneği...
Hiç de öyle olmadı benim için. Ben ne okudum mesela onu düşünüyorum şu anda. Ne okudum yani? İdrak edemiyorum hâlâ.
Hayatın içinden, dışından, üstünden, altından her yerinden bir roman bu.
Bakın incelemelerde bazen şey derler ya, klişedir hani: "Yeri geldi ağladım, yeri geldi kahkaha attım..." falan... Öyle oldu gerçekten. Bazen o kadar çok güldüm ki, çok sevgili anneme bazı kısımları okudum ve beraber güldük. Bazen o kadar üzüldüm ki, tadım kaçtı okuyamadım.
Bu kitabı okurken yaşadığım en büyük problem, bir noktada biteceği korkusuydu. Hızlı ya da çabuk bitmesinden, vedalaşamamaktan korkuyordum. O da öyle olmadı. Çok da güzel vedalaştım, çünkü bu kitap vedalaşmayı da çok iyi biliyor.
Özete geçeyim çünkü aklımdaki her şeyi buraya dökemem.
Kitap benim için "mükemmel" değildi dürüst olmak gerekirse, ama bence hiçbir kitap "mükemmel" olamaz zaten.
Ama benim için mükemmele en çok yaklaşan eserlerden birisi oldu. Yüzüklerin Efendisi serisine verdiğim puanı verdim mesela, oradan pay biçin.
Sevgili Can Bonomo; muhteşem birisin, muhteşem bir sanatçısın, muhteşem bir eş ve muhteşem bir babasın hiç kuşkusuz. Ayrıca muhteşem bir şefsin bizim için. Şimdi de artık rahatlıkla söyleyebilirim ki, muhteşem bir yazarsın da aynı zamanda.
Ayrıca tüm bunlara ek olarak yıllardır yazmanın hayalini kurduğum kendi kitabım için de cesaretlendirici ve örnek oldun bana, bunun için de çok teşekkür ederim. Umarım tüm bu iyi olduğun şeyleri yapmaya devam edersin.
Tüm şefler adına, sana en içten dileklerimle teşekkürlerimizi sunuyorum.
Dünya gözüyle Can Bonomo'nun yazdığı bir kitabı alıp okudum ya, artık gözüm açık gitmem zannediyorum.
Daha sipariş etmeden "umarım güzel bir kitaptır, ya zaten şefim kötü kitap yazmaz ama... Umarım güzeldir," diye dua edip/evreni enerjiliyordum. Kitabı aldım, okudum ve son sayfanın ardından içimde uzun zamandır hissetmediğim kocaman bir mutluluk hissettim. Beklediğim şey dikkat eksikliği dostu, oradan oraya atlanan, bonovari, basit ama karmaşık, bir takım zıtlıklara aynı evi paylaştıracak bir romandı. Aradığım her şeyi fazlasıyla bulmuşken, bu kadar coşkunun arkasından koşup nefes nefese kalmayı kesinlikle beklemiyordum.
Ne oldu, ne bitti, ne hissettim, ne zaman hissettim derken kitap çoktan bitmiş ve ben boş sayfaya bakakalmışım. Film gibi gözümün önünden geçen sayfalar, tam kendimi kaybettim dediğim anda yüzüme yüzüme fırlatılan plot twistler, aşırı samimi hissettiren üslup ve gurur... Hepsini 260 sayfada yaşamış olmanın getirdiği hafif yanık kokusu. Zaten Can Bonomo'nun kafasından çıkan herhangi bir şeyin ne sıradan olması beklenebilir ne de kafa yakmaması.
Bono'nun güneş şarkısını bir dönem kendime yuva eylemiş, ne zaman fazla yalnız hissetsem dinlemiştim. Daha sonra kendisinin bunu vefat eden annesine yazdığını öğrenince bu şarkıyı oğluna hissettiren anneyi de şarkıyla beraber zihnime kazımıştım. Kitapta Güneş'e ve tabii Derman Över'e denk gelmek cidden çok güzeldi. Bilmiyorum kitap güzeldi yani, hoştu, üzülüp eğlendim, keyifliyim ama yürek buruk falan, öyle.
Sonuç olarak ne diyorduk? 3...2....1... ŞEFİM UTANMIYO MUSUN LAN BÖYLE ÜRETKEN OLMAYA
Hemen bitmesin diye yavaş yavaş okumak istedim ama kitap aktı gitti ve hızlıca bitirdim. İlk okumaya başladığımda kitabı kafamda Post Bonomo narrate ediyordu, kitabı ciddiye almak için o sesi susturmak zorunda kaldım… Sonrasında olay örgüsünü rahatlıkla hayal edebildim ve adeta bir film izliyor gibi okudum kitabı. Necip’in düşünce akışına hakim olmak, hayata onun baktığı yerden bakmaya çalışmak çok keyifliydi. Kalemine sağlık Bono şefim, nicelerine!
Şefim öncelikle çok hayırlı olsun. Romanınıza bir yarım olamasa da (pahalanmış çok) bir çeyrek takıyorum o yüzden. Baştan sona o kadar hızlı aktı ki bir başlayınca her vakit bulduğum zamanda okumaya çalıştım. Kurgudaki o absürdlüğü çok sevdim. Karakterler aramızdan olduğu için (anksiyete hanım ve beylerden emin değilim) bayağı eğlendirdi. Sadece son kısımları için çok hızlı bir geçiş olmuş, daha uzun olmasını bekledim. Yani aslında sonda ben happily ever after beklememiştim, ana karakterimiz o kadar garip biriydi ki kendi başına iş açar yine ve dünyadan göçüp gider diye bekledim. Eline emeğine sağlık şefim olmuş bu!
This entire review has been hidden because of spoilers.
Ellinci sayfadayım. Ben nasıl bir hikayenin içine düştüm Necip? Nasıl ilgimi çektin. Aşık olmam umarım sana Necip :) Bono, yazarlık yolculuğumun başındayım. Bir kişi yaptıysa bu tarz kurgular ben de yaparım diyeceğim de yapmayaydın iyiydi:) Çıtamı fazlasıyla yükselttin. Kalemine ve hayal gücüne sağlık.
Düşündüğümden daha iyiydi diye 3,5dan 4 yaptım, konu akışı arada kafamı karıştırsa da, okumama devam ettiricek kadar akıcıydı, o da bana yetti. Kalbimin çıt ettiği kısımlar oldu. Şefimin eline sağlık daha çok yazar umarım
"Sadece söylediği değil, söylemediği şeylerle de insanı yaralamayı beceriyordu."
"İnsan bazen neyin gerçek, neyin hayal ürünü olduğunu bilemiyor değil mi?"
"Uzlaşılır ol ama kolay ulaşılır olma."
"İnsan geçmişinde yaptığı hatalardan ders çıkarana kadar, hatalarının izdüşümü geleceğinin içine etmiş oluyordu."
"O kadar güzeldi ki tek bir âna sığması zamana haksızlık olacağı için zamanın kendisine dönüşmüştü."
"Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu Necip'in. Henüz yoktu. Ağaçlar, kelebekler, kuşlar, çiçekler kimsenin malı değildi. İstese de kaybedemezdi onları. Derin bir nefes alırken gözlerini kapattı."
"İnsan defaatle ölüyor fakat umudu tam manasıyla ölmüyordu."
5/5⭐️ Okurken gözümüzün önünde canlanan karakterler yaratmış yazar, hoşuma gitti. Bir yakınımızın öldüğünde, insanın o kişiyi cep telefonundan arama isteğinin ele alınması da hafif buruk bir şekilde gülümseten bir detaydı. Heyecanlı ve özellikle yaz aylarında okuması zevkli bir kitap.
Şimdi bitirdim kitabı, ne diyeceğimi nasıl yorumlayacağımı bilmiyorum. Eline sağlık Bono, daha sık karşılaş yaptığın her işte bizimle! (Biz derken anksiyetem Franchesca ve ben)
Can bonomo’nun her şeyine yıllardır hayran biriyim. Şarkıları, şiirleri, resimleri, podcasti, şakaları, konuştuğu anlattığı her şeyi takipteyim hepsini de çok sevdim bugüne kadar. Kitaplarla, okuma ve yazmayla ilişkisini de anlatımlarından bildiğim kadarıyla çok daha farklı bir kitap bekliyordum. Daha edebi daha zamansız bir konu belki. Kripto mevzusunu kullandığı kelimeleri görünce evet bu bononun yazacağı bir şey desem de beklentim daha edebi bir eserdi. Cümlelerin kısalığı ve artık baygınlık geçirtecek kadar ‘Necip’ isminin romanda geçmesi beni yordu. En en sevmediğim yeri ise sonu. En ilk akla gelen ve nasıl desem ‘cheesy’ bi filmin sonu gibi bi son. Ben sevemedim umarım kitap yazma meselesinin devamı gelir daha iyilerini okuruz.
İlk önce senin beyninin ve kaleminin hızına yetişmekte zorlandığımı söylemek istiyorum. Oradan oraya koştururken acaba ben bir yerlerde bir şey kaçırdım mı hissiyatına kapılıp sayfalarca geri döndüğüm oldu. Hayatın içinden birbirinden farklı karakterleri bir araya getirip üzerine anksiyete karakterleri oturtup olay döngüsünü nasıl oturttun hala şaşkınım :))) Bizi de düşünseydin keşke bunu yaparken :))) Detaylarınla başımı döndürdün vallahi ;)
Necip gibi sıradan bir karakteri o kadar sevdirdin ki bana. Üstüne Güneş bonusu ♥
Kahkaha desen attım, ayar olmak desen oldum, hüzün desen içimi yaktın. Daha ne isteyeyim ki ben...
Sadece sona geçiş sanki biraz hızlı oldu, mutlu sonları severim ama yine de adapte olamadım. Bu da nazar bocuğumuz olsun ♥
Bir yandan inanılmaz farklı bir yandan da “yuva” gibi hissettiren hiçbir şey okumamıştım ancak bu aidiyet duygusu Can Bonomo’nun tüm eserlerlerinde yoğun bir şekilde hissettiriyor kendisini:)
Bu kadar çeşitli duyguyu bir arada hissettiğim başka bir kitap okumuş muydum bilmiyorum. Bir an önce unutayım ve tekrar başlayayım istiyorum. Beklentim inanılmaz yüksekti ve bu kadar yüksek olmasından bir yandan korkarken bir yandan da Can Bonomo’dan daha azının gelmeyeceğine emindim ancak bu kadarının olacağını tahmin etmemiştim.
Bu kadar yetenekli birinin bize çok çeşitli alanlarda eserler bırakması büyük şans, hep ilham vermeye devam ediyor <3
Sanıyorum ki yedi sekiz seneyi bulmuştur benim Can abiye hayranlığımın başlaması. İlk kez dinlediğimde bağımlı olacağımı anlamıştım :)
Şarkıları içinde her ne kadar "Eğlen" değişmeyen favorim olsa da yaptığı her parçayı ayrı bir severim. Şarkılarındaki her cümlesi doludur, lahana gibi katman katman anlamları vardır. Tabi kaleminden çıkan sadece şarkılar değil şiirler de çiçek gibidir. Yatağımın kenarındaki komodinden Parya Koma, Delirmek Belirmektir ve Şu Sevdalar Tevatürü hiç eksik olmazlar.
Yani demem o ki şarkılarını, şiirlerini, podcastlerini, fotoğraflarını ve resimlerini kısacası yaptığı her işi hayranlıkla takip ediyorum. Dokunduğu her şeye güzel ruhundan parça katan bir insan.
Yazdığı, çizdiği, söylediği her şey bu denli güzel olduğu için ne yazarsa yazsın zaten okuyacaktım ama ne yalan söyleyeyim bu kadarı da şov olmuş. Gerçekten neye elini atsa güneş açtırıyor, kuşlar konduruyor, kırmızı kırmızı balonlar uçuşturuyor.
Öyle bir sanatçı ki: Hırs, kirli para, fiziksel ve mental hastalık, yalan, hırsızlık gibi kötü kötü konuları içeren bu kitapta bile insan okurken gülümsemekten kendini alıkoyamıyor. Aynı anda hem güldürüp hem düşündürüyor. Kalemi çok güçlü, cümleleri çok vurucu. Kitabın her cümlesinde bir şeyler gizli. Kendisinden bir parça kattığı yerleri Can abiyi sevenler yakalayabilir.
Necip'in karakterinin epey değişimi vurucuydu. İlk okuduğunuzda anlam veremediğiniz bazı şeyleri ikinci kez okuduğunuzda sonucunu bildiğiniz için anlamanız muhtemeldi, zaten o ayrıntılar da kitap için önemli şeylermiş ve bilseydik sürprizi kaçarmış. Ama merak etmeyin bitince anlıyorsunuz ve hatta ağlıyorsunuz.
Karakterlerin isimlendirmesi beni gerçekten çok keyiflendirdi, hepsi anlamlılardı. Başladığımda bir yerlerin altını çizerek ilerlemek istediğim için elimde kalemle oturdum masaya ama devam edemedim çünkü bir baktım ki burası anlamlı, burası önemli diye diye bütün sayfayı çizmişim...
Genel olarak tam tadında. Bonomo'nun kaleminden çıktığını söylemeden elime verseniz okuyunca bunu Can abi yazmış diyeceğim bir romandı. Yapıcı eleştiri olarak söyleyebileceğim şey ise biraz heyecanına yenik düştüğünü görebilmem oldu. DEHB'li şefimin beynine elleri yetişememiş, anlatmak istediği bazı yerler biraz havada kalmış. Özellikle son kısımlarda bir anda kendimi bambaşka yerlerde buldum. İstanbul imzasında şeflerden birinin bu konu hakkındaki sorusuna "Birbirlerinin kaygılarını gördüklerinde başka sebebe gerek kalmadı" diye yanıt vermiş. Zannediyorum ki sonları biraz kısalttığı için aradaki bağlantıyı çok oturtamadım. Sonraki romanlarında çok daha iyi oturtacağına eminim. Umarım gelecekte yazdığı şeyleri uzun oldu diye kısaltmaz, çünkü dediğim gibi ne kadar yazsa o kadar okuruz.
Ayrıca bu kitabı daha önce hiç Bonomo kaleminden bir şeyler okumayan anneme okuttum, genel olarak beğendi. Çatışmayı ve değişimi güzel buldu. Ama kitaptan benim aldığım kadar keyif almadığını ekledi. Bunun sebebinin ayrıntıları fark ettiğimde aldığım keyif olduğunu düşünüyorum. Annem kişisel olarak yaptığı işleri ya da hayatını takip etmediği için şeflerin yakaladığı ayrıntıları yakalayamadı. Okuyucu kitlesinin daha sağlıklı olabilmesi ve yeni insanlara ulaşabilmesi için -haddim olmayarak- biraz daha az kişisel yazmasını tavsiye edebilirim.
Özetle: okuyanların seveceği, bilerek okuyanların ise aşık olacağı ve bitmesin diye dua edeceği bir kitaptı.
Hâlâ söz yazarlığının yeterince takdir edilmediğini düşünüyorum, bu ayrı bir mevzu. Öncelikle bunu not düşeyim.
Kitapta, Afili Filintalar esintileri hissetmedim değil. Ki bu sorun da değil, çünkü "o tarz" mizahı severim. Türk edebiyatında değil belki ama Türk sinemasında çok klişe bir tema olan zengin kız-fakir oğlan konusunu, günümüzün teknolojisiyle harmanlamak akıllıca. Klişeden bir nebze de olsa kurtarılmış oluyor roman böylece.
Romanda, en çok, Necip Fazlı ile babası Peyami Bey'in konuştuğu sekansın kalbimde yer ettiğini söyleyeyim. Galiba bir süre hafızamda yer alacak.
Şiirlerini, şarkılarını, yaptığı işleri severek takip ettiğin insanın ilk romanını okumanın da ayrı bir tadı varmış. Çok keyifliydi ☺️ Kitap daha ilk sayfasından sizi yakalayıp, Necip Fazlı’nın dünyasına götürüyor. Bir sayfada onunla birlikte anksiyete atakları geçirip, diğer sayfada empatinin sınırlarını zorlayarak ağlayıp, öbür sayfada aşık bile olabilirsiniz… Kitap daha uzun olsa daha mutlu olurdum, çünkü kitapta en sevdiğim şey olayların arasında yakaladığım ve ilişki kurabildiğim minik detaylar, örneklerdi. Hatta bittikten sonra bu kitabın devamı, dizisi/filmi ya sa belki çizgi romanı olmalı dedim kendi kendime ✨ Ellerine sağlık şefim 👏🏻
"Benim pilavımı kedilere verme lan. Martılara ver..." Necip senin hep diyecek bir sözün, gidecek bir yolun var. Necip sen de Güneşini buldun ve bir baba oldun ha. Necip biz de bulur muyuz yolumuzu, biz de toprağa gömmeden barışır mıyız babamızla, biz de annemizin neden camdan dışarı bakıp da bizim gözlerimize bakmadığını anlar mıyız...
Can Bonomo, yıllardır şarkılarıyla ve şiirleriyle yazma gücünü bizlere gösteriyor. İlk roman için çok çok başarılı. Ne olacak diye merak ettirdi, okumaya başladığım her anımda sayfalarca okudum. Annesinin ve ustasının isimlerini karakterlerde görmek duygulandırdı. Bu yolu da açık olsun, bir sonraki romanını bekliyorum.