1900’lerin başlarında, yıkılmakta olan imparatorluğun başkenti İstanbul’da en çok saygı gösterilen kabadayılardan biri olan Arif ’in gölgesinde güvenle yaşayan iki kardeşin intikam hikâyesi Zarlar. Ziya, koyu karanlığı içinde taşıyarak doğan bir ruh; Hakkı’ysa korkak olmadığını kanıtlamaya çalışan küçük ağabeyi... Arif ’in katledilmesiyle başlayan olaylar hükümete el koyma planlarına varacak, iki kardeşi Mahmut Şevket Paşa suikastında rol almaya kadar götürecektir. Gerilim ve merak öğeleri sayesinde dinamikliğini son sayfasına kadar koruyan Zarlar, tarih sahnesinde sergilenen bir Ahmet Altan romanı. Bir gün önce hayal bile edemeyeceği parlak bir gelecek ihtimali açılmıştı önünde, bir gecede her şey değişmişti, ölmeyi ve öldürmeyi kabul etmesi karşılığında talih ona özlediği hayatın kapısını açıyordu, kendisini reddeden herkesten daha önemli biri olacak, kendisini reddeden herkesi reddedecek bir güce erişecekti.
“Bazı bölümler Stendhal’i ya da Nietzsche’yi kıskandıracak bir ahlaki nüfuza sahip.” –Transfuge Magazine
“Coşku dolu, var olmanın en uğursuz kıyılarından hiç uzaklaşmayan Zarlar, mutlak bir edebi zevkle okuru büyülüyor.” –Les Echos
He was born 1950 in Ankara, Turkey to the notable journalist and writer Çetin Altan as the first of two sons. His brother Mehmet Altan is also a journalist, writer and university professor of economy politics.
A working journalist for more than twenty years, he has served in all stages of the profession, from being a night shift reporter to editor in chief in various newspapers.
In addition to having written columns in several Turkish newspapers, including Hürriyet, Milliyet and Radikal, Altan has produced news programming for television. He worked as the editor in chief and lead columnist of Taraf, a daily Turkish newspaper, until he resigned from his post in 2012.
He was fired from Milliyet after writing a column on 17 April 1995 titled "Atakurd", which presented an alternate history of Turkey. In September 2008 when Altan published an article titled "Oh, My Brother" dedicated to the victims of the Armenian Genocide, he was charged under Article 301 of the Turkish Penal Code for "denigrating Turkishness". The judicial claim was initiated by the far-right "Great Union Party."
During Turkey's media purge after the failed July 2016 coup d'état on September 23, 2016, Altan, was arrested. On 16 February 2018, along with his brother Mehmet and four others he was sentenced to life imprisonment with the condition that they be locked up for 23 hours each and every day.
Yıllar önce Ahmet Altan'ın bir romanında, ölümün insan için ne kadar şaşırtıcı bir şey olduğunu okumuştum. Ölümün kol gezdiği savaş meydanlarında bile, bir insan arkadaşının öldüğünü gördüğünde buna şaşırıyordu. Hangi kitaptı hatırlamıyorum, belki yirmi yıl önceydi. O zaman bu önermeye çok şaşırmıştım, ama ne zaman ölümü düşünsem aklıma hep bu cümle geldi. Bu romanda ise yaşamın, ölümü unutma çabası olduğu fikriyle karşılaştım. İdeallerin, tutkuların, arzunun ve bağımlılıkların her çeşidinin, aslında ölümü unutmak için var olduğu düşüncesine hak verdim. Ölüm üzerine düşünmek her ne kadar zor gelse de, bu konunun çekiciliği belki de biraz daha derinleşirsem daha yüksek bir kabullenmeye ulaşırım arzusunu doğurdu. Bu yüzden romanı, o arzunun peşinde koşar gibi okudum. Gerçek bir tarihi olaya dayanması beni ayrıca etkiledi. Mahmut Şevket Paşa suikastı tarihimizin önemli olaylarından biri. Ama tarihimizdeki olayları sadece bilmek yetmiyor; o olayların duygusunu da hissetmek istiyorum. Eğer o hissi yakalayamazsam, sanki bizim tarihimiz olmaktan çıkıyor. İşte bu hisleri harekete geçirmek için en güçlü kanal edebiyat. Ahmet Altan'ın kalemine sağlık. Söylemeden edemeyeceğim, doğru yazılışı 'Çerkes'ken Ahmet Altan ve editörleri neden yaygın bir kullanım hatasını tekrar ederek Çerkez demişler onu anlayamadım. Bilerek yaptılarsa neden yaptılar merak ettim.
Très mauvais, je l'ai fini jusqu'au bout pour comprendre comment mal écrire son protagoniste. J'ai pris des notes pour décompresser. J'ai la flemme de les retranscrire là. Le temps a y consacrer ne vaut pas la peine Des situations absurdement en sa faveur, comme si chaque humain, chaque destinée, lui était soumis de fait. J'ai lu trop les mots "vivre", "tuer" et "mort" pour les prendre au sérieux pour un an au moins. J'ai rarement lu une écriture si neutre dans ce qu'elle veut transmettre, du passe-plat, et tout arrive à ma table desséchée, comme si la cuisine se résumait à un micro-onde.
Ziya est le dernier fils d’une famille Terkesses de Turquie. 2levé dans le culte de la réputation gagnée en tuant qui a manqué de respect, il est devenu un adulte froid.
Il ne reconnait pas qu’il aime la belle étudiante en médecine Nora qui, avant de repartir en France, lui cède son mouchoir.
Chez Tahirê Hanîm, il n’aime que le Palais et les nombreux vases de fleurs qui embaume son logis. Elle, en revanche, frissonne de fréquenter un tueur.
Ce jeune tueur froid (il a entre 16 et 22 ans dans le roman) a un faible : il aime jouer aux dés et à la roulette.
J’ai aimé que l’auteur me parle de cette sensation qu’éprouve les grands joueurs de jeux de hasards : cette impression de planer au-dessus de la vie et de la mort. Si Ziya lance les dés, c’est pour oublier la mort.
Bien sûr, je n’ai pas aimé ce personnage imbu de lui-même et qui ne pense qu’en terme d’honneur de la famille (même son second frère en fait les frais).
Mais si Ziya n’avait pas appris à refouler très tôt ses émotions, il ne serait pas devenu ce jeune homme indifférent à tout.
Ülkemizin Saygıdeğer yazarlarından olan Ahmet ALTAN eseri ile karşınızda bulunmaktayım. Ben bu eseri yorumlamak için üç gündür bekliyorum. Eseri okuduktan sonra toparlanmakta, biraz zorlanmış olabilirim yalan yok. Ancak öyle bir analiz yapmak için, doğru kelimeleri ve cümleleri seçmekte zorlandığımı itiraf etmeliyim. Her an aklımdaydı Ziya. Doğru muydu? Yanlış mı? Haklı mıydı? Haksız mı? Kan gerçekten kan ile mi yıkanır? Adalet bu yerin neresinde yer alır tam olarak? İntikam duygusu! Her duygusu yok eden, içinde bir kırıntı dahi bırakmayan o intikam duygusu. Sizlere dilim döndüğünce, gönlüm yettiğinde Zarlar’ı anlatacağım dostlarım. Aslında Ziya’nın ruhunu anlatacağım desem daha iyi olur..
Rahmetli babacığım anlatırdı, eski İstanbul kabadayılarını. Kiminin acımasızlığını, kimin merhametini. Yaşadığım yer İstanbul’un en eski semtlerinden biri olunca, kabadayı hikayeleri kaçınılmaz olmuştu. Hatta kabadayı ailelerine bile büyük hürmet edilirdi. Kimimiz hayranlıkta kimimiz iğrenerek dinlerdik. O kadar insana nasıl kıyılmış derdik. Hayranlık duyanlar, kabadayı ağabeyleri için mertliğin kitabını yazmış kelamı kullanırlardı. Eserin afilli ağabeyiydi Arif. Kabadayılığın nam-ı nı salmış, bastığı toprağı titretirdi. Hani Ziya için tek duygu intikam demiştim ya. Arif Ağabey’ine duyduğu hayranlığı ilave etmeyi unutmuşum. Arif Ağabey’inin himayesindeki iki kardeşin Ziya’nın ve ağabeyi Hakkı’nın, gerçek bir hayattan esinlenmiş, Ahmet Hocamız tarafından kaleme alınmış, şahane ötesi eseri…
Eser’in en çok dönem eseri olması ilgimi çekti ve hoşuma gitti. İstanbul’un 1900’lü yılllar sonrasını anlatıyor. Erkekliğin Mertliğin kitabını okuyup, su gibi içen, bu güçlülüğün hem Arif abisinin gözüne girmeyi, hem de mert bir babayiğit olup saygınlık kazanacağını düşünse de Ziya, kader bu ya vakitsiz kaybeder Arif Ağabey’ini. Öğrendiği ne varsa bir kalemde silemeyecek, aksine ruhuna daha çok kin öfke yükleyecekti. Eserimiz de bir de Nora’mız var. Bu delikanlı Ziya’mızın ruhuna dokunmak onu iyileştirmek için yanında olmak isteyen Nora. Ama Ziya’nın kendinden başkasına ayıracak zamanı da yoktur, sorumluluğu çoktur. Neden zarlar isimini sorduğunuzu duyar gibiyim? Barbut’u bilir misiniz? Zar ile oynanan bir oyun. Aslında eserde ben Ziya’ya Barbut diye seslenesim gelse de, o Arif’in izinden gitmeye niyetli bir delikanlı olduğu için, ara ara söylemiş olabilirim.
Sizce ne olur bu hikayenin sonu dersiniz? Cinayet, hükümet sıkıntısı, suikast ve cezası…
İp uçlarını verdim. Sıra sizde. Hemen vakit kaybetmeden alıp okuyorsunuz. Bu tarihin tozlu dönemlerinden kalmış, ve bir asırdan fazla geçen zamanda gün yüzüne doğmuş hikayeyi eminin öğrenmek isteyeceksiniz. Özellikle son sayfalara kadar, sayfaları nasıl çevirdiğinizi anlamayacaksınız.
Ahmet Altan kuşkusuz günümüz yazarları arasında en tartışmalı olanlardan biri. Bunda politik duruşunun ve zaman zaman yüklendiği misyonun etkisi büyük. Hayat görüşü olarak taban tabana zıt, bir birinden galaksiler kadar uzak kutupladayız. Ancak edebiyatçılık yanından ele aldığımızda, gene günümüzün en güçlü kalemlerinden biri. Bu güçlü kalemini sermayenin ve politikalarının hizmetine koşmadığı zaman olağanüstü eserler verebiliyor.
Zarlar da bu kitaplardan biri. Ataerkil bir dünyayı, "erkeklik", kabadayılık ve bunun etrafında dönen değerler zincirini, daha çocukken intikam uğruna namlı bir kabadayıyı vurmak zorunda kalan ve bu dünyaya adım atıp, bir siyasi suikasta alet olan ve sonunda da idam edilen Ziya'nın hikayesi anlatılıyor.
Sağlam bir dil, güçlü betimlemeler, iyi tasarlanmış bir kurgu ve tabii ki, hemen hepimizin hayatına bir dönem dokunmuş olan "erkeklik" halleri...
romanın içeriği hakkında çok fazla konuşmak istemiyorum, okumak isteyenlerin keyfini azaltmasın diye.
1900’lerin başında, Osmanlı’nın son dönemlerinde geçen bir hikaye… Üç kardeş… Birinin gölgesinde büyüyenler, kendini kanıtlamak isteyenler ve sonunda intikamın ağır yükünü sırtlananlar. İstanbul'da kabadayı abisinin öldürülmesiyle başlayan intikam ateşi, Mahmut Şevket Paşa suikastına kadar uzanan karanlık bir yola sürüklüyor Ziya'yı. Hapishane yılları ise duygusuzluğun ve karanlık tutkuların başladığı yer oluyor. Ve işte orada zarlarla tanışıyor… Kaderin attığı zarların peşinden gitmeye hazır mısınız?
Ahmet Altan’ı çok severim hatta bir iki kitabı hariç tüm küllüyatını okumuşluğum vardır. Bu son kitabını da Türkiye’ye gittiğimde bir heves aldım ama maalesef pek tad alamadım. Bir de sayfa 98’de böyle anlamsız bir hata yakalayınca iyice tadım kaçtı;
‘Garson Ziya’nın yanına geldi. “Sizi arkada bekliyor” dedi. “Yedi numaralı oda. Ama on beş dakika sonra gelsin, bir nefes alayım, dedi” O on beş dakika zor geçti. Sabırsızlanıyordu, arzu damarlarını yakıyor, ateş gırtlağına kadar yükseliyordu……………………………………………. Duvarlarına asılmış küçük Kandillerin yandığı dar ve loş bir koridordan geçti…………………………….Kapıların üstündeki Arapça numaralara baka baka on beş numaralı odayı buldu’
Bu belli ki yazar hatası ama editör bunu nasıl atladı anlamadım. Sadece bu da değil. Çok fazla tekrar var. Ahmet Altan’ın ‘katil - yazar’ ve ‘seks - ölüm’ alegorilerini çok severim. Hemen hemen tüm romanlarında bu konular yarattığı derinlikli karakterlerle incelikli olarak işlenir. Bu romanda maalesef o psikolojik derinliği bulamadım. 2021’de Fransa’da Prix Femina ödülü alan Hayat Hanım’dan sonra keşke biraz daha özenli bir roman çıkarsaymış diye düşündüm. Sadık bir okuru olarak hayal kırıklığımı gizleyememekle beraber, zevkle sonuna kadar okuyabildiğim için üç yıldız verdim.
Beau roman. Eprouvant. Ecrit simplement et pourtant complexe. Le protagoniste ne m’a pas plu, il ne plait sans doute qu’à lui-même. Intéressant de comprendre la démarche d’un grand joueur de jeux de hasard ainsi que le fonctionnement d’un tueur narcissique.
J’ai par contre adoré Madame Hayat du même auteur.
Vedalaşamamışlardı... Eger vedalaşabilselerdi, ona "Güle güle," diyebilseydi, onu son bir kez görebilseydi sanki yaşanan her sey güzel bir paket gibi bağlanacak, duygular onun içinde saglamca duracaktı. Simdi ise bütün duygular dökülüp dağılıyordu. Böyle hissediyordu. Onu son bir kez görebilmis olsaydi her sey çok farkli olacaktı, kendini bu kadar eksik, bu kadar kimsesiz hissetmeyecekti. Söylenmemiş her söz içinde bu kadar keskin ve parçalayıcı biçimde kalmayacak, böylesine çaresiz ve yalniz olmayacaktı. Gene söyleyeceklerini söyleyemeyecekti ama anılar böylesine sahipsiz, böylesine başıboş ve bu kadar cani dolasmayacakti hafizasinda. Son bir bakış, elini son bir tutuş, onun gözlerinde gorebilecegi ümit verici küçücük bir parıltı, anilarina belki bir sükûnet ve teselli katacaktı ….
Ahmet Altan romancılığında bir dönüm noktası. Sadece sürekli tekrarlar fazla bariz verilmiş. İnanılmaz sürükleyici. Son sayfaya kadar heyecanla ve zevkle okudum. Sırada Hayat Hanım var.
Bende iz bırakmayan, ne yazık ki beklentimin altında kalan bir roman oldu.
Anlatım yönünden biraz zayıf buldum açıkçası; karakterle bütünleşemedim. Karakter azılı bir katil olduğu ve benim her bir cana verdiğim olağanüstü kıymetten de ileri geliyor olabilir. Ziya’nın gerçekten kaçışı, kendi gerçeğini yaratması, kuralları çok yapay geldi.
İçine en çok girebildiğim bölümler ondört ve onbeş idi. Altan ölümü çok güzel tasvir etmiş ve ölüm üzerine düşünmüş, ölümden korkmuş her insan bence kalbi çarparak, gerilerek okur bu kısımları.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kader ve tesadüf üzerine insanı düşünmeye iten, küçük yaşta adam öldürerek ölmek ve öldürmek kavramlarını içselleştirmiş, bu kavramlardan korkmayan Ziya'nın hikayesi.
Kitabın başı ve sonu, yani Ziya'nın öldürme eyleminde bulunduğu anlar, o kararı verirken içinde yaşadığı duygu fırtınası ve bu duygulara tanıklık etmek Ahmet Altan'ın ustalığını hissettiğim bölümlerdi. Ancak kitabın diğer kısmında hikayede ciddi kopukluklar olduğu hissiyatına kapıldım, kendimi karakterle bütünleştiremedim. Sanki biraz aceleye getirilmiş, biraz savruk yazılmış gibiydi.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Galiba en sevmediğim kitabı oldu Ahmet Altan'ın.Diger kitaplarında damakda kayan dondurma tadındaki Türkçeyi bu kitapta bulamadım.Ülkemiz tarihinin vazgeçilmezlerinden olan derin devletin düzenlediği suikastlardan Mahmut Şevket Paşa suikasti konu olarak iyi bir seçimmiş yine de.
Mükemmel, içsel konuşmalar, duygu ve düşünceler o kadar güzel anlatılmış ki, okurken değişik duygulardan geçiyorsunuz. Ahmet Altan kendini aşmış ve yaratıcılığını sergilemiş.