“Hâlâ…” dedi ağırca yutkunarak. “Hâlâ öldürürken çok güzelsin…” Ölüp bittiği tenimde, yüreğimle can buluyordu. Bulduğu canlarını çoğaltıyor ve kördüğümünü katmerlendirdiği kadar katmerlendiriyordu. Birbirimizde can buluşlarımız günümüzde artık Fransızca tek bir cümleyle özet bulurken, geçmişimizden günümüze gelen her bir vurgusunu Alp Aslan’ın dudakları, tenime yenilemekten erinmediği mühürleriyle yapıyordu... Eksiklik, birinde eksik kalmak ve aldığın nefesin o olmadan tamamlanmasına imkân tanımamak… Bencil, hastalıklı veyahut biraz da zorbalık içeren bir tanım gibi görülebilirdi ama öyle olmadığını; yaşayan yürekler olarak birbirimizin nefesi olmadan eksik hisseden bizlerin, nefeslerimize bile saygı duyduğumuzu biz biliyorduk. Bizimle birlikte herhangi bir alanda beş dakika dahi duran biri de aradaki saygıya ve gün geçtikte destanlaşan sevgiye bire bir şahit oluyordu. Tek bir can olmaya ant içip bir umut olarak sığındığımız sevdamız, insanların özenebileceği bir yaşam şekli olabiliyordu…
İlk kitabından beri zırıl zırıl ağladığım seriyi bitirmiş bulunmaktayım... Önce son kitabı yorumlayayım, sonra genel Onsra'ya saygı kuşağı yapar kapatırız. Diğer kitaplara nazaran çok daha az olayın olduğu, habire Alp Aslan'ı beklediğimiz bir kitap oldu. Hevybanu ile o kadar bekledik ki artık ben katlanamaz oldum. Asker eşlerinin o evlatlarıyla "Naaşı mı gelecek, kendi mi?" bekleyişini anlamış oldum ama mesela. Alp'in her eve dönüşü içime battı. Serinin son kitabı olmasına rağmen çok fazla şeyin açık uçlu bırakılması beni bir tık rahatsız etti. Diğer kitaplarda olsa bu kadar gözüme batmazdı ama ben son kitapta birçok şeyin çözülmesiyle daha kesin bir final beklerdim, öyle ki 5. kitap mı gelecek acaba korkusu bile oluştu. Çok fazla işlenebilecek şeyler yarıda bırakılmış bence, Melih başta olmak üzere çoğu karakterin hikayesi aceleye gelmiş gibi hissettirdi. Benim en büyük eleştirim aile ilişkilerinden bu kadar yaralı iki karakter varken o ilişkilerin asla yeterince işlenmemesi. Alp Aslan, kendi evlatları olmasına rağmen o eve zor adım atarken biz neden bu kadar öfkeli olduğunu iki üç paragrafla ancak tahmin edebildik. Kemal Baba, Neşe Gümüş ve bizimkilerin daha derin bir olayları olduğunu gördük mesela, ama bu da geçiştirildi. Daha derin işlenebilirdi diyorum çünkü elimizde minimum 2K sayfalık bir kitap serisi vardı ve hikaye sadece Jülide'den değil, Alp Aslan'dan da anlatıldığı için biz o hikayeleri bekledik mesela ama boşa geçiştirilmiş gibiydi. Geliştirdikleri o karakter değişimi, birbirlerine olan anlayışları beni çok tatmin etti. Alp Aslan'a hiç kıyamadım, ne askerken ne de baba olduğunda. Paşacılığımı tamamen saf dışı bırakarak söylüyorum, çok gerçek bir karakterdi. Hislerini yansıtma şekli, kendine ve yaşadıklarına olan öfkesi, aşkı ve acısıyla gerçekten gerçek biri gibi hissettirdi hep. Evrenlerden birinde onların mutlu yaşadığını bilmek bana hep iyi gelecek. Onsra'ya gelecek olursak, hikayenin kurgusu açısından gerçekten kendi türündeki en gerçekçi asker kurgularından biri. Övüldüğü kadar çok aksiyonlu, her bölüm aman bir olaylar değildi ama o normal yaşantı bana geçti ve ben, yine çok geniş alanı olmasına rağmen bunun da kullanılmamasından bir tık rahatsızım. Hatta el yükselteyim, kurgudaki tüm aksiyonun "Albay Neşe'nin kızı ve damadı mısın, o zaman öleceksin" kısmından karşılanması direkt eksi puandı. Her şeyiyle güzel bir seriydi ve ben seri okumaktan o kadar uzaklaşmıştım ki, iyi gelmedi diyemem. Yolları açık olsun.
"Sırtını yatağa, Ardıl Erce'yi de göğsüne yasla..."
"Sen benimle," dedim hızlıca dudaklarımı dilimle ıslatarak. Ardıl Erce çığlığı basınca yüzümü buruşturdum. "Şey mi geçiyorsun, Hevybanu? Dalga mı?.."
Hevybanu yine beni ve paniğimi zerre umursamayıp, "Kalbinin üstünde kalsın başı, oynatma," diye mırıldandı. Ardından sol elini Ardıl Erce'nin sırtına attı. Ardıl Erce'nin ağzından akan salyasını göğsümde hissedince, vücudumda tanımlayamadığım bir ateş hissettim. O arada Hevybanu "O sesi işitmeye ihtiyacı var," dedi, elini Ardıl Eece'nin başına takılmış beyaz şapkasına çıkararak. "Benim kalp sesime aşina. Yadırgamayacaktır..."
"Ayırt edemez mi diyorsun?" dedim şaşkınca. Ben ederdim çünkü...
Hevybanu'nun gülümseme sesini işitince Ardıl Erce'nin şapkasındaki bakışlarım Hevybanu'ya döndü. "Kalbim seninkiyle bir atıyor," derken, Ardıl Erce'deki bakışları usul usul yüzüme tırmandı. O kadar yorgun gözüküyordu ki için daha çok ezildi. Bu yüzden ayırt edecek bir şey bulamaz, diyorum."