İkinci defterimi ve hayatımın bir safhasını kapattığım günden beri bende bir hayli değişiklikler oldu. Onları da yazmalıyım. Bazan geçmiş günlere dönmeyi arzu ettiğim ve bilhassa yaşlanıp artık yeni yeni heyecanlar duyma kabiliyetini ve imkânını kaybettiğim zaman hatıralarla avunmak maksadıyla okumak için yazmalıyım. Sonra çocuklarım ve torunlarım okusun diye yazmalıyım.
Ne tuhaf, artık çocuk sahibi olmayı istiyorum. Aşağı yukarı kendi yarattığım bir varlığa sahip olmak, manen ve maddeten kendimden ona bir şeyler verebilmek; bedeninin, ruhunun, kafasının benden aldıklarıyla şekillendiğini, inkişaf ettiğini görebilmek için.
Günlükler (1948-1989), Selçuk Baran’ın 15 yaşında başlayıp 56 yaşına kadar çeşitli aralıklarla yazmayı sürdürdüğü 12 defterden meydana geliyor. Kimi zaman yalnızlık ve umutsuzluk, kimi zaman büyük bir heyecan ve arzu, kimi zamansa dinginlikle dolu bu defterler, Baran’ın entelektüel bilincinin nasıl şekillendiğini gösterirken Türkiye’nin geçirdiği değişimlerin de izini sürüyor.
Selçuk Baran (Ankara, 7 Mart 1933 – 4 Kasım 1999) Ankara Kız Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni üstün derecelerle bitirdi. Aynı fakültenin Banka ve Ticaret Hukuku Enstitüsü’nde kurs müdürlüğü yaptı (1958-68). 1995’ten sonra bu enstitünün yayın müdürüydü. 1987-93 yıllarında TRT İstanbul Radyosu’nda radyo oyunları yazdı. “Türkân Hanım” adlı oyunu Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi. İlk öyküsü (Çocuğun Biri) 1968’de Yeditepe dergisinde çıktı. Yalnızlık ve umutsuzlukla örülü öykülerinde düşsel, şiirli bir hava yarattı. Behçet Necatigil “Keskin, belirgin çizgilerden kaçınarak, dikkat isteyen, belirsiz yaşantı parçalarını birleştiriyor; çağrışım ve yorumlara açılma gücü için okuyucudan katkılar bekleyen bir ‘iç hayat’ görünümleri çiziyor” saptamasında bulundu. Selçuk Baran’dan kalan günlük, mektup ve yayımlanmamış yazıları yakın dostu Ülkü Uluırmak derledi: Haziran’dan Kasım’a (2007).Haziran ile 1973 TDK Öykü Ödülü’nü kazandı; Bir Solgun Adam ile 1974 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldı; Anaların Hakkı ile 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Adnan Özyalçıner’le paylaştı; Bozkır Çiçekleri ile 1979 Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon aldı.
Selçuk Baran’ı sevenler için muazzam bir şey onun günlüklerini okumak. İlk gençlik yıllarını yazdığı bölümler biraz daha ergen serzenişleriyle dolu olsa da evlendikten sonra yazdıkları hem edebiyat dünyasındaki insanlarla etkileşimini hem de içini yiyip kemiren hoşnutsuzluğunu görme adına çok kıymetli. Evliliğinin adım adım kötüye gitmesinin Baran'ı nasıl etkilediğini, yazıyla kurduğu bağın nedenleriyle birlikte nasıl gelgitlerle dolu olduğunu keşfetmek çok güzeldi. Bunun dışında bazı konulardaki düşünceleri de beni oldukça şaşırttı. Mesela Nazım Hikmet’ten çok hoşlanmadığını üstüne inançlı bir insan olduğunu bilmiyordum. Bunları görmek de Baran’ı tanıma adına yeni bir pencere açtı. Özetle her türlü çok kıymetli bir kitap.
Selçuk Baran'ın Günlükleri yayımlanacağını öğrenince bir edebiyat kapısının ardı daha aralandı deyip kendi adıma çok sevindim. Bütün kitaplarını okuyan ve yaşamını kalem kalem bildiğim bir yazarın kendi kaleminden duygu ve düşünce dünyasını okumak beni çok heyecanlandırdı ki 600 küsur sayfalık bu muhteşem eser sadece bir defa değil defalarca okunacak bir kitap.
Almanya seyahatim sırasında özellikle yazarın Almanca'ya olan merakı ve Almanya'ya duyduğu yakınlık yazara beni daha da yakınlaştırdı.
Ankara'yı göze sokmadan, sade ama akılda kalan kelimelerle anlatması beni çok etkilemiştir her zaman. Ufak bir cümlesi, kelime ile yerle bir etmeye yetiyor zaten okuyanı. Hakkında o kadar az bilgi olduğu bir dönemde bu kitap Selçuk Baran okuyucuları için adeta ilaç gibi gelecek ve tekrar tekrar yararlanacakları bir kaynak olacaktır.
Selçuk Baran yaşarken de ölürken de yalnız bir kadınmış en çok da okuyunca bunu anlıyor okur.
Seni çok seviyorum Selçuk Baran 🥹🥹ve seni okumayı çok özlemişim. 15 yaşından ölümüne dek bütün hayatını ve hissettiğin her bir duyguya ortak olmak beni çok iyi hissettirdi.💛💛💛💛
“Yazar, birer olay anlatmıyor hikâyelerde. Keskin, belirgin çizgilerden kaçınarak, dikkat isteyen, belirsiz yaşantı parçalarını birleştiriyor; çağrışım ve yorumlara açılma gücü için okuyucudan katkılar bekleyen bir ‘iç hayat’ görünümleri çiziyor” demiş Necatigil.”
‘İç hayat’ görünümleri deyimi Selçuk Baran’ın yazarlığını, edebiyat anlayışını en iyi açıklayan deyimlerden bana göre. Eserleriyle yaşayan, yaşamını eserlerinde yeniden kuran bir yazar. Görünmeyi sevmiyor, eserleriyle bilinmek istiyor. Yaşarken pek kıymetinin bilinmemesinde de bu duruşu belirleyici olmuş bana göre.
Selçuk Baran, 7 Mart 1933 yılında Ankara’da doğmuş. Çok küçük yaşlardan itibaren okumaya ve yazmaya tutkuyla bağlandığı anlaşılıyor. Elde bulunan ilk günlüğü 1948 tarihini taşıyor. 15 yaşındaymış. Bu günlüğün bir sayfasında da önceki günlüğünü yaktığını yazmış. Yani günlük tutmaya daha önce başladığını tahmin edebiliriz. İyi bir yazar olacağını günlüğündeki anlatım gücünden anlamak mümkün.
Ankara Kız Lisesinde okuyor. Günlüğünde ailesinden, arkadaşlarından ve çokça aşklardan, aslında sevmek ve sevilme arzusundan söz ediyor. Edebiyat öğretmeni Nahid Hanım’ın olumlu etkisini, onun gözüne girmek için yaptıklarını anlatıyor. Öğretmenini Orhan Veli’nin büyük aşkı Nahid Fıratlı herhalde. Günlüklerinde Selçuk Veziroğlu’nun daha o yaşlarda kendi kimliğini bulma, oluşturma çabasında olduğunu, varlık sorunlarıyla ilgilendiğini, inanç, din ve tanrı konularını sorguladığını görüyoruz. Samiha Ayverdi ile mektuplaştığını belirtiyor. Onun görüşlerini önemsiyor. Kişiliğinin nasıl geliştiğini, hassas, duyarlı ve yalnız bir yaşamın temellerinde hangi olgular ve duygular olduğunu kendi kaleminde okuyoruz.
Bu hali 1950 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde daha da belirginleşiyor. Günlüklerinin bir gün yayınlanacağını düşünmediğinden olsa gerek tüm içtenliği ile duygu ve düşüncelerini anlatıyor. Bu bölümleri bir bildungs roman, oluşum anlatısı olarak okudum. Başarılı, çalışkan bir öğrenci, okulları hep pekiyi ile bitirmiş. Hukuk Fakültesi’nden de pekiyi ile ve üçüncülükle mezun olmuş. Amacı akademisyen olmak. Daha ilk yıllarda bunun için çalışıyor, profesörlerin gözüne girmek için uğraşıyor.
İki yıl Berlin Üniversitesinde yüksek lisans eğitimi görmüş. Almanya’dan 1956’da tatil için dönüşü sırasında, gemiyle İtalya üzerinden Türkiye’ye gelirken opera ve şan sanatçısı Ayhan Baran’la tanışması geleceğe ilişkin planları değiştirmiş. 3 Nisan 1957’de evlenmişler. Bu seyahatin notları da var ama Selçuk Baran günlüklerinde esas olarak duygu ve düşüncelerini ele alıyor, davranışlarını değerlendiriyor, bilgi ve inançlarını sorguluyor. Allah’a inanmak ve din en çok dert ettiği konular olarak sık sık karşımıza çıkıyor. En çok okuduğu, sözünü ettiği yazar Andre Gide. Okuduğu kitaplardan söz ederken de yaklaşımı böyle. Kendiyle hesaplaşmalarını sürdürürken nasıl yalnızlaştığını, diğer insanlardan uzaklaştığını izliyorsunuz.
Almanya’dan dönüp evlendikten kısa bir süre sonra, 1958 yılında, mezun olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Bankacılık ve Ticaret Hukuku Enstitüsünde çalışmaya başlamış. On yıl çalıştıktan sonra işten ayrılıp eve çekilmiş ve günlerini ev işleri ve yazmakla geçirmiş. Günlüğün bu yıllarla ilgili sayfalarında kocasıyla ve iki kızıyla ilişkileri sayfalara yansırken yazarlığının nasıl geliştiğini de okuyoruz.
Selçuk Baran 15 yaşından beri düzenli bir şekilde günlük tutar ama yazarlığa başlaması, yazdıklarını yayınlaması geç olur. Bir söyleşisinde “Yeterli bir yaşam deneyimi geçirmeden yazı yazmamaya karar verdim. O zaman kendime kırk yaş diye bir başlangıç yaşı koymuştum. 35 yaşımda yazmaya başladım” demiş.
Onu öykü ve romanlarıyla tanısak da yazmaya şiirle başladığı ve ciddi bir şiir okuru olduğu da anlaşılıyor. Çok sayıda şiir yazmış. Edip Cansever, Turgut Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreya, Gülten Akın gibi çağdaşlarını izliyor. Zaten daha sonra onlarla dostluklar da kurmuş.
1968 yılında ilk öyküsü “Çocuğun Biri “ Yeditepe dergisinde yayımlanmış. Papirüs, Hisar, Türk Dili, Yeni Edebiyat gibi dergilerde öyküleri çıkmış. 1972’de ilk öykü kitabı “Haziran” yayınlanmış ve bu kitapla Türk Dil Kurumu hikâye ödülünü kazanmış. Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda mansiyon ödülü alan ilk romanı “Bir Solgun Adam” da aynı yıl yayınlanmış.
“Anaların Hakkı” Eylül 1977’de basılmış ve 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Adnan Özyalçıner’in “Gözleri Bağlı Adam” adlı yapıtıyla paylaşmış. 1977’de yazdığı “Bozkır Çiçekleri” ile 1979 yılı Milliyet Roman Yarışması’na katılmış ve mansiyon kazanmış. O yılın birincileri Orhan Pamuk ve Mehmet Eroğlu. Ama yayınlanmamış eserlere verilen ödülü kazananların kitaplarını yayınlatması sanıyorum 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin de etkisi ile oldukça gecikmiş. “Bozkır Çiçekleri” de yazılışından on yıl sonra, 1987’de kitaplaşabilmiş. 1984’te “Kış Yolculuğu” ve “Tortu” adlı iki öykü kitabı yayınlamış.
İlk öyküleri yayınlanmaya başladığında edebiyat çevreleri ile de tanışıyor. Tomris ve Turgut Uyar’la yakın dostlukları oluyor. Adalet Ağaoğlu, Erdal Öz, İlhan Berk , Füsun Akatlı, Cemal Süreya sıkça görüştüğü dostlarından. Selçuk Baran bu dostlukları günlüklerine de yansıtmış.
1980’li yıllarda hem özel hayatında hem de ilişkilerinde değişiklikler olacak, İstanbul’a yerleşecek, kocasından boşanacak ve dostlarından uzaklaşacaktır. Yayınlatma konusunda da çekimserdir. Selim İleri gibi vefalı dostları olmasa belki hiç yayınlayamayacaktır. Yayınlanan son öyküsü Selim İleri’nin yönettiği Argos dergisinin Eylül 1991 sayısında çıkan “Sen, Ben ve Diğerleri” olmuş.
Selçuk Baran “Türk okuyucusuna bir türlü ulaşama”dığı düşüncesiyle 1994’te yazmamaya karar verdiğini söylemiş. 1992’de “Arjantin Tangoları” ve 1996’da çocuklar için yazdığı “Porselen Bebek” adlı öykü kitapları yayınlanmış olsa da bu fikrinin değişmediği anlaşılıyor. 4 Kasım 1999 sabahı mide kanması geçirip hayata gözlerini yummuş.
7 öykü kitabı, biri vefatından sonra yayınlanan üç romanı var. Radyo için ve tiyatro oyunları da var. Bütün eserleri 2000’li yıllarda Yapı Kredi Yayınları’ndan yeniden, özenli baskılarla çıktı. Bu yayınlar bir anlamda Selçuk Baran’ın ölümünden sonra da olsa yeniden keşfi sayılabilir. Edebi çevrelerin, genç yazarların çok ilgisini çekti. Araştırmalar yapıldı, yazılar yayınlandı.
Yavuz Türk’ün yayına hazırladığı “Günlükler (1948-1989)”, Selçuk Baran’ın 15 yaşında başlayıp 56 yaşına kadar çeşitli aralıklarla yazmayı sürdürdüğü 12 defterden meydana geliyor. Günlükler’de Selçuk Baran’ın bireysel ve entelektüel gelişimini izlerken kendi kaleminden aşklarını, dostluklarını, aile hayatını ve yazarlık serüvenini ve çeşitli önemli eserlerden yola çıkarak topluma ve hayata bakışını öğreniyoruz. Gizli kalmış bir yazarın kendi kaleminden keşfi de diyebiliriz. Umarım iyi bir başlangıç olur ve bu değerli yazar yeni okurlarla buluşur, hak ettiği değeri kazanır.
İstanbul’da Ayhan’la geçen altı güzel gün. Otel berbattı, hava ilk günler kapanıktı. Ayhan da üzdü beni. Kıskançlık mıydı neydi yaptığı? Gene de güzel geçti. Hele o loş, büyük otel odasında yeşil battaniyeli yatağımızın üzerine oturup hikâye yazışım. Günseli ile Yenikapı’dan Sarayburnu’na doğru yaptığımız gezinti. Sultanahmet’te taş yıkıntılar arasında bir pencere oyuntusu gördük. Kenarına konan kutuları içinde çiçekler sıralanmıştı. Pırıl pırıl. Yan kapıdan bakayım dedim. Güler yüzlü bir kadın karşıladı bizi. Kendi tabiriyle “fakir evi”ni görmek istedik. Küçük avluya sıralanmış üç beş göz oda. En diptekinde sakallı bir ihtiyar adam. Kadının da adamın da gözlerinde bir iyilik, bir aydınlık. Tanrı oradaydı. Ayrılınca Günseli,”Biz mi orada olmadığımıza üzülelim, acılar mı bize imrensinler belli değil,” dedi.
Bazı yazarların kitaplarıyla karşılaşmanın da kendine has bir dokusu oluyor, tıpkı bazı insanlarla olduğu gibi. Bazen bir cümle, kendiliğinden önüme düşüp süzülüyor zihnime ve günlerce yankılanıyor içimde. Sonra, peşine düşüyorum o yankının ve beni buluşturduğu şey güzelliğinin acı tatlı her boyutuyla en güzel şekilde yer ediniyor.
Bu durumun insanlarla olabilen karşılaşmalardan farkı sanırım; yıkıp döküp bir şeyleri alıp götürme gibi bir ihtimalinin olmayışı. Ne de olsa bir kitap, Kafka'nın söylediği gibi içimizdeki donmuş denize inen bir balta olabilir ki o balta da saplanıp kaldığı yerden öylece çıkıp da gidemez ya, yıkım ve döküm birlikte yaşanır ya da yapım ve inşa.
🍃 Baharda Gelenin Güzelliği
Söz ettiğim türden karşılaşmayı 2023 baharında Kâmuran Şipal'in cümlesiyle yaşamıştım, şimdi aynı şeyi 2025 baharında Selçuk Baran'ın cümlesiyle yaşadım.
Selçuk Baran'ın karşıma çıkan o cümlesinde duyumsadığım biçemin ve imgenin dokusu fazlasıyla dikkat çekici ve hatta büyüleyiciydi. Görünenin ardı da bu yüzden fazlasıyla merakımı çekince sanatsal metinlerinden önce kendisini tanımak arzusu beni günlüklerine yönlendirdi.
📖 Günlükler 1948-1989
On beş yaşından elli altı yaşına kadar tuttuğu ve on iki defterden oluşan bu günlükler Selçuk Baran'ın sevinçlerini, hüzünlerini, acılarını, umutlarını, umutsuzluklarını, uyumunu, uyumsuzluğunu, politik ve dini düşüncelerini, yazma ile hemhâl oluşunun ve derinlerinin detaylarını okura ulaştırıyor.
Bu kişisel durumların yanında, son yıllarda tuttuğu günlükleriyle de dönemin edebiyat anlayışına, edebiyatçılarına dair detaylara Selçuk Baran'ın bakışından tanık oluyoruz. Özellikle yıllardır, bir sorunu olduğunu düşündüğüm Tomris Uyar metinlerine dair söylediği şey kusursuzdu! O söylem, hissettiğim sorunu net şekilde tanımlayıcı oldu.
Bu günlükler sayesinde Selçuk Baran'ın biçemini besleyen o derini bildim ve şimdi sıra sanatsal metinlerinde, beni bekleyen şeyin ne olduğunu hissediyorum ve bu heyecan uyandırıyor!