Paperback. 12,00 / 20,00 cm. In Turkish. 96 p. Ferit Edgü, ilk kez 1977'de yayinlanan O [Hakkâri'de Bir Mevsim] adli romaninda, Türkiye'nin dogusuna, sarp daglarina, umarsiz insanlarina bir agit yakmisti. Melih Cevdet Anday'in "gerçegin inanilmaz bir düse dönüstügü, sasirtici bir öykü" diye niteledigi O'dan tam o otuz yil sonra, Edgü Yarali Zaman'la yeniden Doguya dönüyor. Bu kez, Hakkâri'de hiç de düssel olmayan bir yolculuga çikiyor.
1936’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde başladığı öğrenimini Paris’te sürdürdü. 1976-1990 yılları arasında, kurucusu olduğu Ada Yayınları’nda, çağdaş Türk ve dünya yazarlarının, şairlerinin yapıtlarını yayınladı. Edebiyatın çeşitli alanlarında onlarca ürün verdi. "Bir Gemide" adlı kitabıyla 1979 Sait Faik Armağanı, "Ders Notları" ile 1979 Türk Dil Kurumu Ödülü, "Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı" ile 1988 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü aldı. Abidin Dino, Yüksel Arslan, Bedri Rahmi, Eren Eyüboğlu, Füreya, Aliye Berger, Ergin İnan gibi sanatçılar üzerine yayınlanmış kitapları vardır.
Şiir ve nesir karışımı bir kabus. Kalbe saplanan hızlı bir hançer darbesi. "O"dan (Hakkâri'de Bir Mevsim) otuz yıl sonra yeniden Doğu, yeniden karanlık. "O" ile aynı kuvvette olmasa da, Edgü yazıdaki mahirliğiyle yine beni benden aldı.
"Bir karabasan bu. Elleri yüzleri yanmış insanlar, akın akın bana doğru geliyor. Ölmüş annem de aralarında. Yorgunsun oğul, biraz dinlensen, diyor. Sonra, ardımda bıraktığım sevgilimi görür gibi oluyorum, Oralara gitme, oralarda ölme diyen. Birden, güneş dağın ardında batıyor. Alacakaranlık: Kayalıklar al kana boyanıyor. Kan rengi kayalıklar arasından döne dolana akan Zap. Zap da kan rengi. Bağırmak çığlık atmak istiyorum, atamıyorum. Uyanmak istiyorum, uyanamıyorum. Sonunda attım çığlığı ve uyandım - kan ter içinde. Çığlığımı duyan olmamıştı - her zamanki gibi." (s.65)
Ahmet Haşim şiiri gibi, söz ile musiki arasında, sözden ziyade musikiye yakın. Anlatı diye sınıflandırılmış ama vurucu ve dağınık bir şiirin parçaları gibi. Kasvet, kapalı gökyüzü, sessizlik, dağlar dağlar sonsuz dağlar, acı, teslimiyet, demli çay, soba çıtırtısı. Bir rüya anlatımı gibi. Yazarın doğu yolculuğu izlenimlerini anlattığı ana metin bir yana, en sona eklenen özeti çok beğendim. Tadımlık: "Tümünün gözü iyi görüyor Gözleri iyi görmeyenlerin bile gözlüğü yok.-Belki gördükleri her şeyi daha önceden gördükleri için ve yeni hiçbir şey görüş alanlarına girmediği için kullanmıyorlar gözlüğü. Kadınlarının saçları uzun, kınasız ve bitli. Gözleri kocaman, kara ve sürmeli."
"Bizim eski kitaplarımız şöyle der: İnsan yurdunu bırakıp gider mi? Bu dağlar senin yurdundur. Kurt sürüye daldı diye insan sürüyü bırakıp gider mi? Kuzular, toklular, koçlar, koyunlar tümü senindir. İnsan ağlar oldu diye dizlerini döver mi? Söyle, döver mi? Akılsız kafasını taşa vurur mu? Oturup düşünmez mi? El ele vermez mi? Yaralıyım, yaralısın, yaralı, demez mi? Hiç mi bi'şey demez, hiç mi konuşmaz, hiç mi hiç mi hiç mi..."
Ferit Edgü otuz yıl sonra düşsel bir Doğu yolculuğundan notlarını yazıyor. Samih Rıfat’ın anısına. Seferis’in bir dizesinden kitabın ismini alarak: “Yaralı gövde, yaralı yurt Yaralı zaman.” Ve tarifsiz güzel bir kapak resmiyle ki Abidin Dino’dan ve başka bir yayınevinden. Okur kimliğimle, gerçeklik yerine düşsel yolculukların yolcusu olamıyorum ama üzerime düşeni yaptım ve okudum:)
'Düşlerde gerçektir demekle yetindim. Olabilir dedi Vahap, ama tersi doğru değildir. ... ben niye yoktum yanında? Bilmiyorum dedim. Çünkü düşlerde kimse kimseye rehberlik edemez de ondan, dedi Vahap.'
İki dert bir dertten ziyade değildir. Ne demek istediniz, pek anlamadım, diyor yüzbaşı cigarasını yakarken. Doğrusu ben de bilmiyorum diyorum.
Öyle günler var ki hiç bitmez demişti Vahap. Haftalardan, aylardan daha uzun sürer. Gündoğumu ile günbatımı arasındaki süre öylesine uzundur ki sanki zaman durmuş güneş batmayacak sanırsın; Şu lanet olası gün bitsin dersin hayır bitmez bitmek bilmez.
Çünkü düşlerde kimse kimseye rehberlik edemez de ondan, dedi.
Benim yaşamım senin doğuşunla dağlarda akışın ve sonra çorak topraklarda yok oluşunun süreciyle sınırlı, seni bilenle bilmeyen bir olabilir mi Zap, Seni bilenle acıyı yaşayan bir olabilir, o başka.
Biliyorum kimsenin bekleyeceği yoktu, ölürsem cesedim gelmeyecekti, bir kayanın dibine gömersiniz, üzerine bir taş filan da istemem, ölüm de umrumda değildi, ölüm yaşamanın bedeliyse, gerçekten umurumda değildi.
Dünyanın sonu muydu? Sanırım sonuydu. Ama yaşamın sonu değildi, yaşam kıyametten sonra da sürer, ben biliyorum, ben bunu yaşadım, daha önce de şimdi de.
Bizim eski kitaplarımız şöyle der; insan yurdunu bırakıp gider mi? Bu dağlar senin yurdundur, kurt sürüye daldı diye insan sürüyü bırakıp gider mi? Kuzular, toklular, koçlar, koyunlar tümü senindir, insan ağlar oldu diye dizlerini döver mi? Söyle döver mi? Akılsız kafasını taşa vurur mu? Oturup düşünmez mi? El ele vermez mi? Yaralıyım yaralısın yaralı demez mi? Hiç mi bi’şey demez hiç mi konuşmaz , hiç mi hiç mi hiç mi..
Burda zaman yoktur dedi rehberim.Bilesin. Bunu söyleme dedim. Bunu hiçbir zaman söyleme. Gerçeği söylüyorum, dedi. Gerçeği söyleme, dedim. Burda dedi inatçı rehberim, sabah olur akşam olur gece olur yatarsın uyanırsın, sabahtır, hep böyledir, hiç değişmez
Birden bir ayaz çıkmıştı sanki, iliklerine değin ürperdi, zaman yoksa ne var burada dedi çenesi titreyerek Avcı. Bir an olsun duraksamadan yanıtladı rehber: Ölüm var dedi. Yalnızca ölüm var. Ölümün zamanı var mıydı sizce? Bilmiyorum dedi Avcı. Ben sana söyleyeyim dedi rehberi, Yoktur.
"Ben ilk adımı attığımda ikinci adımı da düşünürüm. Başka türlüsü elimden gelmez. Ben ilk adımı attığımda, onuncu, yüzüncü, bininci adımımı da bilirim. Zaten bir kaç adım sonra sen sen değilsindir..." Tetiği çeken sen değilsindir, ama göz sen istesen de istemesen de yolları, dönemeçleri, yarları dorukları görür ve böylece belleğine geçirir, hayat dediğin bundan başka da nedir ki?
Garip değil mi her yerde aynı insan olmak, aynı insanmış gibiyi algılamak?
Çok uzun yolculuktu bu, yol boyunca yalnız sarp kayaları ve akarsular gördük, hiç insan görmedik, hiç ağaç görmedik, yalnızca köpekler, geceleri ise yalnız çakallar.. -''türkü söylemeyi seviyorlar..''
Gördüğünü, duyduğunu, bildiğini yaz(a)mayan bir insan düşlerini kaç kere yazabilirdi ki, bir kere yazıldı ve Bir Mevsim oldu, Hakkari'de. Zaman o zamandan yaralıydı, O, "o"ydu. Bu bir şey eklemiyor; bu, kesinlikle bir O değil.
Acı ve gerçekten yaralı zaman.. Zamanın durduğu, insan olmanın ne gerektirdiğini sorgulattığı, var olmanın aslında oradaki dünyada bir şey değiştirmediği, sorular sordurup cevapları verdirmediği topraklar..
Neden gidiyorsun? Gittiğin yerde bulacağın, göreceğin 'şey'leri hazmedebilecek misin..?
“Gece. Bir türkü yükseliyor. Bir kadın sesi. Türküden çok bir inilti, bir yakınma. Bu nerenin türküsü, diyorum. Türkü değil, bir ağıt, diyor Vahap. Ne diyor? Yeni yakmış olmalılar, bilmiyorum.”