“Onunla bir çöp bidonunun başında tanıştım; çekingen, utangaçtı. Aç olduğu her halinden belliydi, yine de çöpü karıştırıp karıştırmamakta kararsızdı. … Kapkara gözlerinin feri sönmüş, omuzları çökmüş, dudakları çatlamıştı. Çöpten bulup çıkardığım ilk yiyeceği ona uzattım; tereddüt etti, gözleri doldu, boğazı düğümlendi. … Verdiğim mısır ekmeğinden ısırırken onu adeta incitmemeye çalışıyordu, belli ki ‘nan’ın kıymetini biliyordu, ‘nankör’ değildi yani. Birkaç parça daha yiyecek tutuşturdum eline; ilk defa gülümsedi, bembeyaz dişleri yüzünü aydınlattı. Birbirimizin dilini konuşamıyorduk, ancak iyiliğin evrensel diliyle anlaşmak zor değildi.”
Düşenlerin, sürülenlerin, yersiz yurtsuz bırakılanların, içlerinde bir anda “tık” diye bir şeyler kopanların, acımasızca işleyen bir çarkın dişlilerinde öğütülenlerin son sığınağıdır sokak. Orada insan olmanın/insan kalmanın, dayanışmanın, bir dilim ekmeği paylaşmanın mutluluğu da yaşanır; yüzüstü bırakılmanın, tepetaklak yere çakılmanın acısı da. İnsanların en güzel hallerine de tanık olunur, en kötücül hallerine de. Ama sokağın “sesine” kulak vermek değildir aslolan, o “sesin” bizzat kendisi olmaktır.
Selahattin Demirtaş is a Zaza Kurdish politician who is co-leader of the left-wing pro-Kurdish Peoples' Democratic Party (HDP), serving alongside Figen Yüksekdağ. Demirtaş was the presidential candidate of the HDP in the 2014 election, coming in 3rd place with 9.77% of the vote.
Selahattin Demirtaş was born in a Zaza-speaking family in Elazığ in 1973 where he completed both his primary and secondary education.
Upon graduation from secondary school, he took the university entrance exam and started his college education in Dokuz Eylül University in the department of Maritime Commerce and Management where he would face political problems that would force him to leave school without finishing his degree. He returned to Diyarbakır and retook the university entrance exam, after which he enrolled at Ankara University Law Faculty. After college, Demirtaş worked as a freelance lawyer for a time before becoming a member of the executive committee of the Diyarbakır Branch of the Human Rights Association (IHD). The IHD Chair at the time was Osman Baydemir who was elected as the mayor of Diyarbakır in the following local election and Demirtaş replaced him as the chair of the IHD Diyarbakır. During his term as chair, the association focused heavily on the increasing unsolved political murders in Turkey. Demirtaş is among the founding members of the Turkish Human Rights Association (TIHV) and the Diyarbakır post of Amnesty International.
Demirtaş started his political career as a member of the Democratic Society Party (DTP) in 2007 at which time he stood as one of the ‘Thousand Hope Candidates’ for the DTP and several other democratic organizations in Turkey. He was elected to the 23rd Parliament and became the Parliamentary Chief Officer for the party at the age of 34.
The DTP was closed down by a Supreme Court order in 2009 and the DTP MPs moved to the Peace and Democracy Party (BDP). The BDP held its first congress in 2010 and elected Selahattin Demirtaş and Gültan Kışanak as its new co-chairs. Demirtaş contested the 2011 elections as part of the joint ‘Labor, Democracy and Freedom’ list endorsed by the BDP and 18 different democratic political organizations, this time from Hakkari. He was re-elected to the 24th parliament.
Demirtaş was the co-chair of BDP during the period when the peace process and negotiations kick-started in Turkey. In 2014 Demirtaş and Figen Yüksekdağ were elected as the co-chairs of the Peoples' Democratic Party (HDP) – a new initiative originating from a three-year-old coalition of the BDP and various different political parties and organization under the auspices of the Peoples' Democratic Congress (HDK) - for the 2014 presidential elections of Turkey, being one of three candidates and hoping to attract left-wing voters. He came third with 9.77% of the vote.
Demirtaş was co-leader along with Figen Yüksekdağ during the June 2015 Turkish general election, the party's first campaign in a general election. The HDP came in fourth place with 13.12% of the vote and 80 out of 550 seats. Celebrating the victory, he stated: “From now on, the HDP is Turkey’s party. HDP is Turkey, Turkey is HDP.”
On November 4 2016, he was arrested along with other HDP MPs.
Bir Yeşilçam melodramı ve belgeseli. Yüzümde bir gülümseme ve hayretle okudum. Belgesel derken araya giren bilgi cümlelerinden bahsediyorum: Develer üç kaşlıdır; meme kanseri istatistikleri, Bangkok’ta bir üniversite de yoksul öğrencilerin pirinçle ödeme yapması gibi. …. Yalan çok çok kötü bir şey ve bu ülkede ‘currently living’ durumları.
Demirtaş bence edebiyatciligini ciddi düzeyde geliştirmiş. İlk eserlerinde mesaj metnin kurgunun biraz önüne geçiyordu ama şimdi usul usul saklayabiliyor, edebiyat işçiliğine daha çok özeniyor. Roma'nın en majör twistini çabuk kavradım ama minik twistlerden biri baba meselesi ters köşe yaptı ve düşündürdü. Okumanın aynı zamanda bir dayanışma olduğunu da düşünüyorum. Güzel roman.
Kitabın dilini başta pek sevemedim. Zorlama bir komiklik, okuyucuyu güldürmek için fazla çabalayan bir anlatım var gibi hissettim. Fakat birkaç bölüm sonra kıvraklık hoşuma gitmeye başladı. Hem saf hem de kendi içinde tutarsız dilinden dolayi hikayeyi “yarım akıllı” bir gencin ağzından okuyormuşum gibi düşünüp, ısındım.
Ancak karakterin kim olduğunu öğrendiğimiz andan itibaren o çocuksu dilin birden ortadan kalkması beni biraz rahatsız etti. Bunun bilinçli bir tercih olduğuna eminim ama geçişin doğallığı yoktu. Bu da ne yazık ki baştaki saflığı tekrar yapmacık bir hale getirdi benim için.
Konu olarak tipik bir Türk filmi havası var. Hatta biraz klişe. Buna rağmen dil diğer kitaplarındaki gibi samimi, akıcı ve sıcak. Önceki kitaplarına göre daha edebi bir olgunluk hissettim. Politik mesaj bu defa biraz daha geri planda ve hikayeyi yönlendiren değil, hafifçe alt metinde hissedilen bir detay haline gelmiş.
Bir yorumda şöyle bir cümleye rastladım ve tamamen katılıyorum: “Yeşilçam filmleriyle büyümemiş bir kesime daha çok hitap edebilir, fakat kitap klişe.” Gerçekten de öyle. Buna rağmen bir şekilde kendini okutuyor.
4 yıldıza elim gitmedi, ama 3 de değil. 3.5 diyelim.
Sevgili Selahattin Demirtaş’ın hayal dünyası, damağındaki hümor henüz rehin değilken günlük siyasetin içinde baş veriyordu sürekli ama ne yalan söyleyeyim bunun edebi bir şölen olacağını düşünmemiştim pek. Sonradan müziğe olan ilgisini de görmüştük ama dört duvar resme ve edebiyata olan kabiliyetini de ortaya çıkardı. Bu kitabın yada herhangi bir kitabın edebi derinliğini ölçecek durumum yok, olsa olsa bendeki etkisini bölük pörçük birkaç sözcükle buraya yazabilirim. Gelin görün ki Demirtaş’ın durumunda bu bile ayıp. Kalem erbabları, eleştirmenler, yazarlar belli bir etik çerçevesinde değerlendiriyorlar ve takdir ediliyorlar çoğu zaman sevgili Demirtaş’ı. Jamal’ın bütünü üzerinden değil ama kitabın sayfaları içindeki serüvenine baktığımda bazı benzetmelerine, tasvirlerine, kullandığı kimi sözcüklere hep tebessümle baktım. Sesinin tonu, vurgusu kulağımda olduğu için okurken onun sesi ile okudum. Kitabın kapağının iç tarafı ve son sayfanın hemen arkası senin fotoğrafınla açılıp öyle kapanıyor canımın içi. Çok özledim, çok özledik seni. Özgür günlerde seni görmek dileğiyle…
Selahattin Demirtaş, kalemi güçlü, yaratıcılığı yüksek bir yazar. Jamal da tüm kitapları gibi bir solukta okunuyor ama maalesef bu sefer o tüyleri diken diken eden Demirtaş yaratıcılığından eser yok.
Yazar, vermek istediği mesajları yine satır aralarında hikayeye en güzel şekilde yedirerek veriyor, en dramatik kısımlarda bile gülümsemenizi sağlayan hap bilgiler yine çok renkli ama bu roman bildiğimiz Yeşilçam filmi. Jamal Tarık Akan, annesi Aliye Rona, babası Hulusi Kentmen.
Kitap kötü mü? hayır değil, sadece çok klişe. Belki Yeşilçam filmleriyle büyümemiş genç kesime daha çok hitap edebilir. Ayrıca sinema sektörü siyasi kimliği sebebiyle Demirtaş’ı görmezden gelmeyi bırakabilirse tıpkı Efsun ve Dad gibi Jamal’dan da çok izlenecek bir dijital platform dizisi/filmi çıkabilir.
Dilerim yazarın sekizinci kitabı olan Jamal, cezaevinde geçen her yıl için bir kitap sözü veren Demirtaş’ın cezaevinde yazdığı son kitap olsun.
‘Sokakta yaşamanın tek kötü tarafı nedir? diye sorsanız şöyle bir düşünürüm ve hımm... bulamadım galiba, derim. Asıl siz kendi ev yaşamınızdaki iyileri sayın, bakalım kaç tane bulacaksınız. "Sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır" diye bir duvar yazısı vardı. Ben yazmıştım tabii. Bir gün baktım ki üstünü spreyle boyamışlar, tekrar ve daha büyük yazdım. Birkaç gün sonra geçerken bir baktım, yine boyanmış. Sokakta top oynayan çocuklara sordum, "Karşıki evde oturan Hacı Amca üstünü boyadı," dediler. Gece gidip inadına yeniden ve çok daha büyük yazıp sağ alt köşesine de daha minik harflerle "Hadis-i Şerif" diye ekledim. Hacı Amca, o gün bugündür duvar yazısını gözü gibi koruyor. Allah affetsin. Hacıyı yani.’(s. 42)
Kitabın ilk iki bölümü çok çok güzeldi, hatta okuduğum en iyi romanlardan biri olacağını düşündüm. Espirituel ve hafif tonu derin mesajlarla birleşmişti ve karakterler de çok etkiliyecilerdi. 3. bölümde ise kitap 180 derece takla atıp bütün hikaye örgüsünü değiştirdi ve klişeleşti. Hikaye bir kurtuluş hikayesi olabilecekken bir trajediye dönüştü.
Kitabın ilk iki bölümüne puanım yıldızlı 5, son bölümüne ise 2,5. Yazarın mesleğinin yazarlık olmadığını ve bu kitabı bir hücreden yazdığını değerlendirmenin içine katarak 4 puan veriyorum. Edebi açıdan aslında hak ettiği puan bence 3.
Bir düşünce daha, bu kitabı değerlendirirken hikayelerin sonunun ne kadar belirleyici olduğunu düşündüm. Hikayelerin özü sonunda oluyormuş meğer, ne başında ne de ortasında. Belki hayat da böyledir...
Selahattin Demiryaş’ın yazdığı son, benim kendisine eşlik ettiğim 4.kitap bu… Her kitabını okuyup bitirdiğimde -ki bu sefer 24 saat bile sürmedi- akıcılığında, gerçekliğinde kaybolup gidiyorum.
“İnsanın dünyasını altüst edebilecek iki kuvvetli duygu vardır: Aşk ve Ölüm”
Tam olarak bu iki duygunun temelinde, güldürürken ağlatan, mutlu ederken bir anda kalbe saplanan sızıyı, tüm duyguları birbirine katık ede ede, göklere çıkarıp yerlere vura vura indiren mükemmel bir hikaye…
Kitaplığımın en güzel yerine yerleştireceğim bu kitabı, belki bir gün yeniden okurum, yeniden sarıp sarmalarım Jamal’ı gönlümde…
çok çok akıcı, nato benzetmesine kahkaha attım. zaten başından sonuna gülümseyerek okudum, gerçekten komikti. hap bilgileri ve özellikle "sokak ulusu" tabirini çok sevdim. hem karakterleriyle hem diliyle ne kadar renkli ve tuhaf bi neşeye sahip. tuhaf çünkü neşesini mutluluktan almıyor gibi.
"insanın direnç noktaları kırılınca hayatın da mücadelenin de isyanın da anlamı kalmıyor. hatıralar birer birer silik hayale dönüşüyor. normalleşiyor insan. yani türünün en tehlikelisine dönüşüyor: gamsız, tasasız, vurdumduymaz"
Böyle ters köşe finallere bayılıyorum gerçekten. Selahattin Demirtaş yine muhteşem kurgusu ile çok güzel bir eser ortaya çıkarmış. Okurken hem gülüyorsunuz hem de bir çok bilgi ediniyorsunuz açıkçası. Efsun’dan sonraki favori eserim bu oldu sanırım ya da bilmiyorum belki de en favorimdir. Artı olarak kitabı bitirdikten sonra acaba filme uyarlansa çok iyi olmaz mı? sorusunu sormaktan kendimi alamadım.
insan çocukken dünya da çocuktur, sonra sen büyürsün, dünya da büyür. Dünyadan hızlı büyümüşsen illaki acı çekersin, dünya büyürken sen çocuk kalabilmişsen ne mutlu sana. Yaşın dünyanla eşitse normal insansındır, ne demekse artık. Galiba ben hızlı büyüyenlerdenim, acı verse de kendi kaderini çizenlerden.
Çok tatlı bir yeşilcam hikayesi ama by demirtaş olduğu da çok belli. Çok sevdim ben. Jamal’ın romantikliğini çok anlamak. Bu 8.kitapmış hapiste yazdığı. Umarım bundan sonrakilerin hepsini özgürken yazar ya da artık bu dünya yok falan olur. #siyasitutuklularaözgürlük
Umarım yazdığı son kitap olur dileğiyle; -yattığı her yıl için bir kitap sözüne istinaden- bir yeşilçam draması tadında devam ederken sizi şaşırtabilecek, bir sokak belgeseli içeriğini de taşıyan, güzel bilgilerle de donatılmış ve sonunda kazananın “toplum” olduğu bence vurucu bir son.