Jump to ratings and reviews
Rate this book

Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım

Rate this book
Kasım, 1966’nın son günleri. Dolmabahçe’ye Shangri-La adında bir uçak gemisi demirlemiş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden birkaç öğrenci bu gemiye davet edilmişti. Onları karşılayan bir subay tüm soğukluğu ve kibriyle savaş gemilerini güç gösterisine dönüştürecekti. Bu geminin çetrefilli zamanların habercisi olduğu henüz bilinmiyordu. Öyle ki geziye katılan öğrencilerden biri sonrasında başlayan 6. Filo eylemlerinin merkezinde bulacaktı kendisini. Bu eylemler birçok şeye gebeydi. Üniversite gençliği de değişip dönüşecekti zaman içerisinde. Öğrenci haklarına dayalı başlayan hareketleri emperyalizme karşı mücadeleye, ezilen halklarla dayanışmaya evrilecekti. Hareket, içerisinden en gözü karalarını, en tutkulu olanlarını yeşertecekti. Deniz Gezmiş onlardan biriydi.

Kantinde gür sesiyle yaptığı tartışmalar, üniversiteli arkadaşlarıyla kurduğu eylem planları onu bir adım öne taşıyordu. Kitleleri ardından sürükleyecek bu gencin yolu, 1966 yılının Aralık ayında bir eylem hazırlığı için FKF’ye varmıştı ki binanın merdivenlerinde onu sarsan, yok sayamayacağı bir duyguyla karşılaştı.

Aygün Kevrina’nın kişisel tarihini paylaştığı Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım, kırk iki yıl boyunca gizlenmiş, özenle saklanıp korunmuş bu karşılaşmanın altmış yıl sonra tarihe düşülmüş notu, devrim ateşi sönmesin daha da harlansın diye belki de yarım kalmış bir sevdanın tanıklığıdır. Deniz’in kavgasında olduğu kadar sevdasında da gözü kara oluşunun bir hatırasıdır.

“Biz devrim ateşi içinde bir sevda yaşadık. Bu sevda öylesine kolay ve doğal gelişen bir insan gerçeğiydi ki birileriyle paylaşırsak bozulacak, kirlenecek diye ürküyorduk.”

240 pages, Paperback

Published April 1, 2025

3 people are currently reading
23 people want to read

About the author

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
14 (35%)
4 stars
14 (35%)
3 stars
11 (28%)
2 stars
0 (0%)
1 star
0 (0%)
Displaying 1 - 6 of 6 reviews
Profile Image for Metin Celâl.
Author 33 books128 followers
May 14, 2025
2009 yılında Evrensel Yayınları’na, Aydın Çubukçu’nun ziyaretine bir kadın gelir. “Sakladığım sırrı ilk kez size anlatacağım” der. Sırrı Deniz Gezmiş’le ilgilidir. Daha önce hiç tanımadıkları, adını duymadıkları kadının bu teklifini temkinli karşılarlar. Çünkü Deniz Gezmiş gibi bir efsane ile ilgili sahte anılar, bilinmedik iddialar ortaya atılması şaşırtıcı olmayacaktır. Ama bilinmedik anıların sahibi anlatmakla kalmayacak bunları kaleme de alacaktır. Araya uzun yıllar girer 2023 yılı sonbaharında anıların yazılması tamamlanıp Aydın Çubukçu’ya ulaşır.

Aydın Çubukçu, ilkokulu Deniz Gezmiş ile aynı sınıfta Sivas Selçuk İlkokulunda okumuş. Üniversite çağlarında 68 kuşağı gençlik hareketine katılmış. Deniz Gezmiş’le birlikte devrimci mücadelenin içinde yer almış. Evrensel Kültür Dergisi ve Hayat Televizyonu Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı için de anılarını yayınlatmak isteyen birinin onu bulması garip değil. Zaten kadının Aydın Çubukçu’yu bulmasının nedeni de Deniz Gezmiş’i yakından tanıyan biri olduğunu bilmesi. Yoksa başlangıçta anılarını yayınlatmak istemiyor. Amacının sadece kendisiyle yüzleşmek olduğunu söylüyor. Önce Aydın Çubukçu sonra Cavit Nacitarhan, genç kuşakların bunları bilmesi gerekiyor diyerek uzun uğraşlarla kadını ikna ediyor ve nihayet anılar kitaplaşıyor.

Deniz Gezmiş, kısacık yaşamında çok şey yaşmış, adını tarihe kalın harflerle, unutulmayacak biçimde yazdırmış bir kahraman. Hakkında yazılmış çok şey var. Yazılacak bir şey kalmadığını düşünmüyordum ama 68 Kuşağı’nın anılarını paylaşmayı pek sevmediğini ve Deniz Gezmiş’i yakından tanıyanların her geçen yıl azaldığını bildiğim için yeni bir kitap beklemiyordum. “Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım” onun yaşam öyküsünü bilenler ve dostları için sürpriz oldu.

Anıların sahibi Aygün Kevrina. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyken üye olmak için Aksaray’a FKF’ye gider. Yıl 1966, ay aralıktır. FKF, açık adıyla Fikir Kulüpleri Federasyonu, o zamanlar üniversiteli devrimci gençlerin buluştukları bir örgütlenme. 12 Kasım 1965’de Ankara’daki 11 yükseköğrenim kurumundan 126 delegenin katılımıyla çeşitli üniversitelerdeki fikir kulüpleri federasyonlaşmış. 1969 yılında Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adını almış.

Aksaray’daki FKF’ye gittiğinde Aygün hayatını kökten değiştirecek kişiyle tanışır. O kişi tahmin edileceği gibi Deniz Gezmiş’tir. Aynı günün akşamüzeri bu uzun boylu esmer gençle kendilerini deniz kenarında bulurlar ve orada gizlice bir fotoğrafları çekilir. O fotoğraf belki bir gün devletin arşivlerinden çıkar ama Aygün’de kalan tek anı Deniz Gezmiş’in kaleminden çıkmış birkaç satır ve belleğinde kalanlardır.

“Balım;
bu kitabı oku.
Dönünce seni imtihan edeceğim.
Biliyorsun değil mi?” diye yazılmış ve imzalanmış. Dostları bu yazının ve imzanın Deniz Gezmiş’e ait olduğunu teyit etmişler. Ama bazıları da itiraz etmiş “Bizim bacılarımız da sevgililerimiz de vardı. Aşklarımızı hiçbir zaman gizli yaşamadık!” diyerek Deniz Gezmiş’in Aygün adında bir sevgilisi olmadığını söylemişler (Deniz Gezmiş’in gizli aşkı var mıydı… Arkadaşları ne diyor | Aygün Kevrina “Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım” kitabı çıktı – Son Dakika Haberleri ). En yakın dostunuz da olsa bir kişinin herşeyini bilmemeniz normaldir. Üstelik bu gizli tutulmuş bir ilişki. Diğer yandan Aygün Kervina, Deniz Gezmiş’i yakından tanıyan Aydın Çubukçu’yu anlattıklarının doğruluğu konusunda ikna etmiş. Bu da önemli.

Deniz Gezmiş, Aygün’den ilişkilerini gizli tutmasını ve mümkün olduğu kadar aynı yerlerde bulunmamalarını yani birlikteliklerinin anlaşılmamasını istemiş. Hatta bu konuda baskı yapmış, tartışmışlar. Nihayet “Zamanı gelince açıklayacağız” diye ikna etmiş Aygün’ü. Evlilik planbları yapmışlar. Bu gizli tutmanın nedeni siyasi miydi yoksa kişisel miydi, bilemiyoruz. Zaten ilişkileri pek uzun sürmemiş, bir yıl kadar sonra yaşanan gözaltı ve deniz kıyısında çekilen fotoğrafın kanıt olduğu sorgulamadan sonra kopmuşlar ve görüşmemişler.

Aygün Kevrina, onlarca yıl öncesinden anılar anlatıyor. İnsan belleğinin aldatıcı olduğu, yaşanmışlıkların bellekte zamanla değişip farklılaştığı, yıllar önce anlatılan bir anının bile sonradan farklılaştığı biliniyor. “Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım”da anlatılan aşkı bu bilgilerle okumak gerekiyor diye düşünüyorum. Üstelik Aygün Kevrina anılarını pek somut yer ve tarih bildirmeden anlatıyor. Yazmaya başladığında aradan 40 yıldan fazla zaman geçtiğine göre bu durumu normal karşılayabiliriz ama Aygün Kevrina’nın bazı bilgileri bilinçli olarak vermediğini de düşünüyorum. Böyle davranınca da metin anı olmaktan anlatı olmaya evriliyor. Cavit Nacitarhan metnin üzerinde çok çalışıldığını belirtmiş giriş yazısında. Bu editoryal çalışmalar sırasında metni olabildiğince çok yer ve zaman belirterek iyice somutlaştırmak yani inandırıcılaştırmak tercih edilmemiş anlaşılan. Sanırım bu tercih Aygün Kevrina’dan kaynaklanıyor. Hala bir şeylerin gizli kalmasını istiyor olabilir.

Sonuçta “Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım”, bana göre bir romandır. Bu yüzden başta somut bilgileri vermediği için biraz tepki duydum ama ustaca kaleme alınmış, hatta kurgulanmış romanın akıcılığına kapılıp sorgulamaktan vazgeçip okumaya devam ettim. Anlatılanlar 60’lı yılların devrimci gençlerinin yaşadığı kırık bir aşk hikayesi olarak da okunabilir. Anlatıcının kadın olması da aşk hikayesini farklılaştırıyor. Yazar, kadın kahramanını duygularını, gel gitlerini, çekincelerini ve aşkını ustaca anlatıyor.

Deniz Gezmiş’in biyografisinde “7 Kasım 1966’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi” yazıyor. Yani aynı okulun, aynı sınıfında öğrenciler (Deniz Gezmiş – Vikipedi ). Aygün’le ilişkileri gelişirken Deniz Gezmiş birçok eylemde ön saflarda görülüyor ve yakalanıp gözaltına alındığı ve yargılandığı eylemleri var. Bu nedenle de Deniz Gezmiş bir görünüp bir kaybolan bir aşık durumunda. Devrimci mücadelesi içinde bu gizli sevdayı da sürdürmeye çalışıyor.

Aygün Kervina’nın anlatımına göre bu ilişkiyi gizli tutmasının bir nedeni de Deniz Gezmiş’in sürekli izlendiğinin farkında olması. Nitekim Aygün bir gün gözaltına alınıp uzun süre sorgulanacak ve Deniz Gezmiş’le ilk buluştukları günden itibaren izlendiklerini ve fotoğraflandıklarını anlayınca hayatını ve ilişkisini değiştirecek yeni kararlar alacaktır.

Cavit Nacitarhan giriş yazısında Aygün Kevrina’nın küçük de olsa bazı açıklamalar yaptığını, örneğin Deniz Gezmiş’in kendisini ziyarete geldiği Kadıköy yakasındaki köşkün şimdi oyuncak müzesi olduğunu belirtiyor ama okurun ve “bizim bilmediğimiz gizli bir sevgilisi olamaz” diyen Deniz Gezmiş’in eski dostlarının ikna olabileceği kadar somut bilgiler yok. Birkaç yere editör dipnotlar koyarak Enver Nalbant, Veysi Sarısözen gibi sözü edilen kişilerin kim olabileceğini açıklamış. Bunlardan en ilgi çekicisi bir başka devrimci kahramanının, Hüseyin İnan’ın adı. Hüseyin İnan, ortaokul, lise çağlarında bir arkadaş olarak anlatılıyor. Aygün Kervina, Deniz Gezmiş’le ilişkisi bittikten sonra uzun süren bir bunalım yaşarken yine karşılaştıklarını ve birlikte geçirdikleri günleri anlatıyor. Dostları Hüseyin İnan’ın Sivaslı olduğunu anımsamış ama Kayseri Pınarbaşı’da geçen çocukluk ve gençlik yıllarını anımsamamış ve anıların yanlış bilgi verdiğini söylemişler. Oysa Hüseyin İnan’ın yaşam öyküsüne baksalar Kayseri Pınarbaşı’nda yaşadığını hatırlayacaklardı. Yani anlatan kadar anlatılanları eleştirenlerin de bellekleri güvenilir değil.

Romanlarda tesadüfler hoş görülmez ama yaşamda tesadüfler sık yaşanır. “Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım”da yaşanan tesadüfler, hele Deniz Gezmiş’i kaçırmak için Aygün’ün hamile köylü kadın kimliğine girmesi bu tesadüfler ne kadar gerçek ne kadar kurmaca diye kaçınılmaz olarak sormamızı gerektiriyor.

Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım, çok sevilmiş, o nedenle çok idealleştirilmiş bir devrimciyi kahramanı yaptığı için de eleştiriliyor, şüpheyle karşılanıyor ama etkileyici bir anlatı. Üzerinde düşündürüp konuşturduğu, Deniz Gezmiş’in yaşam öyküsüne yeniden odaklanmamızı sağladığı için de kıymetli.
Profile Image for Yosum.
247 reviews6 followers
August 31, 2025
Bu kitapta boşluklar, eksiklikler ve akla yakın gelmeyen tesadüfler var ve bunlar aradan 40 yıl geçmiş olmasına bağlanabilir. Fakat öyle bir boşluk var ki okuyucu bu sorunun yanıtını almak istiyor. O da şu:
Aygün hanım gözaltına alınıp işkence gördükten sonra saliveriliyor. Burnu kırılmış, bir gözü kapanmış ve yüzünde yaralar var. Zatürre olmuş. Ailesi onu memleketleri Kayseri'ye götürüyor ve uzun süre kendini bilmez bir halde hastanede yatıyor. Gözaltı öncesi evlilik hazırlığı yapmaya başlamışlar. Böyle bir yakınlık varken, Deniz Gezmiş, Aygün hanımın İstanbul 'daki akrabasının evini, Kayseri 'deki evlerinin telefonunu biliyorken neden hiç arayıp sormamış? Gözaltına alındığından nasıl haberi olmamış?Birden bire ortadan kaybolmasının nedenini öğrenmeye niye çalışmamış? Bu kitapta mutlaka yanıtlanmasını beklediğim soru bu. Yanıtlanmadigi sürece de inandırıcılığı olmayacak benim için.
Profile Image for Idilik.
212 reviews
November 9, 2025
Bazı okurlar tutarsızlıklar bulmuş eleştirmiş hatta bazıları demiş yoktu böyle bir ilişki olsa biz bilirdik. Ama kitabın samimiyetinden benim bir gr. şüphem olmadı. Yaşını başını almış Aygün Hanım'ın kaleminden okuduğumuz bu hazin hikaye, gençliğini ve 'sevdalarını' yaşayamayan iki gencecik insan.. Dedektifçilik yaparak değil kitabın duygusuna kendinizi bırakıp okumanızı tavsiye ederim.
Profile Image for Baris Ozyurt.
919 reviews31 followers
May 18, 2025
‘Salondan ayrılan annemi yatak odasında buldum. Konuşmaya çalıştım. Sesim solgun, renksiz ve yabancıydı. Koyu, kıvamlı bir sıvıya dönüşen havanın içinde yüzüyordum sanki ve artık hiçbir şey hissedemiyordum. O ise harıl harıl bir şeyler arıyor, yatağın üstüne içi ıvır zıvır dolu kutular boşaltıyordu. Sonunda aradığını buldu. Bazı yerleri yıpranmış, uzun zamandır kayıp olduğunu sandığım bir fotoğrafı bana uzattı. Arkasına çekildiği günü anlatan saçma sapan şeyler yazmıştım. Aynı gün akşamüzeri tanışmıştık onunla. Bir gün batımını paylaşmıştık. Yine o fotoğraf yüzünden çekişmiş, zorla elinden almıştım. Anılar eski bir film solukluğunda geliyordu gelmesine ama kalın bir zırhı delip geçerek olanca rengi, kokuyu, parlaklığı bana ulaştırmayı başarıyordu. Ama ben o fotoğraftaki kız değildim artık. Olmamalıydım. Ben başkasıydım. Sanki içimde bir şeyler yırtılır gibi oldu, göğsüm paralanacak sandım. İkiye bölünüyordum kansızca... Evet, o ben değildim. Ayrılıp yine öte yana geçtim. Orada acı yoktu, anı yoktu. Hayat, yavaş yavaş akan bulanık bir nehir gibi sessizce kayıyordu.

Fotoğrafı elime aldım. Küçük bir ağaç kümesinin önünde oturmuş, ürkek, gencecik bir kızdı. Benden yüz çevirmek ister gibi bana bakıyordu. Fotoğrafı cebime sokuşturdum. Annem bana şaşırarak bakıyordu.

- Kızım, hep aynı şeyi yapıyorsun. Bırak kendini, ağla, bağır, dövün ama dök içini ne olur? Böyle kaya gibi, taş gibi donup kalma...

Bana ait olmayan o donuk sesle sordum.

- Bu fotoğraf sana nasıl geldi? Bunu öğrenmek istiyorum.

Anlatmaya başladı. Belki de ağlamamı sağlamaya çalışıyordu.

- Seni o Şubat gecesinin sabaha döndüğü saatte, ilçeden kente getirip oradan apar topar İstanbul'a gönderdikten sonra içim biraz rahatlamıştı. Çünkü Köroğlu'nun yakınlarda bir yerde olduğunu anlamıştım. Olayları takip etmeye başladım. Her yerden değişik bir ses geliyordu.

Yakın bir dostumuzun evinde sabah akşam birlikteydik. Biliyorsun o çok önemli bir görevdeydi. Bir akşam yine birlikteyken evindeki telefon çalmaya başladı. Konuşmasından heyecanlı bir durumun olduğunu fark ettim. Bir ara Köroğlu'nun adını duyar gibi oldum. Hemen gece vakti göreve gitmek için hazırlanmaya odasına geçince ardından koştum. Ne olduğunu sordum. O adı telefon konuşmasında neden kullanmıştı?

Hık mık etti, zorladım. Yakalanmıştı. Nerede diye sordum. Sivas taraflarında olduğunu söyledi. Onu bu tarafa almanın yolu yok mudur, dedim. Bilemem ki, dedi. Aceleyle giyinip bizim evin üst katında oturan komutana gitti. Biliyorsun, onun evinde telsiz vardı. Bir süre orada kaldı. Geç vakit komutanla birlikte gittiler. Ben eve döndüm. Bir haber gelir diye bekledim. Henüz güneş doğmuştu ki dostumuz beni aradı. Bu tarafa alabilmeyi başarmışlardı. Öğle üzeri kapı çalındı, gelen dostumuzdu. İş sırasında bu ziyaretin nedeni sadece Köroğlu'yla ilgili olmalıydı. Oturur oturmaz bana bu fotoğrafı uzattı.

- Anlat bakalım şimdi, dedi. Senin kızının fotoğrafı delikanlının üstünden çıktı. Hemen çekip aldım. Nedir bu olanlar? Bana her şeyi anlat.

Anlatabileceğim kadarını anlattım. Neden İstanbul'dan gelir gelmez ilkin ilçeye gittiğimizi sordu. Olayların içinde sen ne kadar varsın, anlamaya çalıştı. O gece birkaç saat kaybolup döndüğünü, oraya planlayarak gitmediğini, aniden oluşan bir durumda seni önleyemediğimi söyledim. Tehlikenin kıyısından döndüğünü, seni İstanbul'a göndermekle çok akıllılık ettiğimi söyledi. Sonra işte bu fotoğrafın hikâyesini anlattı. Bundan sonra olanların tek kelimesini bile unutmamak için yazdım.
İnce, mavi pelür kâğıtlardan birkaç sayfa uzattı bana. Sevgili yakınımızın onun hakkında anlattıklarını yazmıştı.

"Geldiğinde bitkindi, yine de dik duruyor, hiç alttan almıyordu. İlk sorgusunu ben yapacağım diyerek herkesi dışarıya çıkardım. Seninle ve ailenle yıllarımızı paylaştık. Kızın benim de kızım sayılır. Yine de onun bir suç işleyip işlemediğini bilmem görevim icabıdır. Aslında suça ne kadar karıştı, hâlâ örgütte faal midir, tehlikede mi, başka yerlerde yakalanabileceği kadar bilgi var mıdır, öğrenmem lazımdı. Bu yüzden bana korkusuzca bakan bu gence dosdoğru kızını tanıyıp tanımadığını, en son ne zaman görüştüklerini sordum.

Kızının adı geçer geçmez rengi karardı. Elleri kelepçeli olmasına rağmen, oturttuğum yerden ayağa dikildi. Gözleri ateş saçıyordu. Sesi sert ve tehditkârdı.

- Onun adını karıştırmayın, hiçbir olaya dahil olmamıştır. Üç seneye yakındır yüzünü görmedim, sesini duymadım. Benden habersiz bir olaya da karışmış olamaz. Nereden bulup çıkardınız onun adını?

Vaktim çok azdı. Öğrenmek istediklerimi kısaca onun ağzından öğrenmeye çalışmalıydım. Bu yüzden kızı ve ailesini çok iyi tanıdığımı, sadece kızı korumaya, olaylardan uzak tutmaya çalıştığımı, zamanımızın azlığından dolayı bana güvenmesi gerektiğini söyledim.

Yüzüme dikkatle baktı, inanmayı istiyordu ama bir tuzağa düşmekten de çekiniyordu.

- Senin buraya getirilmende yeşil gözlü bir annenin tesiri oldu.

Anında yüzü değişti.

- Teyze nasıl, iyi mi?

- İyidir, dedim.

Utanarak yere baktı.

- O nasıl? Nerelerde? Ne yapıyor? Neden ansızın kayboldu ortadan? Başına bir şey mi geldi? Bir bilginiz var mı?

Sadece 'iyidir' dedim. Bir isteğinin olup olmadığını sordum. Yapabilirseniz iki isteğim olacak, dedi. Yakalandığımda üzerimdeki her şeyi aldılar, o eşyaların içinde bir de kitap vardı, o kitabı getirtmeniz mümkün mü?

Kitabı istettim. Memur getirdi masaya koydu. O dışarıya çıkınca benden arka kapağının içyüzündeki yapışık sayfayı cildinden sökmemi istedi. Dediğini yaptım. Fotoğrafı buldum. Önüne doğru uzattım. Bakmadan kelepçeli ellerini uzattı, fotoğrafı yüzü masaya gelecek biçimde çevirip bana doğru sürdü. Alıp cebime koydum. Yeniden cildi yapıştırdım.

- Fotoğrafı görmemin ne önemi var? Yıllardır yırtıp atayım dedim, yapamadım. Böylece sakladım, hiç açıp bakmadım. Bilseniz o fotoğrafı elde etmek için neler yapmıştım. Çünkü vermemişti bana... Ona selam söyleyin, fotoğrafını kendisine verin, elden ele dolaşmasın.

İkinci dileğim şu; annem sabah okula gider, bir sürü fotoğrafçı, gazeteci haberi duyar duymaz kapıya birikir. Annemi perişan ederler. Bir yolu varsa haber verin, okula gitmesin, dedi. Bütün bu olanlardan anladığım şu oldu. Delikanlı doğru söylüyordu. Kızın bir şey yapmıştı yapmasına ama geride hiçbir izi kalmamıştı. Şimdi onu Ankara'ya götürecekler. Sonrası için hiçbir bilgim yok. Anlayacağın kızın olayla ilişkili görünmüyor. İçin rahat etsin..."


Sonra Köroğlu'nun kentteki cezaevine yeniden getirildiğini duydum. Dostumuzdan durumunu öğrendim. İstanbul'a dönecektim ama hep içten içe bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüp duruyordum. Hani o gece gözlerin kan çanağı gibi dönmüştün. Söylediğin bir tek söz yüreğime dokunmuştu. Bunca tehlikeyi göze alıp her şeyi yıkıp geçecek kadar yapmayı istediğin diken çıkartmak var ya... İşte o diken sanki benim yüreğime saplanmıştı. Gece gündüz orada hapis yatan delikanlıyı düşünüp duruyordum. Hem hapisti hem de yüreğinde hâlâ o dikeni taşıyorsa kan sızıyor olmalıydı.

Döneceğim günün öncesindeki bir akşam dostumuza şöyle söyledim:

- Bunca yıllık dostumuzsun, senin nasıl bir insan olduğunu bilirim. Kocam hastalandı, yanımızdaydın. Kızım hastalandı, yine yanımızdaydın. Babasını kaybetti, yine yanımızdaydın. Kızım için bir şey daha yap. O delikanlı yüreğinde bir dikenle yatıyor hapiste... Kızım bu yüzden gecenin köründe o işe kalkıştı. Biliyorsun işte... Artık onunla ne konuşabilir ne de haber gönderebilir. Ama o delikanlı da hücrenin karanlığında, yüreğinde bir dikenle kanar durur. Ona dışarıdan taze bir nefes vermek isterim. Onunla konuşmamı sağlayabilir misin?

Beni sessizce dinledi. Ertesi gün öğleden önce evine gelmemi söyledi. Sabah erkenden daha o işe gitmeden evlerine gittim. Bir saat kadar sonra telefon çaldı, eşi açtı, biraz dinledi. sonra bana verdi.

Köroğlu'yla konuştum kızım. Merak etme, çok şey söylemedim. Senin iyi olduğunu ama çok hastalandığın için eve getirdiğimizi, babanın da hastalandığını, onu bırakamadığını ama kendisine de bir haber iletemediğini, sonra da haber ulaştırmak için çok geç kaldığını anlattım. İnanmıyordu, hep soruyordu, neredeydin, şimdi ne yapıyordun? Baktım olmayacak, hamile kılığına girip yolcu taşıdığını söyleyiverdim. Birden telefon kesildi sandım. Yeniden konuşmaya başladığında sesi boğuktu.

- O muydu? Neden konuşmadı benimle?

- Sana engel olmak istememiştir, ayağına dolanırım diye düşünmüştür.

- Teyze... Bana öyle bir şey söylediniz ki... Daha fazla konuşamayacağımızı biliyorum. Ama ona şöyle söyleyin. O anlayacaktır. Deyin ki; öylesi bir sevda bir kez yaşanır ancak... Siz de biliyorsunuz değil mi?

- Biliyorum oğlum. Ben sizi bir arada gördüm. Kokusundan tanırım sevdayı...

- Ona... Ona çok selam söyleyin. Nasıl sevindim anlatamam.

- O istedi seni aramamı, kendisi arayamadı. Söyle ona ben bildiği gibiyim, dedi.

- Siz de ona söyleyin. Ben de bildiği gibiyim. Sağ olun teyzeciğim; yaptığınız her şey için sağ olun. Ama bu konuşma her şeye bedel... Artık bana hapis filan vız gelir. Ne diyeyim daha başka bilemiyorum. Sanki bir kuş oldum da şu pencereden dışarıya çıkıp kanat çırpıyormuşum gibi geliyor bana...

İşte böyle konuştuk kızım. Artık senin yüreğinde de bir diken kalmamalı. O, senden yana gözü açık gitmedi, bilesin.
’(s. 174)
Profile Image for Bulent.
997 reviews64 followers
November 1, 2025
Çok tartışılabilecek ama suskunlukla geçiştirilen bir kitap. Türkiye devrimci hareketinin en parlak isimlerinden biri Deniz Gezmiş'in İstanbul Hukuk Fakültesi'nde 1967 yılında tanıdığı Aygün Kevrina ile yaşadığı aşkın birinci elden tanıklığı. Kitap bir anı kitabı, üstelik Aydın Çubukçu gibi Deniz Gezmiş'in bir yoldaşı tarafından, Deniz'in yoldaşlarının, takipçilerinin siyasal çizgisi ile örtüşen bir yayınevi tarafından basılıyor. Bunlar kitabı gerçekten bir anı ve anlatılanları da "sahih" hale getiriyor. Ancak Kevrina'nın bu gizli aşkı anlatırken bazı şeyleri biraz gizemli hale getirdiği de bir gerçek. Üstelik Deniz Gezmiş imzalı bir mektup var bu aşkın ispatı olarak.
Her şeye rağmen susmak yerine hakkında konuşmak gereken bir kitap.
Profile Image for Ulas Ergin.
194 reviews
November 2, 2025
Aradan gecen zaman neredeyse 50 yil olacak ama acilar halen ilk gunku kadar taze, dolayisi ile huzun dolu bir kitap.

Yazar tum hayatini bir dervis gibi buyum bir cileyi tek basina sirtlanarak gecirmis.
Displaying 1 - 6 of 6 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.