Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı değil, "salyangoz olmayı" anlatıyor bu kitap. Salyangoz'un ardında bıraktığı iz, kitapta evlerinin yolunu kaybetmekten korkup yola ekmek parçaları bırakan Hansel'le Greten'in masalındakine benziyor nedense. Ya da kilometrelerce uzaktan birbirinin sesini duyan yunusların, son kez 24 Nisan'da başına geleni bir kez daha yaşamamak, dahası hayatta kalmak için geliştirdikleri hassalarını hikayeleştirerek anlatıyor. Salyangoz'un izinden giderken, kendinizi sahipsiz ölülerin dev maşatlığında bulursanız, bu da Salyangoz'un suçu olmayacaktır.
Ermeni olan Bağdat, 1976 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Esayan, orta ve lise eğitimini Mıhitaryan Ermeni okullarında tamamladı. İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih bölümüne devam etti. Babasının vefatı sebebiyle eğitimini tamamlayamadı.
2002 yılında Yaşam Radyo’da azınlık sorunlarını gündeme taşıyan ve Türkiye’de ilk kez gerçekleşen “Sözde Kalanlar” adlı programın yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendi. 2003 yılında Marmara Gazetesi’nin Türkçe bölümünde haftalık köşe yazmaya başladı. 2007 yılında Hrant Dink’in ardından kurulan ve bu cinayete adalet arayışını sürdüren “Hrant’ın Arkadaşları” ekibinin kurucularındandır. Çeşitli gazete ve dergilere makaleler yazan Bağdat, 2012 yılında İMC Tv ’de Roni Margulies ile beraber “Azı Karar Çoğu Zarar” programının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendi.
İlk kitabı Salyangoz 2014’te yayınlandı.
Bağdat, Diken gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.
17 yıl sonra uğrayabildiğim Ayvalık Halk Kütüphanesinden ödünç aldığım 3 kitaptan biri olan bu kitabı okurken Türkiye'de azınlık olmanın utanç verici yanlarına şahit olmanın yanında, bazen karşıma çıkan bir şiirle de (Fahriye Abla) duygulandım. Yazarla aynı yerde askerlik yaptığımı öğrenince şaşkınlıkla karışık bir sevinç yaşadım. Kınalıada'nın renkli simalarını tanıdıkça sevdim. Mino, Deli Ali, Zabıta Süreyya gibi karakterler hep bizdendi. Ermeni bir baba ve Rum bir anneye sahip olan yazar, tam bir Anadolu karması aslında. Kitapta hoşuma giden iki cümleyi buraya nakledeyim: "Bir çocuğa önce konuşmayı öğretirsiniz, sonra da susmayı..." / "Çoğunluk her zaman haksızdır; azınlık ise nadiren haklı.." Henrik İbsen
Samimi, komik, uzucu. Utanc verici. Gozlerim doldu cok, bu ulkede azinlik olmak hele de Ermeni olmak ne zor. Irk nedir? Dogdun aile yuzunden bu topraklarda nefret edilmen hicbir mantiga sigmiyor.
“Biz” nasıl da hiçbir şeyden habersiz, bu kadar hafızasız, bu kadar bilmeden büyümüşüz bu topraklarda. Nasıl da unutmuşuz... Nasıl da unutturulmuş onca yaşananlar, onca katliam, onca acı, bilerek isteyerek. Tıpkı Hayko’nun dediği gibi kitapta, yüzleşecek olan biziz. Biz, bu kötülüğe yol verdik, biz ikna olduk, biz unuttuk, biz haklı gördük, biz mazeret ürettik. Ötesi var mı?
Kitabın bir yerinde, lise zamanı Kadiköy’de dersaneye giderken başına gelen bir olaydan bahsediyor Hayko. Bir gün, sınıf arkadaşı Süleyman, koşarak yanına geliyor, “Hayko’cum! Sen Ermeniymişsin!!” diyor şaşkın… Ve kimliğini görmek istiyor, kocaman açılmış gözlerle Hayko’nun omuzlarından tutup gerçek olup olmadığına bakıyor ve şöyle diyor: “Allahım bu nasıl olabilir?!”
Ermeni dediğin şeytan, Ermeni dediğin kötülük… Öyle kazınmış beyinlere. İnanamıyor zavallı Süleyman, çünkü gayet sevdiği, Türkçe konuşan ve kendi gibi müzikler dinleyip kendi gibi sohbet eden Hayko’nun nasıl Ermeni olabileceğine dair kafasında hiçbir tasavvur yok.
Diyoruz ya, asıl bize ne oldu? Nasıl oldu?
“Bu ülkenin kadim halkları, inançları, kiliseleri, dilleri, gelenekleri nerede? Bugün dünyanın her köşesine dağılmış, bir ezan sesi duyduğunda memleket hasretiyle ağlayan yegâne Hristiyan toplulukları olan, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler nerede? Başka memleketlerde bile Ermeni olduğunu saklamak zorunda kalan insanların içlerindeki korku nereden geliyor?” Tam da anlamamız ve yüzleşmemiz gereken bu işte.
Hayko Bağdat, esprili ve kolay okunan bir üslupla Türkiye'deki çoğunluğa sesleniyor ve bu ülkede bir azınlık mensubunun gündelik hayatını, nasıl bir çocukluk yaşadığını, korkularını, endişelerini, kızgınlıklarını, travmalarını, ama aynı zamanda azınlık olmanın güzel taraflarını da anlatıyor. Bu kitap bilimsel bir çalışma değil, dolayısıyla burada derin analizlerin olmaması doğal. Ancak yarı Ermeni yarı Rum ve Esayan ile Mıhitaryan okullarından mezun olan Bağdat'ın Ermeni ve Rum kültürleri ve dilleriyle ilgili bilgilerinin bu kadar sınırlı olması biraz şaşırtıcı. Ama Bağdat kitapta büyük bir samimiyetle bunu kendisi söylüyor. Kitabın en takdir edilesi özelliği de her sayfasında hakim olan bu büyük samimiyet.
Ben samimi buldum kitabı.Edebi bir dil kaygısı güdülmemiş, çok ayrıntılı analizler,çıkarsamalar yapılmamış ama çırılçıplak bir gerçeklik var karşımızda.Azınlık diyerek baskı altına alınan insanların yaşadığı dramlar.Bir toplumun kendi huzuru ve mutluluğu için azınlık haklarının korunmasının ne kadar önemli olduğu gerçeği Hayko Bağdat'ın samimi diliyle yüzüme çarpılıyor.Ötekileşme duygusunu çocukluktan itibaren yaşayan Hayko'nun ,ötekileleştirenleri anlamaya çalışarak , hayatla yüzleşerek verdiği mücadelenin tanığı oluyorsunuz bu kitapla.
Bir yazarın ilkokul, ortaokul ya da lise anılarını okumayı hep sevmişimdir. Çünkü insanın da kendisini tanımaya başladığı, çevresinde olup bitenleri fark ettiği yıllardır bu yıllar; o yüzden değerlidir; farklıdır; biraz da tuhaftır... Bizim orada Ermenilere iyi gözle bakılmazdı, hatta küfür yerine kullanılırdı. Yıllar sonra ötekileştirdiğimizi fark ettiğim Ermeni toplumunu daha iyi tanımak için yaptığım araştırmalar sonucu, popüler bir yazar olarak Hayko Bağdat'ın özellikle çocukluk anılarını yazdığı Salganyoz'u hakikaten beğendim.
168 sayfa bir gunde okunacak kadar basit bir uslupla yazipmis bir kitap ama derinligi gercek hikayelerden bizim Ermeni olarak ( ya da herhangi bir adinlik kitle) neler yasadiklarimizdan geliyor.. Bazen soruyorsunuz ya “Ermenilere ne gibi bir ayrim yapiliyor ki diye” belki anlamaniza yardimci olur bu yazilar..
Bu tarz devletlerin azınlık olarak nitelediği kimliğe, topluluğa mensup bireylerin özyaşam öykülerinin kitaplaşmasını çok değerli ve gerekli buluyorum. Tanışmanın daha iyi bir yolu yok gibi..