Jeg bærer på håpet, rundt omkring i leiligheten, men noen ganger ute på fortauet også, jeg bærer det som et barn i en bærepose, og støtt åpner jeg posen, løfter barnet ut, studerer det mens jeg i redsel mest har lyst til å stikke øynene ut på meg selv, før jeg legger barnet ned i posen igjen, hvor det kryper sammen i fosterstilling og sovner.
Dette er en usedvanlig kjærlighetshistorie om en kvinne, to menn og et barn. K. er lungesyk og arbeider som matematikklærer. Den ene kjærligheten i hennes liv er Ferdinand, som har begått selvmord, men som stadig dukker opp og snakker til henne. Den andre kjærligheten er iren Samuel, som skriver romaner og drømmer om å bedra sitt eget cricketlag. Og så gir K. liv til det lille barnet Maeve.
33 er en mirakuløs roman om øyeblikkene hvor alt blir helt annerledes. Hvordan våge å falle når man ikke vet om noen er der for å ta imot?
Kjersti Annesdatter Skomsvold made her literary debut in 2009 with the novel 'The Faster I Walk, the Smaller I Am'. The book was nominated for the Norwegian Booksellers' Prize, the P2-listeners' Novel Prize and won the Tarjei Vesaas' Debutant Prize (judged by The Literary Council of The Norwegian Authors´ Union). It was shortlisted for the International IMPAC Dublin Literary Award 2013. Skomsvold has dramatized the novel and the play premieres at the National Theatre (Oslo) in 2014.
In 2012 Skomsvold published her second novel, 'Monsterhuman'. It was shortlisted for the P2-listeners' Novel Prize and Natt & Dag's Best Book of 2012.
The poetry collection 'A Little Sad Mathematics' was published in 2013.
Skomsvold's books are translated into more than twenty languages.
Kjersti Annesdatter Skomsvold has also published several essays, short stories and poems in anthologies and literary magazines. She is on the editorial board of the literary magazine Bokvennen litterært magasin.
Skomsvold studied mathematics and computer science at the University of Oslo and at the Norwegian University of Science and Technology in Trondheim. Subsequently, she attended the Writers' Class at the Nansen Academy in Lillehammer and completed studies at the Academy of Writing in Bergen. She has also studied literature at the University of Oslo, and French at Université de Caen Basse-Normandie, France.
33 hacmen ince görünse de okuması zor bir metin. Karanlık, hayalle gerçek arasında, kafa karıştırıcı bir kısa roman. Ama bir yandan da keyif veriyor.
"Yaşamak bana göre değil; çünkü ne in- sanları seviyorum ne hayvanları; bunun üzerine kafa yormaya başlar başlamaz düşünceler her şeyi çarpıtıyor, bastırıyor. "
"Birbirimize yakın değiliz, çok yaklaşırsak birbirimizin içinde kaynayıp tek bir insan olacakmışız gibi yalnızca yan yana yürüyoruz."
"Önemsiz şeyleri yineliyorum, bu sırada önemli olanlar yazılmamış kalıyor. İnsan asla her şeyi söylemeyi başaramıyor."
Norveçli yazar Kjersti Skomsvold'dan daha önce Hızlandıkça Azalıyorum'u okumuştum, çok insanın sevdiği bu kitap bana nedense umduğum kadar nüfuz etmemişti. Kendisinin 33'ünü ise yine genel kanının aksine çok daha fazla beğendim açıkçası. Skomsvold yine karanlık, tekinsiz, epeyce depresif ama bu metin çok daha katmanlı, derinlikli ve zengin geldi bana.
Ve fakat zor. Bir tür iç monolog-bilinç akışı gibi yazılmış, üstelik de gerçek ile gerçeküstü arasında gidip geliyor, hangileri anlatıcımız K.'nın gerçek deneyimleri, hangileri hayal ettikleri, hangileri gerçekleşiyor, kafasının içinde miyiz dışında mı, okuduklarımıza güvenebilir miyiz, anlamak güç. Ama belki tam da burada yazarın şu cümlesini aktarmak iyi olur: "Ayağa kalkarken bütün bunlar henüz yalnızca kafamın içindeydi, yaşamda güvenilirlikten daha önemli bir şey var, o da düş gücü. Mutlu birkaç saniye boyunca, gerçekle yüzleşmeden önce."
İsmini bilmediğimiz anlatıcımız K. 33 yaşında, akciğer nakli bekleyen bir kadın. Sorunlu öğrencilerin gittiği bir okulda matematik öğretmenliği yapıyor. Sevgilisi Ferdinand intihar etmiş fakat öteki taraftan buralarada müdahale etmeyi sürdürüyor, K.'yı yeni tanıştığı yazar Samuel ile yakınlaşmaya ve ondan bir çocuk yapmaya teşvik etmeye çalışıyor. Akciğer nakli olup olamayacağını, dolayısıyla yeryüzünde kaç günü kaldığını bile bilmeyen K., hem hayatla ilişkisini sürdürmeye hem de bu çocuk fikrini içine yerleştirmeye çalışıyor. Hikaye kabaca böyle, ancak Skomsvold'un anlatımı o kadar müphem ki, bu resmi çizmek kolay olmuyor. Zamanda ileri-geri yürürken, bir yandan da dediğim gibi gerçeklik ve hayal edilen arasında da gidip geliyoruz. Anlatıcımız çocuk üzerine düşündükçe kendi çocukluğuna, kendi travmalarına da gidiyor, bedeniyle ilişkisini didikliyor, iç sesi bize oldukça sert şeyler söylüyor.
Hüzünlü ama bir yandan da komik (çünkü insanın tüm iç konuşmalarında biraz sarkazm ve absürtlük vardır bence), ağır ama bir yandan da gündelik şeyler anlatan, epey güçlü bir metin bu bence. Arz ederim.
Okumakta çok zorlandığım bir kitap oldu. Hızlandıkça Azalıyorum'daki gibi bir dil beklemiştim. Oysa bu kitapta gerçekler ve kahramanın hayal gücü arasında bir çizgi yok ve geçişleri anlamak çok güç. Saplanıp kaldığı düşünceler hikaye içinde orada burda dağınık verilmiş. Anlamakta zorlandım.
Özellikle "Hızlandıkça Azalıyorum" öncesinde bu kitabı okumak istedim ki onu baz alarak beğenimi şekillendirmiş olmayayım. Ana karakteri sevmesi biraz zor bir kitap, fazla çerçeveli bir düşünce sistematiğiniz varsa size son derece saçma gelecektir ve vakit kaybı olabilir okumak. Ama farklı olanı yargılamak yerine anlamaya çalışmak mottonuzsa, bu kitap ana akımda çok sık karşılaşamayacağınız bir kişiyi size takdim ederek onun gerçeklik/düş dünyası karışımında yol alabilmenizi sağlayacak. Kitabı sevme sebeplerimi anlatırken kitaptan alıntılar yapacağım ve karaktere dair önemli özelliklerin altını çizeceğim bu sebeple kitabı okumayı düşünüyorsanız yazının devamını okumayınız:) (pembe fili düşünme gibi bir önerme olduğunun farkındayım:)
sapere aude
Saçma olana değer verebilir misiniz yoksa hiç dikkate almadan yolunuza devam mı edersiniz? Ben ilk grupta olanlardanım:) Kitap kimi zaman saçma bir duygu karmaşası yaşatabiliyor çünkü tek bir cümle ya da paragrafta duygu skalasının her iki ucunda da bulunmanızı sağlayabiliyor yazar yani bazen hem cümleyi okurken gülümsedim hem de "K.'nın bunu böyle söyleyebilmesi canını yakmış olmalı" diyerek bir yerlerin sızladığını fark ettim.
Ana karakterin hem çok tutarlı (çocukluğunda yaşadıkları ve yetişkinliğindeki duygu durumu paralelliğini kast ettiğim) hem de her insanda olduğu gibi çelişkileri ile birlikte kaleme alınması hoşuma gitti. K. sevilmemiş bir kadın, bunu yazarın açıkça annesinin ona gereken ilgiyi göstermemiş olduğunu yazmış olması ve onun bazen anılarını anlatırken ki hallerinden biliyoruz. Çocukken bakım vereni tarafından sevilmemiş bir bireyin kendini sevme ya da sevgi kavramlarını bilmesini beklemek ironik olabilir nitekim K. yalnızlığı bilinçli olarak tercih eden bir birey. Kitabın bir yerinde başka biri için " acaba sevgiyi öğrenebilmiş midir yoksa hiç deneyimlemeden mi ölmüştür?" şeklinde bir soru sormasına bayıldım çünkü ben bu soruyu aslında kitabın tamamında K. için soruyordum.
K. nın insan sevmeyişine rağmen çocuk sahibi olmayı düşünüyor olması, kendisini bir "taklitçi" olarak tanımlayıp bundan rahatsız olmasına rağmen durumu değiştirecek bir şey yapmayışı gibi çelişkili yanları adına birçok örnek bulunabilir. Karakterin çelişkili olan kısımları onun bir robot olmadığını, aramızdan biri olduğunu ve bize ders vermek gibi bir derdi olmadığını hatırlattı bana.
Kitapta sevdiğim şeylerden bir diğeri sevilmesi zor olan bir karakterin kadın olarak ele alınmış olması çünkü genellikle bu tarz karakterler erkek olarak vücuda getiriliyor. Öncelikle neden sevilmesi zor dediğimi açıklayayım. Mesela "...ama işleri doğru sırayla yapmam gerekir becerebilirsem ve insanlar hayvanlardan önce gelir, biz insanlar gıda zincirinin dışındayız, bizi yiyen kimse yokken biz hayvanları yiyoruz, hayvanlar birbirlerini yiyorlar, kendimi kötü hissettiğimde et yemek ve bunu düşünmek bana iyi geliyor." demesi gibi K.'nın. Besin zincirindeki yerimiz sorgulaması yapıp bunu rahatsız edici bulan çoğu kişi diyetini değiştirirken o bu düşünceyi kendine iyi gelen bir önerme olarak algılıyor... Biz onu sevelim diye sevimli davranmaya çalışmıyor, aklındaki neyse onu söylüyor işte bu kısım hoşuma gitti. Dürüstlük onun için anahtar kelime, ki kendi kendine dürüst olamadığı zamanlarında bazen farkında ve bu onu rahatsız ediyor daha önce bahsettiğim gibi. Başkalarının dürüstlüğünden de canını yaksa da mutlu olabiliyor: " 'Bence biraz aşağılayıcıydı,' dedi Samuel bunun üzerine. O zaman onun doğrudan konuşması karşısında afalladım, şayet "aşağılayıcı" sözcüğünün anlamını doğru anladıysam. Ardından mutlu oldum, Çünkü dürüsttü, ama bu ancak epey sonra oldu, bende açtığı yaraları yalayıp iyileştirdikten sonra."
K. ona dayatılanı fark etme ve sorgulama yetisine sahip bir kadın ve ciddi bir hastalığı olmasına rağmen kitabın hiç bir yerinde mağdur edebiyatı tarzı sözler ya da olanlardan ötürü başkalarını suçlama gibi eğilimler görmedim. Zor bir hayatı olmasına rağmen kitabın hiç bir yerinde ona acıma hissi peydah olmadı ki bu da hoşuma giden önemli noktalar arasında. Sorgulama yetisine dair: "... Çok geç yattığımda vicdanım rahatsız oluyor ve "çok geç" derken bunu içime kimin yerleştirdiğini hiç bilmediğim bir ölçüye göre demek istiyorum. Yalnızca orada olduğunu biliyorum; ne kadar yemem, ne sıklıkla tuvalete gitmem gerektiği türünden öteki ölçülerle birlikte duruyor..." (Cehennem Övgü kitabının hatırlattı bana)
Karakterin adını sadece harf olarak biliyor olmamız Kafka'nın Dava'sındaki Josef K.' yı ve Aylak Adam'ın C'sini hatırlatıyor okuyana. Özellikle K. harfinin seçilmiş olması "acaba yazar kendine mi atıfta bulunuyor" dedirtti bana...Karakterin yalnızlığı ve sıkışmışlığının yanı sıra bittersweet tad bırakan anlatım bir an Yeraltından Notlar' ı düşündürtmedi değil.
Benzetmelerdeki kelime seçimleri etkileyici denebilecek bir diğer noktaydı. "...Ama hiç farkında olmadan polis ölmekte olan köpeğin resimlerini ruhuma atmaya başladı ve bu resimler hiç kaybolmadı." "Of, vites boşta gidiyor, niye, çünkü düşünceler gerçek dünyanın üzerinden kayıp geçiyor herhalde, o zamanda hemen ileri, gelecekle ilgili şeylere atlıyorlar, insanın aldatıcı doğası böyle, anın tadını çıkarmaktan aciz." "...tek istediğim şey bacaklarımı toplamak, kolumun altına sıkıştırıp oradan kaçmak."
Özetle farklı bir tat ve olağan dışı bir hayat gözlemlemesi yapmak isterseniz, okumanın zorlayıcı olmasına rağmen beklediğinizi bulabileceğinize inandığım bir kitap.
This entire review has been hidden because of spoilers.
"Samuel yalnız oturuyor, bense yalnızlığımdan bir kahvaltı masasının başına oturmaktan daha fazla uzaklaşmak istemiyordum. Dünyanın çılgınlığından ve ürkütücü seslerinden uzakta, insanın masanın öteki tarafında kahvenin tadının gerçekten güzel olduğunu başıyla onaylayabileceği bir insanın oturmasını istediği yerde."
Bir "Hızlandıkça Azalıyorum" olmasa da gayet iyi. 3.5
"İnsanlar kafalarında bir şey kurmaya başladılar mı, o olur! Sorun kafalarında kuramadıkları bütün öteki şeylerde.”
Bir çırpıda okunan kitaplardan değil 33. Bütününe karanlık bir hava hakim. Gerçekler ve hayaller karmaşa oluşturuyor. Hızlandıkça Azalıyorum'u severek okumuş biri olarak bu kitaptan etkilenmedim. Okumak için doğru zaman gerekiyor.
Det er så rart at det nesten er uforståelig, men det er likevel for fint til at man kan legge det fra seg. Romanen har både en god historie og fine tanker og formuleringer. Jeg tror kanskje den må leses flere ganger før man forstår alt, men kanskje er det heller ikke meningen at alt skal forstås.
"İnsanlar kafalarında bir şey kurmaya başladılar mı,o olur! Sorun kafalarında kuramadıkları bütün öteki şeylerde." K'nın hikayesi düz ama derin bir çizgiye sahip.Ferdinand,Samuel,çocuk bir yana kendi'ne çeken bir hikaye.Sanki diğer her şey olmamış ve biz hep K'yı dinlemişiz..
Kitabın başları çok karışık, bir türlü yakalayamadım. Gerçi kitabın tamamında bir yakalama sorunu yaşadım. Pek bana hitap etmedi ama sonu güneşin doğuşu gibi içimi ısıttı.
Kitabın konusunu özetleyecek olsam 5-6 cümle yeterli olur ama yazarın kendine özgü anlatım şeklini anlatmaya çok daha fazla cümle gerekli olacaktır.
Kolay bir okuma değil. Gerçek ile gerçeküstü arasındaki geçişler çok keskin. Karakterin kendisine sorduğu ve okuruna da sordurduğu soruları çok beğendim.
Skomsvold’un “Hızlandıkça Azalıyorum” kitabını da beğenmemiştim. Ancak şunu belirtmeyim ki iki kitabın dili birbirine hiç benzemiyor.
Gereksiz karmaşıklaştırılmış. Ferdinand, Samuel, çocuk, albatros, kanser, öğrenciler falan derken oradan oraya savuruyor. Aslında 40.sayfada bırakırdım ama yazarın diğer kitabı "Hızlandıkça Azalıyorum" için bitirmeye çalıştım.
“İnsanlar kafalarında bir şey kurmaya başladılar mı, o olur! Sorun kafalarında kuramadıkları bütün öteki şeylerde.”
Bu kitabı içinden bir cümle ile özetlemem gerekse diye düşündüm ve altını çizdiğim bu cümleyi seçtim. Hayal ile gerçek arasında dolaşan, biraz tekinsiz biraz karamsar bir hikaye.
Yazarın yarattığı ana karakterleri seviyorum, okuyup tanımak için heves ediyorum. Ancak okurken zihnen yoruluyorum da. Karakterleri yıldızlar gibi. Uzaktan parlıyorlar ama yaklaştıkça ölü olduklarını fark ediyorsunuz. Bize gelen sadece gecikmeli bir parıltı. Onlar çoktan ölmüşler…
Etter å ha nærlest boka en gang til etter første lesning har jeg fått et nytt syn på boka. Ting ble mye mere forståelig nå, selv om det er uforståelig. Jeg føler du kan finne mange interessante ting om du nærleser. Det blir litt mindfuck, en del latter, og mange hevede øyebryn fordi du ikke forstår bæret, men boka er vakker, både i ord og historien, og komposisjonen. Anbefaler å lese den 2 ganger og gjerne uten for lange pauser i lesinga, da tror jeg du vil få mer ut av den(om du vil).
"Niye "batma" sözcüğü bana bu kadar çekici geliyor hep? Bu fille neler yapabilirdim, ben bir fiil olsaydım ; ama geçmiş ve gelecek çekimleri bile yapamıyorum.. Senin yukarı çekilemeyecek kadar ağır olduğunu düşünürlerse, bir ağırlığın olduğuna inanırlarsa hiç kimse, soluk almaya çabalayarak yattığın yerde sana elini uzatmaz. Bir tek güçlü olmak işe yarar ve şayet güçlü değilsen güçlüymüş gibi yapmak zorundasın. "
İflah olmaz bir Nordik edebiyat tutkunu olarak Türkçeye kazandırılmış her eseri okumaya çalışıyorum. Skomsvold "Hızlandıkça Azalıyorum" ile tanıştığım bir yazardı. Bir yazar olsam böyle yazardım; evet tam olarak böyle.
Okuduğum ilk kitabına göre daha yavaş okuyabildiğimi söyleyeyim öncelikle. Ancak bu kitabın dilinden değil anlatımın yoğunluğundan, benim karakterle bütünleşmemden kaynaklanıyor. İçeriye doğru savaşların kansız ya da daha önemsiz olduğunu kim söyledi ki? "İç" dediğimiz o alanda meydana gelen her türlü çatışma bir mermi deliği, bir bıçak kesiği, kopmuş bir bacak, görmeyen bir göz, heyecanlanmayan bir ruh ve işlevsizleşen bir kalp yaratabilir; bu az şey midir? Hayata öyle anlamlar yüklüyoruz ki "hayatını kaybetmek" diğer her şeyden daha ciddi bir şey oluveriyor. Yaşamı kutsamak, yaşamayı sıradanlaştıramamak yaşamla ilgili beklentilere ve bu sebepten pek çok hayal kırıklığına yol açıyor. Nihilizme bir adım kalsın, egzistansiyalizmin çekirdeğinde durağanlaşalım.
Krásne poetická, chvíľami zmätočná kniha. Vedela som sa v nej nájsť (áno, ťahá mi na 33 a tiež som našla viac paralely k svojmu životu, než som čakala) a zároveň stratiť. Niektorí odporúčajú prečítať si ju dvakrát, aby ste jej lepšie porozumeli, mňa to, úprimne, neláka.
Ale toto vyznanie ❤ "Radšej som chcel byť nešťastný s tebou, než šťastný s niekým iným."
yazarın kitapları, anıları ve bilinç akışı ile düşüncelerinin gerçeküstü anlatımla yazılımı. bu yüzden yer yer 'ne diyor?' diye düşündürtebiliyor çünkü düşünceler yer yer manasız olabilir.
kendini kısıtlamadan, tüm tuhaflığı ile ortaya döktüğü düşüncelerini ve anılarını, soyut ve melankolisini süslediği gerçeküstülük ile anlatması son zamanlarda en sevdiğim şey haline geldi.
favorim hala hızlandıkça azalıyorum ama skomsvold daha çok yazmalı.
Zusammenhanglos aufgeschriebene Gedanken. Mir viel zu wirr und nicht einmal annähernd ein loser roter Faden an Geschichte. Schade, ihr Buch "Je schneller ich gehe, desto kleiner bin ich" hat mir sehr gut gefallen. Vielleicht war heute nicht der richtige Zeitpunkt?
Trochu s ťažkým srdcom dávam len 1 hviezdu, lebo si to autorka ozaj nezaslúži. Ale toto bolo tak nečitateľné, tak zmätočné, tak frustrujúco iracionálne, až som mala chuť plakať.
Yalnızlık, ölüm ve sevgi… 33’ün konusu hakkında tek bir şey söylemek mümkün değil. Her satırı okuru bambaşka bir yere sürükleyip, içindeki saklı bir yaraya dokunabilirmiş gibi. . Yaşlı ve yalnız bir kadın, marketten aldığı çilek reçeli kavanozunu açamadığı için kasiyerden yardım istemeye karar veriyor. Oysa kasiyer onun farkında bile değil, yüzüne bile bakmadan reçeli kasadan geçiriyor ve ücreti söylüyor. “Şayet beş dakika sonra kaçırılsam kasadaki oğlan ona benim resmimi gösteren polise beni daha önce hiç görmediğini söylerdi.” . Bir tek kocası Epsilon bakıyor Mathea’nın yüzüne, kalbine, gözlerinin içine. Mathea, küçüklüğünden beri çevresindeki insanların fark etmediği, ya da kendinin öyle sandığı, toplumun dışında, sık sık ölümünü düşünen yalnız bir kadın. . Yazarın okuyucusuna verdiği mesaj kalabalıklar içinde yalnızlık yaşayan insanların hiç de azımsanmayacak nicelikte olduğu. Fazla mutlu bir hayat sürmekten sıkılan Norveçli yazarların kendilerini hüzne vurmasından mı nedir, insanın içine işliyor her cümleleri. Kitap boyunca olaylar düz bir çizgide ilerlemediği, hayalle gerçek hatta karakterlerin iç dünyası bile birbirlerine geçtiği için okurken biraz zorlandığım bir anlatıma sahip. Zaman zaman kendime “Ben şu an karakterin hayalini mi okuyorum yoksa gerçekten oluyor mu bunlar?” diye sordum. Kitabın anlatıcısı K. da aynı fikirde: “Gerçek bir öykü diye bir şey yok. Yaşamımı bir yönde yaşarken, ondan ters yönde öyküler yaratıyorum, bir başlangıcı, ortası ve bir sonu olan öyküler yaratmak için durdurulmaz bir güdü var içimde ve bu bir şeyleri sahteleştiriyor hep, bir yaşamın olduğunu, bir yaşamın ne anlama geldiğini anlama konusunda başarısızlığa yazgılıyım, gerçek bir öykü diye bir şey yok, ama ben onun var olduğuna inanmayı bırakamıyorum, o zaman da yaşama anlam katmaya çalışıyorum!” Bu sizi sakın korkutmasın, gayet yalın ve sade bir dili var. Psikolojiyi ve metaforları sevenlerin severek okuyacağı bir kitap.
"(...) og dette er ikke en motsetning til kjærligheten, men heller ikke nøyaktig det samme, og kanskje er det ikke positivt, men jeg tror ikke det er utelukkende negativt heller."
Så mange ord, så mye jeg ikke skjønte, men jeg skjønte kjærligheten.
Jeg stilte med høye forventninger etter en utrolig fin leseopplevelse med Monstermenneske av samme forfatter. Dessverre innfridde ikke 33 i samme grad som denne. Også her leker Skomsvold mye på et plan som liksom ligger rett "ovenfor" det faktiske hendelsesplanet, og det er mange fine formuleringer og finurlige observasjoner å hente her. Men i motsetning til i Monstermenneske knyttes aldri, eller svært sjelden, dette metaforiske planet til noe mer jordnært. Jeg har en følelse av at mye går meg hus forbi, og føler meg litt dum til tider. Likevel ser jeg at det sannsynligvis finnes noe å hente i romanen ved en andre, nærmere gjennomlesning. En slik lesning er det likevel ikke sikkert jeg gjennomfører.
"Når jeg legger meg, føles det som noe jeg gjør av plikt, som om noen jeg står til ansvar overfor følger med, og noterer seg at jeg legger meg... Jeg får dårlig samvittighet når jeg legger meg for sent, og da mener jeg "for sent" ut fra en standard som jeg ikke har noen anelse om hvem som har plantet i meg, jeg vet bare at den finnes der inne, sammen med andre standarder, som for hvor mye jeg bør spise, hvor ofte jeg bør bruke toalettet og så videre..." s. 37-38
"En roman er alltid noe mer enn hva den handler om, noe større enn historien den forteller. Romanen er også noe den ikke kan si noe om, men som den er i kraft av sin helhet og tilblivelse, og dette er hva den egentlig gir til leseren." s. 109