Adı (Ve)ciz And! Başlıca tutkusu üniversiteyi bitirince yönetmen Werner Herzog’un sinemacılık okuluna kabul edilmektir. Annesi ve babasını 12 Eylül karanlığında kaybedince onu Üsküdar’da yaşayan emekli subay dedesi büyütür. Veciz Hakkâri’deki askerlik görevi sırasında ciddi bir kaza geçirir ve yoğun bakımda yaşama savaşı verir. Sağlığına kavuşunca bir akademisyen veya küresel casus mu olduğuna karar veremediği Pertev Batum’un yardımcısı olur. Görevi sona ererken rastlantı sonucu babasının Diyarbakır Hapishanesi’ndeki işkence günlüğü eline geçer. Babasına ve binlerce günahsız aydına işkence yapan sadist gardiyanın peşine düşerken, ortadan kayboluveren Pertev Batum’u da arayacaktır…
Selçuk Altun (born 1950) is a Turkish writer, publisher and retired banking executive.
Born in Artvin, Turkey in 1950, he graduated from the Management Department of Boğaziçi University. He began work in the finance sector in 1974 and was chairman of Yapi Kredi Bank and executive board director of the YKY (Yapı Kredi Publications), where he amassed a personal library of 9,000 volumes and published works by Louise Glück and John Ashbery, before he retired in 2004 to pursue his full timewriting career.
“My goal was to write a book by the age of 50,” he says. “Before that, I knew I needed to read, so I read some 4,000 books before I sat down to write. That, more than anything, gave me the confidence I needed.” His first novel Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir (Loneliness Comes from the Road You Go Down) was published in 2001 and has been subsequently followed by four further novels, a book of essays and a regular monthly column titled Kitap İçin (For the Love of Books) in the Cumhuriyet.
“I regard myself as a ‘person who writes’ rather than a ‘writer,’”, “I do not make a living on what I receive from my books. I transfer all royalties from my books to a scholarship fund I've founded at the university I graduated from. It provides scholarships to successful university students who study literature.” “In any case, whenever I want to write, I feel the urge to read first.”
“I believe that in both Turkish and world literature, bibliophilic protagonists and narrators in particular do not appear as much as they should,” states the self confessed bibliophile, who maintains he reads far more than he writes, “Besides, these characters do not like showing up in trashy novels that sweep the book market. Yet I believe the elite group called ‘literary readers’ do embrace them.” “In my novels, the setting is as important as the central characters. For this reason, I go on special voyages. These voyages nurture me; each time, I set on the road wondering how that particular voyage will nurture me.”
In order to bring his books to an international audience, the author himself paid for the English translation of his fourth novel Songs My Mother Never Taught Me. This translation, by Ruth Christie and Selçuk Berilgen, was published by Telegram Books in 2008 and sold 3,000 copies in the UK, but while the English publisher opted to follow it with Many and Many a Year Ago in 2009 and various German, Swiss, Spanish and Portuguese houses have expressed an interested in buying rights, “the global economic crisis seems to have stopped the process,” and, “Three foreign publishing houses acquired the rights to publish Songs My Mother Never Taught Me, but that was it!”
“There are many reasons for the limited number of Turkish authors and poets translated into English,” Altun stated in an interview with The Guardian, “Sadly Nobel prize-winner Orhan Pamuk's success hasn't yet increased Anglo-American interest in Turkish authors and poets,” before going on to list works by Feyyaz Kayacan Fergar, Oktay Rifat, Yaşar Kemal, Sait Faik, Bilge Karasu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet as well as Pamuk among his top 10 Turkish books.
Tipik bir Selçuk Altun kitabı okudum yine, aynı konu, farklı ama benzer karakterler, bir dedenin varlığı, İstanbul semtleri, sahaflar, ansızın gelen beklenmedik bir miras, sonradan ortaya çıkan bir akraba, gizem, estet haller, Serendipity, bibliyofillik ve mutlaka Oktay Rifat. Ne okuyacağımızı bilerek almama kararı verip yeni çıkan kitaba tekrar yönelmemiz de tam bu sebeplerle, yazar kitapseverler için yazıyor çünkü...
Yazar, bilgiler ve harita dolu, seçkinci ve varlıklı, gizemli, alışılmış temeli üzerinde bu defa 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları ele alıyor.
***
"1.683.000 kişinin fişlendiği, 650.000'inin gözaltına alındığı, 230.000'inin askeri mahkemelerde yargılandığı, 14.000 kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığı 12 Eylül 1980 sonrası 171 kişi işkencelerde katledildi, 43 kişi intihar etti, 7000 kişiye idam cezası istendi, 517'sine verildi, 50'si idam edildi; bunlar kayda geçenler."
"İşlemediği suçları itiraf etmemekte direnen babamı haddini bildirmek için gezegenin en belalı deliği Diyarbakır Hapishanesi'ne (Türkiye'nin Auschwitz'i) sürmüşler. Sadist subay ve gardiyanların görev yaptığı bu zindanda, tutukluların birbirlerinin üstüne işetilmesi, dışkılarının yedirilmesi sıradan işlem sayılırmış. Diyarbakır Hapishanesi'yle ilgili bir ihbara verilen yanıtı anımsarım. Savcı "...iddiada adı geçen 34 sanıktan 4'ünün kendini yakarak, 8'inin intihar ederek, 6'sının açlık grevinde ve 16'sının hastalıktan öldüğünü" bildirmiş."
*
"Mutluluk ile gizem arasında ikinciyi yeğlerim. Kahvede tavla oynayıp kazanan bir emekli de mutlu olabilir, ama gizemi yaşamak ekstra bir boyuttur. Gizem bir tür orgazm kaynağıdır."
"Edebiyat ve sanatta gelecek vaat eden yazar ve sanatçı mı çıkmıyordu, yoksa bir kulvar değişikliğinin ben mi farkında değildim?"
Selçuk Altun’un yeni romanını adı “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm”. Selçuk Altun roman adlarında şairlere, onların dizelerine göndermeler yapmayı sever. Benim aklıma hemen Neşet Ertaş’ın Sevsem Öldürürler adlı türküsünden bir dize, “Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm” geldi. Ama öncesinde aynı dizeyi Karacaoğlan da bir şiirinde söylemiş zaten. Postmodern bağı izlersek bir Ekşi Sözlük yazarı da Altun’un roman adı için “İsmet Özel’in ‘Desem Öldürürler Demesem Öldüm’ adlı kitabına bir tür edebi selam niteliğinde” demiş. Bence Selçuk Altun kitabın adında Karacaoğlan’a gönderme yapıyor. “Bir çift güzel geçer bağlardan ağrı” diye başlayan şiirde dörtlükler “İçsem öldürürler içmesem öldüm”, “Baksam öldürürler bakmasam öldüm” ve “Sevsem öldürürler sevmesem öldüm” diye bitiyor.
Kitabın adı dile getirmenin tehlikesi ile sessiz kalmanın bedeli arasında sıkışmış bir ruh halini yansıtıyor, diye yorumlanmış. Romanın baş karakteri Veciz And. Selçuk Altun girişte adının anlamını kahramanın anlatımıyla açıklıyor. Arapçada “özsöz” demek. Dostları kısaca “Ve” dermiş zaten soyadı da İngilizcede “ve” anlamına geliyor. Öğrenciyken kahramanımızın adıyla bol bol dalga geçildiğini tahmin edebiliriz. Örneğin “Ceviz” derlermiş kendisine.
Veciz’in eğlenceli, şakaya açık bir adı var ama hikayesi biraz karanlık ve bolca hüzünlü. Annesi ve babasını 12 Eylül Askeri darbesi sırasındaki tutuklamalarda kaybediyor. Girişte 12 Eylül’ü, öncesinde ve sonrasında yaşananları adına uygun olarak özlü bir şekilde anlatan Veciz’in de niyeti 12 Eylül kurbanlarının aile dramlarını anlattığı bir anı kitabı kaleme almaktır. Yani kendisinden söz edecektir. Ama Veciz’in anı kitabı da, yaşam öyküsü de farklı gelişiyor.
Romanın ana mekanı Üsküdar Selimiye ama Hakkari, Kilyos, Amasya, Midilli, Londra, Oslo ve Fjaerland’da eserin mekanlarından. Selimiye mahallesinin adını aldığı Selimiye Kışlası askeri darbelerin simge yapılarındandır. Askeri kışla ama hapishane olarak da kullanılmış. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de gözaltına alınanların, tutuklananların önce oraya konulduğunu biliyoruz.
Veciz’in babası Vedit And, bir solcu derginin genel yayın yönetmeni ve çevirmendir. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin geniş tutuklama listesinde o da vardır. İstanbul’dan sonra Diyarbakır Cezaevi’ne yollanacaktır. Diyarbakır Cezaevi de mahkumlara uygulanan akıl almaz işkencelerle ünlü bir başka simge yapı. Vedit And, Diyarbakır’dan sonra yollandığı Erzincan Hapishanesi’nden kaçmayı başarmış ve siyasi mülteci olarak Almanya’ya sığınmış.
Türk edebiyatı alanında bir akademisyen olan anne Nihan And’ı kocası gözaltına alınınca hemen üniversiteden atmışlar. 1981’de annesini, 1984’de babasını kaybeden Veciz’i Selimiye’de “And Apartmanı”nda yaşayan emekli subay dedesi büyütüyor.
“Dedemden sonra en yakın dostum kitaplar oldu” diyor Veciz. Selçuk Altun’un kahramanları kitaplara düşkündür. Veciz de bir bibliyoman. Kitaplar aynı zamanda Selçuk Altun’un kahramanlarının hem içsel hem de dışsal yolculuklarında önemli bir araçtır. Veciz’in kitap düşkünü olması şaşırtıcı değil ama bir özelliği daha var, sinemaya da çok meraklı. Çocukluğunda Karagöz oynatarak sahne sanatlarına merak salan Veciz zamanla sinema tutkunu olmuş. Yönetmen Werner Herzog’un sıkı bir hayranı. En büyük arzusu da işletmecilik okuduğu üniversiteyi bitirince Herzog’un sinemacılık okulunda eğitim almak.
Selçuk Altun’un eserlerinde bireyin yalnızlığı, geçmişle hesaplaşması ve kendini arayışı ana izlektir. Veciz’in roman boyunca Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sini okuması bu açıdan bakınca önemli bir gönderme oluyor. Veciz’in Türkiye’nin karanlık geçmişinde ve ailesinin özel tarihinde kendini arayışı da benzer nitelikte.
Veciz 17 yaşına girdiği gün babasının nasıl biri olduğunu araştırmaya başlar. Hala özenle korunan odada eski evrakları karıştırır ve iz sürer. Anne ve babasının eski arkadaşlarını bulur. Babasının düşündüğünden farklı biri olduğunu anlar. Annesinin ölümünde babasının karakterinin etkisi olduğu kanısına varır. Bu iz sürme babasının Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkence günlüğünü bulması ile başka bir boyuta evrilecektir. Arka kapakta da belirtildiği gibi “Babasına ve binlerce günahsız aydına işkence yapan sadist gardiyanın peşine düşer”.
Diğer yanda da Hakkâri’deki askerlik görevi sırasında ciddi bir kaza geçirip yaşama savaşını kazandıktan sonra yine arka kapakta da belirtildiği gibi “bir akademisyen veya küresel casus mu olduğuna karar veremediği Pertev Batum’un yardımcısı olur.” Babasının ve diğer devrimci mahpusların işkencecisinden sonra birden ortadan kaybolan Pertev Batum’u da arayacaktır.
İşkencecinin izini sürmesi 12 Eylül, Diyarbakır Cezaevi ve devletin uyguladığı şiddeti anımsatırken, Pertev Batum’u araması da onun Londra’daki gizemli kitabevlerinden sahafları ile ünlü Fjaerland’a varacak bir sahaflar gezisine çıkmasına neden olur. Yitik zamanların izini sürer, geçmişte yaşananları öğrenirken kendini tanımaya, kişiliğini oluşturmaya başlar, geleceğe yönelik radikal kararlar alır.
Selçuk Altun’un tipik anlatı tarzı olan türlerarasılık, metinlerarasılık, oyunlu anlatım bu romanda da mevcut. Yine mekanlar, yerler ve kişileri deneme tadında paragraflarla anlatmaktan çekinmiyor. “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm” 136 sayfalık hacmiyle kısa, yoğun ve çok katmanlı bir anlatı.
Selçuk Altun’un tüm kitaplarını okumuş sadık bir okuru olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki evet yine benzer bir kurguyla benzer kahramanlarla kendi tarzında bir novella olmuş. Ben yazarın didaktik tarzını seviyorum her yeni kitapta bilmediğim bir yazar yönetmen ya da şehir ile ilgili farklı detaylar öğrenmek bana ilgi çekici geliyor dolayısıyla sıkılmadan bir çırpıda okudum. Yazarın daha önceki kitaplarını beğeniyorsanız bunu da benim gibi aynı lezzette bulursunuz diye düşünüyorum:)
Selçuk Altun okumayı severim; oyunlu anlatımı, çeşitli kitaplara göndermeler yapan satırları, edebiyat, kültür, sanat, seyahat üzerine notlarla dolu metinleri, yarattığı "tuhaf" ve bibliyofil karakterler, hikayesini geçmiş ile bugün arasında bağlar kurarak örmesi ilgimi çeker…
Bu sefer, benim için kitabın adı Selçuk Altun imzasının önüne geçti. Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm fevkalade çekici bir başlık, dört kelime ile büyük bir ikilemi, arafta kalmanın yükünü anlatıyor. Altun bu kitapta, babası 12 Eylül'ün karanlık kuyularında kaybolan, annesi erken yaşta vefat eden, dedesi tarafından büyütülen, askerliğini Hakkari'de yapan Veciz And'ın hikayesini anlatmış. Babasının, ailesinin geçmişinin izini süren Veciz'in bu arayışı bir yandan da 1980 Darbesi'nin karanlık günlerini, memleketin karşılaştığı türlü zorlukları resmediyor...
Altun'un diğer kitaplarından aşina olduğumuz gizemli aile tarihi, dede, miras, İstanbul'un eski semtleri, farklı ülkeler ve şehirler, kitaplar bu postmodern hikayeyi zenginleştirmiş. Yazarın diğer kitaplarını daha çok sevmekle birlikte, Veciz ailesinin geçmişi ile birlikte kendini ararken, onun peşi sıra gerçek ile masal arasında gidip gelerek sokakları adımlamak keyifliydi…