Quando José J. Veiga estreou na literatura, já era um homem maduro. Aos 44 anos, lançou em 1959 Os cavalinhos de Platiplanto, um livro de contos de pouco mais de 150 páginas e tão contundente que os críticos não sabiam muito bem como classificá-lo. Alguns diziam tratar-se de literatura fantástica, outros faziam ressalvas. O fato é que na surdina e passando quase despercebido, José J. Veiga foi atraindo a atenção de autores e críticos atentos à literatura brasileira, como Antonio Candido, Silviano Santiago e José Castello. Considerado o romance mais importante do autor, A hora dos ruminantes conta a história da pequena cidade de Manarairema, que vê a sua rotina alterada por acontecimentos inexplicáveis. Primeiro uma legião de homens, de procedência desconhecida, decide acampar na cidade. Os moradores, temendo represálias e com medo dos visitantes misteriosos, passam a especular sobre a intenção do grupo. Depois, a cidade é tomada por cães, que chegam às dúzias no vilarejo, causando uma inversão de papéis: enquanto os moradores ficam acuados em suas casas, os animais passeiam livremente pela cidade. E, por último, a chegada de centenas de bois completa o quadro alegórico do romance. José J. Veiga possui uma qualidade que inúmeros autores gostariam de ter, pois é capaz de agradar tipos muito diferentes de leitores, de jovens estudantes a leitores maduros, de admiradores da prosa fantástica aos fãs da narrativa realista. Com a reedição da obra completa do autor pela Companhia das Letras, com prefaciadores convidados, fotos do autor e sugestões de leitura, José J. Veiga finalmente é resgatado para cravar a sua marca no grupo seleto de autores da melhor tradição literária brasileira.
Nasceu no dia 2 de fevereiro de 1915, em Corumbá de Goiás. Mudou-se para o Rio de Janeiro, onde estudou na Faculdade Nacional de Direito. Foi comentarista na BBC de Londres e trabalhou como jornalista d’O Globo e da Tribuna da Imprensa, entre outros veículos. Aos 44 anos, estreou na literatura com Os cavalinhos de Platiplanto. Seus livros foram traduzidos para diversos países, entre eles Portugal, Espanha, Estados Unidos e Inglaterra, e pelo conjunto da obra ganhou o prêmio Machado de Assis, outorgado pela Academia Brasileira de Letras.
Karşı dağın ardında ne olduğunu her zaman merak eder insan. Ama bazen, dibine kadar gelenlere bile kimsin nesin diye sormaz, sorgulamaz. Ve asgari düzeyde bir hayal gücü varsa eğer, hemen kurgular, yaftalar. Fakat gidip de işin doğrusunu araştırmaz, soruşturmaz.
Ve her zaman ama her zaman, gömülen sorun kök salar.
Bir sabah Manarairema kasabasının eteklerine gelip yerleşiveren gizemli topluluk, sıradan bir hayat sürmeye çalışan ahalinin dengelerini de bozuyor işte: Kızanlar, korkanlar, heveslenenler, merak duyanlar ve bir şekilde nemalanmak isteyenler, yani aslında tüm insanlar, ansızın değişiyor. Bu yeni gerçeklik karşısında herkes, toplumsal maskesini bir kenara bırakarak “kendisi” oluveriyor. Çünkü kasaba sokaklarını saran en belirgin duygu, aslında beklenti.
Beklentileri yönlendiriyor davranışlarını. Beklenti ve tahayyülleri ele geçiriyor kimliklerini. Ve tıpkı, Şener Şen’in Milyarder filminde kemiklere kazınan bir edayla söylediği gibi, “herkesin iç yüzünü ortaya çıkaran” bu beklenti, sonunda hepsini “kendilerini aynada bile göremeyecekleri kadar şeffaf” hâle getiriyor.
Fakat nihayetinde bu sanal beklentinin boşa çıkışı ve hatta ters tepişi, aynada görünenleri tüm çıplaklığıyla, tüm savunmasızlığıyla, kasaba meydanının orta yerinde bırakıveriyor; ibretiâlem olsun diye belki. Herkes, kendini “herkeste” tanıyor. Ve bundan sonra hayatlarına devam edebilmenin tek yolu da birbirlerine her bakışlarında utanç dolu bir geçmişi hatırlama zorunluluğundan geçiyor.
Büyük bir edebiyatçı José J. Veiga. Ve Gevişgetirenler Zamanı’nda anlattığı öyküyle, ta Brezilya’dan buraya uzanan ama aslında bize hiç de yabancı olmayan bu gerçekliğin altını başarıyla çiziyor. Yarattığı kusursuz ve tekinsiz atmosfer ve birbirinden etkileyici betimleme ve cümleler de cabası. Gevişgetirenler Zamanı, her yerinden haz taşan, hazzı içinde taşıyan bir roman.
Bu kitap hakkında ne diyeceğimi bilemiyorum. Okuduğum birçok yazardan/kitaptan izler bulmakla birlikte okuduğum hiçbir şeye de benzemiyordu. Çok duru bir anlatım içinde bazen bir film/tiyatro izler hissi veren latin Amerika'nın küçük bir kasabasını izlerken sanki her yerde olabilecek bir yer ve insanlarla birlikteymiş hissi veren inanılmaz bir eser. Tertemiz berrak diline rağmen bir o kadar da karanlık ve diplerden duyulan bir kahkaha gibi korksam mı gülsem mi bilemediğim bir de mizah anlayışı... Bu kadar iyi yazarların neden bu kadar az kitabı var şu dilimizde...
Kitlelerin kitleler üzerinde hakimiyet kurması üzerine karanlık bir kısa roman. Gerçekten çok feyzalınacak çok düşündürcek ve hak verdirecek bir okuma! Birkaç saat içinde okunup bitse de etkisi epey kalıyor! Tavsiye ederim!
İnsanlar ve onların oluşturduğu kitleler hakkında oldukça ürpertici bir okuma. Manarairema halkının, kasabaya gelen yeni insanları algılayış şekli üzerinden -önce tacir sanıyor, sonra hayal gördüklerini düşünüyor ve en son gerçekle yüzleşiyorlar- dünya üzerindeki her türlü harekete karşı duruş şekillerini gösteriyor yazar. Baş kaldıran da oluyor, boynunu eğen de. Kendi kasabalarına girmiş, her şeyleri olan bu insanların hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Onların gelişi ile kasabayı mahveden köpek ve sığır saldırıları, kasabadan birkaç kişiyle gerçekleştirilen gizemli konuşmalar, yapılan inşaatlar yeni gelenler hakkında daha da tekinsiz düşüncelere yol açıyor ama hiçbir zaman kesin bir sonuca varamıyorlar. Dünya düzenini, bir kasaba ve birbirinden çok farklı sakinleri üzerinden kısacık bir okumayla anlatıyor yazar. Sisteme karşı nasıl bir duruş sergilediğimizi tanıdığımız karakterlerden birinde görmek mümkün. Ayrıca karakterleri kasabada âdeta dükkan dükkan, ev ev gezerek sırayla tanıma şeklimize de hayran kaldım. Mart ayından beri evde olduğumuz da göz önüne alınınca, özellikle sığır istilası sırasında evlerde mahsur kaldıkları sahne ile, okumanın en doğru zamanı değilmiş gibi de hissettirdi. Zaten ürkecektim ama daha da fazla ürktüm.
Yazıldığı döneme göre düşünerek 5 üzerinden 4 yıldız.
Yabancılar, küçük yerlerin olmazsa olmazı dedikodular, nasıl olduğu belirsiz şekilde türeyen yabancılar kaynaklı baskılar... Bir anda kasabanın en agresif adamının bile dize gelişi, absürt eziyetler ve tüm bunları hep bir uyarıyla yönlendiren, kimlikleri ve nereden geldikleri belirsiz o yabancılar...
Üzerine düşünülmesi gereken, insan doğasına onun yabancı kimlikli karşıtıyla aynı tutan ilginç bir roman. Özellikle sürekli merakta bırakan yabancıların kimliği ve yaptırım gücünün kaynağı gibi şeyler romanın güçlü yanları.
Bazı şeyler için cevaba ihtiyaç yoktur. Soru zaten cevabın kendisidir :)
Çeviri ve editörlük tertemiz. Güzel bir okuma seyri yaşattı.
Harika bir kitaptı! Birkaç saat içinde bitirdim, başından ayrılmak istemedim. Muhteşem bir alegori, muhteşem bir kurgu... Ne desem bilemiyorum. Uzun süredir hiçbir kitap bu kadar keyif vermemişti. Bu Latin Amerikalı abilerimizin ablalarımızın mayasında bir şey var, farklı bir şey. Başka türlü açıklamak mümkün değil böyle yazmalarını.
Só queria deixar registrado aqui uma citação desse livro genial:
“A fala de cada um devia ser dada em metros quando ele nasce. Assim quem falasse à toa ia desperdiçando metragem, um belo dia abria a boca e só saía vento.”
Prior to reading the book, I read a quote that said Veiga's writing mixes rural-life naturalism & the Kafkaesque & I'd say that's a very spot-on description. Assuming his book is an allegory of life under (Brazilian) military rule, his fable-like narrative captures the underlying fear, the pressures that bear down on individuals & communities, & the sheer dread of not knowing -- not knowing what is happening, why it is happening, what your neighbor or friend is thinking, or what may happen tomorrow.
I stumbled across this book at a library sale awhile ago & I'm glad for the serendipity of finding it. A worthwhile read for fans of international literature.
Poxa, esse livro dava um filme da hora, né não? Desde que nas mãos de um cineasta digno, é claro. Já tentaram levá-lo às telas nos anos 70, mas não deu certo, como as camadas alegóricas do livro proporcionam diversas leituras, as possibilidades de adaptação seriam infinitas.
Brezilyalı yazar José J. Veiga'nın 1966'da yayımlanan ve dilimize kazandırılan ilk eseri olan "Gevişgetirenler Zamanı", metaforlar yönünden zengin, tekinsiz ve karanlık bir diktatörlük eleştirisi. Brezilya'da 1964'te gerçekleştirilen darbeden sonra, 21 yıl süren bir dikta rejiminin gölgesinde yayımlanması, eserin yoğun bir sembolik dil benimsemesinin en önemli nedeni.
"Her şehrin, her kasabanın, halkı aklın yoluna davet edecek bir deliye ihtiyacı vardır."
Bir topluluğun, bir gün ansızın bir kasabanın yakınına yerleşmesinden sonra gelişen olayların anlatıldığı romanda, ötekini tanımaya, anlamaya çalışmak yerine merak ve beklentiyle karışık bir hayal gücüne ve menfaate sarılan insanların gerçek doğası aktarılıyor.
"İnsan bir şeyi görmeyi çok isterse, gördüğünü sanır."
Yabancı olanın bilinmezliği ve bu durumdan kaynaklanan kaygı ve spekülasyon, insanlık tarihinin neredeyse tamamında etkili olan bir unsur. Gerek bireylerin, gerek kitlelerin benliklerinin 'öteki' etkisiyle gerçek kıvamını 'keşfetmesi' yaygın bir durum. Hele bir de öteki, bizde olmayan güç ve servete sahipse.
Olaylar bir kasabada gerçekleşiyor olsa da bu bir insanlık anlatısı. Güçlü ve güçsüz, ben ve öteki, biz ve onlar... Anlatılanlar ne kadar gerçeküstüleşse de, insan özelinde çizilen portreler o kadar canlı ve bilindik bir tablo oluştuyor ki, gerçek hayata dokunan unsurlar hem bilişsel hem de hissel olarak okuyucuya geçebiliyor.
“Hafif yağmurun ardından çıkan güneşin, bu bataklığı kurutması daha ne kadar sürecekti?"
Dünyanın birçok yerinde, birileri kendi ötekileriyle didişme, hesaplaşma veya kimlik oluşturma derdinde. Bu kudretli dalgalar dinse, fırtınalar bitse de içine saplandığımız bataklıklar ne zaman kurur? “Güneş her şeyi kurutsa bile, (...) hüzün dolu geçmişin acı hatırası" yakamızı ne zaman bırakır?
Huzursuz olmayı, kaçınılacak bir şey olarak görmeyip farkındalığına erilecek bir ruh hali olarak kabul eden ve sembolik anlatılardan hoşlanan tüm yetişkin okuyuculara öneririm.
Manarairema halkı bir gece bir grup insan gördü. Önce tacir olduklarını düşündüler; ardından hayal gördüklerini. İlerleyen günlerde ise kendilerine evler yaptıklarını fark ettiler. Yavaş yavaş.. Manarairema halkı kaynaktan yoksundu ancak gelenlerin her şeyi vardı. Özellikle korkutma güçleri. Haberler yollamaya başladılar. Tehdit etmeye. Ardından köpeklerini saldılar ve bir sonraki aşamada sığırlarını.. Ve Manarairema halkı artık eskisi gibi değildi. . Veiga, bir kasabadan yola çıkarak insanı anlatıyor aslında. Bir oyun olduğunda, bazıları bir köşede bekler, bazıları canla başla oyuna dahil olmaya çalışır, kimileri ise oyunu karıştırır ve onu bozmaya çalışır.. Sonuçta insanlar bilinçli/bilinçsiz farketmeksizin rollere bürünür. Bahsi geçen kasabada da bu rolleri görüyoruz. Güce boyun eğenler, eğmeyenler ve araftakiler. Akla ilk gelen soru şu olabilir: hangisi kazanacak? Düğüm de burada çözülüyor: Bir kazanan olması gerekiyor mu? . Gelecek adım ne olacak merakı uyandıran bir kitap: Gevişgetirenler Zamanı . Bir o kadar huzursuz ve güvensiz~
I read this book as a twenty-something living in Brazil (decades ago now!!). His writing is direct, familiar, and funny, making the terror of the story more real and present. I lived in Brazil during the dictatorship and the story captures the omnipresent horror of living under repression. I've loved it and remembered it all these years. Time to re-read it.
Bu kitabın okunması oldukça maceralı oldu. Baskı hatası nedeniyle kitapta bazı sayfalar tekrar basılmış ama eksik sayfalar vardı. Deli Dolu Kitap hemen yeni bir kitap yolladı, sağ olsunlar. Sonra kitaba tekrar başladım ve iki günde de bitti zaten. Oldukça merak uyandırıcı ve tekinsiz bir kitaptı Hele ikinci bölümün sonlarına doğru gerim gerim gerildiğimi hissettim. Manarairema kentinde nehrin karşı kıyısına bazı adamlar yerleşmeye başlar. Bu adamlar başta kentte kimse ile görüşmez, selam dahi vermezler; ancak ihtiyaçları dahilinde insanlarla muhattap olurlar ve bu insanları bir süre sonra kendi hegemonyaları altına almaya başlarlar. Tahakküm altına alınanlar da yavaş yavaş Manarairema halkını etkilemeye başlar.
Kentte köpekler ve sığırlar cirit atmaya başlayınca halkın da sabrı sınanır. Kitaba başlayınca elinizden bırakamıyorsunuz. Ama bazı yerlerde artık gerilmekten mi yoksa sıkıldığımdan mı bilemiyorum kitap artık bitsin istedim, üstelik kitabın ilerleyişi hiç de sıkıcı değildi (Bir yıldızı bu yüzden kırdım). Bunda elbette kendi iç dünyamın bu aralar kapkara olmasının etkisi olabilir. Ama genel olarak kitaptaki olay örgüsü ve karakterler çok güzeldi. Soru işaretlerinin pek çoğunun çözülmemesi ise kitabı daha da etkileyici kılıyordu. Kitabın sonunda her sorun çözülsün, bütün muamma açığa çıksın istiyorsanız, beklentileriniz karşılanmayacaktır. Ama muamma çözülmese de kitabın sonu beni tatmin etti. Çok farklı bir kitaptı. Belirtmeden geçemeyeceğim kitabın çevirmeni Canberk Koçak romanı çok güzel çevirmiş, kitap su gibi akıp gidiyordu (bir ara eksik sayfalar için İngilizce çevirisini okumaya çalıştım, bence Türkçe çeviri çok daha başarılıydı). Hele kapak tasarımına bayıldım. Kapak resmini yapan Hasan Karaca, kitabı çok güzel yansıtmış. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Sublieme allegorie over de dreiging van het vreemde, het onbekende en het klimaat van wantrouwen dat daarmee samenhangt. Vlakbij het fictieve Braziliaanse stadje Manirema vestigt zich een groep onbekende mannen in een verlaten hoeve. Op enkele uitzonderingen na houden de mannen afstand tot de lokale bevolking, wat de meesten autochtonen als teleurstellend ervaren of op zijn minst doet fronsen. Van lieverlede is het stadje door de indringers compleet uit zijn lood geslagen, een algemene onrust doet er zijn intrede. Sommigen pappen aan met de mannen omdat ze een zaakje ruiken, anderen verzetten zich halsstarrig en weigeren te plooien. Dan, plots, uit het niets, wordt het stadje overspoeld door een enorme roedel honden, afkomstig van de hoeve. Wanneer de honden gestaag wegtrekken wordt Manirema kort erna overspoeld door duizenden ossen. Tot op een dag de stilte heerst, eveneens uit het niets: de ossen zijn plotseling verdwenen, net als de vreemde mannen. De rust van het plattelandsstadje is hersteld: ‘De uren keerden terug, allemaal, de goede en de slechte, zoals het hoort.’
Veiga's heldere, eenvoudige stijl is bijzonder beklijvend en balanceert op het scherpst van de snede tussen absurdisme en magisch-realisme. Zijn roman, waarin de stemmen van Márquez, Kafka en Camus tussen de regels weerklinken, staat of valt niet met de al te gemakkelijke 'doorprikbaarheid' van 'een allegorie': dit boek is veel rijker, heeft meer lagen en heeft een zeggingskracht die volledig op zichzelf staat. 'De drie plagen van Manirema' lezen als een metafoor voor de militaire coup in Brazilië (zoals vertaler Lemmens in zijn nawoord suggereert), is maar één mogelijke lectuur en wellicht al te doorzichtig. De indringers staan voor al onze angsten en dat maakt het verhaal van dit bloedstollend boek nog huiveringwekkender.
Esse livro me foi recomendado por um amigo que sabe o quanto eu gosto de Haruki Murakami e Samarago, escritores de realismo mágico.
Não conhecia o trabalho do José J. Veiga mas com uma rápida pesquisa vi que ele era um dos grandes nomes do realismo mágico no Brasil. E faz sentido.
A Hora dos Ruminantes é a história do pequeno vilarejo de Manarairema que recebem uma visita inesperada de um povo desconhecido que resolve montar acampamento em uma parte isolada do vilarejo.
O povo local fica curioso, e as reações são as mais diversas: desde uma veneração à esse povo como à cautela e medo do que a chegada deles vai significar ao seu modo de vida.
O mesmo amigo me disse que o filme Bacurau teria se inspirado nesse livro e isso faz muito sentido. Embora Bacurau resolva as questões em uma violência Tarantinesca, enquanto nesse livro as tensões são mais sutis.
Een Mexicaans dorpje wordt overspoeld door drie plagen: eerst zijn er de anonieme mannen, die zich en masse in een afgelegen boerderij vestigen, daarna de honden, ten slotte de ossen, die het dorp letterlijk en figuurlijk verstikken. Veiga gaat vooral de reacties in het dorp na: wie houdt afstand, wie heult mee met deze vreemde bezetters? Het klimaat is er één van dreiging en wantrouwen, zonder de daden van de mannen ooit echt concreet te maken.
Veiga schreef dit boek nog voor de staatsgreep van het leger in 1964, maar hij wist de gevolgen ervan perfect te voorspellen. Het dorpje baadt na afloop van de bezetting letterlijk in de stront, waarbij velen zich afvragen wanneer de laatste sporen verdwenen zullen zijn. Interessante thematiek, maar de uitvoering van Veiga blijft vrijblijvend en blijft nergens aan de ribben kleven.
Kitap bana Emin Alper'in Tepenin Ardi filmini hatirlatti, belki de Emin Alper bu oykuden etkilendi.
Kitap surekli bir dusman yaratma ve o dusmana karsi bir tepki besleme uzerine, fakat tepkinin sebebi acik degil, bir iletisimsizlik silsilesinin getirdigi sonuc var...
Dusman yaratma, kitleleri yonetmenin en iyi yollarindan biri ve bu yontem yuz yillardir bilincli veya bilinciz bir sekilde kullaniliyor. Ozellile muhafazakar kitleler, degerlerini muhafaza etmek icin bu yontemden nasibini aliyor. Bu durum, insanoglu var oldugu surece, devam edecek bir durum gibime geliyor. O nedenle de hayatla iliskimisi bu farkidanlik ile sekillendirmemiz gerekiyor, kendi dusmanlarimizi yaratmamak icin.
LOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOKO DEMAIS! UNS MANO DIFERENTE INVADE A CIDADE, DEPOIS UNS DOGUINHOS FOLGADO E POR ÚLTIMO OS BOIS. MORADORES FICAM SEM ENTENDER. TRETA, INTRIGA, FALSIDADE, CRIANÇAS. TUDO BEM ESTRANHO E SEM EXPLICAÇÃO. AMEI. SÉLOKO PAI
Kitap Manarairema adlı kasabaya bir gün, kasabanın dışında terk edilmiş bir çiftliğe bir grup insanın taşınmasıyla başlıyor. İlk başta buna anlam veremeyen kasabalılar, ilk sayfalarda bu insanların gelip gelmediği hakkında sanrılara dahi kapılıyorlar. Yazar bunu anlatırken bir yandan da halkın profilini çizmeye başlamış, insanların üzerine sinmiş o müthiş melankoli ve miskinliği anlayabiliyorsunuz.
Zamanla kasaba halkından esnaflar bu burnu havada ve epey kaba insanlarla tanışmaya hatta iş yapmaya başlıyorlar. Arabacı Geminiano ve esnaf Amâncio Mendes bu barbar istilacıları kabul eden ilk kimseler oluyor. Kitapta süregelen gerginliğe, korkuya karşın bu grupla ilgili aslında yeterince bilgi verilmiyor öyle ki zaman zaman, bu adamların nesinden korkuyorlar yahu, diyorsunuz. Bunla beraber yerel karakterler o kadar güzel işlenmiş ve akılda kalıcı ki okudukça bu insanların her birinin gerçek hayatta yaşadığına yemin dahi edebilirsiniz.
meio que não entendi nada mas foi tão gostosinho ler deitado no colo de vovó com ela fazendo carinho no meu cabelo que dei 2 estrelas a mais pela experiência
ŞÖYLE SÖYLÜYORLARDI: “Benim komutanım yoktur! Duracak olsam, evden çıkmazdım! Kimse beni zorla çalıştıramaz! Eğer yaptıysam, öyle olması gerektiği içindir, insan yapamayacağı şeyi zaten yapmaz! Ben siyahım, vitrinimin bembeyaz olması lazım!”
ŞÖYLE DÜŞÜNÜYORLARDI: “Ahşap ahşap, demir demir, insan insandır. Bir kişinin demirci, marangoz ya da ayakkabıcı olması tesadüf eseridir. Dikkatli bakılırsa, her bireyin uğraştığı işe benzediğini görmek mümkündür.”
“Bir marangozun, elleri, vücudu ve ruhu, tahtanın kendisinden daha kaba olamaz. Olsa olsa, bir oduncu böyle olur, ama o da zaten acımasızca ve hiç düşünmeden kaldırıp indirdiği, baltanın bir eşidir.”
“Demirci ustası da kuvvet kullanarak, vura vura, çalışır ama, tek bir farkla. Uyması gereken ölçüler, ulaşması gereken bir nokta, takip etmesi gereken bir fikir olur. Kesmek ya da kırmak için değil, düzleştirmek, yuvarlamak ya da şekil vermek için vurur. Eğer bozması gerekirse bile, bu ilerde tekrar yapmak içindir.”
İTİRAZ EDİYORLARDI: “Birisi sırf parası olduğu ya da bununla böbürlendiği için, bunu başkalarının gözüne sokup, mallarına el koyma hakkı kazanabilir miydi hiç?”
PEKİ: “Nasıl bir güç, her zaman dik duran bu adamları bir korku demetine çevirmeyi başarabilir di?”
ŞİMDİ: “Arada sırada birilerinin kuyruğuna basıyorlarsa, ortada çok fazla kuyruk olmasındandı ve ortada bir suç varsa, bu daha çok kuyrukların sahiplerinindi.”
ANLAMIYORLARDI: “Hangi çağda yaşıyoruz, nerede benim haklarım? Borcu olmayanın korkusu da olmaz. Ne hakkı? Artık korkmak için, borçlu olmak gerekmiyor.”
NE OLMUŞTU? “Dünyayı yaratan, onu daha sonra parçalamak üzere mi yaratmıştı?”
ARTIK: “Aksilikler hiç eksik olmuyor. Rahip’in söylediğine göre bu Adem’in günahının bir sonucuymuş! İnsanlar, tövbe bile edemeden ölebilir, takdiri ilahi!”
“Safça bir ümitle, sabah pencereyi açtıklarında, engellerden arınmış bir manzara ile karşılaşacaklarını sanan, iyimser vatandaşlardı.”
“Herşeyin sonuna yaklaşmaktayken, uğraşıp da, mısraları yazıya dökmenin ne anlamı vardı ki! Zaten, kağıtlar ortadan ilk kaybolacak olanlardandı.”
“İnsan bir şeyi görmeyi çok isterse, gördüğünü sanırdı.”
“Görmemek için gözlerini kapatanlardılar.”
“Kasaba için, geleceğin tanımı; ölüm, pislik içinde çürüme, ve sığır leşlerinin her tarafı kaplaması idi.”
“Krizi fırsata çevirmeyi bilen biri, her zaman çıkardı, tıpkı şimdi, hiç olmadıkları kadar iyi durumda olan keneler gibi.”
“Ebedi karanlık yaklaşmakta olduğundan, birkaç mum ya da şamdandan fayda beklemek de yararsızdı.”
“Boyun eğerek, hayalete dönüşmüş, kasabadaki kibirli böğürtülerden oluşan barajı, yalnızca ağlayan bir kaç çocuğun ve cıvıldayan çobanaldatanların sesi aşabiliyordu.”
“Sadece uyumak, unutmak ve hazırlanmaktı hayat.”
NİHAYET: “Geçmiş, iyi ya da kötü, bir şekilde alt edilmişti. Buna nasıl katlanabildikleri meçhul de olsa, korkularını aşmışlardı, ancak henüz yaşanmamış kötülükler olacaktı.”
“Hafif yağmurun ardından çıkan güneşin, bu bataklığı kurutması daha ne kadar sürecekti?” “Güneş herşeyi kurutsa bile, hayvanların toynaklarıyla öğütülen ve rüzgarla havaya kaldırılan, ince toz tabakası, hüzün dolu geçmişin acı hatırası olarak daha uzun süre orada kalacaktı.”
...O âna dek yalnızca nehrin durgun sularına, mağaraların derinliklerine ve karanlık mahzenlere nüfuz edebilen soğuk hava, ıslak burnuyla etrafı koklayarak dolanan bir köpek gibi evlerin içine girmeye başladı.
-...karanlıkta her halat yılan, her papaz keşiştir.
-...gömülen sorun kök salar derler.
-...sırf yüzgöz olmamak için, evden çıkarken gülümsemeye dair yüzündeki tüm izleri silenlerdendi.
-Dostluk iki yönlü bir yoldur.
-Birinin niyeti yoksa, iki kişinin kavga etmesi mümkün değildir.
-...dünyanın bekçisi, müfettişi gibi davranan dürüst bir adam.
- ...her şehrin, her kasabanın, halkı aklın yoluna davet edecek bir deliye ihtiyacı vardır.
- Her şey hızlıca değer kaybediyordu. Askıdan düşen bir şapka yerde kalıyor, kimse onu umursamıyor, yerden kaldırmak için harcanacak çaba ileride sağlayabileceği fayda hesaba katılınca gereksiz bulunuyordu. Dört bir yandan iç çeken insanların sesleri gelse de hiç kimse harekete geçmiyordu; bir kişinin iç çekişi diğerlerinin çektiği acıyla kıyaslanınca ilgiye değer bulunmuyor, üstüne sadece genel ümitsizliği yansıtan yorumlar yapılıyordu. Kasaba ölümün kıyısına yanaşmıştı ve onu sadece bir mucize kurtarabilirdi.
"A noite chegava cedo em Manarairema. Mal o sol se afundava atrás da serra - quase que de repente, como caindo - já era hora de acender candeeiros, de recolher bezerros, de se enrolar em xales. A friagem até então continuada nos remansos do rio, em fundos de grotas, em porões escuros, ia se espalhando, entrando nas casas, cachorro de nariz suado farejando.
Manarairema, ao cair da noite - anúncios, prenúncios, bulícios. Trazidos pelo vento que bate pique nas esquinas, aqueles infalíveis latidos, choros de criança com dor de ouvido, com medo escuro. Palpites de sapos em conferência, grilos afiando ferros, morcegos costurando a esmo, estendendo panos pretos, enfeitando o largo para alguma festa soturna. Manarairema vai sofrer a noite."
I got this book from a friend because I liked the cover and what a great read this was. I haven’t read anything from this autor prior this book and he is now one of my favorite. Definitely a must read
Quando perto de Manarairema se instala uma comunidade de estranhos, os habitantes da cidade, sem saberem quem são estes homens e quais as suas intenções, reagem de forma passiva e obediente. Gente simples, tentam adaptar-se à nova realidade sem confrontar os vizinhos, apesar das incertezas que guardam em relação ao presente e também ao futuro.
José J. Veiga mistura fantasia com realismo nesta alegoria sobre o terror de viver numa realidade opressiva; A Hora dos Ruminantes explora o inerente medo do desconhecido e o consequente sentimento de desconfiança que se instala nestas condições.
História perfeita. Incrível. Angustiante, porém divertida. Fantástica, mas realista. O autor consegue nos envolver nos acontecimentos que abalam a pequena localidade onde se desenvolve o enredo e é difícil parar a leitura. Os acontecimentos mesmo irreais soam como reais pelas reações demasiado humanas dos personagens. O medo do desconhecido. Aos poucos a narrativa vai nos apresentando os moradores e suas peculiaridades. Somos enredados. Leria de novo e daria de presente.
Que baque que é ler O Dia dos Bois durante a pandemia, fiquei o capítulo quase todo na beira do choro. Talvez seja tematicamente parecido demais com Sombra de Reis Barbudos, mas ainda bem que acabei demorando o suficiente entre os dois pra não saber ao certo e não deixar que se atrapalhassem. Lindo livro.