Interrogation sur le sens d’une vie, les retours étranges qu’autorise parfois l’existence, le poids des objets, la douleur d’un amour brièvement vécu : un puzzle qui se remet lentement en place et brosse avec une force peu commune la fragilité d’un destin humain.
Asıl adı Ali Tataroğlu'dur. İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Alman Lisesi’nde, yükseköğrenimini ise İTÜ Mimarlık Fakültesi, MSÜ Mimarlık Fakültesi ve Sorbonne Üniversitesi Plastik Sanatlar Fakültesi’nde tamamladı. Bir süre iş ve öğrenim nedeniyle yurtdışında bulunduktan sonra 1993'de İstanbul’a döndü ve yazmaya daha fazla zaman ayırmak için mimarlığı bırakarak çeşitli üniversitelerde İngilizce okutmanı olarak çalıştı. Bir süre sokak müzisyenliği yaptı.
1980'li yılların sonuna doğru öykü yazmaya başlayan Ali Teoman 1992 yılında, İnsansız Konağın İkonu isimli öyküsüyle, Milliyet Gazetesi'nin düzenlediği yarışmada ikincilik ödülü aldı. Ali Teoman'ın tam 16 yıl gizli kalmış bir sırrı, ortaya çıktığında edebiyat dünyasını çok şaşırtmıştı. 1991'de Haldun Taner Öykü Ödülü alan Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı isimli kitabın yazarı olarak Nurten Ay ödül almıştı. Ancak kitabın asıl yazarının Ali Teoman olduğu 2007 yılında ortaya çıktı. Ali Teoman bunun kendi isteğiyle düzenlenmiş bir oyun olduğunu belirterek şu açıklamayı yapmıştı: "Bu adi dolandırıcılık değil, yazınsal bir oyundur. Nurten Ay birkaç kez oyunu bırakmak istedi. Onu ikna ettim. Bunca yıl açık vermeden bana yardım ettiği için kendisine çok teşekkür ederim."
"Uykuda Çocuk Ölümleri" başta olmak üzere tüm yapıtları edebiyat çevrelerinde etki yaratmakla birlikte Ali Teoman çok satan bir yazar olmadı. Çok satan yazar olmak isteyip istemediği de tartışmalıdır. Ali Teoman, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 23 Mart 2011 sabahı hayata veda etmiştir.
Eşikte, oyun, cinsellik ve gizem ile dolu dolu, her şeyiyle tam bir Ali Teoman metni. Bir adamın ölen sevgilisinin evine gidip onun hayatını didiklemesi olarak özetleyebileceğim roman, hem okuyucusuna boşluklar bırakan, zihinde tamamlanmayı bekleyen haliyle hem de ufak anlardan, hikaye parçacıklardan oluşan anlatımıyla amacına fazlasıyla ulaşıyor kesinlikle. Sevmediğim yönü ise (Ali Teoman edebiyatında belki de tek sevmediğim unsur olan) sonu oldu.
Bu romana yıldız vermek istemedim çünkü yeterince anlamış olmayabilirim diye düşünüyorum. Belirsiz karakterler, belirsiz mekanlar, sürgünde ve uzaklarda olma hali.Kahramanların sürekli ruhsal bir arayış içinde olmaları “eşikte “ olmaları diye değerlendirilebilir mi? En ilginç kısmı Anaksagoras’ın felsefi sisteminin anlatıldığı bölüm oldu. Anaksagoras, "Her şeyde her şeyden bir parça vardır" ve "Hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan hiçbir şey de yok olmaz; yalnızca karışım ve ayrışım vardır" gibi fikirleriyle biliniyor ve fikirleri yüzünden sürgün edilmiş. Anaksagoras'ın felsefesi, sürekli bir değişim ve oluş halini ifade eder. "Eşikte" olmak da, bir geçiş, bir belirsizlik ve bir dönüşüm halidir. Bu iki kavram arasındaki örtüşme, romanda Anaksagoras'a yapılan göndermenin bir nedeni olabilir mi? Bu anlatıda karakterler sürekli bir "eşikte" bulunurlar; geçmişle gelecek, gerçekle düş, kimlik ile kimliksizlik arasında gidip gelirler. Bu durum, Anaksagoras'ın felsefesindeki sürekli değişim ve oluş haliyle uyumlu gibi görünüyor. Böyle yorumlamışken son bölümü bende tam bir şaşkınlık yarattı. Bütün bu kimliksiz insanlar, bilinmeyen kentler, belirsizlik vs derken “acaba bütün bunlar anlatıcının iç yolculuğu muydu?” diye düşündüm.
Kısacık bir roman, 156 sayfa. Klasik bir roman kurgusu yok. Roman mıdır diye düşündüğüm oldu. Bu yüzden yukarıda “anlatı” sözcüğünü kullandım umarım haddimi aşmamışımdır. Zor bir okuma.
Bu kitaba biraz rastgele başladım.Ali Teoman kimdir ne zaman yaşamış ne zaman ölmüştür internette hakkında neler söylenmiştir(ekşisözlüğü temel alan bilimsel veriler ne der?) bilmeden,bilmeye gerek bile duymadan okumuş olmak için aldım evet.
Sonra bir şey oldu,Nazım Hikmet şiirleri okur gibi,size çok yakın ama çok uzak olan,aklınızdan geçenler dahil tüm seslerden,tüm şarkılardan ve güneşten kurtulmak için denizin altına dalıp sonsuz sessizliğin sesini dinlemek gibi(ben pek beceremem anlatmayı ama o sessizliği siz de dinlediniz değil mi?)adsız kadınlar ve erkeklerle Avrupa'da soluk ve eski bir sokakta,telaşsız bir öğleden sonra nefes almak gibi...
Ali Teoman ölmüş.6 yıl önce,kanserden.Bu ölüm beni çok etkiledi.Ölümü yakıştıramadım nedense ona,daha mutsuzluğunu ufak bir tebessümle gizlemeye çalışacağı çok günü varmış gibi geldi,yarım kalmış gibi.
"Sana yollamak istediğim kartpostal daha basılmamış ve bu da demek oluyor ki,duygularımı açığa vurmayı başaramayacağım yine.Üstelik söylediklerimden hiçbir anlam çıkmayacağı ilk defa da olmayacak bu.I dont make much sense,do I?Her şey başka bir bahara kalacak.Hah,başka bir bahar!Ne klişe bir deyiş,değil mi?Lanet olsun!Sözde en içten duygularını bile başkalarının sözcükleriyle dile getirmekten kurtulamıyor insan.Yaşadığımız elden düşme yaşam..."
"Bütün bu kişiler,adlar,tarihler,yerler,tuhaf olaylar,kılı kırk yaran betimlemeler,söylenmesi gerekmemesine karşın söylenenler,söylenmesi gerekmesine karşın söylenmeyenler,acemice gizlenmeye çalışılanlar,harcıâlem abartmalar,üstünkörü değinmeler,geçiştirmeler,susuşlar... Böyle yaparak işleri acaba daha çok mu karıştırıyorum,bilemiyorum."
Ali Teoman'ın okuduğum ikinci kitabı ve kendisinin belirsizlik üzerine kurduğu bu kısa romanı oldukça sevdim. Kısa bir roman olmasının sanıyorum ki temel nedeni neredeyse kitabın sonuna kadar okura bir düş içerisindeymiş gibi hissettirmek. O ana kadar geri dönüp okuduğum, anlamlandırmaya çalıştığım ve acaba mı diye zihnimde dolanan fikirler ile ilerledim. Yazar zaten kitabın içerisinde bunu çok güzel bir betimleme ile açıklamış. 'Yaşam bir tiyatro sahnesi, yaşam bir oyun, yaşam bir düş, rüzgarın oradan oraya savurduğu kağıt parçaları'. Tam da bu noktada kitabın sonunda o kağıt parçalarını toplayıp okurun önüne sermesi ile harika bir iş çıkardığını düşünüyorum.
amor omnia corrumpit. ali teoman'ı gençken okumuş sevmemiştim. ama işte birilerini sevdiğinizde onların babası ali teoman okuyunca siz de okumak istiyorsunuz. yazarın 1990'ların başında yazıp 2008'de ancak yayınlayabildiği ilk romanı. diğer yandan da basılan son romanı Eşikte. ilk romanların her zaman boktan olduğunu biliyoruz, lanet gibi yapışır insana, cesareti için tebrik etmek lazım yazarı, iyi bir roman olmamasına rağmen kendine ihanet etmemek için bir şekilde toparlayıp ölmeden yayınlamak istemiş. insanların salt çabasıyla kendisini türdeşlerinin arasından ayırması gerektiğini, yaşamdaki kimliklerin, kişiliğin, mevkiin veya kültür, erdem, sevgi gibi tinsel değerlerin ise ancak bu aşama geçildikten sonra söz konusu olabileceğini söylediğimizde, insanların yüzlerinde ilk önce beliren tiksinti ve ürküntü, daha sonra güçsüzlük ve korkuya dönüşen allak bullak ifade akıldan çıkmıyor. amor omnia vincit.