Onun benden özür dilemesi, özrümü kabul etmek zorundasın anlamına geliyordu. Sahtekârca, hiçbir samimiyeti olmayan bir özür, hani. Onu affetseydim ben de aynı sahtekârlığı giyinecektim. Düşünsene, affetmediğim için ben suçlu olacağım. Dönüp ona, seni affetmediğim için beni affet diyeceğim neredeyse.
Bir defter: İç döken, hatırlayan, nedamet getiren, anlamak ve anlatmak isteyen satırlar... Nuru Gardaş, Benjamin Ağabey’i anlatıyor. Cavidan okuyor, kadınlar konuşuyor. Gurbet yollara düşüyor. Utanan, bağışlayan, özür dileyen hasbıhaller... Şüphenin, utanmanın ve yalanın teşhiri...
Ukde kısacık, büyük bir roman. Ermenileri, Türkleri, kadınları, katilleri, hainleri, eski defterleri deşeleyen kederli bir ses... Akif Kurtuluş, kayıtsız kalınamayacak bir serinlikle kuruyor romanı.
1959 yılında Ankara'da doğdu. İlkokulu Ankara'da okudu. Orta öğrenimini Antalya ve Seydişehir'de tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Halen Ankara'da avukatlık yapıyor. Şiir üzerine yazılar ve denemeler yazdı. 1981'de Yarın dergisini çıkardı. Bir grup arkadaşıyla Edebiyat Dostları dergisini yayınladı. İlk şiiri 1981'de Türkiye Yazıları dergisinde çıktı. Yarın, Üç Çiçek, Tan, Yazko Edebiyat, Yeni Düşün gibi dergilerde şiirlerini yayımladı.
Eserleri
Şiir: Yalan Şiirler (1983), Tören Provası (1989), Kırgınlıklar Galası (1997)
İnceleme: Politika ve Sanat: Ekim Devrimi 1917-1932 (1998).
Kısa ama dev bir roman. Hafıza, suçluluk, duygusu, inkar gibi kavramlar üzerinde düşünmemizi sağlıyor. Bir siyasi meselesi olan, ama bunu bağırmadan, ustalıkla dile getiren bir eser. "Biz" olamayan azınlıkların dramını, hatalarımızın harcıyla hayatla aramızda kurduğumuz köprüyü anlatıyor. Aşağıdaki başlangıç paragrafıyla tokat gibi çarpıyor, elinizden bırakamadan bir nefeste bitiriyorsunuz adeta:
"Ne kadar kalabalık bir evde büyürsen büyü, baban, kardeşlerin olsa bile annen o evde yoksa, hayatla arandaki mesafe kapanmayacaktır. Baştan kaybedeceğin bir yarışa girmişsindir. Hayat hep senden daha hızlıdır. Görürsün, iyice yaklaşırsın, burun buruna gelirsin, gözlerinin içine bakarsın, artık gitme diye yalvaracak olursun, nasıl kaybolup gittiğini anlamazsın, rüyaların bile izin vermez onu yakalamaya. Tam bir yerinden tutacakken, her defasında uykun ihanet eder. Bir boşluğa uyanırsın. Neredeyim, diyen sesin bile senin değildir."
iyi bir fikrin, sağlam bir hikayenin romana dönüşememesine tanık oluyoruz kitap boyunca. keşke daha uzun tutulsa, daha uzun sürede yazılsaymış. mihman'daki derinliğin ve üslubun uzağında kalmış yazar. yine de düşündürücü, duygusal yapısı ağır basan okunası bir metin.
Konu itibariyle çok önemli bir meseleye eğiliyor, Türkiye'de Ermeniler'in yaşadıklarına yüzleşme, hesaplaşma ve affetme üzerinden romana konu etmiş. A. Kurtuluş, daha önceki kitabında olduğu gibi karakterlerin arasındaki diyaloglar ve olayların geçtiği mekanlara dair güçlü bir anlatım sunuyor. Fakat kitap genel itibariyle çok aceleye getirilmiş gibi bir izlenim veriyor, hem farklı karakterlerin hem de taşıdıklaırı hikayelerin kesişimlerinin çok daha işlenmeye ve derinleştirilmeye ihtiyacı var. Bunun yanında Kurtuluş romanın anlatıcısını bir kadın karakter tercih etmiş, erkek yazar olarak kadını dillendirme konusunu üzerine de yeterince kafa yormamış gibi. Tüm bunlara rağmen, özellikle de Ermeni katliamının 100. yılında, okunmaya değer.
"Hem sürgün, hem parasız, hem yatılı" Süreya'dan, "Gözüm!" Kaygusuz'un Yüzünde Bir Yer'ine ne çok şey hatırlattı bu roman. Farklı kötülükler, benzer yaşanmışlıklar. Ne güzel halklar ve dağdan gelip bağdakini kovanlar. Bir de Asri Sineması, Eskişehir'de, hep yolumun üzeri, ne mide bulandırıcı, bilmiyordum okurken öğrendim.
Beklediğimden çok daha yüzeysel ve magazinsel işlenmiş bir kitap çıktı karşıma. Okuması kolay ancak diyaloglar kendini çok tekrarlamış ve dizilerde konuyu uzatmak için başvurulan izleyiciyi bayan bir havaya bürünmüş. Konu güzel işlenebilse çok şey vaadediyor ancak bence olmamış olamamış.