Adana'da karpuzla başlayan evlilik İstanbul'da kavunla bitti; babamı manavda vurdular. Annem, 11 yaşındaki ekonomi gurusu K.K. yüzünden avukatlığı bıraktı. Hamdi abim, hukuk profesörü olarak yakalayamadığı şöhreti aşk yazarı olarak yakaladı. Diğer abim Levent, üniversiteden ayrılıp Bükreş'te fırın açtı. Şeref dayımın hazin sonu, günlerce ana haber bültenlerinde tartışıldı. Kuzenimiz Kıvanç'ın ucuz seks romanı, resmî tarihe bir başkaldırı olarak algılandı. Muammer eniştem, narkozdan çıkarken bile, "Beyaz bir tavşan almıştım," diye sayıkladı. Sıkı antikomünistlerden Yaşar eniştem, 80'li yılların ünlü zenginleri arasına girdi. Eski bir sirk yıldızı olan bakıcım Emine'nin akıbetini öğrenemedik. Ümit Besen hayranı Amerikalı dostum Glenn en büyük sırrını bana açtı. Ben Elazığ'da, babamın kıyamet öncesini yaşamış olduğu yeri aradım. Ve o özel kadınlar, duyarlı yazarlara binip gittiler… 1963'te doğmuş bir insanın 2005'te yazdığı anılar başka türlü olabilir mi? Sanmıyorum.
Can Kozanoğlu (d. 1963, Adana), Türk sosyolog, yazar ve gazeteci. 1963 yılında Adana'da doğdu. Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe 1981 yılında Hayat dergisinde başladı. Aralarında Yeni Gündem, Nokta, Cumhuriyet ve Milliyet'in de bulunduğu çok sayıda gazete ve dergide muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalıştı. Çeşitli mizah dergilerine takma isimlerle yazılar yazdı. Uzun yıllar boyunca TRT'de yayımlanan Okudukça isimli kitap programını sundu. Televizyonculuk kariyerini daha sonra CNN Türk ve NTV'de sunucu, belgeselci, editör, yönetici olarak sürdürdü. Sosyoloji alanındaki çalışmalarını popüler kültür üzerinde yoğunlaştıran Can Kozanoğlu'nun futbol tutkusunun toplumsal boyutlarını ele aldığı ilk kitabı Bu Maçı Alıcaz 1990'da yayımlandı. Bunu, Türkiye'nin 80'li yıllarda yaşadığı toplumsal değişimi dönemin starları üzerinden anlattığı Cilalı İmaj Devri (1992) izledi. Pop Çağı Ateşi (1995), İnternet Dolunay Cemaat (1997) ve Yeni Şehir Notları'nın (2001) ardından, Kozanoğlu'nun ilk kurgu denemesi olan Acemi Eğitimi (2005) yayımlandı.
Çocukken anlattıklarının çoğunlukla yalan olduğunu bilseniz de dinlemekten zevk aldığınız bir arkadaşınız oldu mu hiç? Dedesi Atatürk'ün yaverliğini yapmış ya da kuzeni Almanya'da bir düzine Naziyi dövmüş birini tanımadıysanız üzülmeyin, çünkü Acemi Eğitimi bütün çocukluğunuzda dinleyebileceğiniz uydurma hikayeleri tek bir kitaba sığdırmış.
Can Kozanoğlu tam bir modern çağ meddahı. Uzun zamandır bu kadar eğlendiğim, okurken kendimi böylesine kaptırdığım bir kitap olmamıştı. Öyle ki bir noktadan sonra gerçekten de karşınıza birisi oturmuş ve size ailesini anlatıyormuş gibi hissediyorsunuz, karakterler onlarla her gün mahallede karşılaşıyormuşsunuzcasına tanıdıklaşıyor. Anlatılanlar okuru sadece eğlendirmiyor, bazen oldukça trajik şeyler de okuyorsunuz. 70'lerde ve 80'lerde geçen olaylar, o dönemin Türkiye'sinden izler taşıyor.
Kısacası Acemi Eğitimi şahane bir kitap, Can Kozanoğlu da şahane bir hikaye anlatıcısı. Canım sıkıldıkça, okuma hevesim azaldıkça bu kitabı elime alıp rastgele bir sayfadan başlayabilirim. Yalan Yıllar'ı da bir an önce edinip okumak şart oldu.
Kitabı ilk baskının yapıldığı yıl olan 2005’te merhum kardeşim alıp okumuştu, o sıralar eve gelmediğimden kitaplarla nadir görüşüyordum. 2011’de aramızdan ayrılınca kişisel eşyaları arasında bulup diğer eşyalarıyla birlikte başka bir kutuya koyup kaldırmıştım. Ona ait olan hiçbir şeye uzunca bir süre dokunamadım bile. Can Kozanoğlu’nu ilk ondan duymuştum. Yıllarca Can abiyi büyük bir hayranlıkla anlatıp durmuştu. Hem hemşerimizdi hem de benzer hikayelerin insanlarıydık. Kafamı toparlayıp kitabı bu sene okumaya karar verdim ve bu anılarda nelerin gizlendiğini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Benim için okuması hem çok keyifliydi hem de çok hüzünlü. Ne zaman Can abiyi görsem kardeşim aklıma gelir, hayat ne tuhaf.
bazen en basit hakikatler çok inanılmaz görünür ve inandırıcı olmak için hakikatleri değiştirmek zorunda kalırsın. ========== Dedem, tüm haklılıklara ve haksızlıklara noktayı tek hamlede koydu. Anlattığım kavgadan birkaç ay sonra, seksen küsur yaşında, iki tüp dolusu ilaç içerek intihar etti. Hayattan sıkılmıştı. ========== Şöyle de bir resim altı kalmış aklımda: “Elini kana bulayan Hasan Turna, çevresinde sevilen bir pideciydi.” Ölenden çok öldürene acımışlar demek ki. ========== Kocasının ve kaynanasının asıl katillerine gelince... Onların son isteklerini soramıyor Emine. Çünkü Emine’ye idam cezası veren mahkeme onlara yirmişer yıl veriyor. ========== Şebeğin şah olduğu yerde aslan, eşeğin padişah olduğu yerde insan durmazmış!” ========== Babam, “Vicdan meselesi,” derdi, “kolay mı, kalem kırdık yüzüne karşı.” Babam ikinci davada idam kararını veren hâkimdi, annem ise ilk davada Emine’yi kurtaran avukat. Hâkim babam olduğu için annem ikinci davayı üstlenememiş. ========== Böyle bir paragraf yazabilmeyi isterdim. Ama her şeyi olduğu gibi anlatmaya söz verdim bir kere... Hayattaysa ve kazara bu kitabı okuyacağı tutarsa beni affetsin, Raziye Abla odun gibi masal anlatırdı: “Bir eşek varmış. Bir de dağ varmış. Eşek bir gün dağa gitmiş. Karnı da açmış. Ot yemiş. Sonra ayı gelmiş. O da yemek yemiş.” ========== Yakaladıktan sonra, etkisizleştirmek için gözlerini bağlamışlardı Raziye Abla’nın. Haberin başlığı “Büyülü Gözler Yakayı Ele Verdi” şeklindeydi. ========== Yazı şöyle bitiyordu: “Ispanaklı ve fener balıklı tortellini’yi yedikten sonra tatlı olarak frenk üzümlü krep getirdiklerini görünce sordum Suat Çetin’e, ‘Frenk üzümlü-hurmalı krep yapmayı düşünmez misiniz?’ Suat Çetin bunun çok iyi bir fikir olduğunu söyledi. Hatta frenk üzümlü-hurmalı krepe bir isim de bulduk. Orient Ekspres!” ========== Annenizle babanız adliye kapısında tanışırsa olacağı budur zaten. Hem de nasıl tanışma... Karpuzla başlayıp kavunla biten bir evlilik. ========== Bükreş’in en büyük ekmek fırınlarından birini açtı. Chemil’i. Che’nin adıyla babamın adını birleştirmişti. Bükreş’te fırıncılık yapan, Che hayranı ve babasına karşı vefalı bir profesör... ========== şakaları için değil. On beş yaşında ve hiç beklenmedik bir anda babanızı kaybedince, ölüm üzerine düşünmeye başlıyorsunuz. Genelleme yapmayayım hadi, ben ölüm üzerine düşünmeye başladım. ========== Üç günde üç cinayet işleyip işi bitirecektim. İki bile yeterdi belki. Seri katilin tanımında, bazıları en az üç diyor, bazıları yalnızca birden fazla diyor.” ========== Askerlik yapanlar, birine “oğlum” diye seslenilmesi sonucunda çıkan kavgalara tanık olmuşlardır mutlaka. Kendisine oğlum denmesini, “Asıl baban benim, ananı s...” şeklinde algılayıp saldırganlaşan insanlarımız vardır. Ben bu hassasiyet türüyle ilk kez o gün karşılaşmış ve şaşırmıştım. Arkadaşlarımla birbirimize bol bol oğlum derdik, kavga çıkmazdı. ========== İnsan, köpek, maymun, ağaç; ne olduğu önemli değil. Bir zamanlar kendisine tutkuyla bağlandığını hissettiği bir canlıdan yüz bulamamak ağır geliyor Salim’e. Köpek bir kez daha yanına gelse, başını bacaklarına sürtse, Salim, “Hadi lan, hoşt!” diyecek rahatlayacak. Ama nerdee... ========== (Bu arada, herkesin adi olduğu bir âlemde benim asaletime ne demeli? Biz buna “anı kitabı tipi asalet” diyoruz.) ========== kaya, üzerinde iki adam. Adamlardan biri aşağıdaki ovayı göstermiş. “Buranın toprağı çok verimlidir. Bire elli verir.” Diğeri dövünmeye başlamış: “Aman birader, yapma... Geçen ay kaynanamı buraya gömmüştük!” ========== Eşofman diyemeyen gelinin atladığı gibi bir kaya, üzerinde iki adam. Adamlardan biri aşağıdaki ovayı göstermiş. “Buranın toprağı çok verimlidir. Bire elli verir.” Diğeri dövünmeye başlamış: “Aman birader, yapma... Geçen ay kaynanamı buraya gömmüştük!” ========== Dul kadınların evlerini basıp tecavüz edenler oldu. Vallahi oğlum, kıyamete hazırlanan ilçede, dul kadınlara tecavüz edenler oldu... ========== Hayatın yüzde onunu bütün ömrümde öğrendiysem, yüzde doksanını bir buçuk günde öğrendim. Anladım ki, kıyamet saatinde bile insanlar yine çeşit çeşit olacak. Cennet ne vaat ederse etsin, insanların dünya nimetlerinde gözü kalacak... ========== Babam öyleydi; oruç tutmaz, ramazan boyunca bir akşam olsun rakısını aksatmaz ama kendinden daha Müslüman kimse de tanımazdı. ========== Daha doğrusu, büyüklerin rollerine soyunmuş tüm çocuklar gibi, sevimsiz geliyordu insana. ========== Ve bir gün, kum torbasının dibine yığılıp kalıyor. Mustafa’yla Refik hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlar ama çok geç. Yeniden doğma azmindeki Sporcu Celal, spor yaparken dünyaya veda ediyor. Eski formunu tutamadan; hayata, sevdiklerine doyamadan... Hele hele Şeref’e hiç doyamadan... ========== Liberal iktisat profesörü Nadir Balcı’nın hazin ölümünü hatırlayanlar çoktur. Gazeteler, tokatçı albayı da bulmuşlardı. Albay önce hiçbir pişmanlık dile getirmemiş, sonra ağlayarak özür dilemişti. ========== “Ne dediğini anlıyorum, anne. Bir yerden kurtarmak filan yok. Ayten orada çalışmaya devam edecek. Realist ol Şeref, realist ol oğlum... Realist oldum. Benim muhasebe bürosundan aldığım parayla geçinemeyiz. Ayten çalışmaya devam edecek!” Komedi filmlerinde küt diye düşüp bayılma sahneleri vardır ya, hazır ol vaziyetinde düşüp kalırlar. Anneannem öyle bayıldı. ========== Melek teyzem, “Kimsede yemek yiyecek hal kalmadı,” gibisinden bir şeyler söyledi. Anneannem kızdı. Ve biz, altı erkek sofraya geri döndük. İçimden, “Yaşa anneanne!” diyordum. Karnım doyduktan sonra daha iyi üzülebilirdim dayım için. ========== Duygusal savunma cümleleri kurmaya çalışıyordum kafamda. “Sizlere söylemiyorum ama ben bazen dayımı o kadar özlüyorum ki...” Yerler miydi? Yemezlerdi. ========== Bilinçaltımızda şöyle bir şey vardı belki: “İnsanlık hali, her an vejetaryen olabiliriz, yiyebileceğimiz kadar yiyelim!” Üç kardeş yedik, yedik, yedik... Maria gözlerine inanamıyordu. ========== Daha ilk teneffüste dayak yemiş, iftiraya uğramıştım. Mutsuzdum. Okul kötü bir yerdi. Çok kötü bir yer! ==========
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yazmışsa okurum diyebileceğim bir yazar Can Kozanoğlu. Hayatın içinden gelen, halkı, toplumu çok iyi tanıyan ve gözlemleyen bir yazar. Zaten bilindiği üzere akademik formasyonu sosyoloji üzerine. Acemi Eğitimi yazarın çocukluk anılarından yola çıkarak yaratılmış bir kitap. Güçlü gözlemler ve kıvrak bir kalem biraraya gelince çok güzel ve eğlendirici bir eser çıkmış ortaya. Bana biraz Aziz Nesin'i, biraz Muzaffer İzgü'yü ve biraz da Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ndeki anlatımıyla Ahmet Hamdi Tanpınar'ı hatırlattı. Acemi Eğitimi de dahil olmak üzere herkese Can Kozanoğlu'nun kitaplarıyla tanışmayı tavsiye ederim.
İlk baskısı tükendiği için dijital olarak okumuştum ilk seferinde. 2. baskısı çıkınca alıp bir de kanlı canlı kitap olarak okudum. 5-10 sene sonra sanırım tekrar okuyacağım. Müthiş akıcı ve gerçek olduğuna inanılması ilginç hikayelerle dolu bir kitap
'Aman canim yok artik bir ailenin bu kadar fantastik anilari olur mu ya?' Diye diye tatli tatli okunan, arada kikirdeten eglenceli bir dil ile aktarilan anilar bence denemeye deger.
Bu kitabı bana Goodreads okumadaşlarımdan (böyle bir kelime var mı bilmiyorum) Sinem A. tavsiye etmişti uzun zaman önce. Ben şimdi okuyabildim, kendisine buradan teşekkür ederim. Can Kozanoğlu'yla tanıştım ve çok sevdim.
Acemi Eğitimi, Can Kozanoğlu'nun yalan yanlış hayat öyküsü. Geçenlerde bir ropörtajını dinledim. Birkaç sene önce Mirgün Cabas'la bir kitap yazmışlar. Mirgün Cabas, "Acemi Eğitimi'ndeki anılarını sordum Can'a hangisi gerçek hangisi uydurma diye sordum. Bazı uydurma olduğunu düşündüğüm anılar gerçek çıktı çok şaşırdım!" demişti. Ben de kitabı okurken kesin burayı uydurmuştur ama ya gerçekçe diye düşündüm. Bazıları onun dediği gibi hayata uygun ama acaba gerçek mi? Bazı abartılı olduğunu düşündüğüm olaylarsa belki gerçektir çünkü hayatta milyonda bir ihtimaller de gerçekleşebiliyor.
Yer yer çok eğlendim, yer yer ciğerim yandı (ki bu ara pek yanıyor başka sebeplerden) ancak kitabı epey beğendim.
Yalan yılları okuyunca hikayeleri gerçek sanıp inanmıştım, Nilay Örnek’in podcast programında uydurma olduğunu öğrenmiştim. Bu kitabı okurken çok hazırlıklıydım ve hiçbirine inanmadım. 🥸
Çok güzel kitap! Senelerdir duyardım, uzun süredir de kitaplıkta duruyordu ama okuyamamıştım. Tatilde günümü gün etti. Kişisel ve aile anılarını ne kadar güzel anlatmış yazar. Hem yaşım itibariyle bilemediğim zamanları öğretti, hem de bir sürü başka şeyi hatırlattı. İnsan ister istemez kendi hayatını da düşünüyor, acaba benimkinden böyle bir şey çıkar mıydı? :)
Tavsiye üzerine bir iş seyahatinde yanıma aldım ve iş dışındaki her an elimdeydi. Hayatımda otobiyografik hiçbir eserde bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Neresi gerçek neresi kurgu oldukça karışmış ama Can Kozanoğlu okuyan herkesin sevebileceği bir eser yazmayı başarmış. Hikayelerde sık sık yer verdiği sosyal gözlemleri ve ayarında kattığı edebi derinlik beni mest etti.
Okudugum en keyifli kitaplardan biri. Butun kahramanlarinin hikayesi ayri ayri roman olsaydi veya bu kitap bir serinin baslangici olsaydi guzel okurduk.
Bir oturuşta okunacak bir akıcılıkta çok keyifli bir kitap. Kitapta anlatılan karakterlerden, Muammer Enişte ve Şeref Dayı'nın bölümlerinde kahkahalar atarak güldüm.
Hozlu'da yaşanan kıyamet senaryosu çok güzeldi, bu kitap sadece o bölümü için bile okunur ama resmen bu kitabın içinde telef olmuş. Bu bölüm absürtlükleriyle Aziz Nesin'in öykülerine benzemiş. Gönül isterdi ki Yaşar Kemal'in eline geçseydi, efsane bir kıyamet öyküsü okurduk.
Son not, kitabın ikinci yarısı birinci yarısından daha güzel denebilir. Yine de çok keyifli bir kitap, çok severek okudum, öneririm.
Kurgu da olsa fantastik bir ailenin anıları. “Anılarımın çoğu, edep yâhu dedirtecek türden” diyor Kazanoğlu. Hani anne babaların sakın böyle yapmayın dediği ne varsa bu kitapta var özetle.
"Hayatımın ilk beş buçuk yılı Adana'da geçti. Çocukluğumun Adana'sı bugünkü kadar kalabalık bir yer değildi ama daha az nüfus, daha sakin bir şehir anlamına gelmiyordu. Kavga gürültü hiç bitmezdi. 'Adana' ve 'sakin' kelimelerini yan yana getirmek... Olacak iş değil zaten." Sf:18
Kitabı çok keyif alarak okudum. Özellikle Can bey'in yazım dilini çok beğendim. Sadece bir kaç yerde sıkıldığım için 4 yıldız verdiğimi belirtirim onun dışında elimden bırakmak istemedim. Çoğu anının sonuna koyduğu "bu da başka bir hikaye" ibaresinde ki başka hikayeleri de merak ediyorum. ve sonunda yazılacak şey "Ah Şeref ah Şeref"
Akrabalarımdan biri tam da bu kitapta olduğu gibi ya abartılmış ya içine yalan katılmış ya da hepten yalan hikayeler anlatan biri. Severim de kendisini. Karşındayken, elinizde çay varken dinlemesi keyifli de okumayı sevmedim, beni sıktı. Güldüğümü de söyleyemem çoğunun aksine. 2004’de almışım, 2021’de okumak nasip oldu. Ehh..
Son zamanlarda okuduğum hem en keyifli hem de geçmişe götüren şahane bir kitap. Çevremdeki herkes okusun istiyorum. Eski Türkiye’yi, anılarını keyifli ve bir o kadar da akıcı bir dille anlatmış Can Kozanoğlu. Gerçek hikayeler midir yoksa kurmaca mı emin olamadım. Ancak hepsi birbirinden güzel anılardı. 🙃
Yazarın sohbetine doyum olmadı, diğer kitaplarla devam :) Seviyorum böyle zengin anlatıları.
"Şebeğin şah olduğu yerde aslan, eşeğin padişah olduğu yerde insan durmazmış." hala güncel atasözü :)
"Bu arada, herkesin adi olduğu bir alemde benim asaletime ne demeli? Biz buna 'anı kitabı tipi asalet' diyoruz." derken yazarın kendini tatlı tatlı yermesi... Bir helal olsun koptu okuyucudan :)
"Ah Şeref, ah Şeref!" Kitabın bütün minik hikâye akışı, bu kitabın diğer anlatılarına göre oldukça uzun olan dayı kurgusuna hazırlıyor okuru. Hayretler içerisinde sayfaları çevirmekten başka belirteç bulamam sanıyorum. Can Bey'in kalemi çok kıvrak, karakterelerin arasında oynayan cümleleri çok akışkan.