Читать Бунина, хотя бы для того, чтобы вспомнить,как очень древний Ван Мин однажды очень лирично произнес: "Далекая прозрачность воздуха. Обо всем, что я видел и не смог рассказать".
Ivan Alekseyevich Bunin (Russian: Иван Алексеевич Бунин) was the first Russian writer to win the Nobel Prize for Literature. He was noted for the strict artistry with which he carried on the classical Russian traditions in the writing of prose and poetry. The texture of his poems and stories, sometimes referred to as "Bunin brocade", is considered to be one of the richest in the language.
Best known for his short novels The Village (1910) and Dry Valley (1912), his autobiographical novel The Life of Arseniev (1933, 1939), the book of short stories Dark Avenues (1946) and his 1917–1918 diary ( Cursed Days, 1926), Bunin was a revered figure among anti-communist White emigres, European critics, and many of his fellow writers, who viewed him as a true heir to the tradition of realism in Russian literature established by Leo Tolstoy and Anton Chekhov.
rus edebiyatının 20. yüzyıl başlarında “öbür tarafından” yazan bir yazar ivan bunin. sonuna dek elim devrimi’nin karşısında, sonuna dek memleketi rusya’dan uzakta… tabii soylu bir aileye mensup olduğu için 1910’larda anlatılagelen romanlardan öykülerden epey farklı bunin’in şehirleri. ışıl ışıl sokaklarıyla moskova, yemyeşil kırlarıyla çiftlikler… ve kiliseler, manastırlar, durmaksızın dua eden insanlar… ama yine de mujikleri, dilencileri, parasızlıktan aç yaşayanları anlattığı öyküleri de var. hele “san fransiskolu beyefendi” öyküsü ki bence kitabın en iyilerinden biri amerikan sınıf ayrımını öyle bir sokuyor ki gözümüze aslında ekim devrimi’nden kaçmış nabokov, bunin gibi yazarların bambaşka bir şeye karşı çıktıklarını anlıyoruz. kitaba adını veren “güneş çarpması” en sade, en çarpıcı öykülerden biri. kitabı bitirdikten sonra yasak aşk denen şey olmasaydı edebiyatın ve hatta sanatın olmayacağını düşündüm. çünkü bu kitapta en az beş altı öykü mutsuz evli çiftler ve aşkı başkasında bulanlara dair. ve mutsuz sonla bitenler kadar mutluluğa kaçanların yanında anna karenina’nın tersi olanlar, intihar eden kocalar da var. (çok şükür) ilk öykü “feryat” çok üzücü. ivan bunin’in ömrü boyunca yaptığı yolculuklar, gittiği yerler öykülerinde kendisini gösteriyor. yerli yerinde realizmi, takındığı hümanist tavır, aşkı ve seksi anlatmaktan çekinmemesi çağının çok önünde olduğunu gösteriyor bize. bunların dışında biraz daha uzun bir öykü olan “natali”yi de pastoral anlatımı ve gençliğe değinmesi sebebiyle çok sevdim. eyüp karakuş her zamanki gibi ustalıkla çevirmiş, dipnotlarla açıklamış.
İlk defa okuduğum bir yazar Bunin. Üslubuna ve derinliğine alışmak başlarda kolay olmasa da öyküler ilerledikçe eserin çarpıcılığı hissedilir olmaya başladı. Sıradan ya da görkemli her şeyin bir raf ömrü olduğunu ve parçalanmanın eşiğindeki hayatların esiri olduğumuzu usulca anlatmış. Hem de trajedisiz, dramsız, travmasız bir şekilde. Olan oluyor ve her şey bir gün bitiyor, demiş. Kitaba adını veren Güneş Çarpması öyküsünü çok beğensem de San Fransiskolu Beyfendi öyküsü beni epey sarstı. Bu öyküyü onlarca farklı noktadan ele alabilirim ancak beni sarsan kısmı sermayenin sermayedardan önce geldiğini kasa metaforuyla anlatması oldu. Sermayedar sınırlı ama sermaye sonsuzdur, demiş sanki. Bütün bir dünya tarihini bir öyküye sığdırmış, öyle yoğun. Öyküler göz kırpmaya, sırrını açmaya başladığı anda kitap tekdüze görünümünü yitirip bambaşka bir dünya sunuyor. Güneşin çarptığı an, öyküler insanı derin bir sorgulamaya itiyor: Yaşam, ölüm, zaman, aşk, yalnızlık...Yaşama hızının arşa çıktığı, her şeyin oluk oluk aktığı bu çağda yavaşlamaya özendiriyor, soluk aldırıyor. Özlediğimizi unuttuğumuz ne varsa tekrar hatırlatıyor.
Doğruya doğru Güneş Çarpması’na sadece Jaguar’dan çıktığı için, yazarın ismini bilmek dışında başka hiçbir bilgim olmadan başladım. İyi ki de başlamışım! Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Bunin gerçekten çok iyi bir yazar. Öykülerin hemen hepsi belli bir seviyenin üstünde. Hem yazıldıkları dönem itibariyle başka bir döneme aitler hem de temelde aşk, ölüm vs. gibi temaları ele aldıkları için gayet günceller. Yazar en trajik olayları bile büyük bir zarafetle ele alıyor. Her şey büyük bir sükunet içinde ilerliyor ama dipten bir fırtınanın kopacağını da hissettiriyor. Kopan fırtına da gerçekten hakkını verecek şiddette oluyor. Yine aynı şekilde tüm öykülere sirayet eden melankolik ve şiirsel hava da (ki tam da bunlar yüzünden öyküleri hiç sevmeyenler de olacaktır eminim) ayrı bir katman oluşturuyor. Ben çok sevdim. Yazarın diğer kitaplarının da peşine düşeceğim.
Love is like a sunstroke: it heats heavily and unexpectedly. There are no happy ends in Bunin stories, because love is always a tragedy. The stronger the feelings, the deeper love hurts. True love can't last for a long time. Otherwise, it becomes a tiresome habit.
“ ‘Hayır şekerim, hayır...’ demişti teğmenin yola birlikte devam etme teklifine. ‘Olmaz... Siz kalıp bir sonraki vapuru beklemelisiniz. Eğer birlikte çıkarsak her şey mahvolur. Bu da benim için hiç hoş olmaz. Şerefim üzerine söylüyorum, ben hiç de öyle tahmin edebileceğiniz gibi biri değilim. Bir an ne yaptığımı bilemedim, o kadar... Ya da belki şöyle söylemek daha doğru olur, ikimizi birden güneş çarpmıştı...’
Teğmen de bir şekilde, kolayca hak vermişti kadına tüy gibi hafif, mutlu mesut bir ruh hali içinde onu iskeleye kadar uğurladı, güvertede, Pembe Uçak'ın tam kalkacağı sırada herkesin gözü önünde onu öptü ve geri çekilmeye başlayan iskele tahtasından tam zamanında atladı.
Otele dönerken de aynı hafif, neşeli ruh hali içindeydi ve kayıtsızdı. Ancak içeri girdiğinde bir şeyler hemen değişiverdi. Oda, onunla olduğundan tamamen farklıydı. Daha kısa bir süre önce onun varlığıyla dopdoluydu, ama şimdi bomboştu işte! Çok tuhaftı. İçeride hâlâ kadının o İngiliz kolonyası kokuyordu; tepside yarım bıraktığı fincanı duruyordu ama kendisi yoktu... O anda yüreğini bir sızı öylesine nazikçe sıkıştırdı ki teğmen hemen bir sigara yaktı, odada bir o yana bir bu yana birkaç kez gidip geldi.
‘Tuhaf bir maceraydı!’ dedi yüksek sesle. Bir yandan gülümsüyor, diğer yandan gözlerinde yaşlar biriktiğini hissediyordu. ‘Şerefim üzerine söylüyorum, ben hiç de öyle tahmin edebileceğiniz gibi biri değilim,’ dedi ve çekti gitti...
Paravan perde açık, yatak hâlâ dağınıktı. Ancak o yatağa bakacak gücü olmadığını hissediyordu. Perdeyi çekip yatağı örttü, pazar yeri gürültüsünü ve tekerlek gıcırtılarını duymamak için pencereyi kapattı, köpük gibi kabarmış beyaz perdeyi indirdi, koltuğa oturdu... İşte böyle, bu ‘yolculuk macerası’ da böylece sona ermişti! Gitmişti... Şimdi artık çok uzaklarda bir yerdeydi ve muhtemelen camlı, beyaz bir salonda ya da güvertede oturmuş, güneşin altında ışıldayan devasa nehri, karşıdan gelen salları, sarı sığlıkları, suyun ve göğün parıldayan ufkunu, Volga'nın o uçsuz bucaksız enginliğini seyrediyordu... Evet, gitmişti, hem de dönmemek üzere, ebediyen... Öyle ya, bir daha nerede karşılaşacaklardı ki? ‘Şimdi durup dururken kalkıp kocasının, üç yaşındaki kızının, tüm aile bireylerinin bulunduğu, bütün yaşamını sürdürdüğü o kente gidemem ya!’ diye düşündü. Artık o kent teğmene özel bir yer, bir tür millî park gibi geliyordu ve genç kadının orada bir başına yaşayıp gideceği, bu arada belki sık sık kendisini ve birlikte yaşadıkları bu tesadüfi, bu bir anlik macerayı hatırlayacağı, sonra kendisinin onu bir daha hiç göremeyeceği düşüncesi teğmeni şaşırtıyor, aklını başından alıyordu. Hayır, hayır, böyle bir şey olamaz. Bu son derece gaddarca, gayritabii ve gerçek dışı bir durum! Onsuz bir gelecek tasavvur etmek öyle bir acı ve gereksizlik duygusu hissettirdi ki, bir anda dehşete ve umutsuzluğa kapıldı.”(s. 103)
Güneş Çarpması, Rus edebiyatının tüm izlerini taşıyan bir öykü kitabı. Derlemedeki öykülerin bazılarını sevdim. Güçlü bulduğumu söyleyemeyeceğim. Çehov’daki gibi güçlü imgeler bırakmıyor okurda. Öykülerin hepsinde derin bir melankoli var. Yazıldığı dönemi düşününce çok makul buldum. Çarlık eski gücüne sahip değil. Ülke çok debdebeli bir dönemden geçiyor. Ülkenin bunalımı tüm entelektüelleri sarıyor. Bunin’in de ailesi güçten düşmüş soylu bir aile. Haliyle kitaptaki hüzün çok anlaşılabilir geldi. Ama çok keyifle okumadım.
Sonları oldukça çarpıcı biten müthiş hikayeler! Bugüne dek yazarın adını bile duymamıştım, bu da benim ayıbım olsun. Nobel Edebiyat Ödülü kazanan ilk rus yazarmış.
Anlatı sanatının bu büyük ustasının öykülerini ise kitap olarak ilk kez okuyoruz. Güneş Çarpması, Bunin’in 1911 - 1944 arasında yayınlanmış 10 öyküsünden oluşuyor. Büyük ustanın öykücülüğünün tüm evrelerinden birer örnek de sayılabilir. Andre Gide’in "İnsani duyguları bu kadar iyi ifade eden, basit ama yine de her zaman çok taze ve yeni başka bir yazar bilmiyorum" diye övdüğü Bunin’in öyküleri insan ilişkilerine gerçekçi anlayışla odaklanırken çok sade ama şiirsel ve oldukça sakin bir anlatımla okuru kendine bağlıyor. Her anlattığını gerçek birer olaymış gibi olduğu gibi benimseyip merakla okuyorsunuz. Güneş Çarpması’nı geç kalmış iyi bir başlangıç olarak saymalı ve onsan yeni çevirileri de beklemeliyiz. Bir okurunun dediği gibi “Bunin'in yazdığı her şeyi okumak istiyorum.”
The best thing about these stories is how Bunin describes the places, characters, and emotions. He wants the reader to feel the settings and atmospheres and not just visualize them. The events themselves are usually secondary.
Was he the worthy successor of Chekhov? I almost want to say so but there are differences. Bunin has the same detached compassion for many of his characters that Chekhov does, but he is more poetic and comes closer to being judgmental.
The best stories are:
Raven Caucasus The Gentleman from San Francisco Muza Styopa Antigone In Paris
Zarif bir hüznü var kitabın. Tasvirlerin inceliği ve şiirselliği ile bence bu öyküleri, keyfini çıkararak, yavaşça okumak gerekiyor. Üstelik öykülerin sonlarını da gayet tatmin edici buldum. Favorim, neredeyse kısa bir roman diyeceğim Natali olsa da her öyküyü ayrı ayrı sevdim.
Çağının ötesinde bir yazar ile tanışmış oldum. Çevirmen Eyüp Karakuş’un çok başarılı bir çevirmen olduğunu bir kez daha gördüm; dipnotlarla açıklamaları da mükemmel olmuş.
Tatilde yanımda mutlaka bir Jaguar benimle gelir. İsviçre’de en mutlu anılarımla inanılmaz keyif aldığım okuma deneyimi yaşattı yine bana. 💞 Çeviri, metin açıklamaları bence Ivan’dan da öte diyebilirim. Bu kadar başarılı bir anlatıma son zamanlarda denk gelmemiştim. Rus edebiyatı çok güzel! Yazarın zaman zaman Türkler’e ince övgüsü de dikkatimden kaçmadı; “Türk gibi”. Aşkı ve cesareti de takdir edilesi. Güneş çarptı diyelim şekerim.
I have loved Bunin since first discovering him while studying in Russia. Hettlinger's carefully crafted translations best capture Bunin's essence, the play of light and dark that runs throughout his prose. I'm thrilled that these stories can now be enjoyed by a wider audience.
Beautiful! Bunin's writing is nostalgic, melancholic, sensual, poetic... Even if you read this short tale, you can understand why Bunin won the Nobel Prize.
As long as you can find a good, I mean a GOOD, translation.
Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış ilk Rus yazar İvan Bunin. 1920’de sürgün hayatına başladıktan tam 13 sene sonra bu ödüle layık görülüyor, bana kalırsa biraz ironik.
Yazarla tanışma kitabım olan Güneş Çarpması’ndaki on öyküde ise sürgün hayatının izlerini görmek mümkün. Zaten okumamıza da yazarın İstanbul’da geçen ilk öyküsüyle başlıyoruz. İtalya’ya, Fransa’ya, Rusya’ya, oradan oraya götürüyor bizi Bunin. Açıkçası yazarın hayatını çok da bilmeden okumaya başladım Güneş Çarpması’nı. Belki de bu yüzden, bazı öyküleri sonrasında yer yer Rus edebiyatı esintilerinden çok Avrupa Edebiyatı esintileri hissettiğim için şaşırarak okudum. Özellikle “San Fransiskolu Beyefendi” isimli öyküsünden sonra “Bir dakika ya?!” diyerek baktım hayatına. Okurken bir yandan da aklımda Venedik’te Ölüm’ün Aschenbach’ı vardı (Buradan sonrasında spoiler vereceğim sanırım, baştan uyarıyorum). Hayatını işe adayan, sonrasında bir tatile çıkmak için İtalya’ya gelen ve sonu ölümle buluşan iki adam.
Ama ölüm sadece bu bölümde karşımıza çıkmıyordu tabii. Ani ölümle veya ani bir kaybın herhangi bir formuyla karşılaşmadığımız bir bölüm var mıydı hatırlamıyorum bile. Bu kadar tatlı bir dil, samimi ve içten tasvirlerle dolu cümlelerin sonu nasıl böyle biter? Sonrasında, artık şok içerisinde kendinizle baş başasınız. Belki bu sefer mutlu sondur diye diye bütün öyküleri bitirdim ve kitabı bitirdiğimde şaşırdığım şeylerden biri, hala Bunin’in bu keskin ve acı dolu manevralarına şaşırıyor olmamdı.
Bir sürü duygu içerisinde oldukça keyifli bir okuma deneyimiydi Güneş Çarpması benim için. En sevdiğim öykü ise, hayır kitaba ismini veren değil, Natalie adlı öyküsü oldu benim için. Hatta biraz da bu fikrin harcandığını düşündüm içten içe. Zaten ilk dönemlerinde Tolstoy’dan esinlenmiş olan Bunin, bu hikayeden bir başka Anna Karenina örneği rahatlıkla çıkarabilirdi bence. Kendisine Nobel Edebiyat Ödülü’nü getirmiş olan Arsenyev’in Yaşamı’nı da, ki kendisinin tek romanı, okumak için sabırsızlanıyorum.
“... bu mutluluk, hani şu gencecik özgürlüğün başladığı günlere has ve yine yalnızca o dönemde hissedilen mutluluğun ta kendisiydi işte.”
Bunin’in öyküleri olaylar ya da insanlar üzerine değil de; ağaçlar, ay, güneş, yağmur üzerine sanki. Yine de bir son yazmak gerek diyerek olabilecek en çarpıcı sonu yazmış neredeyse hepsine. Kitaba adını veren öykü, en sade öyküsü.
Şimdilik bu sene okuduğum en iyi öykü kitabı olabilir. Bunin beni çok açken denk geldiğim gösterişten uzak ama çok şık bir ziyafet sofrasında hissettirdi.
«..и оба так исступленно задохнулись в поцелуе, что много лет вспоминали потом эту минуту: никогда ничего подобного не испытал за всю жизнь ни тот, ни другой»