Γιος ενός δημοσιογράφου, δικηγόρου και πολιτικού, ο νεαρός Oρχάν από πολύ νωρίς γνωρίζει τη φτώχεια, την εξαθλίωση και την προσφυγιά. Mε το βάρος της οικογενειακής παράδοσης στους ώμους, αλλά και την επιλογή του να αντιταχθεί στις πατρικές προσδοκίες, ο Oρχάν θα ζήσει τα «χρόνια της αλητείας» του, γνωρίζοντας τον έρωτα –πρώτα με μια Pωμιά κι ύστερα με μια Bόσνια–, την ψευδαίσθηση της ελευθερίας, την Iσταμπούλ των ονείρων αλλά και τη σκληρότητα του μεροκάματου στην υφαντουργία.
Mυθιστόρημα «μύησης», το μυθιστόρημα αυτό καθιέρωσε τον Oρχάν Κεμάλ ως έναν από τους πρωτοπόρους της τουρκικής προοδευτικής και ρεαλιστικής λογοτεχνίας, έτσι όπως μιλώντας για τον εαυτό του μιλάει ταυτόχρονα για τη ζωή όλων εκείνων των «μικρών ανθρώπων» που ζούσαν στην καθυστερημένη Tουρκία πριν από το 1950. Mέρος αυτού που αποκαλέστηκε «Το Μυθιστόρημα του Μικρού Ανθρώπου», τα Xρόνια της αλητείας συγκαταλέγονται στα αριστουργήματα της τουρκικής λογοτεχνίας του 20ού αιώνα.
Orhan Kemal, (Mehmet Raşit Öğütçü) writer of short stories and novels was born in Adana in 1914 and died in Sofia in 1970. His father, Abdülkadir Kemali, was an MP from Kastamonu during the first term parliament of the Turkish Republic. Abdülkadir Kemali, a lawyer by profession, established The Ahali Party which was dissolved causing its founder to have to flee to Syria. In order to accompany his father, Orhan Kemal had to miss his final year of secondary school. Orhan Kemal stayed in Syria for a year, returning to Adana in 1932. He worked as a laborer, weaver and clerk in cotton gin mills. During his military service he was sentenced to 5 years imprisonment for his political opinions. Bursa prison became a turning point in his life and art work as he met Nazım Hikmet who greatly influenced him. On his release in 1943, Orhan Kemal, moved to Istanbul (1951), where he worked as a labourer, a vegetable transporter and then as a clerk for the Tuberculosis Foundation.From 1950 onwards he tried to live upon the income gained from writing. Orhan Kemal died in Bulgaria. His body was returned to Turkey and buried in Zincirlikuyu cemetery.
Kemal’s first poem was published in Yedigün under the name of Raşit Kemal (Duvarlar 25.04.1939) Further poems written under the same pen name are Yedigün and Yeni Mecmua 1940. On meeting Nazım Hikmet, Kemal wrote under the name of “Orhan Raşit” (Yeni Edebiyat 1941) Impressed by Nazım Hikmet, Kemal concentrated on stories as opposed to poems. His first story, “Bir Yılbaşı Macerası”, being published in 1941. In 1942 he adopted the name Orhan Kemal when writing stories and poems in Yürüyüş. He found fame through stories in Varlık in 1944, his first collection of short stories “Ekmek Kavgası”, and first novel “Baba Evi”, was published in 1949. Early works depicted characters form the immigrant quarters of Adana Kemal described the social structure, worker employer relationships and the daily struggles of petty people from industrialised Turkey. He aimed to present an optimistic view through the heros of his stories. He never changed his simple exposition and thus became one of the most skilful names of Turkish stories and novels. He also wrote film scripts and a play called “İspinozlar”. Dramatisations have been made of “72.Koğuş”, “Murtaza”, “Eskici Dükkanı”, “Kardeş Payı”. After his death a novel award was arranged in his name (1971).
* Küçük Adamın Romanı isimli dizinin ikinci kitabı olan Avare Yıllar'da, sürgünde geçen yılların ardından memleketi Adana'ya geri dönen Orhan Kemal, burada geçirdiği ve neredeyse hiçbir şey yapmadığı, başıboş geçip evlilikle sonlanan yıllarını kaleme almış. Babasının arzusu olan okuyup adam olmak ve ailesine yaraşır bir iş tutmak ile çalışmak arasında bocalayan Orhan Kemal'in pek sıkıntılı ve avare geçen yıllarının hikayesidir.
** Türk edebiyatında toplumsal sorunları irdeleyen ve bunları konu edinen çok fazla sayıda yazar yoktur; kimisi bu sorunları bizzat yaşayıp yazarken, kimisi de hiç yaşamadığı halde ustaca kaleme almayı başarabilmiştir. Orhan Kemal, bu gruplardan ilkinin içindedir. O, bütün bu anlatılanları, hatta çok daha fazlasını yaşamış ve tabiri caizse, bu işin mutfağında pişmiştir. Haliyle eserlerinde yoksulluğun, açlığın, işsizliğin, dara düşmüşlüğün hikayesini anlatırken, lüzumundan fazla doğallık vardır. Okurken anlarsınız, bunlar gerçekten yaşanmıştır ve O, tüm bu yaşananların içindendir. Kendi döneminin sosyal olgularını, realist üslupla kaleme alan bu büyük yazarı es geçmemenizi dilerim. iyi okumalar...
Kendi hayat hikayesini, kişilerin isimlerini değiştirerek roman haline getirmiş Orhan Kemal. Herşey çok yakından, derinliğine hissediliyor. Konuşmalar, düşünceler, karakterler son derece canlı... Kitaplarına giden yol yaşantısından geçen Orhan Kemal'in Küçük Adamın Romanı serisinin bu ikinci kitabı da diğer romanları gibi mutlaka okunması gereken bir şaheser...
Bu kitabın en çarpıcı tarafı yoksulluğu anlatışı, çamurlu sokaklar, pis kokular, açlık, çaresizlik, adaleti sorgulayan iç sesiyle capcanlı. Kişiler yine gerçek ve onları sadece hayatı karşılayışlarıyla tanımanın mümkün olduğunu görüyoruz.
“Yüksel ki yerin yer değildir. Dünyaya geliş hüner değildir.”
Okuduğum en içten bildungsroman. Bir büyüme romanı, üstelik iki kitap bir arada. İçinden Mehmet Raşit’in geçtiği yer yer otobiyografik bir eser elinizin altındaki, ileride kütüphanenizin ön gözde rafında yerini alacak olan ve de hiç eskimeyecek olan. Nazım Hikmet’in onun için şiir değil, hikaye roman yaz dediği kadar varmış diyor insan Kemal’i okudukça. Doğumunu dedesinin babasına, Çanakkale Dardanos’ta bataryasının başında bir topçu teğmeni iken şöyle tellediği bir genç adamın hikayesi var kitapta: “Ben de dehr’in sitemin çekmeğe geldim dehr’e!” yani “Ben de dünyaya dünyanın sıkıntısını çekmeye geldim!” Dert çeke çeke, fakirliği özümsemekten, dünyanın kahrını çekmekten gayrı edebiyatımızdan iyi ki Orhan Kemal geçmiş, bunca sıkıntıyı iyi ki çekmiş demekten başka da bir şey gelmiyor insanın içinden ve de kaleminden.
“Büyük bir yükten kurtulmuş, ateş çemberinin bir kenarını kırmıştım. Babamla Niyazi sanki içimden bana bakıyorlar, babam sanki: “Aferin oğlum, sefaletimizin üzerine köşk kurmayı denemekten vazgeçtin!” diyordu.
Alaycı üslubu da cabası. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Yazarın öz yaşamını anlattığı ''Küçük Adamın Romanı'' dizisinin iki kitabı. 20 yaşına dek olan çocukluğu ve ilk gençliğini ve gençlik yıllarını anlatılıyor. Babası 1. Dönem TBMM (1920-23) milletvekili olan avukat Abdurrahman Kemali bey çok sert ve çocuklarına ve eşine karşı acımasız bir insandır. Çocukluğu hakaret, küfür ve dayakla geçer. Yine de boş arsada top oynadığı arkadaşları cin Memet'i, kürt Ado'yu, kertiş Süreyya'yı mutlulukla anımsar. Sonra babasının Atatürkle bozuşması nedeniyle gittikler Beyrut. Oradaki yokluk ve açlık yılları. Evi geçindirmek için kardeşiyle birlikte çalışmaları. Sonra aileye isyan edip tek başına yurda dönüş. Ve avare yıllar başlar. Orta üçten terk. Yoksulluk, işsizlik ve açlık. Aşık olma ve evlilik. Yine de hayatın tadını çıkardık diye bitirmiş yazar.
Daha yeni Anna Karenina romanın bitirmiştim, hemen arkasından bu romanı okudum. Kahramanların ve olayların çok güçlü ve net şekilde açıklandığı bir romandan sonra Orhan Kemal'i okumak bana iyi geldi.
Belki satır aralarında kendimizden bir şeyler bulduğumuzdandır, aynı kültürün yoğurduğu iklimlerde geçmesindendir, bu tür eserler çok hoşuma gidiyor. Açlıktan kırılan arkadaşlar, sürgündeki dostluklar, düğünde etraftan laf gelmesin diye konu komşudan ödünç alınan takılar, bundan haberi olmayan gelin...
Kahramanımızın yaşadıkları hep üzücü olsa da mutlu denebilecek bir sonu var. Kitabı bitirdiğimde kendimi iyi hissettim :)
Touching coming of age story about a young man growing up in Turkey in the two decades after the First World War. It gets off to a slow start, with the narrator not sure what he wants to do with his life, and he spends a number of years idling around (hence the title). However, he eventually finds his place in life and becomes a likable character. The author's message, that it is important to live life being grateful for what we have regardless of circumstances, is a good one.
The Idea Years, part two of The Story of a Small Man, is full of compassion and understanding. Written in simple, accessible prose, the emotional honesty we feel for his characters shines through this passible but flawed translation. Though Kemal's father was a prominent partisan in the War of Independence, his attempt to create a separate political party (and his possible betrayal of) The Peoples' Republican Party led by Ataturk, forced Orhan Kemal's family into exile and terrible poverty, first in Syria and then Lebanon. When Kemal returns to Adana on his own, he faces the same bitter condition, and the real story in both these volumes is about his struggle in poverty for a sense of self worth and confidence. Kemal carries on the tradition of great writing about the working class he learned from writers like Maxim Gorky, Mikhail Sholokov, Erskine Caldwell, Steinbeck and others. In many ways, Kemal carries the torch for social realism in Turkey, but his writing deserves better than to be pigeon-holed. Having seen Turkish poverty in Cappadocia and the eastern part of the country--even if what I experienced wasn't quite as dramatic--I like to think I have at least a feeling for this life. Things in Turkey have changed rapidly in the last 20/30 years, yet much remains very similar and familiar. This is a fine work and I enjoyed it.
Kitap siyasi çalkantıların içinde kendini kaybetmiş bir adamın oğlunu ele almakta. Başta bu kişi vatani meseleleri kendi oğlunun önünde tutan bir adamı ve bu adamın ev ortamında yarattığı yıkımı ele almakta. Yalnız başlangıçta çocuk yine de babanın önemi hakkında güzel bir vurguda bulunuyor.
Kitap okuması sürükleyici olmasa da bir sonraki sayfaya geçerken insanın canını sıkmayan cinsten bununla beraber kitapta sürekli Anadolu’da yaşayan her bir millete ayrı ayrı vurgu yapılması zorlama bir durum hissi yarattı.
Kitabın ele aldığı konulardan bir diğer ilginç olanı ise başrol erkeğin ailesi garibanların fikirlerini savunan bir kişi olmalı ki yoksul tebaa tarafından sevilmekte buna rağmen aile halk kesiminden nefret etmekte onları küçük görmektedir. Bu durumun yarattığı ikilem soru işareti bıraksa da kitabın son sayfalarında esen dostluk havaları damakta lezzetli bir tat bıraktı.
(...) Kesinlikle ıstırap çekiyorsunuz, ıstırap çeken her insan gibi isyanda haklısınız şüphesiz... Fakat size tavsiye ederim, isyana sizden çok daha haklı olanların mahallesinde hiç olmazsa, ıstıraplarınızdan bahsedip isyana kalkmayın" (..) Herkes dertli. Dertsiz insan yok bu dünyada. Hele bizim mahallenin derdi...Ne dert! Ekmek derdi, yakacak derdi, uyku derdi, veren derdi, sıtma derdi. Ne bileyim ben? Sizin deyişinizle söylüyorum, Allah'ın unuttuğu insanların mahallesi burası. Burada sizden çok evvel öfkelenmesi gerekenler var."
çocukluk ve ilk gençlik döneminin anlatıldığı bir eser. adana'da zengin ve kültürlü bir ailede doğan fakat babasının beyruta sürgün edilmesiyle açlık ve sefaletle baş etmek zorunda kalan bir çocuk orhan kemal. baba evini okurken "açlık"tan o kadar bahsedilmiş ki, okurken midem kazındı resmen. zaten yazar son cümlede bizlere seslenmiş sanki. "Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, benim merhametli ve devamımı sağlayan soyum, isan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin!"
The book begins as a novel--another man telling his story to the writer, similar to what Nikos Kazandzakis did in Zorba the Greek, although Kazandzakis maintained the separation between the teller and the narrator. Understanding Kemal's life span is key to understanding the book.
Kemal was born a year after the founding of the Turkish Republic, so his was not a life shaped by war (Turkey stayed out of World War II). It was shaped however by the complicated politics of the early republic, which was ruled by Mustafa Kemal Atatürk as a dictatorship until his death in the mid-30s, and since has seen republican rule interrupted periodically by military coups.
The key event in My Father's House is the uprooting of the family. Early in the book they move to Ankara, where the Father is a politician. Things change abruptly, his party falls out of power, and the father departs for exile, soon to be followed by Kemal, his brother, Niyazi, mother, and younger sisters.
The conflict at the center of the book is Kemal vs his tyrannical father. Kemal cares little for school and plays hooky to play football with friends. His father punishes him--there is also a scene of abuse toward's Kemal's mother. But Kemal's independence grows, and the discipline abates as he stands up to his mother more and more.
I wish Kemal had devoted more time to his mother. We learn early that she draws criticism from relatives for her close friendship with servants and lower class neighbors. As we watch Kemal's life play out, and as we assess his writing, his warmth for working people really shines through. In this he reminds me of one of my favorite writers, John Steinbeck, or John Dos Passos, both of whom were contemporaries of Kemal.
The poverty of the family's exile in Beirut is vividly wrought. With their father's health in shambles, Niyazi and Kemal must hustle to bring in money, whether it be by fishing on the beach to scrounging for odd jobs--as asylum seekers, they are not legally allowed to work. These parts of the book reminded me of another contemporary, George Orwell's Down and Out in Paris and London.
The book doesn't get bogged down in the poverty, though. Kemal is a teenager by now, girl-crazy, impetuous, a real boy. At 17 he announces that he will return to Turkey alone. He will live with his grandmother back in Adana and, he hopes, will finish school.
The scenes back in Adana are tender, as we get to know Kemal's mates there. As Kemal arrives in Adana, "as soon as I got off the train I kissed the ground. My homeland's soil, warmed by the bright June sun." Kemal's deep love of his homeland and its people carry this book onward toward its conclusion.
This second book is a story of awakenings--to political ideas about labor and freedom, to responsibility, and to love. Like the first book, it is told with tenderness and with honesty.
It's a fascinating, endearing look at Turkey and at Turks. I look forward to reading more of Kemal.
Ποιο είναι το βασικό συστατικό που συγκροτεί έναν ήρωα; Στα σίγουρα είναι η δύναμη που έχει να εκφράζει την άποψή του, έστω κι αν η άποψή του αυτή σημαίνει ... φυλάκιση. Ο Κεμάλ Ορχάν ζώντας στην καρδιά της Τουρκίας, όταν το στρατοκρατικό καθεστώς ήταν πανίσχυρο, τόλμησε να μιλήσει για όλα εκείνα που υπόλοιποι σιωπούσαν: Την πραγματική ζωή στην Τουρκία, τους Αρμένιους, τους "γκιαούρηδες", τους πολιτικούς πρόσφυγες και όλους εκείνους που υπέφεραν επί χρόνια. Τα χρόνια της αλητείας είναι μια πραγματική περιήγηση σε ολόκληρη την Τουρκία των δεκαετιών του '30 και του 40'. Είναι μια Τουρκία φτώχειας, ανέχειας και τεράστιου αγώνα εκείνων που δεν συμπαρατάχθηκαν με το κρατούν καθεστώς και πέρασαν στην "άλλη πλευρά". Θέλει θάρρος για να το κάνεις... θέλει ακόμα πιο πολύ θάρρος για να το γράψεις. Ως μυθιστόρημα έχει όλα τα χαρακτηριστικά ενός έργου που θες να το γευτείς μονορούφι. Καλογραμμένο, χωρίς επιτηδευμένες περιγραφές, απλώς και μόνο η γυμνή αλήθεια, που στο τέλος σ' αφήνει μ' ένα αίσθημα ντροπής για όλα εκείνα που πολλές φορές σκέφτηκες ως καλογαλουχημένος Ελληνας.
It's English title 'The Idle Years'- a good story about Necati learning how to stop being an insolent lazy self-absorbed teenager. I enjoyed it all the more seeing as I read Cemile a week earlier, and then halfway through this book you realise it's a different angle on the same people's lives. Orhan Kemal did very well with the Story of a Small Man series (1- My Father's House, 2- The Idle Years, 3- Cemile). The view of life in the impoverished parts of postwar Adana is another angle to the view of Anatolian/Çukurova life from those told by Yaşar Kemal.
Üc kitaplik serinin ilk kitabi olan Baba Evi, ikinci kitap Avare Yillar ve son kitap Cemile tam olarak bir erkegin biyografisinin üce bölünüp anlatilmasidir. Benim cok da zevk aldigim bir hikaye tarzi olmasa da film izler gibi gözümün önünde hikayenin canlanmasi Orhan Kemalin gercege oldukca yakin sekilde yapilan insan ve olay analizleri ve bunlarin tasvirindeki ustaligi ile ilgili. Orhan Kemal mükemmel betimlemesi ve anlatimi ile dönemin, toplumun, bu dönemin aile yapisinin, bir erkegin icinde yasadigi sartlardaki duygu ve dönüsümünün fotografini cekmis önünüze koymustur.
Okumanızı tavsiye ederim. Çoğu karakterler kendi hayatımızda görebildiğimiz gerçekçi karakterler; Kahveci Ahmet Dayı, yahut Zırdeli Memet gibi mesela (sadece örnek veriyorum, bunlar romanda değiller). Etkileyici bir sonu olmamasına rağmen, benim de komik bulduğum bir sonuca varabilirsiniz:
Hayat evlenince bitiyor.
Şaka bir kenara, roman fakirlikten kaçmanın ne kadar zor olduğunu derinden anlatıyor. Hikayenin içinde biyografik unsurlar bulunması da çok ilginç.
Yazar gunumuzde usulcacik seklinde kullandigimiz kelimeyi "usullacik" seklinde kullaniyor. Acaba bu, kelimenin o zamanki genel kullanilis sekli miydi yoksa Adana agzi miydi?