Jump to ratings and reviews
Rate this book

Die Baumeister der Welt #1

Üç Büyük Usta: Balzac - Dickens - Dostoyevski

Rate this book
Stefan Zweig, Üç Büyük Usta’da üç büyük yazarın yaşam öyküleri üzerinden, okurlarını edebiyat tarihine, edebi dehanın sınırlarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

“Toplumun romanını yazan” ve kendi gücünü dünyaya kabul ettirmek isteyen Balzac, “ailenin romanını yazan” ve döneminin İngiliz kültürüyle özdeşleşen Dickens, “bireyin romanını yazan” ve yaşamla ölüm, dehayla çılgınlık arasında gidip gelen Dostoyevski hem birer yazar, hem de gerçek birer kişilik olarak Zweig’ın bu eserinde karşımıza çıkıyor.

228 pages, Paperback

First published January 1, 1919

174 people are currently reading
3178 people want to read

About the author

Stefan Zweig

2,250 books10.5k followers
Stefan Zweig was one of the world's most famous writers during the 1920s and 1930s, especially in the U.S., South America, and Europe. He produced novels, plays, biographies, and journalist pieces. Among his most famous works are Beware of Pity, Letter from an Unknown Woman, and Mary, Queen of Scotland and the Isles. He and his second wife committed suicide in 1942.
Zweig studied in Austria, France, and Germany before settling in Salzburg in 1913. In 1934, driven into exile by the Nazis, he emigrated to England and then, in 1940, to Brazil by way of New York. Finding only growing loneliness and disillusionment in their new surroundings, he and his second wife committed suicide.
Zweig's interest in psychology and the teachings of Sigmund Freud led to his most characteristic work, the subtle portrayal of character. Zweig's essays include studies of Honoré de Balzac, Charles Dickens, and Fyodor Dostoevsky (Drei Meister, 1920; Three Masters) and of Friedrich Hölderlin, Heinrich von Kleist, and Friedrich Nietzsche (Der Kampf mit dem Dämon, 1925; Master Builders). He achieved popularity with Sternstunden der Menschheit (1928; The Tide of Fortune), five historical portraits in miniature. He wrote full-scale, intuitive rather than objective, biographies of the French statesman Joseph Fouché (1929), Mary Stuart (1935), and others. His stories include those in Verwirrung der Gefühle (1925; Conflicts). He also wrote a psychological novel, Ungeduld des Herzens (1938; Beware of Pity), and translated works of Charles Baudelaire, Paul Verlaine, and Emile Verhaeren.
Most recently, his works provided the inspiration for 2014 film The Grand Budapest Hotel.

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
636 (37%)
4 stars
677 (40%)
3 stars
299 (17%)
2 stars
60 (3%)
1 star
8 (<1%)
Displaying 1 - 30 of 164 reviews
Profile Image for Murat Dural.
Author 19 books626 followers
August 17, 2018
Henüz bitiremedim, son 50 sayfa. Ama bitirmeme sebebim son derece bilinçli. Böylesi bir kitabı anlatmaya çalışmak çok zor. Üç ayrı yazarın hayatını Zweig'in dilinden edebi bir anlatımla okumak efsanevi. Çok ilginçtir ki elime gelen, onur duyduğum ve korkutucu derecede önem verdiğim bir proje için el kitabım olacak. Tahmininm bir kaç defa daha okuyacağım yönünde. Her evde, kütüphanede dil, anlatım, söz sanatı olarak bulunması, okunması gereken bir eser. Kendi yazma çabamı sorguladığım bir başka kitap. Zihnimin damağında nefis bir tat...
Profile Image for gamzereadsbooks.
52 reviews20 followers
February 14, 2019
Dostoyevski’nin eserlerinin nerdeyse tamamını okudum ama onu bir de Zweig’dan dinleyince sanki ilk defa Dostoyevski okuyormuş hissine kapıldım, sanki daha önce bakmışım ama görmemişim gibi. Zweig muhteşem bir analist ve muhteşem bir kalem, beni her seferinde kendine hayran bırakıyor.
Profile Image for Özlem Güzelharcan.
Author 5 books346 followers
May 21, 2020
Uzun lafın kısası.: Bu bir edebiyat incelemesiyse, diğerleri ne?

Uzun laf: Bu kitabı okuyup çok sevmeniz için kitapta ayrıntılı bir biçimde incelenen Balzac, Dickens ve Dostoyevski'nin hayranı olmanıza gerek yok, hatta bu yazarların hiçbir eserini okumamış bile olabilirsiniz. Yine de bu yazarların yaşadıkları dönemin onların karakterlerini ve yazma biçimlerini nasıl şekillendirdiğini öğrenecek, Zweig'in büyülü diline ve anlatım yeteneğine hayranlık duyacak ve bu yazarları -yeniden veya ilk defa okumak için (ve bu kez kulağınızda suflörünüz Zweig ile) can atacaksınız. Ve eğer hali hazırda bu yazarların hayranlarıysanız okurken çok büyük keyif alacaksınız. Ben büyük bir Dostoyevski fanı olduğum için ve kitabın büyük bir bölümü ona ayrıldığı için ağzımın suları akarak okudum. Böylesi şahane tespitleri daha önce hiçbir incelemede okumamıştım.

Zweig keşke aramızdan bu kadar erken gitmeyi seçmeseydi ve keşke daha fazla biyografi yazsaydı. Tüm yazarları bir de onun gözünden tanımak isterdim.
Profile Image for Johanna.
86 reviews222 followers
November 16, 2020
Este libro reúne tres ensayos sobre grandes novelistas: Balzac, Dickens y Doestovsky. No se trata de la simple acumulación de datos biográficos, con la concreción lírica que caracteriza a Zweig, los perfila de una manera hermosa y estimulante, dan ganas de salir a comprar las obras de estos escritores y devorarlas. De Balzac dice algo que me hizo pensar en Mendel el de los libros y en la fascinación que ejercen sobre Zweig este tipo de hombres:

“Los hombres flojos no interesan a Balzac, sólo aquellos que son completamente algo, que se aferran a una ilusión de la vida con todos los nervios, todos los músculos y todos los pensamientos; sea la que sea: el amor, el arte, la codicia, la entrega, la intrepidez, la pereza, la política, la amistad. A cualquier símbolo que les venga en gusto, pero totalmente. Esos fanáticos de una religión creada por ellos mismos, no miran a derecha ni a izquierda. Ofreced una mujer, la más hermosa del mundo al coleccionista: no reparará en ella; al amante una carrera: la menospreciará; al avaro algo que no sea dinero: no levantará los ojos de su cofre. Pero si se dejan tentar, si abandonan una pasión predilecta por otra, están perdidos. Pues los músculos que no se utilizan se atrofian y quien toda su vida fue un virtuoso de una sola pasión, atleta de un solo sentimiento, es chapucero y flojo en cualquier otro campo. Todo sentimiento instigado a convertirse en monomanía somete a los demás, les roba agua y los deja marchitarse: pero absorbe todas sus cualidades excitantes”.

La calidad de los ensayos de Zweig está al nivel de los mejores críticos y cuenta con un elemento que es complementario y enriquecedor de la crítica literaria, la mirada psicoanalítica; no podía faltar en quien fue amigo y se suscribió a las ideas freudianas. Zweig es buen novelista y un estupendo ensayista
Profile Image for Daniel.
123 reviews22 followers
October 31, 2015
El título es engañoso. No habla de tres maestros. Balzac y Dickens son dos peldaños que conducen a Dostoievski, eje y corazón del libro. Dostoievski lo quema todo a su paso, la pasión de Zweig no tiene medida. Al acabarlo, dan ganas de hacer una hoguera con las novelas de cualquier autor que no sea el ruso.
Profile Image for Sauerkirsche.
430 reviews78 followers
February 4, 2023
Die "Drei Meister" beinhaltet sowohl eine kurze Biographie zu jedem Autor, als auch Stefan Zweigs Ansichten und Meinung. Zweig verfasst seine Einschätzung zu den drei Autoren in so eloquenter, leidenschaftlicher und mitreißender Sprache dass es sich an keiner Stelle trocken liest und mich sehr begeistert hat. Auch wenn es sich hier um seine persönliche Meinung handelt, belegt er diese und schafft es seine eigene Leidenschaft für diese Autoren und Werke (besonders Dostojewski) derart mireißend zu erläutern, dass ich seine Ansichten gut nachvollziehen kann, selbst wenn ich nicht unbedingt damit übereinstimme. Wenn man mit den drei Meistern vorher nichts anfangen konnte, nach Zweigs Plädoyer werden sie vielen Lesern interessanter und verständlicher erscheinen. Ich habe richtig Lust bekommen es endlich mit einem der großen Werke Dostojewskis zu versuchen und auch Dickens weitere Chancen zu geben. Besonders mit letzterem hatte ich bisher so meine Problemchen, auch wenn ich nur zwei Werke von ihm gelesen habe, und Zweigs Teil über Dickens hat mir sehr geholfen diesen Autor und seine Bücher besser zu verstehen und wertschätzen zu können. Balzac mochte ich bisher sowieso. An machen Stellen vergisst sich Zweig ein wenig in seiner glühenden Verehrung für Dostojewski, was für mich dann fast etwas anstrengend wurde. Es sei ihm jedoch verziehen. Menschen wie Dostojewski die eine solche Leidenschaft in sich tragen haben zweifellos etwas faszinierendes. Auch wenn ich selbst ganz froh mit meiner langweiligen Bodenständigkeit bin, die mich nach Begeisterungstürmen wieder schnell zurück auf den Boden bringt.
Für jemanden wie mich, der weder aus den Literaturwissenschaften noch aus einer anderen Geisteswissenschaft stammt und sich mit Literatur lediglich als Hobby befasst, war dieses Buch sehr erhellend. Ich kann schlecht beurteilen wie "wissenschaftlich" korrekt oder anerkannt Zweigs Ansichten sind, da es für mich als Naturwissenschaftlerin generell schwierig nachzuvollziehen ist wie man etwas wie Kunst analytisch oder wissenschaftlich beurteilen möchte.
Stefan Zweigs Stil ist einfach großartig und lebhaft, sodass er dieses Sachbuch zu einem nachdrücklichen Erlebnis macht.
Profile Image for Ahmet Kara.
61 reviews33 followers
December 2, 2017
Öncelikle, yorumlarım kitabın (%65'ini oluşturan) Dostoyevski kısmı için.

Dostoyevski'nin yaşam öyküsü, yaşama bakışı, romancılığı kitapta etraflı bir şekilde, toplam 10 bölümde ele alınmış. Özellikle beğenerek okuduğum iki bölüm şunlar oldu: Dostoyevski'nin roman karakterlerinin tahlil edildiği "Dostoyevski'nin İnsanları" bölümü, Dostoyevski romanlarındaki mimari yapının yani kurgunun masaya yatırıldığı "Mimari ve Tutku" bölümü.

Hani Dostoyevski'nin tutkudan beslenmek gibi, yaşamda karşımıza çıkan acıyla barışık olmak gibi, hadiseleri kavramak için zıtlıkları bulup bunları çarpıştırmak gibi kendine özgü yöntemleri vardır ya, Stefan Zweig bunları kitabında nefis anlatmış.

Hangisi bana daha keyifli geldi, Stefan Zweig'in Dostoyevski tahlillerini okumak mı, yoksa doğrudan Dostoyevski'nin romanlarını okumak mı, itiraf edeyim emin değilim.

Kitabı okumayı düşünenlere bir tavsiyem şu olabilir: Bu kitabı Dostoyevski'nin romanlarını okuduktan sonra okumak daha uygun olur, çünkü Zweig çoğu değerlendirmesini Dostoyevski'nin roman kahramanlarının düşünce ve davranışlarıyla, romanlarında geçen sahnelerle örneklendirerek yapıyor. Ben bu kitabın öncesinde Dostoyevski'nin çoğu romanını okumuştum ve bu, Zweig'in çoğu argümanını kavramakta bana büyük katkı sağladı. Bunu çok net hissettim.

Uzun sözün kısası, Dostoyevski ve Zweig, nefis bir karışım olmuş.
Profile Image for Ana Cristina Lee.
765 reviews401 followers
February 13, 2021
Por una vez el maestro Zweig no me ha entusiasmado. Me interesaba mucho este ensayo, ya que se trata de tres autores que me gustan y son pilares de la literatura contemporánea, pero me he encontrado con una excesiva verbosidad y unas divagaciones que han hecho que termine el libro prácticamente leyendo en diagonal.

Los capítulos dedicados a Balzac y Dickens me han gustado más, ya que da información interesante respecto a sus vidas y anécdotas sobre la relación con sus lectores. Sobre todo en el caso de Dickens, que era extremadamente popular, es divertido leer cómo la gente salía a esperar al cartero que llevaba la siguiente entrega de una novela, un poco a la manera de los culebrones. También es increíble conocer las tendencias reclusivas de Balzac, y cómo concibió su enorme 'Comedia Humana' - un reflejo completo del mundo de su época - sin salir de su habitación.

La parte dedicada a Dostoievski, la más extensa, comienza bien describiendo sus múltiples problemas de salud y adicciones que le llevan a vivir una vida desmesurada y llena de pasión que vuelca en sus obras y sus personajes. El problema es que esta idea se vuelve repetitiva y Zweig la desarrolla de una manera muy ampulosa y recargada, aportando muy poca información interesante. Se diría que mimetiza la pasión de Dostoievski en su propia escritura, pero yo esperaba un ensayo o una biografía y por eso no me ha gustado. Bien escrita eso sí, faltaría más.
Profile Image for Dembet.
89 reviews15 followers
March 28, 2023
Bu kitap ile Balzac'ı neden sevemediğimi , Dicken'ın neden benim yazarlarımdan biri olmadığını çok net anladım. Üç Büyük Ustayı yazan asıl usta Zweig sanırım. Bu derece harika analizler, konuyu tam kalbinden yakalamalar, sadece bir yazarın hayatındaki defolurun nasıl yazısına sızdığını değil aynı zamanda yazarın içinde yaşadığı ülke kültürünün onu nasıl etkilediğini de çok akıcı bir dille anlatıyor. Arada Alman edebiyatından da örnekler veriyor. Tam Bir Goethe hayranı ama bir yandan da onu diğer yazarlarla kıyaslarken oldukça steril buluyor gibi bir izlenim aldım. Zweig'ın diğer biyografilerini de okuyacağım. Özlelikle Kendileriyle Savaşanlar kitabında sanırım Goethe daha çok karşıma çıkacak. Çünkü onu çok ayrı bir yere koymuş ama eleştirmekten de geri durmamış.

Gelelim kitabın bence asıl yazılma amacı olan Dostoyevski bölümüne; çünkü Zweig tatlıyı sona saklamış ve zaten diğer yazarların iki katı kadar sayfa ayırmış. Bu bölümü okurken insanın kalbi farklı atmaya başlıyor. Hemen gidip Karamazov kardeşleri hatmetmek özlemi duyuyorsunuz. Zweig Dostoyevski için Piskologların Piskoloğu diyor. Yoksa bun ilk diyen Freud'mu bilemem. Ama Freud'da Zweig'dan duymuş olabilir.

Gerek Dostoyevski'nin Sara hastalığından, sürgüne gönderilmesinden kaynaklı zorlu yaşamından gerek daha çok yeraltında yaşayan bir yazar oluşu ve kitapta bahsettiği bir çok nedenden ötürü bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm yazarlardan başka bir yerde durduğunu ve ona olan hayanlığını onu hiç de övmeden !!! dümdüz anlatarak o kadar harika bir biçimde tasvir etmiş ki.. Yazarken kalemler çatlamış, kağıtlar ortadan ikiye ayrılmış olabilir:) Veya daktilonun mürekkebi bitmiştir o kesin:) Tuşlar yerinden uçtu demedim çok şükür.

Kitapta bolca spoiler var. Budala kitabının sonunu söylemiş. Karamazov kardeşlerden de birkaç spoilera rastladım. Raskolnikov zaten neden cinayet işledi? Bunu bilmeyen kitap okumayı bıraksın bence:) Sonuç olarak bu büyük eserleri okumadıysanız bu kitabı okumanızı önermem. Zaten o romanlardaki kahramanaların da derin analizleri yapılıyor. Ama bir yandan da bu eserlerde olay örgüsünü bilmek eserin tüm okuma sürecini bence hiç baltalamaz, çünkü bilindiği üzere edebi eserlerden alıntı yapılamaz, o sadece eserin içinde eridiğinde lezzet veren bir şeker gibidir. Tek cümle ile hangi Kafka eserini özetleriz acaba? Kafka okumak alıntılarla spoilerlarla mı olur ?

Konuyu dağıttım. Demek istediğim şey şu; spoiler size çok dert olmaz ise bu kitabı Dostoyevski okumak için motive olmak için de okuyabilirsiniz. Hiç okumayan birini bile heveslendirecektir. Kimmiş bu adam? İnsan ruhunun en derin labirentlerinde suçlularla birlikte yaşamış gibi, karakterlerine cehennemi yaşatmış, işin ilginci karakterleri mutluluk değil acının peşinde neden koşmuşlar?
Diğer tüm gelmiş geçmiş yazarlar neden bu adamı okumadan yolunu bulamuyor? Hepsinin cevabını Zweig ustadan dinlemek aşırı keyifli... Ayrıca Dostoyevskiromanlarında benim de ilgimi çeken AŞK konusunda neden hiç yer vermedi acaba? dediğim kısma da çok iyi tokat giib bir cevap aldım Zweig sağolsun.
Kitabı çize çize bir hal oldum. Şimdi çizdiğim yerleri dönem dönem okuyup tazelerim kitabın bu lezzetini geniş zamana yayarım diyorum.
Profile Image for Burak Candan.
115 reviews11 followers
March 2, 2022
Üç Büyük Usta, Zweig'ın 19. yüzyıl'ın (hatta edebiyat tarihinin) en büyük üç dahisi olarak gördüğü Balzac, Dickens ve Dostoyevski üzerinde biyografik, stilistik ve psikolojik incelemelerini-karşılaştırmalarını içeriyor.

Zweig, bu yazarların eserlerini okurken hayranlık duyduğumuz, özümsediğimiz ama tanımlayamadığımız herşeyi bir psikolog gözüyle saptayıp bunları kusursuz bir şekilde tanımlıyor. Balzac'ın makûs kaderleriyle biteviye savaşan, tek amaçları onu yenmek olan hırs küpü karakterlerini; Dickens'ın İngiliz burjuvalığına, yerleşmiş kültürüne olan bağlılığını ve onun tabuları yıkan, coşkun karakterlerin aksine yarattığı masumane (çoğunlukla çocuk) karakterlerini, kitabın üçte ikisini ayırdığı Dostoyevski'nin ise acılarla yoğrulmuş, savaşımı yalnız kendisiyle olan, insan ruhunun çelişkilerini yansıtan deliliğin sınırındaki karakterlerini yine bu yazarların kişilikleriyle, travmalarıyla ve kültürleriyle özdeşleştiriyor yazar.

Nitekim bu kitabın akabinde artık Zweig'ın asıl kalitesinin bu büyük yazarlar gibi sıfırdan yaratmakta değil, var olanı tanımlamakta, tespit etmekte yattığına inanıyor ve onun büyük bir romancıdan daha çok büyük bir psikolog olduğuna kanaat getiriyorum.
Profile Image for Armin.
1,195 reviews35 followers
September 5, 2019
Muss mit besserem Wissen einen Stern abziehen, der Balzac-Essay hat zwar denkbar fruchbare Nachwirkungen gezeitigt, auf meine alten Tage will ich doch noch mal die komplette Comédie humaine packen und die fatalen Nebenfiguren des einen Romans anderswo in der Hauptrolle erleben.
Doch je tiefer ich in die Materie eindringe, desto mehr fällt mir auf, dass SZs Leseeindrücke vielleicht tiefer gewesen sein mögen als meine Erstdurchgänge mit 18 oder 19 Jahren, aber beim Direktkontakt mit dem Werk trotzdem diverse Fehler im Detail aufweisen. Eine bezeichnende Passage will ich trotzdem zitieren, denn sie bezeichnet das Dilemma dieser Helden des Alltags, die alle napoleonische Taten im Rahmen ihrer Welt vollbringen oder vergleichbare Wendepunkte erfahren: Und diese Sekunde am Kreuzweg des Lebens erfahren alle Helden Balzacs. Sie alle werden Soldaten im Kriege aller gegen alle, jeder stürmt vorwärts über die Leiche des einen geht der Weg des anderen. Dass jeder seinen Rubikon, sein Waterloo hat, dass die gleichen Schlachten sich in Palästen, Hütten und Tavernen liefern, zeigt Balzac. (...) Denn tragisch ist nur die Kraft, die nicht an ihr Ziel gelangt. Balzac schildert die héros oubliés, für ihn gibt es in jeder Epoche nicht nur einen Napoleon, nicht nur den der Historiker, der die Welt erobert hat von 1796 bis 1815, sondern er kennt vier oder fünf (...) Der dritte hat vielleicht die ungeheuerste Tragödie erlitten und ist nie an ein Schlachtfeld gelangt, hat in irgendein Provinznest einsickern müssen, statt Wildbach zu werden, aber er hat nicht minder Energie verausgabt. (...) Er weiß, dass jede Sekunde des Lebens eine ungeheure Fülle von Energie verschwendet. Ihm ist bewusst, dass die Eugénie Grandet, das sentimentale Provinzmädel, in dem Augenblick, da sie, erzitternd vor dem geizigen Vater, ihrem Vetter die Geldbörse schenkt, nicht minder tapfer ist als die jeanne d'Arc, deren Marmorbild auf jedem Marktplatz Frankreichs leuchtet. (...) Er weiß, dass hinter den verhängten Scheiben von Paris in jeder Sekunde Tragödien geschehen, die nicht geringer sind als der Tod der Julia, das Ende Wallensteins und die Verzweiflung Lears, und immer wieder hat er das eine Wort stolz wiederholt: Meine bürgerlichen Romane sind tragischer als eure tragischen Trauerspiele.
Macht unbedingt Lust Balzac zu lesen, kriegt aber nur den zweiten Preis, der von SZ zitierte Essay von Hugo von Hofmannsthal geht noch ein paar Dimensionen tiefer. Drei Meister ist eher Boulevard hält aber auch mit der Kritik nicht hinterm Berg und sieht keine anderen Triebkräfte als Geld und Ehrgeiz in Balzacs Welt.
Der kürzeste Text beschränkt sich auf das Phänomen Charles Dickens, den Welterfolg und die Einschränkungen, an künstlerischer Wahrheit mit denen die hohe Beliebtheit erkauft wurde. (In gewisser Hinsicht ein Remix von Balzacs Kritik an Walter Scott, gerade in Sachen Frauenbild).
62% des Umfangs gehen an Dostojewski, Vatermord und Beinahe-Erschießung geben ausreichend Munition für eine psychoanalytische Ausdeutung. Der Mythos vom Mord am Vater ist inzwischen wissenschaftlich widerlegt, von daher sind ein paar Volten die SZ schlägt allenfalls für Haltungsnoten gut, trotzdem gibt es im respektvollen Geraune ein paar lesenswerte Einsichten ins Werk und den schwierigen Zugang:
Er selbst, Dostojewski hat niemals die Hand gerührt, um uns an sich heranzuhelfen. Die anderen Baumeister des Gewaltigen in unserer Zeit offenbarten ihren Willen. Wagner legte neben sein Werk die programmatische Erläuterung, die polemische Verteidigung, Tolstoj riss alle Türen seines täglichen Lebens auf, jeder Neugier Zutritt, jeder Frage Rechenschaft zu geben. Er aber, Dostojewski, verriet seine Absicht nie anders als im vollendeten Werk, die Pläne verbrannte er in der Glut der Schöpfung. (...) Allein also und führerlos muss man hinab in das Herz dieses Labyrinths zu tasten suchen und den Faden Ariadnes, der Seele, von der eigenen Lebensleidenschaft ablösen.

Aber nichts von SZs Ausführungen über D hat mich so beeindruckt wie seine Einsichten in Balzac.
Und in der Zeit, die Zweigs respektvolles Geraune fordert, hat man mindestens ein Viertel von Geir Kjetsaas Bio gelesen, die mit alten Märchen aufräumt, sämtliche zum Verständnis des Werke erforderlichen Fakten liefert und trotzdem der Polyphonie der Meinungen gerecht wird.
Profile Image for Zeynep T..
924 reviews130 followers
July 21, 2025
Başlıktan da anlaşılacağı üzere Stefan Zweig'ın üç büyük edebiyatçı Balzac, Dickens ve Dostoyevski üzerine denemeleri var kitapta. Yazarların biyografileri ve eserleri üzerinden iç dünyalarını anlatmaya çalışmış Zweig. Güzel tespitleri var ama anlatım dilini dolandırarak metinleri çok uzatmış. En sevdiğim kısım Charles Dickens ile ilgili deneme oldu. Stefan Zweig özellikle ilgilendiğim bir yazar olduğu için almıştım Üç Büyük Usta'yı. Bu yazarlara dair çok çalışma var günümüzde. Mutlaka alıp okuyun diyeceğim bir kitap değil açıkçası. Çevirmen Nafer Ermiş'in, editör Ali Alkan İnal'ın, düzeltiyi yapan Nebiye Çavuş'un emeklerine sağlık.
Profile Image for Betul Pehlivanli.
374 reviews14 followers
March 29, 2019
İyi ki,bu üç yazarı yıllar önce okuduğum için yeniden okumayı planlıyorum.Şimdi Stefan Zweig’in bana kattığı eşsiz bakış açısıyla daha dolu dolu okuyacağım.Bu yüzden,kendi adıma;bu kitabı okumak için en doğru zaman oldu.Tek eleştirdiğim noktası şu;diğer iki yazarın aksine Dostoyevski’ye ayrılan kısım daha fazla ve bu bir yerden sonra tekrarlara neden olmuş.Farklı farklı şekillerde O’na dair aynı şeyi anlatmış.Bunun dışında,olağanüstü bir kitaptı.Böyle büyük bir yazardan,bu diğer üç büyük yazarı dinlemek büyük bir şans biz okurlar için.Okuyun,okutun...
Profile Image for Stefania.
285 reviews27 followers
December 22, 2020
Que bonito ha sido leer a uno de mis escritores favoritos hablando con pasión de otro de mis escritores favoritos ( Dostoievski )

Eso si,aviso que tiene muchos spoilers de novelas de Dosto y Balzac.
Profile Image for Milly Cohen.
1,438 reviews503 followers
June 24, 2024
todo vale por la parte de Dostoievski
todo lo que diga Zweig de él lo quiero leer

y releer :)
Profile Image for Ferda Nihat Koksoy.
518 reviews29 followers
December 17, 2021
HONORÉ DE BALZAC
"Benim burjuva romanlarım sizin tragedyalarınızdan daha trajiktir (Balzac)."

"...bütünü hedefleyen o muazzam iradesiyle, sadece büyük salınımlar halinde döneni kavramak ve buna yönelik dürtüsünün çarkına kulak kabartmak için parçayı, görüntüyü, fenomeni, dağınık olanı hor gören o devasa, fanatik hırsıyla koyuldu yazmaya.
Olayların kötü karışımından saf ögeyi, sayıların karmaşasından toplamı, gürültü patırtıdan harmoniyi, hayatın çeşitliliğinden özüne ilişkin olanı elde etmek, bütün dünyayı kendi imbiğinden geçirmek, onu yeniden yaratmak, eksiksiz bir özet halinde sunmak ve boyunduruk altına aldığı şeye kendi nefesiyle üflemek, kendi elleriyle yön vermek: İşte onun hedefi buydu.
Çeşitlilikten hiçbir şey kaybolmamalıydı; sonsuzluğu bir sonluluğa, erişilmez olanı insan için olanaklı olanın içine sığdırmak için sadece bir tek süreç vardır: Sıkıştırmak.
Bütün gücüyle fenomenleri bir araya sıkıştırmak, onları bir süzgeçten geçirmek ve böylece önemsiz olanları bırakıp sadece saf, değerli biçimleri elde etmek ve sonra bu tek tek dağınık biçimleri ellerinin korunda sıkıştırmak; onların o muazzam çeşitliliğini anlaşılır, kavranılır bir sisteme dönüştürmek için çalışıyordu."

"Onun ordusu iki ile üç bin arası insandan oluşur, daha doğrusu, onları toprağı eşeleyerek kendisi ortaya çıkarmış, kendi avucu içinde büyütmüştür. Çırılçıplak, hiçlikten gelmişler ve o onları giydirmiş, unvanlar ve zenginlikler bağışlamıştır, tıpkı Napolyon’un mareşallerine yaptığı gibi; sonra geri almış, onlarla oynamış, birbirlerine karşı kızıştırmıştır (Napolyon'un bir portresinin altına 'onun kılıçla sona erdiremediğini ben kalemle tamamlayacağım' diye yazması boşuna değildir)."

"(Paris'e giden gençler) Zarafetin, zenginliğin ve gücün bu yeni, büyüleyici ortamında çevrelerine bakındıklarında, beraberlerinde getirdikleri birkaç şeyin bu sarayları, bu kadınları, bu güçleri elde etmek için son derece yetersiz olduğunu hissederler. Yeteneklerini kullanabilmek için önce onları eritip başka şekillere sokmak, gençliklerini dayanıklılığa, zekâlarını kurnazlığa, güvenilirliklerini sahtekârlığa, güzelliklerini kötülüğe, pervasızlıklarını sinsiliğe dönüştürmek zorundadırlar. Çünkü Balzac'ın kahramanları hırs küpüdürler, her şeyin tamamını isterler (Napolyon'un en alt kademeden gelerek elde ettiği gibi)."

"İşte hayatın dönüm noktasını ifade eden bu anı Balzac'ın bütün kahramanları yaşar. Herkesin herkese karşı yürüttüğü savaşta asker haline gelirler, herkes ileriye doğru atılır, birinin yolu diğerinin cesedi üzerinden geçer.
...aynı savaşın saraylarda, kulübelerde ve tavernalarda sürdüğünü, ...rahiplerin, doktorların, askerlerin, avukatların da aynı dürtülerle hareket ettiklerini gösterir Balzac.
...Modern hayatın dümdüz yüzeyi altında mücadeleler alttan alta devam eder. Çünkü dışsal aldırmazlıkla içsel hırs ters orantılıdır. Hiç kimseye, bir zamanlar krala, soyluya, rahiplere yapıldığı gibi belirli bir yer ayrılmamış olduğundan, herkesin her şeye hakkı bulunduğundan bu durum onların güçlerini on katına çıkarır. Olanakların küçülmesi hayatta enerjinin iki katına çıkması şeklinde tezahür eder."

"...o istenç sihirbazı Balzac, başkalarına ait olanı eriterek kendine mal eder, rüyayı yaşam haline getirir. Onun gençken çatı katında kuru ekmekten ibaret yemeğini yerken, sadece iradi telkin yoluyla en pahalı yemeklerin tadını hissetmek için masanın üzerine tebeşirle tabaklar çizdiği, orta yerine en sevdiği yemeklerin adını yazdığı söylenir.
Burada nasıl tatları hissetmek istemiş ve nasıl gerçekten hissetmişse, şüphesiz hayatın bütün zevklerini kitaplarının iksiri içinde dizginlenemez bir şekilde içmiş, böylece kendi yoksulluğunu zenginlikle, ırgatlarının müsrif yaşantılarıyla kandırmıştır. Her zaman borçlu olan ve alacaklıları tarafından kovalanan Balzac şunu yazdığında kesinlikle neredeyse duyusal bir haz hissediyordu: “Yüz bin frank emeklilik geliri." Elie Magus’un tablolarını karıştıran odur, o iki kontesi babaları Goriot olarak seven, Seraphitus ile birlikte hiçbir zaman görmediği Norveç fiyortlarına çıkan, Rubempré ile birlikte kadınların hayranlık dolu bakışlarının tadını çıkaran odur; hazları bütün bu insanlardan lav gibi fışkırtan, onlar için acıyı ve mutluluğu yeryüzünün bütün aydınlık ve karanlık bitkilerinden kaynatan kişi kendisidir. Hiçbir yazar kahramanlarının hazlarına bu kadar ortak olmamıştır."

"Çünkü o yazmaya başladığında bütün hayatın bilgisi esrarengiz bir yolla onun içine girmiş, orada toplanmış ve saklanmıştı. Bu durum, içinde birikmiş olan bütün bu mesleki sınıflar, malzemeler, mizaçlar ve fenomenler hakkındaki bilginin ona nasıl, ne zaman ve nereden gelmiş olduğu, neredeyse bir mit haline gelen Shakespeare'in yanında, dünya edebiyatının en büyük bilmecelerinden biridir."

"Bu muazzam ve benzersiz sezgisel bilgi Balzac'in dehasıdır. O sanatçı diye adlandırılamayacak kadar dâhidir. Böylesine bir gücün sanata ihtiyacı yoktur. Çünkü gerçekten, onun gücü burada öylesine muhteşem ve büyüktü ki, balta girmemiş ormanların en özgür hayvanları gibi ehlileştirmeye karşı koyuyordu; o güç, bir çalılık, bir çağlayan, bir şimşek gibi, estetik değerlerini sadece ifadelerindeki yoğunluktan alan bütün bu şeyler gibi güzeldi. Onun güzelliğinin simetriye, dekorasyona, ince ince düzenlemeye ihtiyacı yoktur; onun etkisi güçlerinin dizginsiz çeşitliliğinden kaynaklanır. Balzac romanlarını hiçbir zaman tam olarak düzenlememiştir, kendisini onların içinde bir tutkuda kaybeder gibi kaybetmiştir; betimlemelerin, sözlerin içine kumaşların ya da gelişmiş bedenin çıplak etine gömülür gibi gömülmüştür."

"Balzac parayı romana sokmuştur. Mutlak değerleri tanımayan Balzac, çağdaşlarının sekreteri olarak, göreceli olanın istatistikçisi olarak şeylerin dışsal, ahlaki, politik, estetik değerlerini ve özellikle de nesnelerin günümüzde her şeyde neredeyse mutlaklığa yaklaşan genel geçer değerini tam olarak gözlemlemiştir: Para değerini. Aristokrasinin imtiyazları kalktığından beri, sınıflar arası farklılıklar az çok silindiğinden beri para toplumsal yaşamın itici gücü, kanı haline geldi. Her şey kendi değeriyle, her tutku mal olduğu maddi fedakârlığıyla, her insan görünen geliriyle ölçülmeye başlandı. Rakamlar, Balzac'ın araştırmayı kendine görev edindiği vicdanın belli başlı atmosfer değerlerinin ölçüsü oldu. Para onun romanlarında döner durur. Sadece büyük servetlerin yükselişini ve batışını, borsadaki vahşi spekülasyonları değil, ...hırs, nefret, harcama tutkusu ve harislik yüzünden para peşinde koşan yirmi kadar tipi değil, sadece parayı para olduğu için ve bir sembol olduğu için seven ve yine onu amaçlarına ulaşmada bir araç olarak gören şu insanları değil, paranın en soylu, en zarif ve en manevi duyulara kadar sızdığını binlerce örnek üzerinde gösteren ilk ve en cesur kişi Balzac'tır.
...Para, evrensel harisliğin maddi tortusu olduğundan, bütün duyguların içine sızdığından, toplumsal yaşamın patologu olan Balzac hasta bedenin krizlerini teşhis edebilmek için kanı mikroskopla incelemek, onun içindeki para miktarını az çok belirlemek zorundadır. Çünkü bütün yaşamlar onunla doludur, o hızlı hızlı soluyan ciğerlerin oksijenidir, kimse ondan vazgeçemez, haris hırsı, âşık mutluluğu için paradan vazgeçemez ve hele sanatçı hiç yapamaz, bunu en iyi kendisi bilmektedir, çünkü omuzlarında yüz bin franklık borç yükü vardır."

CHARLES DICKENS

"...o zamanlar her köy, her şehir, bütün ülke, hatta çok daha ötelere, dünyanın her yerine dağılmış bütün İngiliz dünyası Charles Dickens'ı seviyordu; karşılaştıkları ilk andan hayatının son anına kadar sevdiler onu. On dokuzuncu yüzyılda, dünyanın hiçbir yerinde bir yazar ve halkı arasında bu derece sıkı bir gönül ilişkisi kurulmamıştır. Bu ün bir havai fişek gibi birdenbire parlamış, ama asla sönmemiştir; bir güneş gibi dünyanın üzerinde hiç değişmeyen parlaklığını sürdürmüştür."

"Dickens Napolyon'un kahramanlıklarla dolu yüzyılıyla, zaferlerle dolu geçmişle, geleceğin rüyası olan emperyalizm arasındaki İngiliz geleneğinin en yüksek sanatsal ifadesidir. Dickens bizim için sadece olağandışı bir eser meydana getirmişse ve bu dehasını ortaya koyacak kadar şiddetli değilse, bunun nedeni İngiltere ve onu frenlemiş olan ırk değil, içinde yaşadığı suçsuz çağdır: İngiltere'nin Victoria çağıdır. Bilindiği gibi Shakespeare de bir İngiliz çağının şiirsel ifadesi için en yüksek olanaktır: Ama onunki Elizabeth çağıydı; güçlü, eylem düşkünü, genç, taze duygularla dolu, ilk kez pençesini dünya imparatorluğuna uzatan, içinden taşan güçle titreyen, ateşli bir İngiltere söz konusuydu. Shakespeare eylem, istenç, enerji yüzyılının oğluydu. Yeni ufuklar açılmış, Amerika'da maceralı zenginlikler kazanılmış, ezeli düşman yenilmiş, İtalya'dan Rönesans'ın alevleri kuzeyin sisini sarmaya başlamış, bir tanrı, bir din bertaraf edilmişti ve dünya yeni, canlı değerlerle tekrar doldurulmaya hazırdı. Shakespeare kahraman İngiltere'nin yeniden doğuşuydu, Dickens ise sadece burjuvazinin sembolü. O bir başka kraliçenin, yumuşak, anaç, önemsiz, yaşlı kraliçe Victoria'nın sadık tebaası, erdemli, rahat, düzenli, heyecansız ve tutkusuz bir devletin vatandaşıydı. Gayretleri, aç olmayan, sadece sindirmek isteyen çağın ağırlığı tarafından frenleniyordu: Uyuşuk bir rüzgâr sadece yelkenleriyle oynuyor, onu Ingiliz sahillerinden bilinmeyenin güzelliklerine doğru, yolların bulunmadığı sonsuzluğa doğru asla ilerletmiyordu. Hiçbir zaman tedbiri elden bırakmadı ve anayurdunun, alışılmışın, geleneksel olanın yakınlarında kaldı: Shakespeare nasıl hırslı İngiltere'nin cesaretiyse Dickens da tok İngiltere'nin tedbiridir."

"Dünyadan, İngiltere'den, çağdaşlarından memnundu ve çağdaşları da ondan memnundu. Her iki taraf da karşısındakinin olduğundan farklı olmasını istemiyordu, cezalandırmak isteyen, sarsan, kışkırtan, yücelten ve büyük sanatçıların Tanrı'yla hesaplaşmak, onun dünyasını reddedip onu yeniden, kendi istediği şekilde yaratmak yönündeki temel istenci olan öfkeli aşk onda yoktu. Dickens dindar ve saygılıydı; var olan her şeye karşı iyiliksever bir hayranlığı, sürekli çocuksu, oyun düşkünü bir sevinci vardı. O halinden memnundu. Fazla bir şey istemiyordu."

"İngiltere o zamanlar -1848'de- Avrupa'daki devrim yapmayan tek ülkeydi; aynı şekilde Dickens da bir şeyleri devirmek ve yeniden yaratmak değil, sadece düzeltmek ve iyileştirmek istiyordu; sosyal adaletsizliğin fenomenlerini, dikenlerinin en sivri olduğu ve acı verici bir şekilde ete battığı yerlerde törpülemek ve yumuşatmak istiyordu, ama kesinlikle kökleri, içsel nedeni kazıp çıkarmak ve yok etmek değil. Gerçek bir İngiliz olarak ahlâkın temeline inmeye kalkışmadı, bunlar tutucu biri için İncil kadar kutsaldı. Ve bu memnuniyet, kendi çağının gevşek mizacının usaresi Dickens için çok karakteristikti. Hayattan fazla bir şey istemiyordu: Onun kahramanları da böyleydi. Balzac'ta bir kahraman hırslı ve iktidar düşkünüdür, güce duyduğu hırslı özlem içini yakar kavurur. Hiçbir şey ona yetmez; kahramanların hepsi doyumsuzdur, her biri dünya fatihi, bir devrimci, bir anarşist ve aynı zamanda bir tirandır. Hepsinde bir Napolyon mizacı vardır. Dostoyevski'nin kahramanları da ateşli ve coşkuludur, iradeleri dünyaya karşı çıkar ve en muazzam doyumsuzluk içinde gerçek yaşamdan hakiki yaşama uzanır; vatandaş ve insan olmak istemezler, bilakis her birinde tehlikeli gururun verdiği huşudan dolayı bir kurtarıcı olma kıvılcımı parıldar. Her ikisinde de günlük yaşamın üstüne çıkma gayreti, sonsuzluğa doğru bir yönelim vardır.
...Dickens'ın kahramanları oluşturulmuş bir tablo gibi hatırlanır, Dostoyevski ve Balzac'ınkiler ise müzik gibi; çünkü onlarınki sezgisel, zihinsel bir yaratımdır,  Dickens ise bir anlamda bedensel gözle, optikle yaratır.
...içimizdeki Balzac ve Dostoyevski kahramanlarından birini adıyla çağıralım, Goriot Baba'yı ya da Raskolnikov'u, bu takdirde bize bir duygu cevap verecektir, bir kendini vakfetme, bir çaresizlik, bir tutku kaosu olacaktır hatırladığımız; Pickwick dediğimizde ise bir görüntü gelir aklımıza..."

"Maddi ya da manevi olarak orta halli yaşamın dışına çıkan her şey ona antipatik geliyordu; yalnızca alışılmış olanı, ortalama olanı seviyordu, hem de bütün kalbiyle. Zenginlere ve aristokratlara, doğuştan imtiyazlı olanlara karşı hoşgörüsüzdü. Bu insanlar onun eserlerinde her zaman alçak ve cimri tiplerdi; nadiren portrelerini, ama hemen her zaman karikatürlerini çizerdi. Onlardan hoşlanmıyordu.
....Onun yaratısı son derece demokratikti -sosyalist değildi, bunun için gerekli radikallikten yoksundu-, patetik ateşini yalnızca sevgi ve acımadan alıyordu. Dickens burjuva dünyasında, yoksulluk eviyle rantiyeler arasındaki orta tabakada kalmayı tercih etmiştir; sadece bu yalın insanların yanında kendini rahat hissediyordu.
...yeryüzü dünyasının düzenli yollarında, bedensel ve elle tutulur olanda, rahat ve orta halli burjuva dünyasındadır o her zaman.
...ona yetmedi: İdilist bir şair trajik olanın özlemini duyuyordu; sürekli olarak tragedyaya uzanmış ve sürekli olarak melodrama ulaşmıştır."

FYODOR DOSTOYEVSKİ
"Duyguları uyarılmadığı zaman zihni de çalışmıyordu"

"İlk bakışta sınırları belli bir eserle karşı karşıya olunduğu sanılır, ancak bir süre sonra sınırsız bir şey, çevresinde dönen yıldızları ve bambaşka müziği olan bir evren keşfedilir."

"Hayatının birçok yılı, bütün bir çocukluğu  karanlığın gölgesindedir ve bugün de hâlâ öyledir, içinde bulunduğumuz zamana hâlâ ateşli gözlerle bakışlarla bakar gözleri, ama insani olarak tümüyle uzak ve kavranılamaz bir şey haline gelmiştir, bir efsane, bir kahraman, bir azizdir. Homeros’un, Dante'nin, Shakespeare'in yüce biyografilerinin etrafını saran, hakikat ve sezginin o alacakaranlığı onun çehresini de dünyevilikten çıkarmıştır. Onun kaderi belgelerle değil, ancak bilinçli bir sevgiyle şekillendirilebilir."

"Kim kendini iyi tanıyorsa onu da iyi tanıyordur; bütün insanlığın son sınırı o değilse hiç kimsedir."

"Günün birinde bu karanlık dünyadan (yoksullar evinde doğduğu, alkolik bir baba ve çok erken ölen anne ile devam eden, hiçbir zaman söz etmediği çocukluktan) bir delikanlı olarak çıktığında çocukluğu çoktan sönüp gitmişi. Bütün doyumsuzların ebedi özgürlük ülkesine, ihmal edilmişlerin sığınağına, kitapların renkli ve tehlikeli dünyasına kaçmıştı. O zamanlar erkek kardeşiyle birlikte inanılmaz derecede çok okuyordu, geceler ve gündüzler boyu -daha o zamanlar bu doyumsuz genç okuma eğilimini müptelalık derecesine kadar vardırdı- ve bu fantastik dünya onu gerçek dünyadan giderek daha fazla kopardı. İnsanlığa karşı duyduğu güçlü tutkuyla dopdoluydu, ama insanlar karşısında da hastalık derecesinde çekingen (yüzünün çirkinliği) ve kapalı, aynı anda kor ve buz, en tehlikeli yalnızlıklarınsa müptelasıydı. Tutkusu dağınık bir şekilde çevrede dolanıyor, bu "bodrum yılları"nda (sürekli parasız) sefahatin bütün karanlık yollarından geçiyordu, ama bütün hazlardan duyduğu tiksinti, her mutlulukta suçluluk duyguları ve hiddetten sürekli sıktığı dudakları ile her zaman tek başına."

"Şans oyunlarına duyduğu hastalıklı sevgi. Daha çocukken tutkulu bir iskambil oyuncusuydu, ama sinirlerinin şeytan aynasını ancak Avrupa'ya gittiğinde tanır: Rouge et noir, yani rulet, bu onun ilkel ikili karakteri için korkunç ölçüde tehlikeli bir oyundur. Baden-Baden'deki yeşil masa, Monte Carlo'daki kumar makinesi Avrupa'daki en güçlü esrimelerdir: Sistine Madonnası'ndan, Michelangelo'nun heykellerinden, güneyin manzaralarından, bütün dünyanın sanat ve kültüründen daha fazla hipnotize eder onun sinirlerini. Çünkü burada gerilim, karar verme -kırmızı ya da siyah, tek ya da çift, mutluluk ya da yok olma, kazanç ya da kayıp- dönen tekerleğin tek bir saniyesine sıkışır, gerilim yoğunlaşarak sıçrayan karşıtlıkların acılı bir hazla dolu karakterine uyan tek bir yıldırım biçimine dönüşür."
Profile Image for M. Sarki.
Author 20 books238 followers
September 16, 2013
Obviously one of the earliest of Zweig's critical reviews and not as polished as his later works. But still, the section on Dostoevsky was so important and moving for me that the reading of the entire book became worthwhile. In later non-fiction works by Zweig he invests more of himself personally into his work and reading him becomes far more rewarding because of it. It was interesting to see the beginnings here of that great talent he went on to perfect in numbers still unimaginable to me when taken in consideration to the amount of travel and far too many instances of upending he and his family would have to endure because of anti-Semitic and fascist rule taking over his country and threatening most all of Europe.
Profile Image for Cansu Kargı.
121 reviews72 followers
July 4, 2021
Zweig harika bir analiz ustası, incelemelerini okumak müthiş keyifli.
Her okurun ilgili metinden alacağı lezzet, vurgu unsuru başkadır; fakat bu eserde üç yazarı ayrı ayrı inceliklerle ele alırken bu hayır bana göre hiç değil hissini yaşamadım.
Dostoyevski ile okuma yolculuğum daha fazla olduğu için o bölümü değerlendirmem daha rahat oldu.
Balzac külliyatı ile sene içinde haşır neşir olacağım, ayrı bir yorum olursa eklerim.
Zweig Dünya Edebiyatı için okunması gereken bir isim bana göre; Dünün Dünyası, Satranç, Bir Kadının Yaşamı'ndan 24 saat okuduğum diğer eserleri, karakter analizlerinden keyif aldığım işler..
Biyografi ve inceleme eserleri açısından kaleminin çok daha güçlü olduğu hissiyatı Dünün Dünyası' nı okumam ile oluştu. Üç Büyük Usta 'ya yönelmem de bu sebepledir.
Profile Image for Gözde Türker.
348 reviews58 followers
April 6, 2024
Çok beğendim. Dolu dolu, kaliteli bir kitap olduğunu zaten tahmin ediyordum ama bu kadar keyif alacağımı zannetmiyordum. Stefan Zweig okuduğum, eserlerini sevdiğim bir yazar tabii ama daha önce hep novellalarını okudum. Biyografilerine sıra gelmemişti ama Üç Büyük Usta ile güzel bir başlangıç yaptığımı düşünüyorum.

Alt başlığından da anlaşıldığı üzere kitap sadece dönemlerinin değil zamanın da ötesinde büyük yazarlar olan Balzac, Dickens ve Dostoyevski üzerine. Kitaba biyografi demek doğru olmaz bence çünkü bence bundan fazlası. Biyografi denince benim aklıma kronolojik yaşam öyküsü anlatısı geliyor ama bu kitap gerçekten bundan çok çok daha fazlası. Kronolojik bir anlatımdan çok Zweig söz konusu yazarların yaşadığı döneme, yaşamlarında onları ve dolayısıyla eserlerini etkileyen dönüm noktalarına odaklanıyor. Bu açıdan derinlemesine bir yazar-eser incelemesi sunuyor.

Kitaba başlamadan önce en çok Dickens, sonra da Dostoyevski kısımlarını merak ediyordum ama Balzac bölümünü okurken de aynı derecede keyif aldım. Yazardan daha önce hiç okuma yapmamış olsam da... Kitaplarını okuduğum yazarlar olan Dickens ve Dosto bölümlerinde ise adeta mest oldum. Bahsi geçen bütün eserleri okumamış olsam da okuduklarım, Zweig'ın yaptığı tespitleri anlamam ve bağlantılar kurmam için yeterli oldu. Ayrıca her bir yazar için bütün eserlerini okuma isteği ile kapattım kitabın son sayfasını.

Kitabı beğenmemdeki en büyük etken Zweig'ın edebi dili elbette ama mesela şey de çok hoşuma gitti: Bir yazarı anlatırken, onun ayırt edici bir özelliğinden bahsederken diğer iki yazarla da arasında paralellik kurması, üçünü o an anlattığı özellik ve konu bakımından karşılaştırması.

Kısacası son derece doyurucu bir okuma oldu benim açımdan. Hem bilgilendim, hem yazarlara karşı ilgim arttı hem de edebi manada keyif aldım. Zweig sevenlerin kaçırmaması gereken bir eser.

Not: Kitapta söz konusu yazarların eserleri hakkında spoiler içeren bilgiler de veriyor Zweig ister istemez. Bilginiz olsun.
Profile Image for Caner Sahin.
127 reviews10 followers
September 16, 2019
Tüm Dostoyevski kitaplarını okumuş olmama rağmen Zweig bir harika anlatıyor bize. Dickens ve Balzac'in tüm kitaplarını hâlâ okumadığım için bazı karakterlerini bilemedim. Ama 3 ustayı en en iyi anlatacak kişidir Stefan Zweig. Tavsiyemdir.
Profile Image for Javi.
44 reviews23 followers
December 31, 2016
Libro n° 100, último del año: un maestro sobre otro, Zweig sobre Dostoevsky, el destino, la pasión, el hombre, la patria, Dios y la vida.
Profile Image for R..
60 reviews31 followers
March 8, 2019
muazzamdı. söyleyeceklerim bu kadar.
Profile Image for Nezaket.
27 reviews2 followers
October 30, 2018
"Hamdım, yandım, piştim" demiş Mevlana...
Araçlar değişse de pişmek için yanmak gerekiyormuş. Bu 3 dehanın yaşamı da bunu tekrar tekrar kanıtlıyor...
Pişmenin her aşamasını Balzac'ın, Dickens'ın ve Dostoyevski'nin karakterlerine nefes olarak verildiğine şahit oluyoruz.
İzlemesini bilene...
Zweig bizim adımıza kazanın altındaki yakıtlara tek tek açıklık getiriyor...
Biz de okuyucu olarak yazarın, karakterlerin ruhuna iliştirdiği yaşanmışlıklarına, umutlarına, rüyalarına, kabuslarına şahitlik ediyoruz...
Profile Image for Diego Gonzalez.
120 reviews9 followers
January 1, 2020
Acabar el año con Zweig no es una casualidad. Llegué tarde a él, pero sigo poniéndome al día. De los ‘Tres maestros’ son tan buenos los perfiles de Balzac y Dostoyevski que el de Dickens parece aburrido, cuando no lo es. Por más Zweig.
Profile Image for Hiko.
353 reviews7 followers
August 23, 2020
Dostoyevski kitablari qeder chetin oxunmasa da, yene de bir az chetin idi.

Beyendiyim yerler:

Üç Büyük Usta (Balzac, Dickens, Dostoyevski) - Stefan Zweig (Highlight: 40; Note: 0)

───────────────

▪ “Sona erdirememen, bu seni büyütecektir.” Goethe, Doğu-Batı Divanı

▪ İşte Eyüp gibi onu en güvenli olduğu anlarda yere sermiş, karısını ve çocuğunu elinden almış, başına hastalıklar sarmış, şerefini ve onu aşağılamıştır, ki Tanrı’yla mücadelesine ara vermesin, o dinmek bilmeyen isyanı ve dinmek bilmeyen umudu daha da artsın.

▪ Hayat onu üç kez havaya fırlatır, üç kez yere serer. Erken bir zamanda ünün tatlı besiniyle yeniler: İlk kitabı ona bir isim bahşeder, ama hemen ardından güçlü pençeler onu tekrar yakalar ve isimsizler diyarına fırlatır: Hapishaneye, Katorga’ya, Sibirya’ya. Sonra daha güçlü ve daha cesur olarak yeniden ortaya çıkar: Ölüler Evinden Anılar Rusya’yı serseme çevirir. Çar bile kitabı gözyaşları içinde okur, Rus gençliği onun için yanar tutuşur.

▪ Bir dergi çıkarır, sesini bütün halka yöneltir, ilk romanlar vücuda gelir. Sonra aniden maddi durumu çöküntüye uğrar, borçlar ve kaygılar onu ülkesinden atar, hastalık bedenini kemirir, bir göçebe gibi bütün Avrupa’yı dolaşır, ulusu tarafından unutulur. Ama çalışma ve mahrumiyet yıllarından sonra üçüncü kez isimsiz sefaletinin korkunç sularında yeniden belirir: Puşkin’i anma konuşması onu ülkesinin en büyük yazarı, peygamberi haline getirir

▪ Hayatının başlangıcı bile bir semboldür: Fyodor Mihailoviç Dostoyevski bir yoksullar evinde doğar. Daha ilk anda ona hayatının yeri gösterilmiştir; toplumun dışında, hor görülen, hayatın dibine yakın bir yer, ama insani kaderin tam ortasında, acıya, ıstıraba ve ölüme komşu bir yer.

▪ Schiller’inki gibi askeri doktor olan babası soylu bir ailedendir, annesi ise köylü kanından: Rus halkının her iki kaynağı da onda birleşir ve verimli bir şekilde akar

▪ O da Kolya gibi olmalıydı, erken yaşta olgunlaşmış, hayal gücü halüsinasyonlara varacak kadar geniş, içi büyük bir şey olma isteği ile, o tedirgin, titrek korla, kendini aşma ve “bütün insanlık için acı çekme” konusunda duyduğu o şiddetli ve çocuksu fanatizmle dopdolu.

▪ Küçük Netoçka Nezvanova gibi ağzına kadar aşkla ve aynı zamanda bunu ele vermekten duyduğu histerik korkuyla doluydu mutlaka.

▪ Evdeki sefalet yakınmalarından ve mahrumiyet nidalarından son derece utanan, ama yine de yakınlarını dünyaya karşı savunmaya her zaman hazır olan, ayyaş yüzbaşının oğlu İlyuşka gibiydi.

▪ Günün birinde bu karanlık dünyadan bir delikanlı olarak çıktığında çocukluğu çoktan sönüp gitmişti. Bütün doyumsuzların ebedi özgürlük ülkesine, ihmal edilmişlerin sığınağına, kitapların renkli ve tehlikeli dünyasına kaçmıştı.

▪ O zamanlar erkek kardeşiyle birlikte inanılmaz derecede çok okuyordu, geceler ve gündüzler boyu –daha o zamanlar bu doyumsuz genç okuma eğilimini müptelalık derecesine kadar vardırdı– ve bu fantastik dünya onu gerçek dünyadan giderek daha fazla kopardı. İnsanlığa karşı duyduğu güçlü tutkuyla dopdoluydu, ama insanlar karşısında da hastalık derecesinde çekingen ve kapalı, aynı anda kor ve buz, en tehlikeli yalnızlıklarınsa müptelasıydı.

▪ Tutkusu dağınık bir şekilde çevrede dolanıyor, bu “bodrum yılları”ında sefahatin bütün karanlık yollarından geçiyordu, ama bütün hazlardan duyduğu tiksinti, her mutlulukta suçluluk duyguları ve hiddetten sürekli sıktığı dudakları ile her zaman tek başına.

▪ Geceleri karmaşık mali sorunlarını çözmek için (parası yeterince ona özgü bir şekilde, karşıt eğilimlere, sadakalara ve sefahata akıyordu) Balzac’ın Eugénie Grandet’sini ve Schiller’in Don Carlos’unu tercüme eder.

▪ Bugünlerin yoğun sisinden yavaş yavaş bir şeyler şekillenmeye başlar, nihayet korku ve esrime karışımı bu sisli, düşsel durumdan ilk sanatsal eseri olgunlaşır: İnsancıklar adlı küçük romanı.

▪ 1844’de, 24 yaşındaki o yalnızların en yalnızı “ateşli bir tutkuyla, neredeyse gözyaşları içinde”, bu usta işi insanlık çalışmasını yazdı

▪ Orada kadere sorulmuş bir soru olduğunu, bir karar verileceğini seziyordu, güçlükle şair Nekrasof’a elyazmalarını kontrol etmesi için götürmeye karar verdi. İki gün hiçbir haber çıkmadı. Geceleri tek başına evde oturup düşünüyor, lambanın gazı bitinceye kadar çalışıyordu. Birdenbire gecenin dördünde kapının zili hararetle çalındı ve Nekrasof şaşkınlıkla kapıyı açan Dostoyevski’nin kollarına atıldı, boynuna sarıldı, öptü ve kutladı. O ve bir arkadaşı birlikte elyazmalarını birbirlerine okumuşlar, bütün gece dinlemişler, sevinçten deliye dönmüşler ve ağlamışlardı. Sonunda dayanamamışlardı: Gelip ona sarılmak istemişlerdi. Bu Dostoyevski’nin hayatının ilk saniyesiydi,

▪ zincirin ilk halkasıdır, bu zincire vurulan Dostoyevski çalışmanın o ağır güllesini hayatı boyunca taşıyacaktır.

▪ Belinski tarafından başına konan bu hale, bu şöhret de aynı zamanda ayağa vurulan bir

▪ Beyaz Geceler onun özgür bir insan olarak, sırf yaratma sevinciyle yazdığı ilk ve aynı zamanda son kitabı olmuştur. Yazmak o andan itibaren onun için şu anlamlara da gelmektedir: Kazanmak, iade etmek, ödemek; çünkü o andan itibaren başladığı her eser ilk satırından itibaren avansla rehin alınmış, daha doğmamış olan çocuk köle olarak satılmıştır.

▪ Artık ebediyen edebiyatın zindanına hapsedilmiş, bir ömür boyu hapsedilen adamın özgürlük feryatları umutsuzca yankılanmış, ancak ölüm onun zincirini kırabilmiştir. İşe yeni başlayan Dostoyevski henüz ilk hazdaki acıyı sezmez. Birkaç kısa roman çabucak yazılıp bitirilmiş ve hemen yeni bir roman planlamaya başlamıştır bile. O sırada kader parmağını kaldırarak onu uyarır. Hiç uyumayan şeytanı onun için hayatın fazla kolay olmasını istemez.

▪ Yine bir zamanlar olduğu gibi gece yarısı kapının zili acı acı çalar, Dostoyevski şaşkınlık içinde kapıyı açar, ama bu sefer hayatın sesi, coşkuyla kutlayan bir arkadaş, şöhretin habercisi değildir karşısındaki, bilakis ölümün çağrısıdır. Subaylar ve Kazaklar odasına dalarlar, onu tutuklarlar, kâğıtları mühürlenir. Aziz Paul kalesindeki bir hücrede dört ay kalır, suçunun ne olduğunu bilmeden: Birkaç heyecanlı arkadaşın toplantısına katılmaktır bütün suçu; sonradan bu toplantılar abartılarak Petraşevski suikastı olarak

▪ nitelendirilmişti, tutuklanması kuşkusuz bir yanlış anlamaydı. Yine de birdenbire en ağır cezaya çarptırılır, kurşuna dizilerek ölüme mahkûm edilir.

▪ Unutulmuş biri olarak Petersburg’a geri döner. Edebi hamileri onu terk etmiş, dostlarının gözünde kaybolup gitmiştir.

▪ Ama cesaret ve büyük bir güçle onu yere seren dalgalardan tekrar ışığa çıkmak için mücadele eder. Ölüler Evinden Anılar kitabı, bir mahkûmiyetin bu ölümsüz anlatımı, Rusya’yı kayıtsızca izlemenin uyuşukluğundan çekip çıkardı. Bütün bir ulus sakin dünyalarının dümdüz yüzeyi altında başka bir dünyanın, bütün acıların yaşandığı bir arafın bulunduğunu dehşetle keşfeder. Suçlamaların alevi Kremlin’e kadar yükselir, çar kitabı okurken gözyaşlarına boğulur, binlerce dudak Dostoyevski’nin adını söyler.

▪ Tolstoy sağlığına ne kadar çok şey borçlu ise, Dostoyevski’nin dehası da bu hastalığa, bu şeytani belaya o kadar borçludur.

▪ Dostoyevski’nin kahramanları ararlar, ama gerçek hayatla hiçbir ilişki kurmazlar: Onların farkı budur. Onlar kesinlikle realiteye girmek istemezler, tersine başından itibaren onu aşmak, sonsuzluğa ulaşmak isterler. Kaderleri onlar için dışsal olarak var olmaz, sadece içsel bir anlamdadır. Onların krallığı bu dünyada değildir. Değerlerin, unvanların, gücün ve paranın, bütün görünen servetlerin görünüş biçimleri ne Balzac’ta olduğu gibi bir amaç olarak, ne de Almanlarda olduğu gibi bir araç olarak bir değere sahiptir. Onlar bu dünyada başarılı olmayı, ayakta kalmayı, onun içine yerleşmeyi hiç istemezler. Kendilerine karşı tutumlu davranmazlar,

▪ tersine kendilerini çarçur ederler, hesap yapmazlar ve ebediyen hesaplanamaz olarak kalırlar. Varlıklarının yetersiz yanı başlangıçta onları avare hayalperestler olarak gösterir, ama bakışları sadece bomboş görünür, çünkü dışarıya yönelik değildir, kor ve ateş halinde sürekli kendi içlerine, kendi varoluşlarına bakarlar. Rus insanı için ya hep ya hiç vardır. Kendilerini ve hayatı hissetmek isterler, ama gölgesini ve aynadaki yansısını, dış gerçekliğini değil, tersine büyük ve mistik olan aslını, kozmik gücü, varoluş duygusunu hissetmek isterler.

▪ Olağan şartlarda sağlıklı, basit, dünyevi doğanın alfası ve omegası olan ve ebediyen de olacak olan şey, yani mutlu olma isteği, onlara yeryüzündeki en anlamsız şey gibi görünür.

▪ Avrupa’da her yıl yayımlanan elli bin kitabı açın, neden bahsediyorlar? Mutlu olmaktan. Bir kadın bir erkek istiyor ya da zengin, güçlü, saygıdeğer olmak istiyor. Dickens’ta bütün arzuların nihai hedefi, içinde neşeli çocukların oynadığı yeşillikler arasında sevimli, küçük bir ev, Balzac’ta ise etrafında koruluk olan bir şato ve milyonlar. Çevremize bir bakalım, sokağa, barlara, basık eğlence yerlerine, aydınlık salonlara bakalım: Ne istiyor bu insanlar? Mutlu olmak, hoşnut olmak, zengin olmak, güçlü olmak. Dostoyevski’nin kahramanlarından hangisi bunu ister? Hiçbiri. Bir teki bile istemez. Hiçbir yerde kalmak istemezler, mutlulukta bile.

▪ Hepsi de devam etmek ister, hepsinde de onlara acı veren “yüce bir kalp” vardır. Mutlu olmak onlar için önemsizdir, hoşnut olmak önemsizdir, zengin olmayı arzu etmek bir yana hor görürler. Bütün insanlığın istediği hiçbir şeyi istemez bu tuhaf insanlar. Sağduyuları yoktur. Bu dünyadan hiçbir şey beklemezler.

▪ Peki bunlar kanaatkâr insanlar mı ya da yaşama karşı kayıtsız, kaygısız ya da münzeviler mi? Tam tersine. Dostoyevski’nin insanları, daha önce de söylediğim gibi, yeni bir başlangıcın insanlarıdır.

▪ öyleyse varım.”

▪ “Acı çekiyorum,

▪ Dostoyevski’nin karanlık eserindeki lirik müziktir.

▪ O halde Dostoyevski’deki betimlemelerin başlangıçtaki karanlık ve bir parça gölgemsi çizgileri tesadüf değil bilinçlidir. Onun romanlarına karanlık bir odaya girer gibi girer insan. Sadece siluetler görür, belli belirsiz sesler duyar, bunların kime ait olduklarını tam olarak anlamaksızın. Ancak yavaş yavaş alışır ve keskinleşir göz: Rembrandt resimleri gibi derin bir alacakaranlıktan çıkan ince, ruhsal bir akışkan insanların içini aydınlatmaya başlar. Ancak tutkuya kapıldıklarında tam olarak ışığa çıkarlar, insanlar Dostoyevski’de görünür olabilmek için önce kor gibi yanmalı, ses çıkarabilmek için sinirleri kopacak kadar gerilmiş olmalıdır: “Onda sadece ruhun etrafında bir beden oluşur, sadece

▪ sadece bir tutkunun etrafında görüntü.”

▪ Ah şu muhteşem iradenle kendine şehitler yaratan hayat, üstelik de seni övsünler diye, ah hayat, bilgili ve zalim, ey sen, zaferini haykırsınlar diye en büyükleri bile kendine kul eden hayat! Eyüb’ün felakette Tanrı’yı idrak ettiği için binlerce yıldır yankılanan ebedi çığlığını sürekli işitmek istiyorsun, bedenleri ateşte yanarken sevinç şarkıları söyleyen Danyal’ın adamlarını istiyorsun. O kızgın kömürü şairlerin dilleri üzerinde yakarsın, sana kul olsunlar ve sana aşkla seslensinler diye onlara eziyet edersin! Beethoven’i müzikle vurursun ki o sağır adam Tanrı’nın sesini duyabilsin ve ölüme dokunarak o sevinç şarkısını yazsın, Rembrandt’ı yoksulluğun karanlığına mahkûm edersin ki renklerin içinde ışığı,

▪ senin asli ışığını arasın, Dante’yi anavatanından kovarsın ki rüyasında cennet ve cehennemi görsün, herkesi kırbacınla sonsuzluğuna kovaladın.

▪ Ve bu adamı, herkesten daha çok kırbaçladığın bu adamı da boyun eğdirip hizmetkârın yaptın, işte bak, kriz halinde köpüren dudaklarıyla sana, “şüphenin bütün araflarından geçen” o övgü şarkısını söylemekte. Ah, acı çektirdiğin bu insanlarda nasıl da zaferler kazandın, geceyi gündüz yaptın, acıyı sevgi; cehennemden övgü şarkıları getiriyorsun. Çünkü en çok bilenler en çok acı çekenlerdir ve kim seni bilirse seni kutsamak zorundadır: Ve seni en derinden idrak eden bu adam, bak, hiç kimsenin etmediği kadar şahadet etti sana ve seni hiç kimsenin sevmediği kadar sevdi.
Profile Image for Tuncay Özdemir.
290 reviews54 followers
September 9, 2021
Kitabin yarisindan fazlasi Dostoyevski’ye ayrilmis. Buna ragmen Zweig onsozde Dostoyevski kisminin hakkini tam verdiginden endise ettigini dile getiriyor. Dostoyevski iste boyle bir hazine. Anlat anlat bitmiyor.

Uc yazar da tarihsel acidan bulunduklari toplumla iliskilendirilerek anlatilmis. Balzac, Fransa’nin hirsli hayallerinin oldugu bir donemin ve burjuva toplumunun; Dickens, İngiliz muhafazakarligi ve ailenin; Dostoyevski ise Avrupa icin bir “oteki” olarak tum kestirilemezligiyle Rusya’nin ve bireyin yazari olarak resmedilmis. İyi de edilmis.
Profile Image for Sümeyra.
256 reviews2 followers
February 25, 2024
Bir pazar sabahı, denizin menevişlenmesinin gözlerimize dolduğu tahta bir bankta, Zweig ile yan yana oturmuşuz, Dostoyevski’yi konuşuyormuşuz gibi bir kitap. Hava; isli, sisli ve hisli:)
Displaying 1 - 30 of 164 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.