Profundas y emotivas entrevistas personales por Rita Guibert a Pablo Neruda, Jorge Luis Borges, Miguel Angel Asturias, Octavio Paz, Julio Cortázar, Gabriel García Márquez y Guillermo Cabrera Infante. El premio Nobel de literatura fue otorgado a Pablo Neruda en 1971, Miguel Angel Asturias en 1967, Octavio Paz en 1990 y a Gabriel García Márquez en 1982.
En-fes bir kitap, enfes. Kıskançlıktan ağlayarak okudum açıkçası, 7 olağanüstü yazarla bu detayda söyleşiler yapabildiği için Rita Guibert hayatta en kıskandığım insanlar listesine dalıverdi. Neyse evet, bu kısmı bir yana, gerçekten bayıldım bu kitaba. Latin Amerika edebiyatına biraz aşina olmak gerekiyor bence tadına varabilmek için; bu yazarların birkaç eserini okumuş olmak, dertlerini ve üsluplarını bilmek lazım. Her ne kadar Latin Amerika edebiyatı olarak kategorize ediyor olsak da bu 7 ismin ne kadar farklı çıkış ve varış noktaları olduğunu, kıtalarının tarihinin ötesinde nerelerden etkilendiklerini, birbirlerine dair eleştirilerini okumak çok ufuk açıcıydı. Ayrıca sadece kıta edebiyatı değil Avrupa edebiyatı ve siyasete dair ve hatta edebiyat-siyaset ilişkisine dair de (bağımlı edebiyat mevzuu mesela) oldukça detaylı değerlendirmeler var kitapta, dolayısıyla söz konusu yazarların pozisyonlarını ve eserlerini çerçevelemek ve daha iyi anlamak açısından da çok faydalı oldu benim için. Sonuçta bana kalan edebiyatın büyüklüğü ve evrenselliğiyle sarmalanma hissi oldu, ne mutlu. Borges’in “Şimdiye kadar okuduğum, hatta okumadığım bütün kitaplardan esinlendim – benim dönemimden önceki tüm edebiyattan. Adını bilmediğim insanlara çok şey borçluyum. Bir dil başlı başına bir edebiyat geleneğidir” cümleleri ve Paz’ın şu tespiti sanırım bendeki duyguyu özetlemeye yetecektir: “Etkilenme mi? Hayır: rastlantı, çakışma. Modern edebiyat, dillerin ve geleneklerin çoğulluğuna karşın bir’dir.”
İnsan bu kadar iyi yazar ve şairi bir arada görünce ister istemez edebiyat, sanat, müzik; kendi yaşamlarından, zevklerinden, yazma alışkanlıklarından bir şeyler duymak istiyor -en azından ben öyle istiyordum. Fakat yazarlarımız Latin Amerika’lı olunca politika, devrim, sosyalizm, komünizm ve tabii Castro konuşmalarının odak noktası hâline geliyor. Latin Amerika tarihi, Küba Devrimi, Che, Castro, Devrim, Abd Emperyalizmi gibi konular etrafında dönen söyleşilerde Neruda, Borges, Octavio Paz (ki kendisi Marquez’i solun bir oportünisti olarak görüp, fikir yoksunu bir adam olarak yorumluyor), Cortazar (maşallah) ve son olarak Guillermo Cabrera aynı tema etrafında bolca konuşuyorlar... Marquez hariç. Burada Marquez bir öyküsüne (On İki Gezici Öykü- Işık Su Gibidir) esin kaynağı olan olayı anlatıyor ki çok güzel olan öykünün hikayesi de ayrıca çok güzel :) Benim gibi “edebiyat söyleşileri okurum” heveslileri hayal kırıklığı yaşayabilir fakat iyi ki Marquez var. Gracias Gabo...
Ne kadar güzel bir sohbet okudum 🫠 Soruları yönelten kişinin sesinin öne çıkmadığı, Türkçe çevirisinin akıcı, söyleşilerin yalnızca edebiyatla sınırlı olmadığı.
Altmışlı ve yetmişli yılların politik iklimini, sosyalizm, kapitalizm, Vietnam Savaşı, Küba Devrimi gibi dönemin politik tartışmalarını yazarlarımız kendi bakış açılarıyla yorumluyor.
Marquez yazmaya dair düşüncelerini paylaştığı ve Infante sinema tutkunu tatlı bir huysuz olduğu için, ikisiyle edilen sohbeti en çok sevdim.