Gözlerimi açtığımda yataktaydım. Ancak bu benim yatağım değildi. Yumuşacık, açık renk yorganın ortasına gömülmüştüm. Tepemde bembeyaz ışıklar vardı. Gözlerim acıyla kamaştı. Bakışlarımı spotların kör edici beyazlığından kurtarıp sağıma baktım. Alışveriş yapan müşteriler... Soluma baktım. Yine alışveriş yapanlar... Büyük bir mağazanın orta yerindeydim. Teşhir amaçlı sergilenen iki kişilik yataklardan birinin üzerinde... Ürün kataloğuna sızıp karşıma çıkan ilk mobilyaya uzanıvermişim gibi. Sahipsiz, satılık bir döşekteydim.
Hakan Bıçakcı, gezinen, bir görünüp bir kaybolan insanları anlatıyor, fısıl fısıl konuşuyorlar. Küçük takıntıları, manasız paniklemeleri, yenilgileri, gelip geçenleri resmediyor.Tuhaf suçlulukları, belki de Sartre okuyan kızı, genişleyen gökyüzünü, köprü trafiğini, beyaz masa örtülerini, baş ağrısını, tesadüfleri, uğultuları, İstanbul’u, metroyu…
Hikâyede Büyük Boşluklar Var, kafa karıştırıcı, hatıra didikleyen Bıçakcı hikâyeleri… Hayaller Paris, Gerçekler Eminönü…
Hakan Bıçakcı was born in Istanbul in 1978. After completing his primary and secondary education in Istanbul, he went to university in Ankara in 1996. In 2001 he graduated in economics from Bilkent University and returned to Istanbul.
His first novel, Romantic Fear, 2002, his second novel, Dream Diary, 2003, his third novel, Spare Time, 2004, his first book of short stories, A Midsummer's Nightmare, 2005, and his fourth novel, The Apartment Shaft, 2008 were published by Oğlak Publishing House.
His fifth novel, Dark Room, was published in 2010 by İletişim Publishers. In 2011, the Apartment Shaft, Spare Time and Dream Diary were republished by İletişim Publishers. His book of new and old short stories, Me Against All of You, was published by İletişim in 2011.
The Apartment Shaft was translated into Albanian in 2009, into Arabic in 2010, and into Bulgarian and English in 2011.
His articles on literature, the cinema and popular culture have been published in various magazines and newspapers.
Books Published:
Me Against All of You / story / 2011 Dark Room / novel / 2010 The Apartment Shaft / novel / 2008 A Midsummer's Nightmare / story / 2005 Spare Time / novel / 2004 Dream Diary / novel / 2003 Romantic Fear / novel / 2002
Büyük bir keyifle, rahatça okunan hikayeler. Ama sığ bir kitapla karşılaştığınızı düşünmeyin. Dört ayrı bölümden oluşuyor. İlk bölümdekiler çok matrak, sonraki bölüm biraz gerçeküstü, daha sonrakiler ikisinin karışımı. Okurken bazen kahkaha atmaktan kendimi alamadım. Hakan Bıçakçı'nın böylesine bir mizah gücüne sahip olduğunu bilmiyordum. Müthiş bir zeka ve hayal gücü var. Toplumsal, bireysel gözlem yeteneğine de şapka çıkardım. "Kredili refah döneminin yalandan huzuru hakimdi her yanı borç harç kokan mahalleye" gibi cümleler var. Güleryüzlü, modern bir Kafka izlenimi verdi bana...
"Yeni olanın kıymeti yoktu artık. Yeni, doksanlı yıllarda kalmış demode bir kavramdı. Artık kıymetli olan, kendini yeninin yok edici ve köksüzleştirici saldırganlığının koruyabilmiş olandı. Ve değerli olan her şey gibi zor bulunuyordu."
Ben de Hakan Bıçakçı'yı şimdi ilk kez okurken, 'yeni' bir şey hissetmedim. Ve aradığım şey de bu değildi zaten. İstanbul Kitap Fuarı'nda bir panelde dinledikten sonra, kendisinin çok zeki bir adam olduğunu hissettim ve okumak istedim.
Evet, Hakan Bıçakçı'nın zekâsı yazınına da yansımış. Ve güzel olan şey, bunu göstermek gibi bir yola hiç girmemiş. Yazdıkları, kendisinden mukabil zekice.
Ben çok sevdim. Hakan Bıçakçı'yı da, öykülerini de.
Bu kitabı bitirmek için neden bu kadar uğraştım bilmiyorum. Bıçakçı'nın üslubunun bana pek hitap etmediğini Doğa Tarihi'ni okurken fark etmiştim aslında ama bir kez daha denemek istedim. Sonuçta yarım kalmasın diye uğraşarak bitirebildim kitabı. Başlarda öyküler fena değildi gerçi ama ortalardan itibaren esere olan ilgimi kaybettim. Yazar, büyük şehirlerde yaşayan sıradan insanların başına gelen olayları araya düşler ve hayaller aleminden enstantaneler katarak anlatmış. Bunu yaparken de sık sık tekrarlamalara başvurmuş. Kitaptan aklımda pek bir şey kalmadı açıkçası.
4 farklı başlık altında toplam 34 öykü. Bıçakcı'nın tarzını seviyorum. Özellikle 'nasıl olur?' bölümündeki öyküleri okurken pek keyif aldım. Öykü okurken en sevdiğim şeylerden biridir öykünün sonunda nefes nefese kalmak, kısa mesafe koşucusu gibi üstelik yetişemediğim minibüslere koşmak dışında bu spora hiç ilgim yokken.
Akici, eglenceli ve alayci. kimi oykuleri cok sevdim. diger taraftan kimileri de sadece tasarlanan sahne ilgi cekici diye yazilmis, sonunda ee yani dedirten turden. eyorlamam bu.
“Ömrümün en güzel yılları metrobüste Candy Crush oynayarak geçti. Perpa durağında hiç inmedim. Beylikdüzu durağında hep indim. Aklımda sen, karşımda rengarenk şekerler, kulaklıkta Ahmet Kaya. Hepsi birbirine karışmış. Başım belada. Benim dışımda herkes yolcu. Ellerinde o acayip gazeteler. Yüzlerinde o tuhaf ifadeler. Birbirlerine yer verenler. Birbirlerine yer vermeyenler. Birbirlerinin yerine geçenler. Hepsi ilerliyor, ben aralarında duruyorum sanki. Korkuluk gibi. Sen nasıl gidip geliyorsun işe? Facebook'a bakılırsa bisikletle. Ben en son ne zaman bindim bisiklete? Valla hatırlamıyorum. Dört tekerlekliden iki tekerlekliye geçtiğim andaki heyecanı hatırlıyor gibiyim sadece. Kanal değiştirirken görülen bir filmden, öylesine bir sahne gibi... Geride kalan babam, bulanık bir gururla... Korkuluk gibi. Gerisi yok. Aramızda kaç saat var? Bir saat diye biliyorum. Orada daha mı erken, daha mı geç? Pardon, orada saatiniz kaç acaba?”
"Bu ciddi ilişki lafı da ne acayip...Gözümün önüne takım elbise ve tayyörle toplantı odalarında kurumsal kurumsal sevişen çiftler geliyor."
"Ömrüm ayıp olmasın diye diye geçip gidiyordu."
"Derdimi çok iyi biliyorum da, hiç iyi anlatamıyorum. Kendi kendimleyken çok güzel anlatıyorum da. Oturup biriyle konuşayım dediğimde olmuyor."
"Ayrılık ani olmalı, ebediyse eğer (Lord Byron)"
"Toplumsal kabul sınırları içinde somut bir bahanem yoktu. Bahanesizlik insanı yabanileştiriyordu. Onursuz, gurursuz, dilsiz, vahşi bir hayvan gibi hissediyordum kendimi."
"Hiçbir şey üretmeyip, üretilen hiçbir şeyi beğenmeyerek kariyer yapan mutsuz ukalalardan olup çıkmıştım."
"Hava ne sıcaktı ne soğuk. İçimde ne mutluluk vardı ne mutsuzluk."
"Zekasıyla ters orantılı bir ego... Türkçesiyle ters orantılı bir zenginlik..."
Genelde kısa hikayelerden hoşlanmam ama Hakan Bıçakçı güzel yazmış. Bazı hikayeleri gayet güzeldi. Bazıları Poe'yu anımsattı. Bazıları ise "Ee şimdi noluyormuş yani," dedirtti.
Genellikle yolda seyir halindeyken yazılmış hikayeler gibi, yani kişi bir bakıyorsunuz metro da, bir bakıyorsunuz taksi de, bir bakıyorsunuz uçakta, tren de, her yer de seyahat halinde. Karşılaştığı farklı yüzlerden kendine bir hayal dünyası kurup onların üzerine kurgulanmış kısa hikayeler kaleme alınmış.
Aslına bakarsanız seyir halinde okunabilecek trajı komik hikayeler de diyebiliriz. Yazarın yarattığı hayali kahramanlar bizim de gündelik yaşantımızın rutin akışı için de karşılaştığımız ve aklımız da yer tutmayan insanlar gibi.
Metrobüste Candy Crush öyküsünde kendime dair izler buldum. Arkadaşlarım olmadığı şehirde çalışırken ben de OSM adlı oyunuyla ilgilenirim. Bir dönemin Komşu Çiftliği düşününüz. Arkadaşlarım olduğu şehirde onlarla buluşurken telefon ve OSM hiç aklıma gelmez. O anı dolu dolu yaşarım. Belki de telefonkolik olmadığımda ortaya çıkıyor. Sürekli arz eden bir durum olsa telefon sadece iletişim aracına dönüşür benim için.
Yalnız Personel öyküsü de iş hayatımda 3.5 yılın özetine benziyor. Dindar görünümlü Kürt kafatasçı müdür, düşünceden dolayı başka fırsat tanımadı. Şans verilseydi benden verim alacağını anlardı. Burada geldiğin yerin kiymetini kat ve kat bileceksin. Dışlayarak bir sonuca varamayacağız. Hayatım boyunca insanlarda kalbe bakmışım. Kafalarımız farklı olsun ama gırgır şamatamız eksik olmasın.
Oturup kırk öyküyü tek yorumlarsam kısır döngünün içinde çıkamam. Ben de hayatıma dair izleri bulduğum öyküleri yorumlamaya çıktım. "Hayvan Gibi Bir İntikam Masalı", "Falda İddialıyız", "Ağlatan Ayna", "Kulak Boğaz Burun Vicdan" ve "Selfie Dedektifi” öyküleri de çok beğendim. Yazarla iletişimim olsaydı belki bu öyküleri yorumlarını sıcak sıcağına yazardım. Oldukça kısa ve farklı bulduğum bu eseri yolculuk esnasında uzun seyahatleriniz de okumanızı tavsiye edebilirim. İncelemeyi yazarken büyük çoğunluğu alıntı yaptığım Dilek Şahin'i teşekkür ediyorum. Aklın yolun her daim birdir.
Bu kitabı tam olarak nasıl değerlendirmem gerektiğini bir süre düşündüm. Yazarın da kitabın ismini verirken tıpkı benim gibi bir süre düşünüp, bu tarz hikayelere sahip bir kitabın nasıl bir isme sahip olabileceğini bir süre düşünmüş olacağını varsayıyorum. İçerisindeki hikayeleri okuyunca neden böyle bir isim verdiğini anlıyorsunuz. Bu konuda başarılı bir iş çıkardığını söyleyebilirim çünkü her hikaye kendi içerisinde büyük boşluklar barındırıyor ancak bu boşluk kötü anlamda değil, kitabın sahip olduğu bu boşluklar karakterlerin iç dünyasına ait boşluklar. Yazar karakterlerinin sahip olduğu bu boşluğu mizahi bir dille doldurarak okuyucaya aktarmış bu da kitabı okurken sizin de eğlenceli bir şekilde hikayelere ortak olmanızı sağlıyor. Okuması keyifli bir kitap olmuş.
öykü okumayı sevmediğimi sanıyordum, sadece yanlış öykü kitaplarıyla deniyormuşum şansımı.
bu kitabı üniversitedeyken okumuştum ama aklıma ara ara gelen bazı satırlar beni tekrar çağırdığı için en yakın arkadaşımı da yanıma alarak kitaptaki absürt öykülere yeniden misafir oldum.
okudukça neden sevdiğimi hatırladım. tüm (evet, tüm) öykülerin sonu bir şekilde sona bağlanıyor. her şey netleşince hikaye sonlanıyor. yani aslında hikayede büyük boşluklar yok.
öykü seviyorsanız bu kitaba, öykü sevmiyorsanız ve sevmeyeceğinize dair önyargılarınız varsa sadece "metrobüste candy crush" isimli öyküye bir şans verin derim.
Öncelikle Hakan Bıçakcı'nın kitaplarını değerlendirirken çan eğrisini Apartman Boşluğu'nda tuttuğumu belirtmem gerekir. Bu huyum beni yazarın kitaplarını birbirinden bağımsız olarak yorumlama gereğinden alıkoyuyor. Hata yapıyorum. Ama elimde olmuyor.
Hakan Bıçakcı'nın gözlem gücü ve gerçeküstü olayları, hayatımızın farkında olmadan yaşadığımız küçük anlarıyla harmanlama yeteneği bu kitapta da kendini gösteriyor. Ama adı üstünde; kitaptaki hikâyeler arasında boşluklar var gibi. Hem çok kısa sayfalarda pek çok şeyin anlatıldığı ama bir yanda da bu anlatılanların her nedense kopukluk hissi verdiği hikâyeler bunlar. Sanki demo şarkılar gibi bu hikâyeler. Uzasa, eksikleri tamamlansa belki daha güzel olacak ama belki de olmayacak. Bazıları çok güzel, bazılarındaki mizah çok başarılı, bazıları o kadar güçlü değil ama toplamda bakılırsa hemencecik bittiğine üzüldüğüm, hatta hemencecik bitirmemek için olabildiğince günlere yaydığım, çok severek okuduğum bir kısa hikâyeler kitabı. Yeni kitap çıkıyor diye seviniyorsun, kitap yine kitabın heyecanını tam sindiremeden bitiyor. Bu yazarın bu huyunu sevmiyorum. Daha kalın ve mümkünse roman olan bir eser bekliyorum (benim beklemem çok bir şey ifade etmeyebilir ama olsun, beklerim ben).
"Barış Bıçakçı'nın kardeşi mi acaba?" diye aldığım bir kitaptı (hala da bilmiyorum sorunun cevabını ama google görsellerdeki tipleri benziyor). Temaları ve kahramanın başına gelenleri tasvir edişi biraz fazla tekrarlayan, "Ömrümün en güzel yılları metrobüste Candy Crush oynayarak geçti. Allah senin belanı versin" diye biten kısa hikayelerden oluşuyor. Rüya/düş ile gerçekliğin birbirine karışması, garip olaylar, kapitalizm ve metropolün ruhsuzlaştırdığı ve tektipleştirdiği insanlar... Eğlenceli. Elinize sağlık Hakan Bey.
içinde çok güzel hikayeler var. dönüp dönüp okumak isteyeceğiniz hikayeler var. bir dolu güzel tespit var. özetle; okuyacak bir şeyler arıyorsanız "bir el atın" derim.
şu kısmı birçoğumuzun derdi olabilir;
"derdimi çok iyi biliyorum da, hiç iyi anlatamıyorum. kendi kendimeyken çok güzel anlatıyorum da. oturup biriyle konuşayım dediğimde olmuyor. aklımdakinin onda biri, içimdekinin yüzde biri anca dile geliyor. gerisi içimde kalıyor. kendinden de sıkılıyor insan bir süre sonra. iyi anlaşmak yetmiyor bazen."
34 tane ufak öykülerden oluşan bu kitabın hemen hemen her öyküsü beni hem güldürdü hem de düşündürdü. Eğlenceli havuz kenarı öyküleri deyip geçmemek gerekir. Bence hepsinin bir nedeni, vurgusu, dersi, bağladığı bir yeri var aslında fakat bağlamak okuyucuya düşüyor. Yani gerçekten boşluklar var ama okuyucuya bırakılmış. Ayrıca, kendisiyle tanışmış olmaktan, sorularımın cevabını almış olmaktan da çok mutluluk duydum. Kendi öz eleştirisini yaparak "Herkese hitap etmiyorum"dedi, ben o hitap ettiği kitleye girdiğim için kendimi çok mutlu sayıyorum.
Aslında anlatmaya çalıştığı, anlatmak istedikleri çok güzel; ama kitapta bende olmamışlık hissi uyandıran bir şeyler var. Aslında ikinci yarıdan sonra daha oturaklı öyküler okuduğumu söylemem lazım; fakat ilk yarı bende "hikâyelerde büyük boşluklar var" kanısını uyandırdı.
'Yalnız Personel' ve 'Ağlatan Ayna' öyküleri güzeldi ama diğerleri biraz eksik almış gibi geldi. Kısa oldukları için öyle söylemiyorum. Sanki anlatılacak şeyler bitmemişken öyküler yarıda kesilmiş gibiydi.
Toplumun bir parçası olmadığına inanan, hem kendisini toplumdan hem toplumu kendisinden dışlayan bireyin iç sıkıntısı var hikâyelerde. Hâliyle, mümkün olabildiğince fantastik, olamadığı yerde monotonlaşan hayatları gözetliyoruz. Uyarıldık yine de: Gözetleme esnasında kendinizi kaptırıp hikâyedeki büyük boşluklara düşmeyin! =)
Kendisini severdim ancak böyle peş peşe bir sürü öyküsünü okumak da keyifliymiş. Aklıma kazınan birkaç öyküsü oldu gerçekten. Özellikle duygu odaklı anlatımları oldukça görsel ve gerçekçi. Senaryo vs yazıyor mu acep düşündüm...
Bildiğimiz Hakan Bıçakcı kitapları ama ben bu sefer biraz zorlandım bu karanlıkla, bitirmem uzun sürdü, kitaba elim gitmedi. Yoksa benzetmeler, bağlantılar ve sihir hep mevcut.
Bu kitap Hakan Bıçakçı'nın okuduğum ikinci kitabı. İlki "Ben Tek Siz Hepiniz" idi. Üslubundan öte, konuların ilgi çekiciliği dikkatimi çekmişti. Öykü kitabının olmazsa olmazı sıkıcılıktan uzak hava, 2-3 sayfalık mini hikayelerden oluşmasıyla tamamen dağıtılmıştı. Bu kitap da aynı şekilde devam etmiş. Hikayede büyük boşluklar cidden var ve bu durumu daha da güzel hale getiriyor. Saçmalıklar silsilesini ilginç biçimde sunarak bazen şaşırtıyor, bazense gülümsetiyor. Eğer gerçekçi hikayeler okumak isteyenler bulaşmasın. Ancak hayal gücü geniş olan ve öyküyü seven herkese tavsiye ederim. Tadımlık, birbirinin tekrarı gibi gözükmesine rağmen çok farklı içeriklere sahip öyküleri sanırım 2-3 gün içerisinde bitireceksiniz. 4 Bölümden oluşan kitapta 40'a yakın hikaye bulunuyor. Aralarında en çok -Ağlatan Ayna -Hayvanlar gibi bir intikam masalı -Misafir -Sahnedeki Seyirci
ilgimi çekti. Bu hikayelerin hepsi aslında uzatılsa roman kıvamına gelebilecek öykülerdi.
Her zamanki lezzetine büyüleyen öyküler. Hakan Bıçakçı, ilk sayfasına başladığınız an bir solukta kendisini size tükettiren bir dille yazıyor. Bir film şeridi gibi geçiyor gözünüzün önünden her şey, dokunabileceğiniz kadar yakın, neredeyse kokusu gelecek kadar gerçek. Ama bir yandan da bir okuma terbiyesi istiyor, bir bakış değiştirme alışkanlığı. Elinizden tutup sizi sürüklerken önünüzdeki çalı çırpıya takılmayasınız diye. Picasso'nun, "sen beceriksiz bir adamsın o yüzden böyle abuk sabuk şeyler çiziyorsun" diyen eleştirmene, o anda yere çizdiği buğday tanelerine gelen tavukları gösterken söylediği gibi. -Peki bu kadar iyi çizebiliyorsun, neden böyle çizmiyorsun? -Çünkü ben tavuklara resim yapmıyorum.
Bu ara çok öykü okuyorum.... bu yüzden zamanlama olarak talihsiz bir kitap oldu, Hasan Ali Topbaş öykülerinin ardından okuyunca başta biraz sönük geldi gözüme. Fakat yazar benim yazarken eğlendiğim gibi öykülerden yazmış. Bu okur olarak bana iyi geldi, bir kurmaca oyununun içindeydim.
Sonlara doğru daha çok sevdim kitabı ve bir iki öyküye işaret koydum, geri dönüp tekrar okuyabilmek için.