Çağlar Keyder is Professor of Sociology at Binghamton University. Author of State and Class in Turkey and editor of Istanbul: Between the Local and the Global, most of his work has been on Turkey: historical sociology and political economy of the Ottoman Empire and modern Turkey, urbanization and globalization of Istanbul, and agrarian transformations in Anatolia.
Benim için uzun, yorucu; fakat bir o kadar aydınlatıcı bir okuma oldu.
Keyder, 1983-1987 yılları arasında bu eseri yazmış, o nedenle 1980 darbesi sonrası ekonomik ve politik analizlere sonuç kısmında kısaca yer verilmiş. Dolayısıyla kitabın esas olarak Osmanlı Devleti ile 1980 arası dönemin kapsamlı tarihî, politik ve ekonomik analizine odaklandığını söylemek mümkün.
Yalnızca dil konusunda bir eleştirim olabilir. Özellikle başlarda okuduğum metne odaklanmamı sağlayacak bir karmaşa hissettim.
Devastating class analysis which pulls back all of the ridiculous idealism dad-history you've ever read on Turkey. Ataturk is barely mentioned. Like getting to read history as a movie with the sound finally turned back on. Take most of your other books about Turkish history and throw them in the garbage.
Kendi içinde tutarlı bir tarih yorumu.Türkiye'nin ekonomik ve politik tarihinin başarılı bir analizi ancak daha açık ve sade bir dil kullanılsaydı çok daha geniş kitlelere ulaşabilirdi, bir çok yerinde gereksiz yere karmaşık ifadeler kullanıldığını düşünüyorum.
simply a gem. it is difficult to classify this book: it's a mixture of political economy and sociology that covers 150 years worth of turkish history. in contact with both perry anderson (the pioneer of this whole genre of historical writing) and wallerstein (the pioneer of the world-system theory), keyder is exceptionally well equipped to undertake this admittedly difficult task.
though this book could be classified as economic history, you won't find such a nuanced analysis of class conflict and ideology in such books. yet the book isn't marxist either. though the marxian tools are definitely present, the historical narrative crafted cannot be said to have a protagonist (and turkish history books love protagonists). every single chapter provides novel insights and devastating critique. though historians today are quite critical of applying sociological frameworks in such a fashion, i would argue that the book is innovative and crucial for students of turkey.
as someone who somewhat indiscriminately draws parallels between latin america and turkey, this book was very helpful in providing me with the right framework. keyder's mastery over modernizations (be it france, germany, italy, russia, china, japan, brazil, argentina) is simply impressive and makes one feel as if there is nothing more to be said. his point about remittances was something i never considered, nor was his interpretation of the complicity of global capital towards ISI.
this is not to say you should accept everything in this book. his assertion that feudalism simply wasn't a thing in turkey is quite controversial. his discussion of ethnic violence in ww1 (and the aftermath) doesn't quite recognize the scale of the tragedy. his entire theoretical formulation is devoid of any discussion of institutions.
but still, this is a 5-star book. cannot hold the place of a proper introduction to the history of turkish modernization, and would possibly be unintelligible without knowledge of social theory.
p.s. : this was written by a turkish author on turkey but
Kitap Osmanlı'nın son dönemlerinden 80 darbesi sonrasına kadarki dönemi baz alarak Türkiye'nin ekonomik modernleşmesinde devletin ve sosyal sınıfların rolleri ve sürecin bunlar üzerindeki etkilerini analiz ediyor.
Özellikle tek parti dönemindeki bürokrasinin hayatın her alanına müdahale eden düzenleyici ve büyük sanayiyi kollayıcı tarzının küçük burjuva ve halk kitleleri üzerinde yarattığı kızgınlığın, memleketin ilk demokrasi denemesinde popülizme yol açarak DP'yi doğurması güzel anlatılmış. Sonrasında gene her darbe ile değişen ekonomi politikalarıyla farklı sınıfların özlemlerine cevap verme çabalarını görsek de günün sonunda yaşanan döviz kriziyle 80 darbesine giden yol anlatılmış.
Türkiye'de devletin ne kadar güçlü olduğunu tekrar görüyoruz. Bırakın işçileri, kadınları, köylüleri; büyük sanayiciler bile sınıf olarak olgunlaşıp açıktan hak arar pozisyona bir türlü gelemiyor. Bir şekilde devlet aygıtıyla işbirliğini en iyi kuranlar zenginleşiyor.
This book should be required reading for every student of Turkish history: it is intelligent, well-researched, and contains many original ideas. However, putting it on your course list may cause a reduction in enrollment owing to a few suicides. I feel I have a fair bit of patience for reading important information presented in not-so elegant styles, but this one drove me to the wall. A leftish history of Turkey written from the point of view of classes: independent farmers, tax farmers, bureaucrats and administrators, and the (often non-Muslim before WW I) bourgeoisie fills a large gap in my picture of economic history. It discusses how the Ottoman Empire rose, survived many centuries, collapsed, and turned into the modern nation of Turkey. Such factors as labor migration, wage levels, bureaucrat-bourgeois rivalry, history of agrarian structure, and ideological tendencies among newly urbanized peasants all feature here. These are fascinating topics which in the hands of other authors, (who unfortunately for me did not write about Turkey) can make excellent reading. The rise of statism in Ataturk's time slowly turned into a period of import substitution capitalism, popular party rivalries, and then incorporation into the wider capitalist world under US hegemony. Whether or not Turkey will follow the formerly undemocratic and formerly poor countries of southern Europe (Portugal, Spain, Italy, Greece) into democratic, prosperous Europe remains to be seen. This and many other views, many other useful observations, are presented in this volume, but you will need the patience of Job to wade through it. Three stars because the information will remain beyond reach for most people.
Her ne kadar çeşitli çevrelerce kuramsal olarak sorunlu olduğu belirtilen "yönetici sınıf olarak bürokrasi" kategorisini politik-iktisadi açıklama çerçevesinin temeline yerleştirse de Türkiye'nin dününü olduğu gibi üzerinden otuz sene geçmesine rağmen bugününü bile hala açıklayabilen bir çalışma. Müthiş bir sentez/analiz gücü, anlatım kabiliyeti. Günümüzün politik gelişmelerine ilgi duyan herkesin okumasını şiddetle tavsiye ederim.
Kuşkusuz akademik anlamda çok iyi yazılmış bir kitap; dayandığı kaynaklar ve argümanların bütüncül savunusu, tarihsel verilere oturmak bakımından ama bunun dışında söz konusu argümanların üzerine kurulduğu temel öncüllerde bence büyük yanlışlıklar var. İlkin Türkiye'nin Cumhuriyet öncesi durumunu, Osmanlı dönemini anlatıştan başlanabilir. Bir yerde Marksizm içi bir tartışma olarak (asya tipi üretim ve feodalizm ayrımı) belirleyici sınıf çatışmasının hangi sınıflar arasında olduğunu, toplum tipinin nereye oturduğunu tespit etmek gerekiyor. Keyder açısından bu çatışma Osmanlı bürokrasisi ile bir bütün olarak gördüğü köylüler arasında. Söylem şu açıdan hatalı: Avrupa'da bulunduğu gibi lordların olmadığı pekala söylenebilir ama bu demek değildir ki Osmanlı'nın bürokrasisinin işleyişinde veya toprak rejiminde bu gruba tekabül edenler bulunmazlar. Tersine Avcıoğlu'nun da Osmanlı'nın Düzeni'nde savunduğu gibi, devlet tarafından atanmak dışında hemen aynı işlevi gördükleri söylenebilir geçici mülkiyet sahiplerinin. İkinci olarak büyük toprak sahipliğinin bulunmadığını iddia etmek de saçma; Oya Köymen'in verdiği istatistiklere göre 1912-1913 yılları arasında yapılan sayıma göre toprakların yüzde altmış beşi yüzde beşlik bir grup tarafından kontrol edilmekteydi. Ve yine Cumhuriyet'in kuruluş aşamasında işlenen toprakların işlenebilir toprakların yarısına yakınını oluşturduğunu; Ermeni Tehciri ve nüfus mübadelesi esnasında bazı toprakların da boş kaldığı vesaire düşünüldüğünde siyasi çevrelere yakın olanların yine bu topraklara çöktüğünü tahmin etmek zor değil. Destekleyici istatistikler de bulunabilir kolayca, DP'nin toprak ağaları da bir anda belirmediyse... Ancak Keyder'in inatla bu saçmalığı savunmasının altında yatan gerekçe ideolojik; eğer belirleyici sınıf çatışmasını bürokrasi ile köylüler arasında olduğunu iddia edersek Cumhuriyet'in kurucu kadroları da basitçe aynı sömürücülerin devamcısı olarak okunabilir. Keyder de bunu yapıyor, nasıl oluyorsa 19. Yüzyıl Osmanlısının modernleşme hareketiyle Kemalist dönemin reformları aynı önemi taşımaktaymış (s. 111). Benzer şekilde altmış ihtilalinin altında yatan gerekçelerin, toplumsal yapıdaki hareketliliğin ve daha sonraki dönemde getirilen ilerlemelerin üzerinden atlanarak basitçe o dönemin konjonktürünün bir çıktısı olarak okunuyor kitapta. Böyle olabilir mi, olabilir ama Osmanlı'nın 16. ve 17. Yüzyılda başlayan gerilemesini, ülkenin ekonomisindeki çöküşü ve şu bizi diğerlerinden ayıran ekonomik yapının çıkardığı engellere odaklanıp o dönemde de bir dünya sistemi olan kapitalizmin etkilerini yok saymak tutarsız. Yine ideolojik gerekçelerle bir küçümseme yürütülmeye çalışılmış gibi duruyor. Üçüncü olarak aynı ideolojik gerekçelerin peşinde, 1970 döneminin devrimcilerini sosyalist olmaktan çok anti-emperyalistlerdi demek ve devletçi-merkezden planlanan iktisadi kalkınma modelini ortak bir şekilde savunmaları nedeniyle Kemalist diye nitelendirmek de ciddi bir sorun. Eğer basit bir değerlendirme yapılırsa, söz konusu kişilerin metinleri okunursa Kemalistlerin emperyalizme karşı verdikleri mücadeleye karşı olumlayıcı ancak ekonominin yönetiminde, sınıfsal konumda bazı problemler gördükleri, açıkça eleştirdikleri de fark edilecektir. Keyder'in bu kimseleri okuduğunu varsayabileceğimize göre, çarpıtmadan başka bir şey olamaz. Ki 1980 darbesini de Kemalizm'in "sınıfsız sömürüsüz toplum" ideali üzerinde temellenen ve bu ideale karşı çıkan sağ ve sol radikalleri bastırdıklarını bir müdahale olduğunu söylemek de eşit ölçüde saçma.
Bahsi geçen yerlerden de anlaşılabilecek çarpık bir ideolojiyi tarihe yansıtan kitabın sonuç bölümünde geleceğe dair yapılan umutlu öngörülerin bugün boşa çıktığı açık. Boşa çıkmaya da devam edecek. Avrupa'ya olan benzerlik ve Avrupalı kurumların demokratikleşme yönündeki baskılarının otoriter rejim sonrasını yapılandıracağı öngörülmüş. Bugün varılan yere bakınca öngörülere karşı utanç duyulmalı. Keza sağ ve sol radikallerin ezilmesinden sonra gelen aynı demokratikleşmenin sonucu daha büyük bir sorun, daha büyük bir otoriterlik. Vakti zamanında akp hükümetleriyle el ele verip yetmez ama evet deyicilerin, islamcılığı demokrat olmaya engel görmeyenlerin katkısı da açık. Ne söylemeli başka?